Ülkemizde korona salgını var. Hastalığın yaygınlaşmaması için yasaklar uygulanıyor. Toplantılara, yürüyüşlere, toplu kutlamalara izin verilmiyor.
Ama ne hikmetse bu yasak, AKP mitinglerinde, AKP ve Suriyeli yürüyüşlerinde, Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesinde, AKP milletvekillerinin düğünlerinde kullanılmıyor…
Ama ulusal günlere, Cumhuriyet bayramı kutlamalarına, 10 Kasım anmalarına izin yok. Onlara Korona yasağı var her daim…
Neyse ki AKP’den alınan belediyelerde CHP’li başkanlar, bu önemli günleri, bayramları kutlamaya başladılar. Yüreğimize su serptiler. Rahatladık…
İstanbul belediyesi de bu geleneğe uyarak, kentin bazı farklı bölgelerinde kutlamalar, etkinlikler düzenledi. Saraçhane de onlardan birisiydi. Bir süre sonra muhabirler kameranın önüne geçerek törenler, programlar üzerine bilgiler vermeye başladılar.
Ama o anda bizi rahatsız eden bir görüntü çıktı karşımıza. Türbanlı bir bayan ve yanında bir erkek sunucu, Cumhuriyet bayramı üzerine konuşuyorlardı. Yapılacak etkinlikleri anlatıyorlardı.
Bir an şaşırdım: İstanbul belediyesinin hazırladığı bir programda bu türbanlı bayanın ne işi var? Hem de adı Cumhuriyet olan bir bayramda…
Cumhuriyete yakıştı mı böyle bir görüntü? Hadi CHP’nin her biriminde, her yerinde türbanlı görmeye alıştık ama bari böyle bir girişimi Cumhuriyet bayramında yapmayın.
Atatürk devrimlerine uygun, çağdaş, uygar kılık kıyafet giymiş kadın köküne kıran mı girdi? Atatürkçüler, topluma her alanda örnek olmalı değiller mi?
Aklıma şu düşünce geldi:
Herhalde İBB yöneticileri, türbana ve türbanlıya karşı saygılı olduklarını göstermek ve bu çevreleri de kazanmak amacıyla demokrat, özgürlükçü yanlarını kanıtlamak için böyle bir yönteme başvurdular.
Ama bence yanlış; hem de büyük yanlış ve Atatürkçü, çağdaş bir CHP’li belediye yönetimine bu hiç uygun düşmemiş…
Ne yazık ki bu yanlışları Genel Başkan Kılıçdaroğlu da yıllardan beri yapıyor. Hem de birçok konuda, birçok uygulamada karşılaştık…
Sonunda yapılan bu yanlışlarla gele gele geldik “Kara taşa”, kara düzene, kara uygulamalara…
Bir ters anlaşılma olmasın diye, önce şunu belirteyim:
Başta dört büyük şehir belediyesi olmak üzere, yeni seçilen tüm CHP belediye başkanlarının başımızın üstünde yeri var.
Onlarla huzur ve güç bulduk. Onların alışılmış CHP uygulamalarından ayrı yöntemleri, mücadeleleri, uygulamaları ile aydınlığa çıktık… Ve AKP yöneticileri, iktidarı bırakmak istemese de onların saltanatına bu başkanlarla son vereceğiz.
Biz CHP’liyiz. CHP’nin güçlenmesi için de elimizden gelen çabayı harcarız. Ama bu demek değildir ki “Asla ona eleştiri yöneltmeyeceğiz…” Hayır “Yönelteceğiz.” Hem de en sert biçimde yönelteceğiz ki yapılan yanlışlıklar bir daha tekrarlanmasın…
Böylece birlik ve beraberlik içerisinde, yolumuzda güçlü bir konumda ilerleyelim.
Şunu açıkça vurgulayalım:
Şeyhlere, Şıhlara, tarikatlara, cemaatlere hoş görünme, onların ilgisini çekip, partiye kazanma çalışmaları Kemal Kılıçdaroğlu döneminde hız kazandı.
Ondan önce, türbanın ne adı vardı ne sanı. Unutulmuştu. Daha doğrusu yargı organlarının birbiri peşi sıra aldığı çağdaş kararlar nedeniyle unutulmak zorunda kalmıştı.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve 1989 ve 1991 yıllarında Anayasa Mahkemesi, Danıştay tam 22 kez “Türbanın dini inancı temsil ettiğini, demokratik rejime, laikliğe aykırı olduğunu” vurgulayarak onu resmi kurumlara sokmamıştı.
Bütün bu hukuksal kararlara karşın bir YÖK Başkanı çıkıp “Hukuku arkadan dolanırız” diyebiliyor ve hakkı, hukuku, yetkisi olmadığı halde, türbanı tüm üniversitelerde serbest bırakarak, sınavlardaki türban yasağını kaldırabiliyordu?
Ve böyle bir ortamda Kılıçdaroğlu, bu türban uygulamalarına Ecevit gibi şiddetle karşı çıkmadı, bir de üstüne üstlük, bakın neler söyledi:
“Türkiye’de laikliğin tehlikede olduğunu düşünmüyorum, ben cemaatlere saygılıyım, insanlarımız manevi dünyalarında cemaatlere yakın olabilir. Nurcu da olabilir, Süleymancı da Fethullahçı da… Yeter ki bunu siyasallaştırmasınlar. Manevi dünyayı siyasete alet etmesinler…”
Ben de ona şöyle yanıt vermiştim o zaman:
“Bir yerde Nurculuk, Süleymancılık, Fethullahçılık olur da siyasallaşma, siyasal İslam olmaz mı Sayın Kılıçdaroğlu? Bir yerde tarikatlar, cemaatler olur da orada demokrasinin D’sinden söz edilebilir mi?
Cumhuriyetin ilanından bu yana Türkiye ne çektiyse bu akımlardan çekmedi mi, hâlâ da çekmiyor mu? Atatürk’ün partisinde, Atatürkçü olduğunu söyleyen, laik bir başkan nasıl böyle konuşabilir?
Fethullah Gülen Cemaati şu anda bütün gövdesi, ayakları kolları ile siyasete girmiş durumdadır ve kadrolarını devletin içinde oluşturmakla meşguldür. Siz hâlâ bu ortamda nasıl “cemaatlere saygılıyız” diyebilirsiniz?
Bu yol, yol değildir; bu gidiş, gidiş değildir… Faşizm göstere göstere, bağıra bağıra geliyor. Siz onunla uzlaşma yöntemini seçiyorsunuz. Böyle bir mücadele biçimi ile bu yürüyüşü asla durduramazsınız… Bizden hatırlatması… “ (11.01.2012)
Bunu tam 8 yıl önce söylemiştim. Şimdi soruyorum: Atatürk, Vahdettin’e yandaşlık yapsaydı Kurtuluş Savaşını kazanabilir miydi?