“Salon soykırımcıları”ndan çifte standart ve ötesi

Dr. Ferruh Demirmen

İnsan haklarını savunan, Türk veya Türk kökenli kişi veya örgütlerin sahiplendikleri ideoloji, kuşkusuz büyük takdire şayandır. Temel özgürlükleri sembolize eden insan hakları, evrensel bir hak olarak her zaman destek görmeli, savunulmalıdır. Ancak bu gibi kişi ve örgütlerin Ermeni sorununda sorgulamadan, kulakdan dolma suçlamalarla Avrupa yandaşlarının safında olabileceklerini de göz ardı etmemek gerek. Bu yönde bir çifte standard, AİHM Başkanı Robert Spano’nun Eylül ayı başında Türkiye’yi ziyareti ile gündeme geldi. Daha da ötede, esef verici iki yüzlülükler anılara geldi.

Adalet Bakanı Abdülhamit Gül tarafından Türkiye’ye davet edilen Spano, Türkiye Adalet Akademisi’ndeki 24. Dönem Hâkim ve Savcı Adayları Eğitim Açılış Töreni’ne katıldı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan dahil üst düzeydeki birtakım kimselerle görüşme yaptı, İstanbul Üniversitesi’nden fahri doktora aldı. Ne ki, bu ziyaret yurt içinde bir kesimden büyük eleştireye yol açtı.

Eleştiriler, AİHM’nin politize edildiği, Spano’nun resmi protokol dışında muhalefet temsilcileri ile görüşmemesi, ve fahri doktora üzerinde odaklanmıştı. Eleştiri yapanlar insan hakları savuncuları idi: Avrupa Parlamentosu Türkiye eski Raportörü Kati Piri, Türkiye İnsan Hakları Derneği (İHD), Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), HDP temsilcileri, eski Erbil Başkonsolosu Aydın Selcen, akademisyenler Cengiz Aktar ve Mehmet Altan.

TİHV Başkanı Şebnem Fincancı ve Cengiz Aktar Spano’nun istifa etmesi gerektiğini belirtti, HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar ise Spano’nun fahri doktora kabulunu gözden geçirmesini önerdi.

Eleştiriler önyargılı

Bu eleştiriler gerçekçi olmayıp, önyargıya dayanıyordu. AİHM Başkanı Spano’nun ziyareti Türkiye’de hukuk bağlamında yaşanan sorunların görmezden gelindiği şeklinde algılanmamalı idi. Nitekim AİHM eski yargıcı Rıza Türmen, Spano’nun ziyaretini rutin bir eylem olarak niteledi; Spano görüşmelerinde bazı AİHM kararlarının uygulanmamasından duyulan rahatsızlığı, hukukun üstünlüğü, ve yargının bağımsızlığı gibi konuları gündeme getirdi. Görüşmeler Türk yetkilileri için bir uyarı idi. Spano aynı zamanda Mardin’i ziyaret etti; resmi program dışında İstanbul Baro Başkanı Mehmet Durakoğlu ile görüşme yaptı.

“Salon soykırımcıları”

Dikkate değer ki, Spano’yu eleştiren insan hakları savuncuları “Kürtçü” olmanın yanı sıra aynı zamanda sözde Ermeni soykırımı destekçileri. Her nekadar Kati Piri “soykırım” noktasında katı görüşlü değilse de, bu teze sempatisi olan bir kişi. İHD, TİHV, HDP, Aydın Selcen, Cengiz Aktar ve Mehmet Altan ise açıkça “soykırımcı.”

İHD ve TİHV, Uluslararası İnsan Hakları Federasyonu (FIDH) ve Ermenistan Sivil Toplum Enstitüsü (CSI) ile beraber 24 Nisan 2015’de bir manifesto yayınladılar, “Ermeni soykırımı”nda 1,5 milyon Ermeni kaybının olduğunu savladılar.

Gazeteci Cengiz Aktar ve eski HDP’li Osman Baydemir Erivan’daki soykırım anıtını ziyaret eden ve saygı duruşunda bulunan “Türk aydınları” arasında.

HDP Gençlik Meclisi, Ermeni Gençlik Federasyonu’nun (EYF) 2020 Ağustosu’nda yayınladığı, Sevr Antlaşması’na atıf yaparak tazminat isteminde bulunduğu bir bildiriye imza atan gençlik kuruluşları arasında.

Ermeni lobisinin gönüllü sözcüleri olan ve “Salon soykırımcıları” olarak adlandırdığımız bu gibi kişi ve örgütler araştırma yapmadan, dış kaynaklı söylemlerden ilham alarak, modaya uyarcasına “soykırım” tezini dile getirirler, iddialarının gerçekçi olup olmadığını sorgulama zahmetinde bulunmazlar.

Örneğin, İHD’nin 24 Nisan 2018’de yayınladığı bir bildiride Ermeni tehcirinin BM Roma Statüsü çerçevesinde “soykırım” olarak tanındığı belirtiliyor. Roma Statüsü Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) kurulmasına yol açtı. Oysa soykırım suçunu tanımlayan ve ayrıntılarını belirleyen Roma Statüsü değil, 1948’de kurulan ve 1951’de yürürlüğe giren BM Soykırım Sözleşmesi. Kaldı ki Roma Statüsü’nin öngördüğü UCM, ancak 1 Temmuz 2002’den sonra işlenmiş suçlar hakkında kovuşturma yapabilir.

Aynı İHD bildirisinde AİHM’nin İsviçre-Perinçek kararının, “Ermeni soykırımı”nı inkâr veya kabulunun düşünce özgürlüğü anlamına geldiği belirtiliyor. Her nekadar bu ifade doğru ise de, tam değil. AİHM Büyük Dairesi 2. Alt Daire’nin aldığı kararı onaylamakla aynı zamanda “soykırım”ın tartışmaya açık olduğunu, başka bir deyişle kanıtlanmamış bir iddia olduğunu tescil etti.

Bu “soykırımcılar” işlerine gelince gelince AB Parlamentosu ve diğer yabancı parlamentoların aldığı “Ermeni soykırımı” kararlarını öne sürerler, ancak bu gibi kararların sadece siyasi anlamda olduğuna ve hukuken geçersiz olduğuna hüküm veren Avrupa Adalet Divanı’nun 2003 kararını görmezden gelirler.

2015 AİHM İsviçre-Perinçek ve 2016 Fransa Anayasa Konseyi kararları, hükümet ve parlamentoların soykırım suçu konusunda yetki sahibi olmadıklarının altını çizdi. “Soykırımcılar” bu kararların farkında mı? “Ermeni soykırımı” savlarını ileri sürerken BM Soykırım Sözleşmesi’nin şart koştuğu tek bir yetkili yargı kararını gösterebilirler mi?

Ermenistan “soykırım” hususunda bu kadar emin ise, Türkiye’yi bu suçla mahküm etmek için bugüne değin niçin Uluslararası Adalet Divanı’na (UAD) başvurmadı, sorguladılar mı?

Ek sorular

Daha sorulabilecek çok soru var. “Salon soykırımcıları” tehcirde 1,5 milyon Ermeni kaybı iddiasının ne kadar mantık dışı olduğunu bilirler mi? O tarihlerdeki Osmanlı Ermeni nüfusu, Ermenilerin savaşlardaki can kaybı, hastalık ve açlıktan ölümler, Batı ülkelerine, Rusya’ya ve Iran’a göç edenlerin sayısı, bu iddianın mantık dışı olduğunu açıkça ortaya koyar. Ayrıca bu iddiaya destek verecek Ermeni toplu mezarlarının Anadolu’da olmayışı da başka bir gerçek. Matematiksel olarak düşünülürse 1.5 milyon Ermeni kaybı, tehcir sürecinde ortalama hergün 10.000 Ermeni mültecinin öldürülmesi anlamına gelir. Nerede bu toplu mezarlar?

Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu’na göre Ermeni tarafınca var olduğu iddia edilen toplu mezarlar, Türk arkeologların yaptığı incelemelere göre Roma dönemine ait.

“Soykırımcılar” Katchaznouni Manifestosu, 1915-1916 Osmanlı divan-ı harp cezalandırılmaları ve 1919-1921 Malta Yargılaması nedir, bilirlerler mi? 1919 Paris Barış Konferansı’nda Ermeni heyeti başkanı Boghos Nubar Paşa’nın o tarihlerde “The Times of London” gazetesine ve Fransa Dışişleri Bakanı’na yazdığı mektupları okumuşlar mıdır? Amiral Mark Bristol, General James Harbord, Kaptan E. Niles ve A. Sutherland, ve Milletler Cemiyeti yetkilileri Sir Eric Drummond ve Fridtjof Nansen’ın adlarını duymuşlar mı?

Birinci Ermenistan Cumhuriyeti’nde (1918-1920) bir ara Savunma Bakanı olan ve Türklere kan kustaran General Dro (Drastamat Kanayan)’nın adını duydular mı? Sovyet tarihçisi A.A. Lalaian’a göre bu dönemde Ermenistan’daki Türk nüfusunun %77’si ve Kürt nüfusunun %98’i çeşitli nedenlerle yaşamını yitirdi. “Kürtçü”ler bu bilgilere ne der?

General Dro’nun 2. Dünya Savaşı’nda Hitler Almanyası’nda ne işi vardı, merak ettiler mi?

Eski ABD Büyükelçisi Henry Morgenthau’nun aşırı ırkçı olduğu, Türkler için ne sözler sarfettiği, “Andonian belgesi”nin ve Hitler’in Ermeni söyleminin sahte olduğu akıllarından geçmiş midir? Hitler’in sözde Ermeni söylemini içeren belge güvenilir olmaması nedeniyle Nürnberg mahkemesinde savcı tarafından delil olarak kabul görmedi.

Ve en son olarak, bu “soykırımcılar” Ermeni lobisinin “İlk Hristiyan millet olma” olgusunu nasıl etkin bir propaganda aracı olarak kullandığını, zamanın İngiliz propagandası ve misyonerlerin etkisi altında Batı psikolojisi ve kültüründe yerleşen Türkofobi’nin günümüze kadar devam ettiğini bilirler mi? Bu konuda Prof. Dr. Justin McCarthy kitap bile yazdı: ”The Turk in America: … An Enduring Prejudice.” (Amerika’da Türk: … Süregelen Önyargı).

Dikkat edilirse, “soykırımcılar”ın Türk tarihçi ve araştırmacılara “allerjisi” olabileceği düşüncesiyle yukarıda bu kaynaklara değinilmedi.

Çifte standard

Spano’ya yönlendirilen eleştirilerde önemli bir husus görmezden gelindi, ya da söz konusu olmadı. Spano, insan hakları konusunda AİHM’nin yetkisini tanıyan bir ülkeyi ziyaret eden ilk AİHM başkanı değil. Eski AİHM Başkanı Dean Spielmann, insan hakları konusunda bir konferansla ilgili olarak Ermenistan Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) davetlisi olarak Şubat 2013’de Yerevan’a resmi ziyaretti bulundu. Yanında AİHM yargıcı Bn. Alvina Gyulumyan vardı. Konferansın ardından Yerevan Devlet Üniversitesi tarafından Spielmann’a fahri doktora verildi, bu arada AYM Başkanı Gagik Harutyunyan ile görüşmeler yapıldı.

Spielmann Yerevan’ı ziyaret ettiğinde AİHM İsviçre-Perinçek davası henuz 2. Alt Daire’de sonuca bağlanmamıştı. Ve Spielmann, alt dairede yer alan 7 yargıcın arasında değildi. Alt daire 17 Aralık 2013’de Perinçek’in lehine karar verince İsviçre, Ermeni tarafının desteği ve baskısı ile kararı temyize taşıdı. Büyük Daire 15 Ekim 2015’de aldığı bir temyiz kararı ile alt diarenin kararını 7’ye karşı 10 oyla onayladı. Karara muhalefet şerhi koyan yargıçların başında Spielmann vardı.

Burada Yerevan ziyareti ve muhalefet şerhi ile ilgili olarak Spielmann’ı bir zan altında bırakmak istemiyoruz. Ancak akla hemen şu soru geliyor: Spano’nun Türkiye ziyaretini ve fahri doktorasını sert bir şekilde eleştiren “Salon soykırımcıları” 7 yıl önce AİHM Başkanı Spielmann’ın Yerevan’a ziyaretini ve fahri doktorasını kınadılar mı? Bu yönde hiçbir işaret, haber yok.

Bu demek oluyor ki, “soykırımcılar” Spano’yu eleştirirken açıkça çifte standart kullandılar.

İlginçtir ki, “soykırımcılar”ın Spano’ya ilişik eleştirilerini haber yapan bir Ermeni websitesi, olayı bizzat eleştirmekten çekinmiş, durumu sadece “esef edilecek” ifadesi ile nitelendirmişti.


Zira Ermeni yazar Harut Sassounian Spielmann’ın 7 yıl önceki Ermenistan ziyaretini biliyordu, ve çifte standart eleştirisine maruz kalmak istemedi. Bizim “soykırımcılar”ın anlaşılan böyle bir kaygısı yoktu.

İki yüzlülük

Altını çizmek gerekir ki, “Salon soykırımcıları”na atfedilebilecek ve kınanacak en büyük ayıplık, Türk ve Müslümanlara yapılan mezalim ve katliamlarda sessiz kalmaları. 24 Nisan 2017 bildirisinde 1915 olaylarını “tüyler ürperten katliamlar, nehirlerden cesetlerin akması … talanlar … muazzam hırsızlaklar” olarak betimliyen, ve “Artık yeter!” diye haykıran İHD temsilcileri, her nasılsa Ermenilerin Türk ve Müslüman halkına yaptıklarına değinmezler.

Bu tutumu cehaletten çok iki yüzlülüğe veya hipokrasiye bağlamak doğru olur. 1910-1922 yıllarında Anadolu’da 520.000’den fazla sivil Müslüman bulundukları yerde Ermeni çetelerinin saldırısı sonucunda yaşamını yitirdi. Aynı akıbet, Rus işbirlikçilerin de katılımıyla Kafkasya’da 413.000 Müslümanın başına geldi. Zorunlu göç esnasında ölen Müslümanlar bu rakamlara dahil değil.

Kendilerini insan hakları savuncuları olarak tanıtan “Salon soykırımcıları”nın bu insanlık dışı tarihi olayları görmezden gelmeleri, herhalde Batı yandaşlarını örnek almış olmaları ile izah edilebilir. Zira Türk ve Müslüman halkına yapılan mezalim ve katliamlar, Batı’da pek söz konusu olmaz.

Tehcir sürecinde Ermeni mültecilere zarar veren yaklaşık 1400 zanlı, 1915-1916 Osmanlı Divan-ı Harp yargılamalarında çeşitli cezalara mahküm oldu; 67 suçlu idam edildi. Türk ve Müslüman halka zülüm ve katliam yapan Ermeni çeteleri ise yargı önünde hesap vermediler.

Dr. Ferruh Demirmenİnsan haklarını savunan, Türk veya Türk kökenli kişi veya örgütlerin sahiplendikleri ideoloji, kuşkusuz büyük takdire şayandır. Temel özgürlükleri sembolize eden insan hakları, evrensel bir hak olarak her zaman destek görmeli, savunulmalıdır. Ancak bu gibi kişi ve örgütlerin Ermeni sorununda sorgulamadan, kulakdan dolma suçlamalarla Avrupa yandaşlarının safında olabileceklerini de göz ardı etmemek gerek. Bu yönde bir çifte standard, AİHM Başkanı Robert Spano’nun Eylül ayı başında Türkiye’yi ziyareti ile gündeme geldi. Daha da ötede, esef verici iki yüzlülükler anılara geldi. - ferruh demirmen e1647780924954

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir