Bugün ABD ‘de Başkan seçimi var. Bu seçim Türkiye’yi doğrudan ilgilendiriyor. Çünkü adaylardan Joe Biden seçilirse, Ermeni tehcirini “soykırım” olarak kabul edeceğini açıklamıştır. ABD’nin eski Başkan Yardımcısı ve şimdiki Başkan Adayı Joe Biden’ın Ocak ayında New York Times muhabirleri ile yapılan söyleşisinin basına yansıması, bazı gerçeklerin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Söyleşinin Türkiye ile ilgili bölümünde bizleri rahatsız edici ifadeler yer almıştır. Türkiye’nin Rusya’dan silah sistemleri alması eleştirilmekte, Kürt konusu başta olmak üzere Türkiye’ye dayatılmak istenen politikalardan söz edilmekte, Doğu Akdeniz’de doğal gaz araştırmaları yapılmasına karşı çıkılmakta ve seçimler yoluyla iktidarın değiştirilmesi için muhalefetin destekleneceği açıklanmaktadır.
Biden’in açıklamaları kabul edilemez. Bu tutum, ABD’nin başka ülkelerin içişlerine müdahale ettiği görüşünü haklı çıkarmakta, daha da önemlisi gelecek seçimlerde başarılı olacak partileri de şimdiden töhmet altında bırakmaktadır. Açıklama aşağıdadır.
“Evet. Onunla çok zaman geçirdim. O bir otokrat. Kendisi Türkiye’nin cumhurbaşkanı ve çok daha fazlası. Şimdi yapmamız gerektiğini düşündüğüm şey, ona karşı çok farklı bir yaklaşım benimsemek ve muhalefet liderliğini desteklediğimizi açıkça ortaya koymak. Sürece katılmak isteyen Kürt nüfusunu parlamentolarına entegre etmek için bir süredir çalışan bir yolumuzun olduğu bir konumda olduğumuzu açıkça ortaya koyuyoruz. Çünkü aslında ne düşündüğümüzü konuşmalıyız. Bazı silahları ona satmaya devam edip etmeyeceğimizin bir bedelini ödemek zorunda kalsakta….” ) Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ekim 2014’e Joe Biden’ın “Cumhurbaşkanı Erdoğan, ki eski bir dosttur, bana dedi ki, siz haklıydınız, çok fazla insanın (Suriye’ye) geçişine izin verdik, şimdi sınırı mühürlemeye çalışıyoruz” sözlerine ilişkin olarak “Böyle bir şey söylediyse Biden benim için tarih olur“ demişti.
Biden’ın açıklamalarından sonra Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu üyeliği devam eden Bülent Arınç, “Trump’ın karşısındaki kimse onu seçerdim” diyerek Joe Biden’a destek olmuştur. Türkiye’de iktidarın Atlantik çizgisinde olduğu 2002-2012 dönemini öven, o sırada ABD ile iyi ilişkiler olduğunu anlatan Arınç’a göre seçimi Biden de kazansa ABD ile eskisi gibi ilişkiler kurulabilir. Biden ile anılarını da anlatıp,“Sonra ben ABD’de Biden’le 1,5 saatlik bir görüşme yaptım. Biden, Obama’nın yanında yerini dolduran bir insandı. Evlat acısı görmüş, düşünebilen, duygusal, yeri geldiği zaman İrlanda’dan şiir örnekleri veren, Türkiye’yi sevdiğini söylemişti.” demiştir.
Arınç, “Biden’ı mı seçerdiniz?” sorusuna şu cevabı vermiştir: “Tamam, ben söylemedim, sen söyledin” diyerek şu eklemeyi yapmıştır: “Trump’ın karşısında kim aday olursa ondan yanayım diyebilirim. Sayın Cumhurbaşkanımızın, Biden’ı doğrudan hedef almamasını çok iyi bir politika olarak görüyorum” ) Reuters’e “Yapmamız gereken şey, muhalefet liderliğini desteklediğimizi açıkça ortaya koyan ona çok farklı bir yaklaşım benimsemeli” açıklamasında bulunmuştur.
Fakat sayın Arınç’ın dikkate almadığı bir husus vardır. Joe Biden seçimlerdeki rakibi Kamala Harris’i yardımcı olarak seçmiştir. Harris, Biden’in ABD Başkanı olması durumunda ülkenin ilk siyah başkan yardımcısı olacaktır. Harris, 1915 olaylarının Ermeni soykırımı olarak tanınması için çalışan bir siyasetçidir. Geçen yıl senatörler Bob Menendez ve Ted Cruz ile birlikte ABD Senatosu’na 1915 olaylarını soykırım olarak tanınması için önerge vermiştir. Jamaikalı baba ve Hindistan kökenli annenin çocuğu olarak 1964’te Kaliforniya’da doğmuştur. Bir siyahi olarak sözde Ermeni soykırımının tanınması için çalışan ilk siyasetçilerden biridir. Sözde Ermeni soykırımı konusundaki hassasiyetini şöyle belirtmiştir:
“Osmanlı İmparatorluğu tarafından 1915’ten 1923’e kadar gerçekleştirilen Ermeni soykırımı, yaklaşık 2 milyon Ermeni’nin zorla tehcir edilmesiyle sonuçlandı ve bunlardan 1,5 milyonu öldürüldü. Tekrarlamamak için geçmiş hakkında her zaman rahatsız edici gerçekleri söylemeliyiz. İnsanlığın en karanlık bölümlerinden biri olan Ermeni soykırımını tanıyarak, nefret etmek için hayatlarını listeleyenleri onurlandırıyoruz ve tehdit edildikleri her yerde insan haklarını savunma taahhüdümüzü yeniden teyit ediyoruz… İnsanlık tarihinin en karanlık zamanlarından biri olan Ermeni soykırımının uygun bir şekilde tanınması için Ermeni toplumunun yanında olacağım.” )
Cumhurbaşkanı Erdoğan Joe Biden’ın kendisi hakkındaki sözlerine bir süre cevap vermemiş, birkaç gün bekledikten sonra “Türkiye’de darbe ile yapamadıklarını, muhalefeti destekleyerek gerçekleştirmek istediklerini kameralar önünde söylemekten de çekinmiyorlar. Ya dostluğumuz var be. Oturup konuşmuşluğumuz, çay içmişliğimiz var ya. Böyle bir ifadeyi bizim için nasıl kullanırsın” demiştir.
Seçim yarışında Biden öndedir. Başkan Trump soykırım dememiştir ama Biden seçilirse “soykırım” (genocide) diyeceğini seçim öncesi açıklamıştır. Seçmiş olduğu yardımcısı da sözde Ermeni soykırımına destek veren biridir. Biden, 1915 olaylarının yıldönümünde yaptığı açıklamada “Ermeni soykırımı” ifadesini kullanmıştır. Biden, başkan seçilmesi halinde “Ermeni soykırımını tanıyan kararı destekleme sözü veriyorum” demiştir. (If elected, I pledge to support a resolution recognizing the Armenian Genocide and will make universal human rights a top priority for my administration)
Biden’ın bu konudaki görüşü bellidir: “Çocuklarımızı soykırım hakkında aydınlatmaz, anmaz ve öğretmezsek, ‘bir daha asla’ kelimesi anlamı yitirir. Gerçekler gelecek nesiller için olduğu kadar açık olmalıdır. 1900’lü yılların başlarında Osmanlı İmparatorluğu tarafından tahminen 3 milyon Ermeni, Asur ve Yunanlı öldürüldü, ancak Türkiye Cumhuriyeti katliamı siyasi nedenlerle soykırım olarak nitelendirmek konusunda isteksiz davrandı. Cumhurbaşkanı Trump yaptığı açıklamada, katliamı 20. yüzyılın en büyük kitlesel gaddarlıklarından biri olarak nitelendirdi ve eski Cumhurbaşkanı Obama, kampanyasında tanıma sözü vermesine rağmen katliamı soykırım olarak ilan etmedi.” (An estimated 3 million Armenians, Assyrians and Greeks were killed by the Ottoman Empire in the early 1900s, though presidents have been reluctant to label the massacre a genocide for political reasons) Sayın Arınç’ın Biden’a verdiği destek acaba doğru mudur? Bence değil.Fakat bir noktada haklıdır: “Cumhurbaşkanımızın, Biden’ı doğrudan hedef almamasını çok iyi bir politika olarak görüyorum.”
Biden, Haris ve sözde soykırıma destek veren senatörler yeterince aydınlatılmadığı için Ermeni propagandasının etkisi altında kalmaktadırlar. Bu senatörleri bilgilendirmezsek, Biden sözde soykırımı tanıyacak, arkası da çorap söküğü gibi gelecektir. Barack Obama, 2008’de Başkan seçilmeden önceki seçimlerde sözde Ermeni soykırımını tanıyacağını söylemiştir ama göreve geldikten sonra soykırım ifadesini kullanmamıştır. Yazılı açıklamasında, “1915’te zulüm görenlerin anısını onurlandırdıklarını” belirten Obama, ABD’ye göç eden Ermenilerin ülkeye kattıkları değeri vurgulamış ve onlara teşekkür etmiştir.
Biden seçilirse, 24 Nisan 2021’de “soykırım” demeden önce harekete geçilmelidir. Karar açıklandıktan sonra “biz tanımıyoruz,” “karar yok hükmündedir” dersek kendimizi kandırmış oluruz. Bu, suya yazı yazmak anlamına gelir ki, bedeli ağır olur. Çünkü arkasından tazminat ve toprak talebi gelecektir.
Bu konuda YÖK’e de görev düşmektedir. Sözde Ermeni soykırımı yalanlarına karşı gerçekleri dünya kamuoyuna anlatacak bir kurum oluşturulmalıdır. YÖK üniversitelerde “Ermeni Araştırmaları Enstitüleri” kurulmasını desteklemeli, onların uluslararası yayın yapmasını teşvik etmelidir. 29 Nisan 2019 tarihinde YÖK Başkanlığına yaptığım öneriye olumlu ya da olumsuz bir cevap gelmemiştir. YÖK, bu konunun kendi görev alanı dışında olduğunu düşünerek cevap vermemiş olabilir.
Ermeni terörüne 40’tan fazla diplomatını şehit vermiş Dışişleri Bakanlığı’mızın öncülüğünde 24 Nisan 2021 tarihinden önce sivil toplum kuruluşlarının harekete geçirilmesinde fayda vardır. “Yalana karşı topyekun mücadele” edilmemesi durumunda Türkiye’yi zorluklar beklemektedir. Bir mahkeme kararıyla ödeyeceğimiz tazminatlarla, Sevr (Sevres) Anlaşması esas alınarak talep edilecek topraklarla karşı karşıya kalabiliriz. ABD’nin de sözde soykırımı tanımasının ardından Türkiye’den tazminat talebi geleceği açıktır.
Çünkü şimdiden Kilikya Katolikosu I. Aram, “29 Nisan 2020 tarihinde Ermeni soykırımı demek sadece kınama değil, tazminat talebi de demektir” demiştir. Kanada Ermenilerinin Horizon haftalık gazetesi genel yayın yönetmeni Vahakn Karakachian’a konuşan I. Aram, “ Geçtiğimiz yıllarda Ermeni Devrimci Federasyonu (Taşnaksutyun) Partisi Hay Dat (Ermeni Davası) komisyonlarının sürdürdükleri çalışmalar sayesinde onlarca devlet ile hükümet Ermeni soykırımını tanıdı. Bu tanıma, yoğun çalışmalar neticesi oldu. Dolayısıyla tazminat talep ettiğimizi de dile getirmemiz gerekir” açıklaması sanırım ilgililerin dikkatinden kaçmıştır. Ama ben hatırlatıyorum. )
Aşağıdaki haber Aydınlık gazetesinde yer almıştır. ) “Ermeni örgütlerinin girişimleriyle dünya genelindeki bazı örgütler Sevr Antlaşması’nın uygulanması ve Ermenilere tazminat ödenmesi için çağrı bildirisi yayımladı. Bildiriye HDP Gençlik Meclisi de imza attı. Türk Milleti’ne yönelik en ağır antlaşma olan Sevr Antlaşması’nın uygulanması için kampanya başlatıldı… Gelen tepkiler üzerine açıklama yapan HDP Genel Merkezi, ‘Cumhuriyet Gazetesi’nin haberine konu olan bildiri HDP Merkez Yürütme Kurulu’nun bilgisi dışındadır. Partimizin Osmanlı Devleti’yle birlikte siyasi ve hukuki olarak ortadan kalkmış olan ‘Sevr Antlaşması’ hükümlerine dayalı herhangi bir politika yürütmesi söz konusu değildir’ dedi… Tepki çeken açıklamada, ‘Sevr Antlaşması, Ermeni Soykırımı nedeniyle adil bir tazminatın ödemesini sağlayan tek uluslararası hukuki belge niteliğindedir’ denildi.”
Cumhuriyet Gazetesi’nde 28 Ağustos 2020 tarihinde yer alan haber şöyledir: “Dünya genelindeki sosyalist partiler, Milli Mücadele zaferinin 98. yıldönümü kutlanırken “Türklere dayatılan en ağır antlaşma” olarak anılan, ülkenin bölünmesini öngören Sevr Antlaşması’nın uygulanması ve Ermenilere tazminat ödenmesi için çağrı bildirisi yayımladı.. Ermeni Devrimci Federasyonu Partisi Gençlik Ofisi, Türk topraklarını bölmeyi hedefleyen Sevr Antlaşması’nın imzalanmasının 100’üncü yıldönümü nedeniyle, bu anlaşmaya imza atan ülkelerin sosyalist gençlik kollarıyla birlikte ortak bir açıklamada bulundu.” )
Soykırım suçu terimini ilk kullanan Polonyalı Yahudi avukat Rafael Lemkin, 1948’den önce de soykırımlardan söz ettiği ve bu anlamda bunun 1915 yılını da kapsadığını belirtmiştir. İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda Lemkin “Jenosit konusuna nasıl geldiniz”sorusuna cevaben “Jenosit ile ilgilenmeye başladım, çünkü birçok kez gerçekleşti. Önce Ermenilerin başına geldi ardından da Hitler harekete geçti” dediği iddia edilmektedir ama Lemkin 24 Haziran 1900 doğumlu olup 1915 yılında 15 yaşında idi. Gerisini siz düşünün.
İşin özü şudur. Sözde soykırım yalanını parlamentolarında kabul eden ülkeler ile Avrupa Birliği gibi kuruluşlar nezdinde etkin ve inandırıcı girişimlerde bulunulmalıdır. Bu konuda Türk bilim insanlarıyla birlikte Batılı yazarların Türkiye lehinde yazdıklarından seçilecek paragraflar birleştirilerek Ermeni muhiplerine Türkiye’nin görüşleri bir mektup ve bazı çok önemli belgeler ile (aşağıdaki 5 belge) birlikte gönderilmelidir. Bu kapsamda Türkiye lehinde görüş açıklayan Batılı yazarlardan özellikle Prof. Dr. Justin McCarthy ve Fransız Yazar Yves Benard’dan alıntı yapılmalıdır.
Justin McCarthy: “Armenian nationalists and pressure groups are cowards. They are afraid of debate, afraid of discussion. These people don`t know the facts. They give insults instead. They don`t want people to know the truth. Dr. Justin McCarthy easily tells us about the research and easily shows that the Armenian Genocide is nothing more than a propaganda story that is rooted from the difference of religions between Armenians and Muslims. And that these people continue to talk about these events and label them as the “Armenian Genocide” in order to pressure Turkey to give Armenians reparations which they believe Turkey will because they do not know the history of the issue. Dr. Justin McCarthy mentions that the Ottoman statistics say that there were ~600,000 Armenians and 3 million Ottoman Muslims that died during World War I and soldiers are not considered in this statistic.” )
Yves Benard: Fransız yazar Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un aksine 27 Ekim 2017’de yayınlanan “Divergences turco-arméniennes ” başlıklı kitabında “Ermeni soykırımı yoktur” görüşünü savunmuştur. Benard, incelediği belgelerin sözde Ermeni soykırımı iddialarını çürüttüğünü şöyle açıklamaktadır: “Soykırım yoktur, iki taraf içinde katledilmişler vardır. Şuna ikna oldum ki aslında Türkler, Ermenilerden daha fazla katliam kurbanı olmuştur.”
Mektuba, beş Ermeni yalanı ile Ermenistan’ın ilk Başbakanı Ovanes Kaçaznuni’nin 1923 Parti Konferansı’na Sunulan Rapor “The Armenian Revolutionary Federation (Dashnagtzoutiun) has Nothing to do Anymore” başlıklı kitabı da dahil edilmelidir. Kaçaznuni´nin 1923 yılında Bükreş’te Taşnaksutyun Genel Kurultayı’na sunduğu raporu, partinin geçmişiyle hesaplaşma ve özeleştiri niteliğindedir. Ermeni milliyetçi tezlerine karşı çıkılmakta, 1915 ve 1920 felaketlerinde Türkler kadar Taşnaksutyun yönetiminin de suçlu olduğu savunulmakta, Ermenilerin yaptığı Müslüman katliamlarına değinilmekte ve Taşnak partisinin artık kendini feshetmesi gerektiği savunulmaktadır. Rapor 1923 yılında Bükreş’te Taşnaksutyun Partisi tarafından sunulduktan sonra Ermenistan da yasaklanmıştır. Kitap Avrupa’da birçok kütüphaneden toplanmıştır.
Yıllarca sözde soykırıma uğradıklarını iddia eden ve dünya kamuoyunu baskı altına almaya çalışan Ermenilerin tezlerini çürüten 128 sayfalık raporda şu çarpıcı ifadelere yer verilmiştir: “Askeri operasyonlara katıldık, aklımız dumanlanmıştı, Türkler doğru yaptı, gerçekleri göremedik, olayların sebebi biziz, barış teklifini reddettik hataydı, Türklere karşı ayaklandık ve savaştık, isyanımızın temelinde büyük Ermenistan vardı, hiçbir zaman devlet olamadık, Türkiye Ermenistan’ı diye bir şey yok, şimdi neyimiz var? Teröre yöneldik, geçmişin kalıntısı Taşnak partisi artık son bulmalıdır, Taşnak partisi barışa engeldir.”
Yurt dışında yaşayan Ermeniler dünyadaki en yalancı diasporadır. Türklere yapılan iftiraları ancak diaspora Ermenileri yapabilir. Dünyada bunun bir benzeri bulunmamaktadır. Ermeniler için sahtekarlığın ve yalanın sonu yoktur. Bu konuda SBF’den hocam Prof. Dr. Türkkaya Ataöv’ün “Ermeni Belge Düzmeciliği” konusundaki araştırmaları, Ermeni sahtekarlıklarının en önemli ikisinin ortaya çıkarılmasını sağlamıştır.
“Savaşın Yüceltilmesi” tablosu müthiş bir sahtekarlık örneğidir. Kimsenin aklına gelmeyecek aşağılık iftiraları atabilen bir millete acaba ne denir? Savaş resimleriyle ünlü Rus ressam Vasili Veresçagin‘in (annesi Kırım Tatar kökenlidir) tablosunu Ermeniler, güya sözde soykırımda ölen Ermenilerin kafatasları olarak dünya kamuoyu ile paylaşmışlardır. Bunun Rus ressam Vassili Vereşçagin’in 1871’de yaptığı yağlı boya resim olduğunu hocam Prof. Dr. Türkkaya Ataöv kanıtlamıştır. Tablonun orijinali sol taraftadır.
Ermenilerin ikinci büyük yalanı aşağıdadır.
Bu yalanı da hocam Ataöv ortaya çıkarmıştır. Ataöv, konferans için gittiği Los Angeles California Üniversitesi’nde ‘İnkarın Yüzü Yalan Söylemez’ başlığı ile Atatürk’ün Köşk’te çekilmiş bir fotoğrafının tahrif edildiğini görmüştür. Sahtekar Ermeniler köpeklerin yerine bağırsakları dışarı çıkarılmış bir Ermeni çocuk cesedini yerleştirmişler. Sözde soykırımı kanıtlamak için, akla gelmedik yalana başvurmaktan ve tarihi belgeleri tahrif etmekten kaçınmayan Ermeni diasporası bir tarihi tahrifata daha imza atmıştır.
Prof. Ataöv, Hürriyet’e yaptığı açıklamada, Kaliforniya Üniversitesi’nde sahnenin yan gerisine (fotoğrafın sahneye göre sol yan tarafı) asılan ve Atatürk’ün fotoğrafının önüne bağırsakları dışarı fırlamış kanısını veren bir çocuk cesedini görünce çok şaşırmıştır. İlanın en üstünde ise “İnkarın Yüzü Yalan Söylemez” başlığı vardır. Toplantı, 14 Nisan 2005 tarihinde Alfa Epsilon Omega Ermeni Soykırımı Anma Komitesi’nce düzenlenmiştir.
Prof. Ataöv’ün bu konudaki açıklaması şöyledir: “Fotoğrafın sol üst köşesinde Atatürk’ün Latife Hanım’a yazısı ve imzası var. Fotoğrafın aslında Atatürk’ün ayağının dibinde sanki bağırsakları çıkmış gibi duran bir çocuk değil, dört tane ufak köpek yavrusu var. Ermeni foto-kurgucular bu köpekleri bir ölçüde yerlerinde tutup üstüne bir resim yapıştırmış ve barsak kanısını uyandıracak bir çeşit kolonu eklemeyi de ihmal etmemişler. Hedefleri; bir ulusu, Cumhuriyet rejimini ve onun kurucusunu böyle bir sahtekarlıkla karalamak ve bu oyunu ortaya dökmede hem aciz, hem isteksiz yabancı çevrelere soykırım diye bir şeyi kısa yoldan kabul ettirmektir.”
Sahtekar diaspora Ermenilerinin üçüncü büyük yalanını Bilkent Üniversitesi’nde de görev yapan Prof. Dr. Jeremy Salt tespit etmiştir.
Avustralyalı tarihçi 2005 yılında Oxford Üniversitesi tarafından yayınlanan Prof. Dr. Donald Broxham’ın “Büyük Soykırım Oyunu: Emperyalizm, Nasyonalizm ve Osmanlı Ermenilerinin Yok Edilişi” (The Great Game of Genocide. Imperialism, Nationalism and the Destruction of the Ottoman Armenians) kitabındaki fotoğrafların gerçek olmadığından şüphelenince bir sahtekarlık daha ortaya çıkmıştır. Erivan’daki Soykırım Müzesi’nde sergilenen, altında “Türk resmi görevlisi açlıktan ölmek üzere olan Ermeni çocuklara ekmek göstererek alay ediyor” ifadesinin yer aldığı fotoğrafın sahte olduğunu Jeremy Salt belirlemiştir. (Ermeni Sahtekarlığının Korkunç Boyutu”, Turkish News, 10 Temmuz 2018, https://www.turkishnews.com/tr/content/2010/02/13/ermeni-sahtekarliginin-korkunc-boyutu-berna-ilter/amp/.)
Fotoğrafta elinde ekmek tuttuğu görülen adam montajlanmıştır. Kitap yayınlanınca o dönem İngiltere Türk Dernekleri Federasyonu koordinatörü Servet Hassan Oxford Yayınları Tarih Editörü Christopher Wheeler’e fotoğrafın montaj olduğunu açıklamıştır. Wheeler, fotoğrafın sahte olduğunu kabul etmiş, kitapların piyasadan çekildiğini açıklamıştır. Fakat sonraki baskılarda fotoğrafın altına, “Bu fotoğrafı her iki tarafın da başvurduğu sahtekarlıklara örnek teşkil etmesi için yeniden yayınlıyoruz” açıklamasını eklemişlerdir.
Fotoğraf Dünya Savaşı’nda çekilmiş olsaydı adam Osmanlı memuru olmalıydı, Türk görevlisi değil. Fotoğraftaki adam ceket ve kravatlı. Oysa Osmanlı memurunun boynuna kadar düğmelenen yakasız gömlek ve fes giymesi gerekirdi. Fotoğrafın pikselleri 2400 defa büyütülünce birçok fotoğraftan alınmış parçalardan oluştuğu görülmüştür. Adam figürü derlemedir. Çocuklardan birinin elinde bir şey varmış gibi görünüyor. Oysa elinde hiçbir şey yoktur. Çocuğun parmak kenarları kesik kalmış. Çocuklardan birinin, bir kolunun diğer kolundan çok daha incedir. Adamın arkasındaki duvar, birdenbire beyaz bir boşluğa dönüşmektedir.
Sahtekar diaspora Ermenilerinin dördüncü büyük yalanını yazan kişi Prof. Dr. Merrill D. Peterson’dur.
Arama motoru Google’a “starving armenian” yazıldığında karşınıza çıkan bir yalana dayanan Merrill D. Peterson’un kitabı çıkmaktadır: “Starving Armenians: America and the Armenian Genocide, 1915–1930”
Haber Türk’e konuşan Prof. Salt “Sahtekârlığı, 2008 yılında Donald Bloxham’ın Büyük Soykırım Oyunu adlı kitabını incelerken fark ettim. Soykırım iddiaları tek yanlı olarak ele alınmıştı. Ancak benim en çok dikkatimi çeken yazılardan çok parlak kâğıda basılmış bir dizi fotoğraftı. Bu fotoğrafta ceket ve kravatlı bir adamın etrafında yırtık pırtık elbiseli çocuklar vardı. Adam elinde ekmek tutuyor, etrafını saran çocuklar ellerini açmış ekmeğe ulaşmaya çalışıyordu. Nereden bakılırsa bakılsın iç burkan bir sahne” demiştir.
Dördüncü yalanı AVİM tespit etmiştir: Kazak Gaddarlığı Nasıl Sözde Ermeni Katliamına Dönüştü
Türk Tarih Kurumu’nda AVİM araştırmacıları tarafından araştırma yapılırken bir fotoğrafın sözde Ermeni soykırımı propagandası amacıyla kullanıldığı belirlenmiştir. Fotoğraf 1904 yılına aittir. Rus Kazakları, Rusya’dan bağımsızlıkları karşılığında Rus ordusunda ayrı bir Rus Kazak birliği oluşturmuşlardır. “Pro Armenia” gazetesinin 15 Eylül 1904 tarihli sayısında Rus Kazaklarının mezalimini gösterdiği açıklanmıştır.
Bunun sözde Ermeni soykırımı ile ilgisi yoktur. Arama motorlarında aratıldığında fotoğrafın, sözde Ermeni soykırımı propagandası amacıyla kullanıldığını görülmektedir. Fakat fotoğraf 1904 yılında yayınlanmıştır. Fotoğraftakiler Rus Kazaklarıdır. Rus Kazakları, Rusya’dan bağımsızlıkları karşılığında Rus ordusunda ayrı bir Rus Kazak birliği oluşturulmuşlardır. “Pro Armenia” başlıklı kaynakta fotoğrafın Rus Kazaklarının mezalimini gösterdiği belirtilmektedir.
Beşinci büyük yalan Merrill D. Peterson’a aittir: “1915 ile 1925 yılları arasında Osmanlı Türkiye’sinde 1,5 milyon kadar Ermeni Suriye çölüne yürürken erkek, kadın ve çocuk öldü, infaz edildi ve açlık kurbanı oldu.” Oysa, Ayastefanos Anlaşması’nın getirdiği Ermeni ıslahatı sorunu ve Batılı güçlerin vermiş olduğu destekler sayesinde ayrılıkçı Ermeni komiteleri, faaliyetleriyle Anadolu, Rusya ve İran’daki Ermenilerle birleşerek federatif bir Ermenistan kurmanın peşindeydiler.
“Starving Armenians America and the Armenian Genocide, 1915–1930 and After” isimli kitabın tanıtımında şunlar yazılmıştır: “Osmanlı İmparatorluğu’ndaki dini ve kültürel bir azınlık olan Ermeni halkına yönelik zulüm ve çileler Birinci Dünya Savaşı döneminde zirveye ulaştı. 1915 ile 1925 yılları arasında Osmanlı Türkiye’sinde 1,5 milyon kadar Ermeni Suriye çölüne yürürken erkek, kadın ve çocuk öldü, infaz edildi ve açlık kurbanı oldu.”
Birinci Dünya Savaşı’nın 1918 yılında bittiğinin, 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğunun bile farkında olmayan Peterson’a bu durumu hatırlatmak istedim ama 2009 yılında vefat ettiğini sonra hatırladım. Eğer 1,5 milyon Ermeni öldürülmüş olsaydı bunların mezarları nerededir?
Şimdilerde güney komşumuz olan Rusya ile ilişiklerimiz kağıt üzerinde iyi görünse de aslında Rusya’dan asla dost bir ülke olarak söz edemeyiz. Tarihte Rus Çarlığı ile Osmanlı, Rusya ile Türkiye hiçbir dönemde gerçek anlamda dost olmamıştır. Türkiye ve Rusya arasında 500 yılı aşkın ilişkilerde onlarca savaş gerçekleşmiştir. Rusya ve Osmanlı Devleti arasındaki 11 savaşın sadece 4’nde Osmanlılar galip gelebilmiş, yedi savaş ağır mağlubiyetle sonuçlanmıştır.
Rus Çarı 1’nci Nikolay’ın St. Petersburg’da 9 Ocak 1853 tarihinde söylediği “Kollarımız arasında hasta, ağır hasta bir adam var” ifadesindeki hasta adam, Osmanlı Devleti’dir. Terim ilk defa 12 Mayıs 1860 tarihinde The New York Times’ta yer almıştır. Osmanlı Devleti ile Rus Çarlığı arasındaki 93 Harbi (1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı) sonrasında Tatar Türkleri vatan Kırım’dan ayrılarak Türkiye’ye göç etmeye başlamıştır. Kırım’ın Rusya tarafından işgalinden sonra göç bu defa Ukrayna’ya yönelmiştir. Moskova’da PKK/YPG bürolarını kapatmayan ülkeden dost olmaz. Nitekim Kırım’ın hukuk dışı işgali ile ilgili yazılarımdan dolayı benim Rusya’ya girişimin yasaklandığını bir dostumdan öğrenince çok şaşırdım ve Rusya hakkındaki olumsuz düşüncelerim daha da arttı.
Azerbaycan Meclisi 1994 yılında Hocalı katliamını “soykırım” olarak kabul etmiştir. Meksika, Macaristan, Pakistan, Kolombiya, Çek Cumhuriyeti, Bosna Hersek, Honduras, Peru, Sudan ve ABD’de 16 Eyalet Meclisi ile İslam İşbirliği Örgütü Hocalı katliamını soykırım olarak tanımış, 5 ülkenin Meclisi kınamış ve yaşananları soykırım olarak nitelemiştir.
Ermenistan’dan tıpkı Rusya gibi dost olmaz. Dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün 6 Eylül 2008 tarihinde futbol maçı izlemek için Erivan’a yaptığı ziyaretin ardından atılan adımlar, Türkiye-Ermenistan arasında başlayan yakınlaşma süreci karşılıklı olmadığı için sonuç vermemiştir. Zaten vermesi de beklenmemeliydi. Çünkü;
- Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Yüksek Sovyeti’nin 23 Ağustos 1990 tarihli Bağımsızlık Bildirisi’nin 12’nci maddesinde “Ermenistan Cumhuriyeti, 1915 Osmanlı Türkiye’si ve Batı Ermenistan’da gerçekleştirilen soykırımın uluslararası alanda kabulünün sağlanması yönündeki çabaları destekleyecektir” denilmektedir.
- Ermenistan Parlamentosu, 23 Eylül 1991 tarihinde aldığı bağımsızlık kararında “Ermenistan Bağımsızlık Bildirisi’ne sadık kalacağını” açıklamış ve taahhüt etmiştir.
- 1995 yılında kabul edilen Ermeni Anayasası’nda “Ermenistan’ın Bağımsızlık Bildirisi’ndeki ulusal hedeflere bağlı kalacağı” bir anayasa hükmü olmuştur. Soykırım yalanının uluslararası alanda tanınmasının Ermenistan’ın dış politika hedefi olduğu belirtilmiştir.
- Erivan´da yapılan Gelişen Ermenistan Partisi’nin 4’ncü Kurultayına katılan Devlet Başkanı Serj Sarkisyan, “Bağımsızlık Karabağ halkının seçimidir. Uluslararası hukuk dahi bu konuda farklı yaklaşım ortaya koyamaz” demiştir.
- Ermenistan’daki okul duvarlarında asılan haritalarda Türkiye’nin 12 ili yer almıştır.
- Ermenistan Milli Marşı’nda “Topraklarımız işgal altında, bu toprakları azat etmek için ölün, öldürün” yazılıdır.
- Karabağ’da katliam yapan Ermeni kuvvetlere komutanlık yapan eski Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’dır.
- Sarkisyan, İngiliz yazar Thomas De Waal’a, “Hocalı’dan önce Azeriler bizim şaka yaptığımızı sanıyordu, Ermenilerin sivil topluma karşı el kaldırmayacaklarını sanıyorlardı. Biz bunu- stereotipi- (zeka geriliği) kırmayı başardık” diyen kişidir.
İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch) Hocalı’daki vahşeti katliam olarak kabul ederken, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi “Ermeniler tüm Hocalı sakinlerini katletti” ifadesinin yer aldığı bir bildiriyi kabul etmiştir. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı Minsk Grubu 1996 yılında Erivan’ı kınayarak, Azerbaycan’ın toprak bütünlüğüne saygı gösterilmesini istemiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 22 Nisan 2010 tarihli kararında, Hocalı’da yaşananlar savaş suçları veya insanlık aleyhine suçlarla eşdeğer eylemler olarak görülmüştür ama bu konuda bir karar alınamamıştır.
Hocalı’daki katliam; 1949 Cenevre Sözleşmeleri, Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi, Sivil ve Siyasi Haklar Sözleşmesi, İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Muamele veya Cezaya Karşı Sözleşme, Çocuk Hakları Sözleşmesi gibi çok sayıda sözleşmenin ciddi ihlali olmasına rağmen ve de Türkiye 1915 yılındaki Ermeni tehciri sebebiyle sözde Ermeni soykırımı ile suçlanırken, uluslararası arenada Ermenistan ile ilgili adım atılmaması bir çifte standarttır.
Azeri kaynaklar Birleşmiş Milletler’in karar alamamasını, Rusya’nın BM Güvenlik Konseyi’nin bağlayıcı herhangi bir karar almasını engellemesine bağlamaktadırlar. Fakat 1993 yılında BM Genel Kurulu Ermenistan’ı kınamış, BM Güvenlik Konseyi de 822 sayılı Karar’la, Ermenistan’dan işgal ettiği Azerbaycan topraklarını terk etmesini istemiştir. Azerbaycan topraklarının yüzde 20’si halen Ermeni işgali altındadır. Azerbaycan’ın AİHM ve Lahey Adalet Divanı gibi uluslararası hukuk kurumları nezdindeki girişimleri devam etmektedir.
Azerbaycan Cumhuriyeti’nin resmi açıklamasına göre 1992 yılının 25 Şubatını 26 Şubata bağlayan gece Hocalı kasabasında 83 çocuk, 106 kadın ve 70’den fazla yaşlı dahil olmak üzere toplam 613 Azeri Türkü katledilmiş, 487 kişi bu saldırıda ağır yaralanmış, 1275 kişi rehin alınmış, 150 kişi kaybolmuştur. Cesetler üzerinde yapılan incelemelerde cesetlerin yakıldığı, gözlerinin oyulduğu, başlarının kesildiği görülmüştür.
Eski ASALA (Ermeni terör örgütü ASALA’nın askeri kanadının 1981 yılında Güney Kıbrıs’a geçtiğini Kuznetsov açıklamıştır) eylemcilerinden Monte Melkonian Hocalı’ya yakın bölgede Ermeni askeri birliklere komutanlık yapmış ve katliamdan bir gün sonra Hocalı çevresinde gördüklerini günlüğünde anlatmıştır. Melkonian’ın ölümünden sonra Markar Melkonian kardeşinin günlüğünü Benim Kadeşimin Yolu (My Brother’s Road: An American’s Fateful Journey to Armenia, I. B.Tauris,2005) isimli kitapta Hocalı katliamı için şunları yazmıştır: “Hocalı stratejik bir amaç olmasından başka aynı zamanda bir öç alma eylemiydi.”
Büyük Ermenistan idealistlerinden ve İnterpol tarafından tüm dünyada aranan Zori Balayan 1995 yılında yayınlanan Ruhumuzun Canlanması (Heaven and Hell, Los Angeles 1997, Yerevan 1995) kitabında (s. 260-262) Hocalı’da soykırımın yapıldığını itiraf etmiştir: “Arkadaşımız Haçatur’la ele geçirdiğimiz eve girerken askerlerimiz 13 yaşında bir Türk çocuğunu pencereye çivilemişlerdi. Türk çocuğunun bağırışları çok duyulmasın diye, Haçatur çocuğun annesinin kesilmiş memesini çocuğun ağzına soktu. Daha sonra 13 yaşındaki Türk’e onların atalarının bizim çocuklara yaptıklarını yaptım. Başından ve karnından derisini soydum. Saate baktım, Türk çocuğu yedi dakika sonra kan kaybından öldü.
İlk mesleğim hekimlik olduğu için hümanist idim, buna rağmen Türk çocuğuna yaptığım bu işkencelerden dolayı kendimi rahatsız hissetmedim. Ama ruhum halkımın yüzde birinin bile intikamını aldığım için sevinçten gururlanırdı. Haçatur daha sonra ölmüş Türk çocuğunun cesedini parça parça doğradı ve bu Türk’le aynı kökten olan köpeklere attı. Akşam aynı şeyi üç Türk çocuğuna daha yaptık. Ben bir Ermeni vatansever olarak görevimi yerine getirdim. Haçatur da çok terlemişti, ama ben onun gözlerinde ve diğer askerlerimizin gözlerinde intikam ve güçlü hümanizmin mücadelesini gördüm. Ertesi gün biz kiliseye giderek 1915’te ölenlerimiz ve ruhumuzun dün gördüğü kirden temizlenmesi için dua ettik. Ancak biz Hocalı’yı ve vatanımızın bir parçasını işgal eden 30 bin kişilik pislikten temizlemeyi başardık.”
Yukarıdaki satırlar, Ermenilerin bir insanlık suçu işlediğinin itirafıdır. Bu suçu işleyenlerin başı Karabağ savaşında Ermeni kuvvetlere komutanlık yapan eski Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Azati Sarkisyan’dır. Kendisinin işlediği suçlardan yargılanması gerekir. (United Nations Security Council: Recognize Serzh Sargsyan, the President of Armenia, as a war criminal)
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Hocalı soykırımının 25’nci yılı anısına Türk Keneşi ve Ahmet Yesevi Üniversitesi’nin işbirliğiyle düzenlenen Hocalı Soykırımı, İnsanlığa Karşı Suçlar ve Terörizm başlıklı uluslararası konferansta yaptığı konuşmada şunları söylemiştir: “Hocalı katliamı bir gerçektir. 21. yüzyılda 25 sene önce tüm dünyanın gözleri önünde gerçekleşmiştir. Esasen Hocalı Katliamını yapanların o günkü komutanının bunu izah etmesi ve savunması da ibretliktir. Diyor ki, ‘Ermenilerin, sivillere, kadınlara, çocuklara dokunmayacağına inananlar Hocalı’da ne yapabileceğimizi görmüşlerdir.’ Böyle bir vahşet, bu kadar insanlık dışı söylemlerle savunabilir. O kişi maalesef bugün o ülkeyi yönetiyor. Maalesef Ermenilerin insanlık anlayışı budur. Özelikle bugün Ermenistan’ı yönetenlerin.”
Avaaz The World in Action sitesinde konunun neden önemli olduğu şöyle açıklanmaktadır: “Why this is important Unfortunately, Serzh Sargsyan, current President of Armenia,still remains unpunished by international organizations for his policy of attacking Azerbaijan for several times. Serzh Sargsyan commanded groups that organized Khojaly Massacre, in which hundreds of people were killed by Armenians. A massacre which saw the town of Khojaly strewn with rubbles, was committed by the Armenian armed forces, on 25-26 February 1992. As a result, hundreds of Azerbaijanis were killed or captured. His nonsensical statement “We wanted to give a lesson to Azerbaijan is not forgotten ! Khojaly Massacre was recognized and commemorated by 15 states of USA and 7 countries. In addition to Serzh Sargsyan`s war crimes, he was directly involved in the occupation of Nagorno-Karabakh and 7 surrounding districts. His military ,political aggression has to be deprecated by the international community. In 1993 the UN Security Council adopted four resolutions (822,853,874,884) demanding immediate and unconditional withdrawal of the Armenian forces from the occupied territories. However, these resolutions remain unimplemented, remain on paper.”
Avrupa Konseyi Parlamenterler Konseyi’nin 31 üyesi tarafından (12 Türkiye, 8 Azerbaycan, 3 İngiltere, 2 Arnavutluk, 1 Bulgaristan, 1 Lüksemburg, 1 Yugoslavya, 1 Makedonya, 1 Norveç, 1 Polonya) imzalanan, “Ermeniler tüm Hocalıları öldürdüler ve tüm şehri harap ettiler” ifadesinin yer aldığı ve 19’ncu yüzyılın başlarından bu yana Ermeniler tarafından Azerilere karşı işlenen katliamları soykırım olarak tanımaya adım atılması gerektiğini belirten 324 No.lu Bildiri yayınlanmıştır ama bunun bir yaptırımı olmamıştır. Hocalı’daki katliamı görmek istemeyip “sözde” Ermeni soykırımını Türkiye’ye kabul ettirmek isteyenler, Ermeni isyanlarını konu alan ve Amerikalı yönetmen Philip M. Callaghan tarafından çekilen Ermeni İsyanı 1894-1920 belgeselini izlemelidirler. (http://www.youtube.com/watch?v=zNCnSDjHGTg)
Her ne kadar gerçekler ortaya çıkarılsa, belgeler sunulsa da Tarihçi Jeremy Salt’ın da dediği gibi sahtecilik endişe verici bir düzeydedir. Ancak ondan da çarpıcı olan fotoğrafların gerçek hikayesinin ne olduğunu öğrenmeden bazı kesimlerin sahip çıkması ve kendi söylem ve amaçları doğrultusunda kötüye kullanılmasıdır. Çünkü Ermeni iddiaları artık tarihten çok teolojiye geçmiş, tabu haline gelmiştir. Tarih kutsallaştırıldığında, gerçek bilindiğinde soru sormaya gerek kalır mı? Salt’ın bu sorusu genel tabloyu ortaya koymaktadır. Gerçeklerin sorgulanmaması, irdelenmemesi, kaynağının araştırılmaması masumiyetin darağacında sallandırılması anlamına gelmektedir.
Gerçeğin çarpıtılmasına günümüzde “post-truth” denilmektedir. Bu kavram, Oxford Dictionariestarafından 2016 yılında İngilizce de yılın sözcüğü olarak seçilmiştir. Post-Truth, “gerçek ötesi” ya da “gerçek sonrası” olarak çevrilse de esasen göreceli gerçeklerin belirli bir konu üzerinde kamuoyunu belirlemede duygulardan ve kişisel kanaatlerden daha az etkili olması durumuna verilen addır.
Bu konuda Atatürk’ün tespiti şöyledir:
“Efendiler, vukubulmuş olan teklif’in ne derece nabemahal olduğuna dair bir fikir verebilmek için biz de, o günlere ait bazı vaziyetleri hatırlayalım. Şüphe edilmemek lâzımdı ki, Ermeni kıtali hakkındaki beyanat, mavakaa mutabık değildi. Bilâkis cenup menatıkında, ecnebi kuvvetleri tarafından teslih edilen Ermeniler, mazhar oldukları himayeden cür’et alarak bulundukları mahallerdeki İslamlara tasallut etmekte idiler. İntikam fikriyle her tarafta bî rahmane bir surette katil ve imha siyasetine saik olmakta idiler. Maraş hâdise-i feciası, bu sebepten zuhur etmişti. Ecnebi kuvvetleriyle birleşen Ermeniler, top ve mitralyözlerle Maraş gibi kadîm bir İslâm beldesini hâk ile yeksan eylemişlerdi. Binlerce âciz ve masum valide ve çocukları kahr ü imha eylemişlerdi. Tarihte emsali namesbuk olan bu vahşetin faili Ermenilerdi. Müslümanlar ancak muhafaza-i namus ve hayat kaydiyle mukavemet ve müdafaada bulunmuşlardı. Yirmi gün devam eden Maraş katliamında, Müslümanlarla birlikte şehirde kalan Amerikalıların, bu hâdise hakkında İstanbul’daki mümessillerine çektikleri telgraf, facia müsebbiplerini gayrikabil-i tekzip bir surette tayin etmekte idi. Adana vilâyeti dahilindeki Müslümanlar, tepeden tırnağa kadar teslih edilen Ermenilerin, süngüleri tehdidi altında, her dakika katliama maruz bulunuyorlardı. Hayat ve istiklâlinin muhafazasından başka bir şey istemeyen İslâmlara kaşlı tatbik edilen bu zulüm ve imha siyaseti, beşeriyet-i mütemeddinenin nazar-ı dikkat ve insafını calip mahiyette iken aksinin vaki olduğunu iddia ve ondan sarfınazar edilmesi teklifi, nasıl ciddî kabul olunabilirdi?” (Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk-Söylev, I. Cilt: 1919-1920, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1989, s.508, 510)
“1915’te Osmanlı Türk hükümeti tarafından bir milyondan fazla Ermeni’nin öldürülmesi soykırım olarak kabul edildi. Yine de neredeyse 100 yıl sonra, bu suçlar Türk devleti tarafından tanınmıyor. Bu kitap, bir Türk’ün soykırımı mağdurun bakış açısından değil failin bakış açısından anlamaya ve 1915 olaylarını Türkiye’nin siyasi tarihi ve Batı bölgesel politikaları içinde bağlama oturtmaya yönelik ilk girişimidir. Türkiye bugün çalkantılı bir geçişin ortasında. Osmanlı mirasından doğuyor ve batı tarafından normal bir ulus devlet olarak tanınmaya gidiyor. Ancak geçmişteki ve şimdiki insan hakları ihlalleri ile yüzleşene kadar, asla gerçek anlamda demokratik bir ulus olmayacaktır. Bu kitap, Ermeni soykırımının kaynaklarını, bugün Türklerin ona nasıl baktığını, Türk ve Ermeni kimliğinin anlamlarını ve bölgeye Batı müdahalesinin uzun mirasının demokrasiyi teşvik etmekten ziyade reformu nasıl bastırdığını araştırıyor.”
Türkiye gerçeklerin ortaya çıkması için bu defa daha çok çaba harcamalı, yumurta kapıya gelmeden önlem almalı, “arşivlerimizi açtık sizde açın” politikasından vazgeçmelidir.
Taner Akçam gibi hainler olduğu sürece Türkiye’nin işi daha zordur. Fransa’daki Ermeni Kurumlarını Koordinasyon Komitesi’nin geleneksel yemeğine katılan tarihçi Akçam’ı Macron Ermeni Soykırımı’nın inkarına karşı yaptığı çalışmalar sebebiyle tebrik etmiştir. Fransa’daki Ermeni Kurumlarını Koordinasyon Heyeti (CCAF) her yıl geleneksel olarak bir akşam yemeği düzenlemektedir. Bu yılki yemeğin konuğu tarihçi Taner Akçam idi. Akçam’ın Türkçe’de “Naim Efendi’nin Hatıratı ve Talat Paşa Telgrafları” ismiyle yayınlanan kitabının çevirisi Fransa’da da yayınlanmıştı. 29 Ocak gecesi gerçekleşen yemeğe Macron’un yanısıra eski Cumhurbaşkanı Hollande, Paris Belediye Başkanı Anne Hidalgo, Fransız milletvekilleri ve çok sayıda kurumdan temsilci katılmıştır. Macron Akçam’ın kitabında örgütsel bir suçun kurumsallığını bilimsel bir şekilde ortaya koyduğunu söylemiş, Fransa’nın Ermeni Soykırımı’nı 19 yıl önce tanıdığını, geçen yıldan bu yana 24 Nisan’ın Fransa’da “Soykırım Anma Günü” olarak ilan edildiğini açıklamıştır.
Macron, “Bazılarının unutmak istediğini ortaya çıkardınız, bu, Türk liderlerle süren tartışmada önemli bir köşe taşı. Bir yalan, revizyonizm politikaları ya da inkarcılık temeli üzerine herhangi bir büyük hikaye yazılamaz. Ortadoğu’da yeni bir yayılmacılığı amaçlayan, işlenmiş suçları inkar eden ve çok büyük ölçüde hayali olan bir geçmişte kalmış gücü yeniden kazanmayı hedefleyen strateji” demiştir. CCAF Eş-Başkanı Murat Papazyan yaptığı konuşmada Türkiye’yi eleştirmiş ve “Türkiye’nin tarihi boyunca “fetih” mantığı ile otoriter bir rejimle dış politika izlediğini” söylemiştir. Yemekte Taner Akçam’a kitabı sebebiyle “Cesaret Ödülü” verilmiştir.
Macron, Türkiye’nin Suriye’deki varlığını eleştirirken, terör örgütü PKK’nın Suriye kolu YPG’nin omurgasını oluşturduğu DSG’ye övgüler dizmiştir. Eski Başkan Sarkozy’yi Türk düşmanlığı konusunda geçmiştir. Türkiye’nin Suriye’deki terör örgütü PKK’nın Suriye koluna operasyon yapmasını eleştiren Macron, 2 Kasım’da “Uluslararası koalisyon, Demokratik Suriye Güçleri ve kahraman Kürt kadın ve erkek savaşçılarla birlikte IŞİD’i yenilgiye uğrattı. Onlar orada IŞİD’e karşı mücadele ile meşgulken Türkiye, Suriye’yi işgal etti” demiştir.
Şimdi sormak gerekir. Fransa’dan Legion d’Honneur nişanı alan Türk vatandaşları neden bu nişanı iade etmemekte direnmektedirler? Nişan alanlar şunlardır: Ali Sabancı, Leyla Alaton, Zülfü Livaneli, Yaşar Kemal, Tarık Zafer Tunaya, Sakıp Sabancı, İnan Kıraç ve Yaşar Kemal, Sani Şener, Kamran İnan, Erdoğan Teziç, (iade ettiler) Hikmet Çetin, Ayşe Gülsün Bilgehan, Lucien Arkas, Gökşin Sipahioğlu, Nebahat Akkoç, Mehmet Erbak, Tunay İnce.
Ermenistan “aşağılık” bir devlettir. Erivan’daki çöp konteynırları Türk ve Azerbaycan bayraklarına boyanmıştır. Dünyanın hiçbir ülkesinde böyle bir manzara ile karşılaşmadım. 6 yıl İngiltere ve Fransa’da görev yaptım. Tüm Avrupa kıtasındaki ülkeleri gezdim, bilirim. Asya, Afrika, Avustralya, ABD, Orta ve Güney Amerika ve Afrika’da 80’den fazla ülkede gerek görev ve gerekse sosyal amaçla bulundum. Ama hiçbirinde böyle aşağılık bir durumla karşılaşmadım. Ermenilerin ilkokul çocuklarına Türk bayrağını çiğneterek yaptırdığı yürüyüşe ilişkin fotoğraf bu konudaki yaklaşımı göstermek için yeterlidir. Böyle bir durumu Ermenistan dışında hiçbir ülkede göremezsiniz. Acaba Ervan’a giderek sözde Ermeni soykırım anıtına çelenk koyan Türk vatandaşlarına ne demeli? Takdir sizin.
Birinci Dünya Savaşı sonrasında İtilaf Devletleri ile Osmanlı İmparatorluğu arasında 10 Ağustos 1920 tarihinde Paris’in batı banliyösü Sevr (Sevres) kasabasındaki Seramik Müzesi’nde (Musée National de Céramique) Sevr Anlaşması imzalanmıştır. Müze, Türkiye için Anlaşma’nın imzalandığı yer olması bakımından önemlidir. Bir diğer önemi de, Ermenilerin müzenin önüne 8 Mart 2001 tarihinde sözde Ermeni soykırım anıtı dikmesidir. Anıtın üzerinde tarafımdan çekilen fotoğrafta da görülebileceği gibi “1915’te Jön Türk Hükümeti tarafından katledilen 1,5 milyon Ermenin anısına” yazılıdır.
Benzer şekilde 1,5 milyon rakamı, Auschwitz-Birkenau toplama kampının önündeki anıtta da vardır: “…about one and a half million men, women and children mainly jews from various countries of Europe.” Müzenin önüne sözde Ermeni soykırım anıtı dikilmesinin sebebi şudur: “Biz Ermeniler Türkiye Cumhuriyetini kuran Lozan Anlaşmasını tanımıyoruz. Bizler Sevr Anlaşması’nın halen yürürlükte olduğunu kabul ediyoruz. Çünkü Sevr’de büyük Ermenistan vardır.”
Auschwitz-Birkenau toplama kampında 1,1 milyon Yahudi gaz odalarında öldürülmüştür. Bu kampı ziyaret ettim. Gaz odalarında ölümün kokusunu hissettim. Gaz odaları ile fırın arasında döşenmiş küçük ve dar demiryolunu görünce irkildim. İnsan insanın bu kadar düşmanı nasıl olur diye düşündüm. 1933’de Nazilerin yakmaya başladıkları kitapların yazarı Yahudi kökenli Stefan Zweig’ın “Akıl ve siyaset nadiren aynı yolda buluşur” açıklaması günümüzde Ermeniler için geçerliliğini koruduğu sürece, sözde Ermeni soykırımı gündemden düşmeyecektir. Mark Twain’e ait olduğu söylenen “Gerçek Ayakkabılarını Giymeden, Yalan Dünyayı 3 Kez Dolaşır” sözü sözde Ermeni soykırımı yalanı için geçerlidir.
Yazıları posta kutunda oku