Bir İktidar Partisi, kendi bünyesine katılmak üzere davet ettiği muhalefet Partilerinin üye ve yöneticilerine, ikbal dağıtmayı da vaat ediyorsa bir değil; ama en az iki defa düşünmelidir. Çünkü kendi geleceği de olmayan ya da kendisi de artık gözden çıkarılmış olan böyle bir İktidarın, Partisine davet etmeye kalktıkları tarafından da bir tercih objesi olamayacağı kesindir.
Zira insan yaratığı aslında, bilhassa da menfaati ile iltisaklı konularda göründüğünden de akıllıdır. Şayet yaşıyor olsaydı bunu size Makyavel bile teyit ederdi kuşkusuz. Bu nedenle de sonu bilhassa da kendi eliyle gelmekte olan bir İktidar Partisi, her şeye rağmen kalan itibarını yine de korumak istiyorsa, asla bu yola girmemelidir. Çünkü bu son enayiliği ile sadece kendi sonunu daha da hızlandırmış olacaktır sonuçta.
Hal böyle iken Devleti yöneten veya yönettiğini sananlara bütün yokluğa rağmen %8,3 doğrultusunda zamlar verilirken, yönetemeyen diğer kesimlere yeni bütçede zam bile öngörülmüyorsa, bu durum yeni yılda millete, sadece atılacak yeni kazıkların da şifresini oluşturuyor demektir aslında.
Aynı bağlamda İyi Partide de son günlerin çalkantıları, CIA bileşkeli elemanların Partide cirit attığının göstergesidir. Bize göre milletinin sempati ajanlarının başında gelen Akşener’in çok dikkatli olması gerekmektedir. Şayet Partisinin emperyal beslemelerin eline geçmesini önleyemeyecekse derhal istifa etmelidir. Böylece seçmene de işaret verirken, kurtardığı prestijini ve anasının ak sütü gibi hak edeceği ikbalini de gelecek olumlu günlere saklayacaktır.
Emperyalist baskıyla içine sokuldukları yapay İslam Cumhuriyeti – ki yeni Osmanlı değil, çünkü Osmanlı patentlidir- paradigmasının ne denli tutarsız olduğunu, sonunda bizim Erdoğan Sultan da anladı herhalde. Çünkü Mütedeyyinle olmayanı, farklı etnisiteler ile bir arada bütün ülkeyi Türkiye Cumhuriyeti’nin ortak vatanı kılan Türk Milletini, aynı ülkenin müktesebatını da korumaya endeksleyen bu ortak menfaatin şaşmaz doğruluğunu ve olmazsa olmazlığını, her ne kadar gönülden istemiyor olsa da nihayet kendisi de anlamış görünüyor. Nitekim bu doğruluk giderek onun ifadelerinde de durgun suya atılan bir taşın yarattığı dairesel dalgalar gibi nedamet titreşimlerine dönüşüyor.
Sonuç olarak Atatürk aklının üst aklı olduğu laik Cumhuriyetin, bütün Türk Milletini bir arada tutan ve bu milletin kalplerini de bir araya perçinleyen ezici gücünün dayanılmaz ağırlığı, sadece liyakat yoksunu bir Kabile cemaatinin değil; ama o cemaatin emperyalist sahiplerinin de karşısında, aşılamaz bir elmas dağının doruğu olarak yükseliyor.
Çünkü Atatürk’ün seçtiği Devlet rejiminin bir Cumhuriyet olması, esasta Ulusal bir Devletin, halkçı demokrat anayasal mecburiyetine de işaret ediyor. Bu da işin daha başından itibaren Atatürk doğrusunun, doğruların da doğrusu olduğu betiğiyle bir yaşam kültü olarak ele alındığını da tespit ve teyit ediyor. O halde biz, dış mercilerinde aslında gıpta ile baktığı böyle bir özelliğe sahipken, hala nelerin arayışına giriyor, kendilerine bile verecek akılları olmayan bir sürü çapraz adamlarla, kadınlarla, hangi çıkmaz hesaplara formül üretmekle, daha doğrusu da abesle uğraştırılıyoruz.
Yeni bir yasal talimatnameyle Devletin, gerektiğinde (öngördüğünde) şirketlerin mal varlığına el koyacağı söyleniyor. Bir bakışa göre bu durum; ilk Cumhuriyet döneminde milli ekonominin yerleşebilmesi için, yabancı sermayenin ancak milli ağır sanayiimizi teşvik amacıyla ülkemizde yatırım yapmasına müsaade ediliyordu. Bu şüphesiz olması gereke ideal ve gerçekçi bir bakış açısıdır.
Diğer bakışa dönersek; gerçekte liyakat yoksunu, kendi öznel menfaatlerine yönelik ve ancak kendi siyasa güçlerini destekleyecek şirket ve/veya şirket guruplarına güvence verilecekse şayet, bu da aslında kanun sahipleriyle, yurdumuzda halen olduğu gibi bundan sonra da yatırım yapacak olan yabancı şirketlerle birlikte Devletimizin soyulmaya devam edileceğinin işareti olacaktır hiç kuşkusuz.
Dikkat ediyorum da dostlar; Pandemi, patinaj ekonomisi, işsizlik, yoksulluk, eğitimsizlik vb. gibi problemler defaten güncelimiz olurken, stadyumlarda yüreklerini yırtarcasına takımlarını teşyi eden, fazla adrenalinlerinden kurtulan, dertlerini unutan ve aynı fırsatla milli duygularını, tek vatan görüşlerini, anavatan sevgilerini de haykıran yüzbinlerce gencimizin canhıraş avazlarının geçmişteki ritmine empati oluştururken, bugün o stadyumların boşluğunun bile ne yazık ki farkına varamadığımızı düşündüm. Ne Pandemiymiş(!) hani. İnsanın milli duyguları bile yüreğine hapsettirilen.
Aynı bileşkede dikkat edilirse; Stadyumların küreselci Pandemi yaftalı yasağıyla boşaltılarak, ülkelerin en işe yarayacak gençlerinin, milli birlikteliklerinin ve bağlayıcı duygularının akamete uğratılması, bize bir şeyler anlatıyor olmalıdır artık. Hiç unutulmamalıdır ki milli duyguları akamete uğrayacak Dünya gençliğinin başında da Türk olanlar vardır. Çünkü insanlı tarihin başından itibaren bir Ulus millet olduğunun farkında olan tek millet, Türk milleti ve Türk ulusudur. Ayrıca bir açılıp bir kapanan okullarımızın bu gelgitleri de bundan sonra bütün okulların tamamen kapatılarak tek merkezden ve tek dilli bir uzak eğitime geçileceğinin de önünü açacağa benzer.
Bundan sonra sıradaki ise hep birlikte dijital aşılanarak, emperyalist merkezli ve ulus Devletsiz bir Dünya’nın kontrolündeki insan kobaylarına dönüşmek mi olacaktır acaba? İyi de bizi yönetecek seçilmişler kimdir ve bu hakkı kimden almışlardır? İşte tam da bu çizelgede uykuda kalmaya devamla, önümüze atılan safsata çerezleriyle oyalanıp yaşama devam edecek veya etmeyecek olduğumuzdur asıl odaklanmak zorunda olduğumuz ana sorun. Yoksa herkes kurtulur ve tek kobay biz kalırız…
Serendip Altındal