Yazıma başlık koyarken çok tereddüt ettim. Sonunda aşağıdaki iki fotoğrafı öne çıkararak yukarıdaki başlığı tercih ettim. Ermenistan “aşağılık” bir devlettir. Erivan’daki çöp konteynırları Türk ve Azerbaycan bayraklarına boyanmıştır. Dünyanın hiçbir ülkesinde böyle bir manzara ile karşılaşmadım. 6 yıl İngiltere ve Fransa’da görev yaptım. Tüm Avrupa kıtasındaki ülkeleri gezdim, bilirim. Asya, Afrika, Avustralya, ABD, Orta ve Güney Amerika ve Afrika’da 80’den fazla ülkede gerek görev ve gerekse sosyal amaçla bulundum. Ama hiçbirinde böyle aşağılık bir durumla karşılaşmadım. Ermenilerin ilkokul çocuklarına Türk bayrağını çiğneterek yaptırdığı yürüyüşe ilişkin fotoğraf bu konudaki yaklaşımı göstermek için yeterlidir. Böyle bir durumu Ermenistan dışında hiçbir ülkede göremezsiniz.
Yıllar sonra Avrupa Parlamentosu’nda ırkçı Yunan milletvekili Ioannis Lagos, Yunan adalarındaki göçmenlerin durumuna ilişkin oturumda Türk bayrağını yırtmıştır. Yunanistan’ın aşırı sağcı Altın Şafak Partisinin eski üyesi bağımsız AP milletvekili Lagos, “Kimsenin burada Yunan vatandaşlarının durumunu konuştuğunu duymuyoruz. Herkes göçmenlerden bahsediyor, Yunan vatandaşlarının hakları ne olacak?” diyerek tepki gösterip bayrağımızı yırtmıştır
Büyük önder Atatürk Karşıyaka’da İplikçizade Köşkü’nde konaklayacaktı. Girişte kadınlı, erkekli bir topluluk birikmişti. Atatürk köşke yöneldiğinde yüzü asıldı ve kaşlarını çattı. Çünkü, geçeceği yerde boylu boyunca bir Yunan Bayrağı seriliydi. Karşılayıcılara bunun nedenini sordu. Onlar da, “Yunan Kralı Konstantin’in 1921 yılında İzmir’e geldiğinde bu köşkte ağırlandığını; yere serilen Türk Bayrağını çiğneyerek içeri girdiğini” anlattılar. Atatürk, “Yunan Kralı hata etmiş. Çünkü, bayrak bir milletin onurudur. Ben bu hatayı tekrarlamam” diyerek, yerdeki bayrağı kaldırttı. Köşkün beyaz mermerlerinde ilerleyerek içeri girdi.
Atatürk; Yunan bayrağını çiğnemeyerek üzerinden geçmeyi reddeder, bayrağı kaldırtarak saygı gösterir. Bizler ne pahasına olursa olsun tüm milletlerin bayrağına saygı gösteririz. Bayrak çiğnemek, bayrak yakmak, bayrakları çöp konteynırların üzerine yapıştırmak uygar insanın davranışı değildir. Ermenistan ve Yunanistan ile Türkiye Cumhuriyeti arasındaki fark budur. Ermenistan’ın sivil hedefleri bombalamasını görmek istemeyen Rusya, İran, Fransa, Yunanistan ve ABD başta olmak üzere Batılı ülkelere Atatürk’ün sözlerini hatırlatmak isterim.
Ermenistan-Azerbaycan cephe hattında Ermeni güçlerinin Azerbaycan sivil yerleşim birimlerine ateş açması üzerine fiili çatışmalar yeniden başlamıştır. Gelişmeler ne yönde olacaktır, şimdiden bilinmez ama bilinenler üzerinden hareket ettiğimizde bazı sonuçlara ulaşmamız mümkündür. Bir terör devleti olan Ermenistan ateşkese rağmen Azerbaycan’da sivil hedefleri vurarak ikinci bir Hocalı katliamını gerçekleştirmek istemektedir. 1992 yılında Dağlık Karabağ’ın Hocalı kasabasına girerek sivilleri hedef alan Rus destekli Ermeni güçler, 83’ü çocuk, 106’sı kadın olmak üzere 613 Azerbaycan Türkünü katletmiştir. Şimdi yıl 2020. Aradan 38 yıl geçmiş. Azerbaycan eski Azerbaycan, Türkiye de eski Türkiye değil.
Batı medyası olayları çarpıtarak kamuoyu ile paylaşmaktadır. Az da olsa gerçeği görenler de vardır: “Devlet bir efsane üzerine kurulduğunda, bu mit ne pahasına olursa olsun savunulmalıdır. Iğdır’daki Türk Soykırım Müzesi’nin soğuk odalarında dolaşırken Ermeni bir üniversite profesörünün bu sözleri Paolo’nun aklına gelir. Burada tarih efsane olur ve geçmiş altüst olur.” 20.08.2012, Paolo Martino.
Hocalı’da ne olmuştu?
“25 Şubat 1992’den itibaren Hocalı’ya üç koldan saldıran Ermeniler, Sovyet Kızılordusunun 366’ıncı Motorize Alayı’nın bütün araçlarını kullanarak şehri iki saat boyunca top ve tank ateşine tuttu. Saldırıdan bir gün sonra ise “Hocalı Katliamı” vuku buldu. Resmi verilere ve uluslararası insan hakları örgütlerinin raporlarına göre, Ermeni güçlerinin Sovyet Rus ordusunun da desteğini alarak düzenlediği saldırıda, 613 Azeri katledildi. 500’e yakın sivil ağır yaralanırken bin 250’den fazla kişi de esir alındı. Aralarında 68 kadın ve 28 çocuğun da bulunduğu 150 esirden bir daha hiç haber alınamadı. Ermeni makamları da esirlerin akıbetiyle ilgili bugüne kadar herhangi bir açıklama yapmadı.”
İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch), hadiseyi, Dağlık Karabağ Savaşı sırasında işlenenleri “katliam” olarak kayıtlara geçirdi. Birleşmiş Milletler, henüz bir karar alamadı. Azeri kaynaklar, Rusya’nın BM Güvenlik Konseyi’nin bağlayıcı herhangi bir karar almasını engellediğini belirtiyor. Ancak 1993 yılında BM Genel Kurulu, Ermenistan’ı kınamıştır. Güvenlik Konseyi de 822 sayılı kararla, Ermenistan’dan işgal ettiği Azerbaycan topraklarını terk etmesini istedi. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) üyeleri “Ermeniler tüm Hocalı sakinlerini katletti” ifadesinin yer aldığı bir bildiriy imza attı. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı Minsk Grubu 1996 yılında Erivan’ı kınayarak, Azerbaycan’ın toprak bütünlüğüne saygı gösterilmesini talep etti.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) 22 Nisan 2010 tarihli kararında, Hocalı’da yaşananlar, savaş suçları veya insanlık aleyhine suçlarla eşdeğer eylemler olarak görüldü ama karar alınamadı. Hocalı’da yaşananlar 1949 Cenevre Sözleşmeleri, Birleşmiş Milletlerin Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi, Sivil ve Siyasi Haklar Sözleşmesi, İşkenceye ve Diğer Zalimane İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Muamele veya Cezaya Karşı Sözleşmesi, Çocuk Hakları Sözleşmesi gibi çok sayıda sözleşmenin ciddi ihlali anlamına gelmektedir.
Erivan’daki sözde soykırım müzesi müdürü Hayk Demoyan, geçmişte “The Guardian” gazetesine verdiği demecinde Türkiye’nin soykırımı tanımaktan korktuğunu öne sürmüş ve “Türkiye’nin, 1915-1922 yıllarındaki Ermeni soykırımı tanıması için yapılan uluslararası baskılara boyun eğmesi halinde Sovyet Birliği’ne benzeyen laik siyasi sisteminin tehlikeye atılacağı” iddiasında bulunmuştur.
The Guardian, Demoyan’nın “Tarihin yeniden yazılması, modern Türkiye’nin en büyük korkusudur” savına da yer vermiştir. İngiliz gazetesi, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Ermenistan Cumhurbaşkanı Serge Sarkisyan’ın daveti üzerine dünya kupası elemeleri çerçevesindeki Ermenistan-Türkiye maçı için Erivan’ı ziyaret ettiğinde iki ülke arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesine yönelik girişimlerin yapıldığı bir dönemde bu açıklamaları sakıncalı bulmuştu. Demoyan, Türklerin soykırım müzesine ilgi gösterdiğini belirtirken “Bu yıl 500’den fazla Türk (müzeyi) ziyaret etti. Görülmemiş sayıda (Türk) geldi. Şoke oluyorlar” demiştir. Türkiye’nin, soykırım iddialarını reddettiğini açıklayan gazete, birçok Türk’ün de Ermeni gruplarıncaöldürüldüğünü de açıklamıştır.
Şimdi sormak gerekir. Acaba isimleri aşağıda yazılı 16 Türk vatandaşı sözde soykırım anıtı ziyaret ettikten sonra neden Iğdır’daki soykırım anıtını ziyaret etmediler? Herhalde biri cevap verebilir. Aslında vermeseler de olur. Çünkü onların Hocalı katliamından haberleri bile yoktur. Acaba sebebi yukarıdaki fotoğraf olabilir mi? Cevap: Evet.
1967 yılında tamamlanan 44 metre uzunluğundaki kule, Ermeni halkının “yeniden doğuş” unu simgelemektedir. Anıtta daire şeklinde birleştirilmiş, Ermenilerin, Batı Ermenistan’da terk ettikleri 12 ili simgeleyen 12 adet tabela vardır. Dairenin merkezinde, 1,5 metre derinlikte, Ermeni tehciri sırasında öldürülen sözde 1,5 milyon insanı temsil eden söndürülmeyen bir ateş yanmaktadır.
Adı geçen 16 Türk’e hatırlatmakta yarar var: Erivan Iğdır arası 591 kilometre olup 8 saattir. Rusya Kırım Tatar Türklerinin anavatanı Kırım’ı uluslararası hukuku yok sayarak işgal ederken bu arkadaşlar acaba neden seslerini çıkarmamışlar? Kırım kökenli bir Türk olarak çok merak ediyorum. 18 Mayıs’ın, Rusların Kırım Tatar Türklerine yaptıkları soykırımı anma günü olduğunu bildiklerini de hiç sanmıyorum.
Iğdır ve köyleri 1915-1920 yıllarında Ermeni katliamlarının en yoğun yaşandığı bölgelerdendir. O dönemde Iğdır halkının büyük kısmı (seksen binden fazla) katledilmiş, sağ kalanlar ise kendi yurtlarını terk etmek zorunda kalmıştır. Bu nedenle “soykırım” anıtının Iğdır’ da yükseltilmesi doğaldır. Türkiye’nin en yüksek anıtı olup, yüksekliği 43.50 metredir. Anıtın Gelibolu’daki 41 metre 70 santimetre yüksekliğindeki Çanakkale Şehitler Abidesi’nden 30 santimetre yüksek, Türkiye’nin en yüksek anıtıdır.
Ermeni tehciri, (Ermenistan’a göre soykırım) BM’in kabul ettiği uluslararası soykırım tanımına uymamaktadır. Eğer Ermenistan’ın tanımını esas alırsak ANZAK askerlerinin 250 bin Türk askerini katletmesi de bir soykırımdır. Çünkü “ insanın (Türklerin) ortak varoluşlarına son vermek amacıyla örgütlü bir şekilde öldürülmesi” tanımına uymaktadır. Avustralya ve Yeni Zelanda askerleri, binlerce kilometre uzaktan gelerek 250 bin Türkü Gelibolu’da varoluşlarına son vermek amacıyla örgütlü bir şekilde öldürmüştür. Bu tanıma göre 18 Mayıs 1944 tarihinde 300 bin Kırım Türkü anavatanları Kırım’dan sürülerek “ortak varoluşlarına son vermek amacıyla örgütlü bir şekilde” katledilmiştir. Bu bir soykırımdır.
Nazilerin 1940 yılında Polonya’nın Auschwitz kentinde kurduğu toplama kampı, Auschwitz1, Auschwitz2 ve Birkenau olmak üzere üç kamptan oluşur. Naziler, 1940-1945 yılları arasında Avrupa ülkelerinden topladıkları yüzde 90’ı Yahudi olan insanları trenlerle bu kampa getirdiler. Kampta 1,1 milyon ile 1,5 milyon arasında insan gaz odalarında katledilmiştir. 27 Aralık 1945’te Sovyet ordusu tarafından kurtuluşunun 75 yılı sebebiyle Angela Merkel Auschwitz Toplama Kampı’na gitmiştir. Merkel’den önce Başbakan Helmut Schmidt ile Başbakan Helmut Kohl de kampı ziyaret etmişti. Kampı ben de ziyaret ettim. Gaz odalarında duvarlara sinmiş ölüm gazı kokusunu hissettim.
Ölenleri fırına taşımak için kampa demiryolu döşediklerini görünce, katliamın boyutunun büyüklüğüne tanık oldum. Fakat kampı gezen bir Türk vatandaşının “Kampı gezerken, Türkiye’nin Almanya gibi katliam ve soykırımla anılan bir tarihe sahip olduğunu, ne var ki, bununla yüzleşmekten kaçınan da tek ülke olduğunu düşündüm” ) diyenlere, sözde Ermeni soykırımının bir yalan olduğuna ilişkin tarihçilerin kitaplarını okumalarını öneririm.
Almanya Cumhurbaşkanı Frank Walter Steinmeier, Nazi diktatörü Hitler rejiminin imha kampı olarak bilinen Auschwitz Kampı’nın kurtuluşunun 75’nci yılı anma törenleri için 23 Ocak 2020 tarihinde gittiği Kudüs’te “Bu, insanlık tarihinin en büyük katliamıydı. Ağır bir tarihi yükle önünüzdeyim” demiştir.
Birinci Dünya Savaşı sonrasında İtilaf Devletleri ile Osmanlı İmparatorluğu arasında 10 Ağustos 1920 tarihinde Paris’in batı banliyösü Sevr (Sevres) kasabasındaki Seramik Müzesi’nde (Musée National de Céramique) Sevr Anlaşması imzalanmıştır. Müze, Türkiye için Anlaşma’nın imzalandığı yer olması bakımından önemlidir. Bir diğer önemi de, Ermenilerin müzenin önüne 8 Mart 2001 tarihinde sözde Ermeni soykırım anıtı dikmesidir.
Anıtın üzerinde tarafımdan çekilen fotoğrafta da görülebileceği gibi “1915’te Jön Türk Hükümeti tarafından katledilen 1,5 milyon Ermenin anısına” yazılıdır. Benzer şekilde 1,5 milyon rakamı, Auschwitz-Birkenau toplama kampının önündeki anıtta da yazılıdır: “…about one and a half million men, women and children mainly jews from various countries of Europe.”
Birinci Dünya Savaşı’nda Alman Nazileri, Holokost öncesinde dokuz milyonu bulunan Avrupalı Yahudilerin üçte ikisini öldürmüş, bir milyon üzerinde Yahudi çocuk, iki milyon Yahudi kadın ve üç milyon Yahudi erkek Holokost’ta katledilmiştir. Almanya ve Almanların işgal ettiği sınırlar içerisindeki 40 binin üzerindeki tesis Yahudileri toplamak, hapsetmek ve öldürmek için kullanılmıştır. Yukarıda savaş öncesindeki Yahudi nüfusunun Holokost esnasında öldürülen yüzdeleri verilmiştir.
Gerçekler bu kadar açık iken anıtın dikilmesine izin veren Fransa, başta Paris Büyükelçimiz İsmail Erez ile şoförü Talip Yener (24 Ekim 1975), Oktar Cirit, Yılmaz Çolpan, (22 Aralık 1979), Reşat Moralı (4 Mart 1981), Tecelli Arı (4 Mart 1981) ve Cemal Özen’i (24 Eylül 1981) koruyamamış ve 7 Türk diplomatının Ermeni terör örgütü ASALA tarafından şehit edilmesini görmezden gelmiştir.
Müzenin önüne sözde Ermeni soykırım anıtı dikilmesinin sebebi şudur: “Biz Ermeniler Türkiye Cumhuriyetini kuran Lozan Anlaşmasını tanımıyoruz. Bizler Sevr Anlaşması’nın halen yürürlükte olduğunu kabul ediyoruz. Çünkü Sevr’de büyük Ermenistan vardır.” Fransa, 24 Nisan 2003 tarihinde Paris’te Kanada meydanına Gomitas Sogomonyan adına bir sözde Ermeni kin anıtı dikilmesini de onaylamıştır.
Acaba katledildiği iddia edilen 1,5 milyon Ermeni’nin mezarları bulunarak sonra neden Tuol Sleng Soykırım Müzesi’nde olduğu gibi sergilenmiyor? Kamboçya’daki Pol Pot rejiminin yaptığı ve yüzbinlerce insanın hayatına mal olan katliamlar, uzun süre Sözleşme’deki tanıma uymadığından soykırım olarak kabul edilmemiştir. Kamboçya’da 1975-1979 yılları arasında gerçekleşen soykırım, yaklaşık 3,5 milyon insanın ölümü ile sonuçlanmıştır. Soykırım Pol Pot liderliğinde Kızıl Kemer üyeleri tarafından gerçekleştirilmiştir.
Başkent Phnom Penh’deki müzede, 1975-1979 yıllarında iktidarda olan Kızıl Kmerler tarafından gerçekleştirilen soykırıma ilişkin belgeler yer almaktadır. Müzenin bulunduğu bina Kızıl Kmerler iktidarı döneminde sorgulama hapishane olarak kullanılmış, yaklaşık 17 bin kişi burada hapsedilmiş, bunlardan sadece 12’si sağ çıkabilmiştir. Müzeyi önceki yıl gezdim ve işkence aletlerini görünce şok oldum. (A History of Democratic Kampuchea (1975-1979). Documentation Center of Cambodia, s. 74)
Acaba katledildiği iddia edilen 1,5 milyon Ermeni’nin mezarları bulunup, sonra neden Tuol Sleng Soykırım Müzesi’nde olduğu gibi sergilenmiyor? Herhalde Ermeni muhibbi Taner Akçam ya da sözde soykırım anıtına giderek çiçek koyan 16 Türk’ten biri cevap verebilir. Aslında cevap açık: Çünkü 1,5 milyon rakamı büyük bir yalandır ve Yahudi soykırımından çalınmadır.
Bunu devamlı yazmama rağmen sahip çıkan bir yetkiliye rastlamadım. 1,5 milyon Ermeni katledilmiş ise mutlaka onlardan kalan kemikler bir yerlerde olmalıdır. Çünkü üzerinden yüzlerce yıl geçmemiştir. Basit bir hesapla 1,5 milyon rakamı gerçek ise, ortalama bir insanda 4 kg kemik olduğunu düşünürsek toplamda 6 milyon kg kemik eder ki, bunların yok olması mümkün değildir. Kutna Hora’yı gezenler bilir. 14. yüzyıldan kalan kemiklere bile bir şey olmamış. 1915’te 1,5 milyon Ermeni katledilmiş ise bunların kemikleri nerededir? Dile kolay tam tamına 6 milyon kg kemik. Bu soruma cevap verilmediği sürece kimse bu yalana inanmamalıdır.
1923 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ni “soykırım suçu” işlemekle suçlama, ceza hukukunun temel ilkeleriyle bağdaşmaz. Soykırım, bir suç tanımıdır. 1915 tehcirine ilişkin yetkili mahkeme kararı yoktur. Ceza hukuku, kişilerin suç oluşturan eylemleriyle ilgilenir. Yetkili Türk mahkemesinin ve yetkili Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin bu yönde kararı bulunmamaktadır. Parlamentolar ve uluslararası kuruluşlar 1915 tehcirini “soykırım” olarak niteleyemez. Bunlar siyasal amaçlı kararlardır. Ermeni tehciri “holocaust” diye anılan Yahudi soykırımından farklıdır.
Michael Daventry’nin sözde Ermeni soykırımı konusunda Türkiye’nin pozisyonunu açıklayan çalışmasının okunmasında yarar vardır. Çalışma, Türk tarihçiler tarafından ifade edilen çeşitli görüş ve argümanları incelemektedir. Türkiye’deki üniversitelerde görev yapan tarihçiler, yurt dışındaki kurumlarda görevli akademisyenler ve Türk olmayan tarih profesörlerinin görüşleri yer almaktadır. Türk vatandaşlığına sahip küçük ama önemli bir grup olan Ermenilerin görüşleri de çalışmada ele alınmıştır. )
Yahudi soykırımı, Nürnberg mahkemesinin kararıyla hükme bağlanmış bir soykırım suçudur. Bu suçu işleyenler uzaydan gelmiş yaratıklar değildir. Suçlanan da Almanya ya da Almanlar değildir. Mahkum olanlar soykırım suçunu işleyen Alman yetkililerdir. Diğer bir deyişle gerçek kişiler olup Alman’dır. Ermenistan’ın iddia ettiği gibi Nürnberg mahkemesi kararı sonucunda mahkum olanlar Alman olduklarına göre, Almanya’nın tarihte ilk soykırım suçu işlemiş bir ülke olması gerekir ama bu hukuken mümkün değildir. Soykırımı Almanlar değil, Alman kökenli Naziler işlemiştir.
Tehcir iddia edildiği gibi bir suç ise, tehcirin yapılmasının yolunu açan Talat Paşa olduğuna göre O’nun yargılanıp hüküm giymesi gerekirdi. Ama bu mümkün değildir. Çünkü o dönemde “Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme” yoktur ve bu sebeple suç yoktur. Talat Paşa’nın katili Teilirian Almanya’da yargılanmıştır ama suçluluğu mahkeme tarafından reddedilmiştir. Kararda cinayet, sanığın aile fertlerinin öldürülmesinin intikamını almak amacıyla işlenmiş, ahlaki bir eylem olarak haklı bulunmuştur. Bu konuda Osik Moses’in araştırmasının okunmasında yarar vardır. )
Savunma, cürmün kişisel önemini vurguladığından, suikastın örgütlü yönü göz ardı edilmiş ve bunun sonucu olarak Ermeni terör örgütlerinin işleyeceği diğer cinayetlerin de önü açılmıştır (Şeref Ünal, Salomon Teilirian Davası -Talat Paşa Suikastı: Berlin, 2-3 Haziran 1921, 2004, s. 65-66). Talat Paşa davası ve jürinin kararı, Batı dünyasında “Talat Paşa’nın suçunun ispatı” olarak algılanmıştır. Karar, Almanya’nın da suçunun reddedilmesi demekti ve Almanya’yı suça iştirakten kurtarıyordu.
Osmanlı’nın Avrupa kıtasındaki topraklarından Anadolu’ya zorla göç ettirilen, tehcire uğrayan Türkler de soykırıma uğramıştır. Bu durumda Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, eski Yugoslavya ve Kırım Türklerini Kırım’dan tehcire zorlayan Rusya, Türklere karşı soykırım yapmıştır. Rahmetli babam Süleyman Karluk, halamla birlikte 1944 yılında soykırıma uğramamak için Köstence’den Türkiye’ye göç etmiştir. Baba dedem Ankara Cebeci mezarlığında yatmaktadır.
Sözde Ermeni soykırımı yalanlarına karşı gerçekleri dünya kamuoyuna anlatacak üst düzeyde bir kurum oluşturulmalı, YÖK üniversitelerde “Ermeni Araştırmaları Enstitüleri” kurulmasını sağlamalıdır. “Yalana karşı topyekun mücadele” edilmemesi durumunda Türkiye’yi altından kalkamayacağı büyük zorluklar beklemektedir. Mahkeme kararıyla istenecek tazminatlarla, istenecek topraklarla karşı karşıya kalabiliriz. Ermeni terörüne 40’tan fazla diplomatını şehit vermiş Dışişleri Bakanlığı’mızın öncülüğünde sivil toplum kuruluşları yurt dışındaki muhataplarına gerçekleri anlatmak için harekete geçmelidir. Son pişmanlık fayda etmez demiş atalarımız.
ABD Başkanı Donald Trump’ın “Ermenistan ile çalışıyoruz. Ermenistan ile çok iyi ilişkilerimiz var. Onlar çok iyi insanlar. Ne olacağını göreceğiz. Çok iyi yol katedildi. Bu ülkede Ermenistan’dan gelip yaşayan birçok insan var. Çok iyi insanlar. Biz onlara yardım edeceğiz” açıklamasını Türkiye not etmelidir. 3 Kasım yaklaşıyor. Ermni diasporasından oy almak için bile söylenmiş olsa bu açıklama kabul edilemez. Bu konuda büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün tespiti çok önemlidir:
“Efendiler, vukubulmuş olan teklif’in ne derece nabemahal olduğuna dair bir fikir verebilmek için biz de, o günlere ait bazı vaziyetleri hatırlayalım. Şüphe edilmemek lâzımdı ki, Ermeni kıtali hakkındaki beyanat, mavakaa mutabık değildi. Bilâkis cenup menatıkında, ecnebi kuvvetleri tarafından teslih edilen Ermeniler, mazhar oldukları himayeden cür’et alarak bulundukları mahallerdeki İslamlara tasallut etmekte idiler. İntikam fikriyle her tarafta bî rahmane bir surette katil ve imha siyasetine saik olmakta idiler. Maraş hâdise-i feciası, bu sebepten zuhur etmişti. Ecnebi kuvvetleriyle birleşen Ermeniler, top ve mitralyözlerle Maraş gibi kadîm bir İslâm beldesini hâk ile yeksan eylemişlerdi. Binlerce âciz ve masum valide ve çocukları kahr ü imha eylemişlerdi. Tarihte emsali namesbuk olan bu vahşetin faili Ermenilerdi. Müslümanlar ancak muhafaza-i namus ve hayat kaydiyle mukavemet ve müdafaada bulunmuşlardı. Yirmi gün devam eden Maraş katliamında, Müslümanlarla birlikte şehirde kalan Amerikalıların, bu hâdise hakkında İstanbul’daki mümessillerine çektikleri telgraf, facia müsebbiplerini gayrikabil-i tekzip bir surette tayin etmekte idi. Adana vilâyeti dahilindeki Müslümanlar, tepeden tırnağa kadar teslih edilen Ermenilerin, süngüleri tehdidi altında, her dakika katliama maruz bulunuyorlardı. Hayat ve istiklâlinin muhafazasından başka bir şey istemeyen İslâmlara kaşlı tatbik edilen bu zulüm ve imha siyaseti, beşeriyet-i mütemeddinenin nazar-ı dikkat ve insafını calip mahiyette iken aksinin vaki olduğunu iddia ve ondan sarfınazar edilmesi teklifi, nasıl ciddî kabul olunabilirdi?” (Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk-Söylev, I. Cilt: 1919-1920, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1989, s.508, 510)
1933’de Nazilerin yakmaya başladıkları kitapların yazarı Yahudi kökenli Stefan Zweig’ın “Akıl ve siyaset nadiren aynı yolda buluşur” sözü günümüzde Ermeniler için geçerlidir. Bu nedenle sözde Ermeni soykırımı gündemden düşmeyecektir. Mark Twain’e ait olduğu söylenen “Gerçek Ayakkabılarını Giymeden, Yalan Dünyayı Üç Kez Dolaşır” sözü sözde Ermeni soykırımı yalanı için geçerliliğini koruduğu sürece, Türkiye en az Ermeniler kadar gerçeklerin ortaya çıkması için çaba harcamalı, bunun için yumurta kapıya gelmeden önlem almalıdır. 3 Kasım 2020’ye 11 gün var. Çok geç ama sonuç almak için yeterli bir zaman. Bu zamanı iyi kullanalım.
Milli Düşünce Merkezi’nin sayfasında yayınlanan “Erivan’da sözde soykırım müzesini ziyaret eden Türkler şimdi ne düşünüyor?” başlıklı yazımdaki tespitim şöledir: “Gerçek ayakkabılarını giymeden, yalan dünyayı üç kez dolaşır” sözü sözde Ermeni soykırımı yalanı için geçerliliğini koruduğu sürece, Türkiye en az Ermeniler kadar gerçeklerin ortaya çıkması için çaba harcamalı, bunun için gerekli önlemleri almalıdır. 24 Ekim 2020.”
)
Bir yanıt yazın