30 Eylül 2020
Dört bölümde mitolojik dönemden başlayarak, pagan dönem tanrılar panteonunu, milletlerin bulundukları bölgelere göre hemen hemen aynı tanrılara tapındıklarını, hatta bazı putların, Sümer-Mısır-Yunan ve Roma yolculuğu sonrasında yine dönüp asıl yurtlarına nasıl tekrar gelmiş olduklarını aktardım. Ermenilerden başka hiçbir millet, putlarını farklı coğrafyalara taşıma gayreti göstermemiştir. Eski ve yeni Ani örneğinde olduğu gibi. Söz konusu dönemden başlayarak, şu gerçek hiç unutulmamalı ki Ermeniler O dönemde de ne kendilerine ne de tanrılarına ait toprak parçası bulamamışlardır. Ermenilerden başka hiçbir millet, nereden geldiğini, neden etkilendiklerini, inkâr etmemiştir. Ermeniler, her türlü inkâr ve YALANI ısrarla sürdürürken, o inançlarının, Arap, Avrupa, Asur, Hint, İbrani, İran, Roma, Yunan ve de Urartu etkisinde olduğunu daima unutmuşlardır!
“Ermeniler, 8 – 7. Yüzyıllar arasında Doğu Anadolu ve Kafkaslarda güçlü bir uygarlık kuran Urartularla tarihsel köken açısından akraba olduklarını, Van başta olmak üzere Urartu hegemonyası altında bulunan toprakların kendi yurtları olduğunu iddia etmekteydi. Bu tez, arkeolojik ve dilbilimsel açıdan geçmişte çürütülmüştü. Şimdi de iddianın gerçeği yansıtmadığı antropolojik açıdan ispat edildi. Bunun öncesinde ise ilk defa dil farklılığından hareketle Ermenilerin Urartuların devamı olmayacağı kanıtlanmıştır.” (20 )
Bilmekteyiz ki; Ön Asya (Mezopotamya), Anadolu (Hitit), Lydia’lılar, Akdeniz, Ege, Eski Yunan, Roma, Yakın Doğu, Uzak Doğu (Çin-Hind) Tarih ve Uygarlıkları içinde Ermeni ismi geçmemektedir. Sözde 2000 – 3000 yıllık tarihlerinden bahseden Ermeniler, çabalarını bir basamağa oturtturamadıkları gibi, nasıl adım atacaklarının şaşkınlığı içinde YALAN çamurunu nerelere sıvayacaklarının da sapkınlığını yaşamaktadırlar.
Tarihin bilinen ilk dönemlerinde, Ermeni ismini taşıyan millet, kavim, toplum olmamıştır. “Ancak komşu kavimler (Persler ve Grekler) onları hep Armin ve Armen olarak adlandırmışlardır. Bu ad tarihte ilk kez Pers İmparatoru I. Darius (Dara)’un Behistun (M.Ö. 518) adlı kitabesinde “Armina” ve “Arminiya” olarak geçmektedir. Persler bu ismi daha çok Ermeni coğrafyasındaki satraplık (valiliği) için kullanmıştır. Daha sonra bu isim Artaksias krallığı zamanında, Aramice “Yukarı/Yüksek/Dağlık Bölge” anlamını kazanmış, Muş ve Ahlât bölgeleri için Roma döneminde ise Murat suyu, Kür ve Aras nehir boyları için de kullanılmıştır.
Ermeniler, Ermeni adlandırılmasını bir coğrafyadan almış olduklarını dile getirmeyerek, yine YALANA başvurmaktadırlar. Hai-Tahd ideologlarından olan ve aşırı milliyetçi görüşleri ile tanınan Ermeni yazar Zori Balayan “Oçaq” isimli kitabında daha da ileri giderek, Nuh Peygamber’in Ermeni olduğunu ve Ermeni dilinde konuştuğunu iddia etmektedir (Balayan, 1984: 30). Tabii ki, bu tür iddialar bilim adına hiçbir gerçeği kendinde yansıtmamaktadır. Bütün bunlar mitolojik hayallere dayanan gerçekdışı iddialardır.” (21)
Ermeniler, bütün savunmalarını YALANIN üzerine bina ederek, o binanın temellerinde akıllarınca çarpıttıkları tarihi, kültürle yoğurarak siyasi amaçlı kullanmaktadırlar.
Hâlbuki ; “ Gregoryen mezhebinin kurucusu Aziz Gregor, Hay kavmine mensup değildir, Part’lıdır. Yine Arsasid hanedanı ve Tridat da Fars kökenlidir. Bu konuda tarihçilerin büyük çoğunluğu hemfikirdir. Bunun yanı sıra Aziz Geregor’un Türk olduğunu hattâ Dede Korkut’la aynı kişi olduğunu iddia edenler de vardır. Dahası Haylar’ın yazı dilleri olmadığından, Aziz Gregor Hıristiyanlık’ı yaymak için Grekçe ve Süryaniceyi kullanmıştır. Ayrıca yine bu dönemde Türkçenin Gregoryen dinî eğitiminde oynadığı role dikkat çekmek gerekir.
Ermenilerin Hıristiyanlık öncesi inançlarının karma bir yapı arz ediyor olması da bugün Ermeni olarak adlandırılan toplumun köken itibariyle yalnız bir ırktan değil, değişik ırk, kültür ve inançtan çeşitli toplulukların Ermenistan denen coğrafyada karışmasından oluştuğunu göstermektedir. Yaşadıkları bölgeye izafeten ‘Ermeni’ ortak adıyla anılan bu gruplar daha sonra Hıristiyanlık şemsiyesi altında birleşmiş ve yine aynı ortak adla cemaatleşmişlerdir. Ermeni olarak adlandırılan bu topluluklarda görülen monoteist inanış ise Ermenistan bölgesinde yaşayan Türklerin varlığına bağlanmaktadır. Dahası, Ermeni olarak adlandırılan toplulukların ölü gömme âdetlerinden bayram şenliklerine, mezar taşlarından, kurban merasimlerine ve tabiat kültlerine kadar eski Türklerle olan benzerlikleri de dikkate alınarak, günümüzde Ermeni olarak adlandırılan milletin köken itibariyle Türk, Hay, Pers, Süryani, Grek gibi gruplardan oluşmuş ‘uzlaşmış’ bir topluluk olduğu sonucuna varılabilir. Kısaca toparlamak gerekirse; Hıristiyanlık’ın Gregoryen mezhebi tarih sahnesine çıkmadan önce, bu mezhebin ortaya çıkıp yaygınlaştığı coğrafyada çeşitli ırklar bulunmaktaydı.” (22)
Öyle ki Surp Krikor Lusavoriç tapınakları yıkarken, Ermenilerle birlikte yöre halkı karşı çıkmış ve ayaklanmıştır.
“Gregoire ve beraberindekilerin ilk uğradığı yerin; putperest dönemin en önemli “teslis”i sayılan, Anahita, Astik ve Vahakn üçlüsüne tahsis edilen tapınağın bulunduğu Aschtischat olduğu; korkunç çatışmalardan sonra burada bir kilise inşa edildiği ve burasının “Ermeni Kilisesi’nin Anası” (Ana Ermeni Kilisesi) olduğu üzerinde durulmaktadır. Toumebize, Daron’un memleketinde, Aschtischafın yanında, Vahakn. Anahita ve Astig’e tahsis edilmiş üçlü tapınağın yıkılması sırasında korkunç çatışmaların olduğuna ve çok kan döküldüğüne, bu çatışmalardan sonra pagan tapınağının yıkıldığına ve ilk Ermeni Kilisesi’nin burada kurulduğuna yer vermektedir.” (23)
Bütün bu gerçekler göz önünde iken, Ermeniler yaşadıkları ve de göç ettikleri her yeri Ermenistan olarak tanımlamaktadırlar. Bu yetmezmiş gibi Kilikya Ermeni Krallığının da üç yüz yıllık tarihine sığınmaya çalışmaktadırlar. Bunların hiçbiri gerçekle bağdaşmamaktadır. Söz konusu topraklarda, ister krallık, ister beylik, ister feodal yapı, vassallık, ister devlet desinler, gerçek olan diğer halkların yanında daima azınlık olarak yaşamışlardır. Daha önce Cem Cüneyd Canan’ın yazmış olduğu “AHPARİG, TAŞNAKLARA BİRAZ TARİH ANLATALIM MI?” (20 Nisan 2019 www. cccanan.com) başlıklı yazısında, Ermenilerin M.Ö. si tarihinde ne zaman ortaya çıktıklarını anlatmıştı. Oradan alarak, burada M.S. sı Ermenilerin ne yaptıklarına, nasıl varlıklarını sürdüklerine, kronolojik olarak bakalım. Kronolojik başlıkların detaylarını tarihi kaynaklara dayanarak başka bir yazımın konusu yapmak üzere; Ermenilerin gerçekten nasıl bir tarihe sahip olduklarını hep birlikte görelim.
Fakat hazırladığım kronolojinin şu anda İKİ YÜZ sahifeyi geçtiği gördüm. Bu başka bir yazının konusu bile olmaktan çıkmış durumda. Kitap yapmaya baksam, daha önce hazırladığım 8 ciltlik kitabımı dahi yayımlama imkânını maalesef bulamadım. Bazı zat-ı muhteremlerin karşılama-uğurlama ve ağırlama masraflarına her türlü kaynak bulunurken, tüm bunların yanına güvenlik kuvvetlerine mensup memurların alabildiğince yoğunlukta görev yapmaları emr edilirken, iktidarın her bakışını yerine getirmek için bazılarının göz bebeklerine bakanlar, neden kitaba baksınlar ki… Yuvarlak değerle, bir ilde Kültür Bakanlığına ait birim veya Özel İdare Başkanlığı ile Valilik, Belediye Başkanlığı PARAMIZ yok diyorsa, nasıl çalışacak, nasıl üretecek, nasıl zaman harcayacaksınız?
Konuya dönersem, her yüz yıl için bir veya iki başlıkla, yine kronolojiye sadık kalarak Ermenilerin söylemeye devam ettikleri YALANLARI bilgilerinize sunacağım. Ermenilerin ve de tarihçilerin adlandırdığı, Kafkasya ve Kilikya Ermeni Krallıklarının, Partların, Sasanilerin, Emevilerin, Arapların, Selçukluların, Moğolların ve Osmanlı’nın himayesinde, tahakkümünde hangi taviz ve YALANLARLA günümüze gelmiş olduklarını görmüş olalım. Tabii görmek istiyorsak…
M.S. 18-34 Part Hanedanından Vonones, Ermenileri bir araya getirerek, bir yönetim teşkil etti. Roma bu yönetimi tanımayarak, yerine Pontus Prensi Zenon’u geçirdi. Ermenilerin de yaşadığı topraklarda Roma himayesi başladı.
M.S. 53 Part Kralı I. Vologesus, Dikranager’i (DİYARBAKIR) ele geçirdi ve Ermeni tahtına kardeşi I. Dırtad’ı oturdu.
M.S. 161 Part Hükümdarı III. Vağarş, Roma yöneticisini tanımayarak Pakaros adlı bir Arşaguni’yi başa geçirdi.
M.S. 197 Roma İmparatoru Septimus Severus, Partlarla tekrar savaşmaya başladı. Part şehirleri SELEUKEİA, KTESİPHON’I talan etti. Ermeniler bu defa Partların yanında yer aldılar.
M.S. 252 Ermeni topraklarına giren Sâsâniler, kral II. Dırtad’ın kaçması ile tahtı ele geçirdiler ve ülkenin başına Sâsâni İmparatoru I. Şâpûr’un oğlu I. Hürmüz geçti.
M.S. 298 Van Gölü Havzası’nın güneybatısında Roma hâkimiyeti başladı. Bu bölgenin en önemli şehri olan TİGRANOKERTA/ERZEN Roma hâkimiyetine geçti. Roma ile Sâsânîler arasındaki NUSAYBİN Antlaşmasının bir sonucu olarak ERZEN bölgesi 330 yılına kadar doğrudan Roma egemenliğinde kaldı.
M.S. 363 Yeni Roma imparatoru Iovianos Sâsâni hücumları karşısında etkili bir strateji izleyemediği için geri çekilmek zorunda kaldı ve Sâsâni İmparatoru II. Şâpûr ile bir barış anlaşması yapmayı kabul etti. Bu anlaşmaya göre Bizans, SİNGARA, NİSİBİS, ARZEN, MOGK, CİZRE, REHİMENE ve HAKKÂRİ topraklarını Sâsânilere bırakmayı kabul etti. Bunun yanı sıra imparator, II. Şâpûr’un isteği üzerine doğudaki en büyük müttefiki olan Ermenilere hiçbir şekilde yardımda bulunmayacağının da bu anlaşmada garantisini veriyordu.
M.S. 364 Sâsânîlerin başarılarından sonra 364 ve 387 yılındaki antlaşmalarla Armenia bölgesi başta olmak üzere, güneyi ve kuzeyi Sâsânî idaresine geçti.
M.S. 451 Ermeni isyanının büyümesi karşısında gönüllü olarak Mazdaizmi kabul ettiği söylenen ARMENİA valisi (marzban) Sünikli Vasak’ın arabuluculuk girişimleri sonucunda Yezdigerd II, Hıristiyan inancına serbestlik tanındığına ve isyancılara teslim olmaları durumunda affedileceklerine dair bir ferman yayınlamıştır. Bu söz üzerine derebeylerinin önemli bir kısmı isyancılara verdikleri desteği çekmişler; buna karşın Vartan Mamigonyan ve etrafındakiler ise isyanı sürdürmüşlerdir. Sonuç olarak AKÇAY kıyılarındaki AVARAYR Ovasında yaşanan meydan muharebesinde isyancılar yenilmişler ve Vartan Mamigonyan dâhil 1000 kadar Ermeni isyancı öldürülmüştür.
M.S. 591 yılında Bizans imparatoru Maurikios döneminde, İran’dan Sâsânî tahtını ele geçiren Behram Çupin’e karşı Sâsânîlerin meşru halefi olan II. Hüsrev Perviz’in Sâsânî tahtına çıkması sırasında yapılan antlaşmayla Armenia bölgesi Roma lehine olmak üzere iki devlet arasında pay edildi. Hüsrev’in tahta çıkması için Bizans imparatorunun yaptığı yardımın gereği tahtın ele geçirilmesinden sonra yapılan paylaşımla Armenia bölgesinin büyük bir kısmı Bizans İmparatorluğu’na kaldı.
M.S. 613-614 Sâsânîler, ANTAKYA, DİMAŞK, TARSUS, KUDÜS ve Armenia bölgesinin tamamını ele geçirdiler.
M.S. 645 Yılında Ermeniyye bölgesine giren Habîb b. Mesleme, Ermeniyye bölgesinin kuzeyinde yer alan Kâlîkalâ (Theodosiopolis), ERZURUM’u ele geçirdikten sonra Ermeniyye bölgesinde AHLÂT, MÜKÜS (MOKK) ve ERCİŞ’İ itaate aldı.
M.S. 705 Yılında hilafet merkezindeki değişimle İslam fetihleri daha fazla hızlandı. Anadolu, AZERBAYCAN, Kuzey Afrika, Endülüs ve Orta Asya bölgelerinde yürütülen fütuhattan Ermeniyye bölgesi de nasibini aldı.
M.S. 732-733 Yılında Mesleme’nin Hazarlar karşısında başarısız olması ile azl edilerek yerine Mervân b. Muhammed AZERBAYCAN ve Ermeniyye valiliğine atandı. Mervân b. Muhammed’in Ermeniyye valiliği esnasında bu bölgede Emevîlerin içinde bulunduğu karmaşık durumdan faydalanmak için isyan eden Ermeniler ile savaştı ve isyanları bastırdı.
M.S. 852-853 Boğâ el-Kebîr kuzeyden isyanın lideri Aşot Ardzrûnî (826-851) üzerine yürüdü. Abbâsî ordusu karşısında yalnız bırakılan VASPURAGAN hâkimi Aşot, Boğâ el-Kebîr tarafından yakalanarak SAMERRA’YA gönderildi ve burada idam edildi. Boğâ el-Kebîr ileri harekâta devam ederek TİFLİS’İ de ele geçirdi. Böylece hilafet ordusunda yer alan Türk askerleri sayesinde VAN Gölü Havzası başta olmak üzere Ermeniyye bölgesinde kesin bir Abbâsî hâkimiyeti sağlandı.
M.S. 885-886 Bizans imparatoru I. Basileios tarafından kral unvanı ile şereflendirilse de, Simbat, Abbâsî halifesine olan vergi mükellefiyetini her yıl yerine getirmek zorunda kaldı. Ayrıca Ermeniyye kralı olmasına rağmen Aşot b. Simbat, önce Abbâsîlerin DEBİL/DVİN’de bulunan Ermeniyye valisine, daha sonra da Bağdad’daki halifeye tâbi idi.
M.S. 922 Bizans desteği ile İSTANBUL’dan dönem Aşot Erkat, Ermeniyye bölgesinde Yûsuf’un yanında yer alan Ermeni prensleri üzerine yürüyerek bölgede tam bir terör havası estirdi. Fakat Ermeniyye bölgesinde tam bir hâkimiyet kuramadığı için 922 yılında BAĞDAD’dan serbest bırakılması üzerine AZERBAYCAN’a gelen Yûsuf’a itaatini arz etti. Aşot’un bu davranışını iyimser karşılayan Yûsuf, onu Ermeniyye kralı olarak atadı. Abbâsî halifesi Muktedir-Billah da Aşot’u “Şâhânşâh” unvanı ile şereflendirdi.
M.S. 998 Gürcü kralı David, (993-998) yılları arasında APAHUNİK bölgesini elinde bulundurmaktaydı. Gürcüler özellikle bu bölgenin kuzeyinde yer alan MALAZGİRT, ERCİŞ ve ELEŞKİRT/VALAŞKERT kısımlarında hâkimiyetlerini tesis edip bölge ile VAN Gölü’nün kuzey sınırındaki şehirleri baskı altında tutmaktaydılar. Ayrıca onlar, Mervânlıların içinde bulunduğu bunalım dönemlerinden de faydalanarak zaman zaman bu şehirleri ele geçirme teşebbüsünde bulunmaktaydılar. Bu cümleden olarak Gürcüler, 998 yılında Ebû Ali Hasan’ın AMÎD’de ölmesi ve yerine Mümehhidüddevle’nin geçtiği esnada AHLÂT’I kuşattılar.
M.S. 1013 Başarılardan sonra Ebû Nâsr’ı ÂMİD hâkimi İbn Dimne, Abbâsî halifesi Kadir Billah, Irak Büveyhî hükümdarı Sultanuddevle, Fâtımî halifesi Hâkim-Billah ve Bizans imparatoru II. Basileios’un elçileri vasıtasıyla tebrik ettiler. Abbâsî halifesi Ebû Nâsr Ahmed’e Nâsruddevle, Fâtımî halifesi ise İzzüddevle unvanlarını verdiler. Bu durumdan anlaşılacağı üzere EL-CEZÎRE ve ERMENİYYE için vazgeçilmez bir unsur olan Mervânlıların bölgenin siyasî unsurları tarafından kendi taraflarına çekilmek istenmeleri onların EL-CEZÎRE bölgesi siyasetinde önemli bir unsur olduklarını göstermektedir.
M.S. 1021 VASPURAGAN’ın eski kralı Senekerim, ORTA Anadolu’daki SİVAS’A yerleşmek için VASPURAGAN bölgesini terk ettiğinde 14.000 aile reisi yanlarında aileleri olduğu halde onu izlediler. Bizans İmparatorluğu, VASPURAGAN bölgesini ele geçirdiği zaman bu bölgede 10 şehir, 72 kale ve 4.000 civarında köy bulunmaktaydı. Bizans İmparatorluğu bir oldubitti sonucu bu topraklara sahip oldu. Böylelikle VAN Gölü’nün doğu ve güney bölgelerinin nüfusu çok azaldı. ORTA Anadolu’ya giden Ermeniler ise bu bölgeyi Ermenileştirecek kadar fazla değildiler. Ayrıca Bizans İmparatorluğu bu tür nüfus hareketleri sonrasında başta VASPURAGAN bölgesi olmak üzere bütün Doğu Anadolu gelecekteki Türk fethine ve yerleşimine kolaylık sağladı. Bu antlaşmaya göre, Bizans İmparatorluğu, merkezinin VAN’IN olduğu kuzeyde BARGİRİ’NİN güneyinden güneyde ÇÖLEMERİK/HAKKÂRİ ’NİN kuzeyinden, batıda VESTAN/GEVAŞ bölgesini, güneydeki BÜYÜK AĞPAG ( HATAMAKERT/BAŞKALE, HOŞAP) bölgesinin batısından doğuda HOY, SELMAS hattına kadar olan bölgeleri sınırları içine kattı. Ayrıca daha önce Müslümanların elinden alınan MALAZGİRT bölgesi de VASPURAGAN bölgesi içine dâhil edildi.
M.S. 1044 I. Gagik’in halefleri döneminde ANİ şehri hızla gerilemeye başlamış ve Bizans İmparatorluğu’na ilhak edilmiştir.
M.S. 1124 ANİ Şehri, Gürcü Kralı Davit II zamanında ilk defa olarak Gürcüler tarafından zapt edilmiştir. ANİ ve havalisi Gürcistan Krallığı’na ilhakından sonra Ermeni Zahari saltanat hanedanına tımar olarak verilmiştir.
M.S. 1222 Moğollar, ŞİRVAN DERBENT’İNİ aştıktan sonra KAFKASYA’DA yollarına devam etmişlerdir. Buralarda ALAN, LEGZİ (Lezgi) ve TÜRKLERDEN başka BİRÇOK MİLLET yaşıyordu. Moğollar önce LEGZİ halkından pek çok kimseyi öldürmüşlerdir. Moğollar bu bölgede kendilerine karşı koyup düşmanlık edenlere karşı şiddetli saldırılara geçmişlerdir. ALAN halkı ile savaşan Moğollar onlarla savaşta başarıya ulaşamayınca KIPÇAKLAR ile barış antlaşması imzalayarak mal, para ve elbise vererek onların kendilerine karşı saldırılarını önlemişlerdir. Daha sonrada ALANLAR üzerine saldırıp onları hâkimiyetleri altına almışlardır. Moğollar akabinde barış yaptıkları KIPÇAKLAR üzerine saldırarak onlardan barış antlaşması sırasındaki verdikleri mal, para ve elbiselerden daha fazlasını ele geçirmişlerdir. Moğollar Kıpçakların ikamet ettikleri SUĞDAK’A gelerek burayı darmadağın edince Kıpçakların çoğu burayı terk etmek zorunda kalmışlardır.
M.S. 1229 Moğol-Ermeni ilk karşılaşmasından sonra Moğolların Ermenistan ve Gürcistan bölgesini asıl fetihleri ve yerleşmeleri Ögeday Han döneminde, Çarmoğan Noyan’ın bölgeye 1229 yılında görevlendirilmesiyle olmuştur. Bu tarihten sonra Moğolların KAFKASYA ve ANADOLU’DA ilerlemeleri giderek sıklaşmış ve Ermenilerin Moğollara tabiiyeti şeklinde olaylar gelişme göstermiştir. Bu bölümde Moğol İmparatorluğu ile başlayıp gelişen, İlhanlılar dönemine kadar olan ilişkiler de bilinmektedir.
M.S. 1302 Memlûklar, Ermeni Kralını 1299’da yapılan sefere katıldığı için cezalandırmak maksadıyla 1302 yılında bir ordu tertip ederek Sis civarını ve geçtiği yerleri talan ederek, yeniden Ermeni kralını Memlûklara tabii olmaya mecbur ettikten sonra geri dönmüşlerdir. Buna rağmen 1303 yılında düzenlenen Şam seferine Ermeniler Moğolların safında katılmışlardır. (24)
Yazı serisine başlarken “ Ermenilerin, dünyanın farklı bölgelerine savrulmuş olduklarını, hangi ülkede, hangi sayıda yaşadıklarını, söz konusu ülkelere göç nedenlerini biraz uzun olsa da kalemim döndüğü kadarıyla anlatmaya, satır başları ile de olsa, tarihin derinliğine teolojiye, ilahiyata ve mitolojiye bakarak bazı iddialara da dikkatinizi çekmeğe çalışacağım” demiştim. Artık Ermenilerin en büyük YALANLARINDAN olan sözde soykırımına cevap bulacağımız kaynakları paylaşacağım.
DEVAM EDECEK
KAYNAKÇA;
20 Yıldız Deveci Bozkuş, Bir Başka Açıdan Ermenilerde Din
21 Emin Şıhaliyev, Uluslararası İlişkiler Boyutuyla Ermenistan-Azerbaycan Çatışması
22 Yıldız Deveci Bozkuş, Bir Başka Açıdan Ermenilerde Din
23 Prof. Dr. Abdurrahman Küçük, Gregoryen Ermeni Kilisesinin Oluşması ve Konsil Kararları Karşısındaki Tutumu
24 Kemal Taşcı, Selçuklular Zamanında Van Gölü Havzası
Kenan Mutlu Gürses
Bir yanıt yazın