Ye Haramı, Söyle Yalanı, Sonra 5 Vakit Yat Yat Kalk…

<p>Önce şunu vurgulayalım: Bu ülkede herkes istediği gibi ibadet eder, istediği gibi tanrısına, peygamberine inanır, duasını yapar. Bu alanda herkes özgürdür, hürdür, serbesttir. Kimse kimseye karışamaz. Kimse kimseyi engelleyemez.  Kimse kimseye yasak getiremez. Bu gelenek Osmanlıdan bu yana, yıllardan beri süregelmektedir. “Din elden gidiyor, dinimize sahip çıkalım” lafları bir avuç gerici mollanın kuru gürültüsüdür. Bu konuda Mustafa Kemal Atatürk de 1930 yılında şunları söylemişti: “Türkiye Cumhuriyeti'nde herkes Allah'a istediği gibi ibadet eder. Hiç kimseye dini fikirlerinden dolayı bir şey yapılmaz…” Atamızın sözünü ettiği “Laik düşüncenin” temeli, 1840’lardan sonra ve 1. Dünya savaşı yıllarında atılmaya başlanmıştı. Aydın düşünceli adamların ortaya çıkması ile birlikte yavaş yavaş, Osmanlı, “Din devleti” olmaktan uzaklaşıyordu. Mektebi Mülkiye, Mektebi Harbiye, Mektebi Tıbbiye, Mektebi Hukuk ve Darülfünun (Üniversite) gibi yeni okullar da “akılcı ” ve “bilimsel” eğitimleriyle laikliğe toplumsal zemin hazırlıyorlardı. 1917'de Şeyhülislam, hükümet üyesi olmaktan çıkarıldı. İlkokullar, Şeriat Mahkemelerinden alınıp Eğitim Bakanlığı'na, Şeriat Mahkemeleri de Şeyhülislamlıktan alınıp Adalet Bakanlığı'na bağlandı. Bu girişimler Cumhuriyetin ilanından önce gerçekleşiyordu. Atatürk zamanında da dinle devlet işleri ayrılıp “laik düzen” kuruldu. İslam, devletin resmi dini olmaktan çıkartılıp, gönüllere, vicdanlara yerleşti. 1920’de “Meclisin üstünde hiçbir güç ve kuvvetin bulunmadığı, egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olduğu” vurgulandı. Ama AKP’nin bugünkü Türkiye ortamında ülkemiz, Meşrutiyet döneminin, 1840’ların ve 1917’lerin de gerisine düştü. Tüm devlet kurumları, okullar, yargı, dinin ve tarikatların egemenliği altına girdi. Milletin ve meclisin söz hakkı kalmadı. Bugün ülkemizde bir milyonun üstünde çocuk bu tarikat okullarında eğitim görmekte; sorgulamayan, yargılamayan robotlar olarak yetiştirilmektedirler. Daha da kötüsü din ile devlet işleri birleşti. Bazı çevreler, mollalar, şeyhler, şıhlar için din, ticarete, ticaret kaynağına dönüştü. Ondan para kazanmaya, mal mülk edinmeye, servet yapmaya başladılar… İşte bizim karşı çıktığımız nokta burasıdır. Yani “Dinin bir geçim aracı, bir gelir kapısı” olarak kullanılması ve iktidarın da bu din tüccarlarına destek vermesidir. Bu nedenle, ülkemize laikliği, demokrasiyi, bilimsel düşünceyi getiren Atatürk’e ders kitaplarında artık yer yoktur. Din tüccarları devlet adamları, bakanlarla birlikte açılışlara, toplantılara katılıyorlar. Diz dize, kol kola yan yana oturup, mutlu görüntüler sergiliyorlar… Hedef, bu yol ve yöntemle halka daha şirin görünüp oy toplamak… 18 yıldan bu yana politikacılar ve mollalar tarikat desteği ile iktidarda kalıp; günlerini gün ettiler, servetlerine servet kattılar. Bu politikacıların çoğu, ilkokul diploması bile olmayan bu mollaların yönettiği tarikatlara üyedirler. Hem de aralarında cumhurbaşkanları, başbakanlar, bakanlar da var. Atatürk şöyle diyordu: “Dinden menfaat temin eden kimseler iğrenç kimselerdir. İşte biz bu vaziyete karşıyız ve buna müsaade etmiyoruz. Bu gibi din ticareti yapan insanlar saf ve masum halkımızı aldatmışlardır. Bizim ve sizlerin asıl mücadele ettiğimiz bu kimselerdir…” Bugün ülkemiz, işte bu “Dinden menfaat temin eden, din ticareti yapan insanlarla” doldu. Ve günden güne bir çekirge sürüsü gibi çoğalıyorlar, devletin her kurumunu ele geçirdiler. Ve “Saf, masum halkımızı aldatmaya” devam ediyorlar… Bu görevlerini hakkıyla yapabilmek için kendilerinden önce düzenlenen, değiştirilen hadisleri kullanıyorlar, yeni yorumlar ekliyorlar. Örnek verecek olursak: Bazı hadis kitaplarında, yani Kuran’a paralel görüşler getirmeye çalışılan, sahte yorumlarda deniliyor ki “Bir günde 5 vakit namaz kılan kişinin o günkü tüm günahları affolur.” Ama günde 5 vakit namaz kılmazsa ya da buna imkân bulamazsa, işte o zaman Cuma namazına gider, tüm günahlarını affettirir. Başka bir hadiste ise 1 ay oruç tutanın 1 yıllık günahlarının bağışlandığı söyleniyor. O zaman şöyle düşünmez mi bir Müslüman: “Ben namazımı kılayım, orucumu tutayım, ondan sonra her suçu işleyeyim. Nasıl olsa oruç tutunca, namaz kılınca af olacaktır…”    İşte bu nedenle bu hacıların, hocaların arasından, bacak kadar çocukları taciz edenler, kamu malını yağmalayanlar ve kısa zamanda servet sahibi olanlar çıkmaktadır. Sevgili Bergüzar Korel’in dediği gibi, “Kuran’ın Türkçesi zorunlu ders olsun, ülkede ne hırsız, ne sapık kalır ne de cemaat, tarikat… (alieralp37@gmail.com) - IMG 20170622 111622




Önce şunu vurgulayalım:
 
Bu ülkede herkes istediği gibi ibadet eder, istediği gibi tanrısına, peygamberine inanır, duasını yapar.
 
Bu alanda herkes özgürdür, hürdür, serbesttir.
 
Kimse kimseye karışamaz. Kimse kimseyi engelleyemez.  Kimse kimseye yasak getiremez.
 
Bu gelenek Osmanlıdan bu yana, yıllardan beri süregelmektedir. “Din elden gidiyor, dinimize sahip çıkalım” lafları bir avuç gerici mollanın kuru gürültüsüdür.
 
Bu konuda Mustafa Kemal Atatürk de 1930 yılında şunları söylemişti:
 
“Türkiye Cumhuriyeti’nde herkes Allah’a istediği gibi ibadet eder. Hiç kimseye dini fikirlerinden dolayı bir şey yapılmaz…”
 
Atamızın sözünü ettiği “Laik düşüncenin” temeli, 1840’lardan sonra ve 1. Dünya savaşı yıllarında atılmaya başlanmıştı.
 
Aydın düşünceli adamların ortaya çıkması ile birlikte yavaş yavaş, Osmanlı, “Din devleti” olmaktan uzaklaşıyordu.
 
Mektebi Mülkiye, Mektebi Harbiye, Mektebi Tıbbiye, Mektebi Hukuk ve Darülfünun (Üniversite) gibi yeni okullar da “akılcı ” ve “bilimsel” eğitimleriyle laikliğe toplumsal zemin hazırlıyorlardı.
 
1917’de Şeyhülislam, hükümet üyesi olmaktan çıkarıldı. İlkokullar, Şeriat Mahkemelerinden alınıp Eğitim Bakanlığı’na, Şeriat Mahkemeleri de Şeyhülislamlıktan alınıp Adalet Bakanlığı’na bağlandı.
 
Bu girişimler Cumhuriyetin ilanından önce gerçekleşiyordu.
 
Atatürk zamanında da dinle devlet işleri ayrılıp “laik düzen” kuruldu. İslam, devletin resmi dini olmaktan çıkartılıp, gönüllere, vicdanlara yerleşti. 1920’de “Meclisin üstünde hiçbir güç ve kuvvetin bulunmadığı, egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olduğu” vurgulandı.
 
Ama AKP’nin bugünkü Türkiye ortamında ülkemiz, Meşrutiyet döneminin, 1840’ların ve 1917’lerin de gerisine düştü. Tüm devlet kurumları, okullar, yargı, dinin ve tarikatların egemenliği altına girdi.
 
Milletin ve meclisin söz hakkı kalmadı.
 
Bugün ülkemizde bir milyonun üstünde çocuk bu tarikat okullarında eğitim görmekte; sorgulamayan, yargılamayan robotlar olarak yetiştirilmektedirler.
 
Daha da kötüsü din ile devlet işleri birleşti. Bazı çevreler, mollalar, şeyhler, şıhlar için din, ticarete, ticaret kaynağına dönüştü.
 
Ondan para kazanmaya, mal mülk edinmeye, servet yapmaya başladılar…
 
İşte bizim karşı çıktığımız nokta burasıdır. Yani “Dinin bir geçim aracı, bir gelir kapısı” olarak kullanılması ve iktidarın da bu din tüccarlarına destek vermesidir.
 
Bu nedenle, ülkemize laikliği, demokrasiyi, bilimsel düşünceyi getiren Atatürk’e ders kitaplarında artık yer yoktur.
 
Din tüccarları devlet adamları, bakanlarla birlikte açılışlara, toplantılara katılıyorlar. Diz dize, kol kola yan yana oturup, mutlu görüntüler sergiliyorlar…
 
Hedef, bu yol ve yöntemle halka daha şirin görünüp oy toplamak… 18 yıldan bu yana politikacılar ve mollalar tarikat desteği ile iktidarda kalıp; günlerini gün ettiler, servetlerine servet kattılar.
 
Bu politikacıların çoğu, ilkokul diploması bile olmayan bu mollaların yönettiği tarikatlara üyedirler. Hem de aralarında cumhurbaşkanları, başbakanlar, bakanlar da var.
 
Atatürk şöyle diyordu:
 
“Dinden menfaat temin eden kimseler iğrenç kimselerdir. İşte biz bu vaziyete karşıyız ve buna müsaade etmiyoruz. Bu gibi din ticareti yapan insanlar saf ve masum halkımızı aldatmışlardır. Bizim ve sizlerin asıl mücadele ettiğimiz bu kimselerdir…”
 
Bugün ülkemiz, işte bu “Dinden menfaat temin eden, din ticareti yapan insanlarla” doldu. Ve günden güne bir çekirge sürüsü gibi çoğalıyorlar, devletin her kurumunu ele geçirdiler.
 
Ve “Saf, masum halkımızı aldatmaya” devam ediyorlar…
 
Bu görevlerini hakkıyla yapabilmek için kendilerinden önce düzenlenen, değiştirilen hadisleri kullanıyorlar, yeni yorumlar ekliyorlar.
 
Örnek verecek olursak:
 
Bazı hadis kitaplarında, yani Kuran’a paralel görüşler getirmeye çalışılan, sahte yorumlarda deniliyor ki “Bir günde 5 vakit namaz kılan kişinin o günkü tüm günahları affolur.”
 
Ama günde 5 vakit namaz kılmazsa ya da buna imkân bulamazsa, işte o zaman Cuma namazına gider, tüm günahlarını affettirir.
 
Başka bir hadiste ise 1 ay oruç tutanın 1 yıllık günahlarının bağışlandığı söyleniyor.
 
O zaman şöyle düşünmez mi bir Müslüman: “Ben namazımı kılayım, orucumu tutayım, ondan sonra her suçu işleyeyim. Nasıl olsa oruç tutunca, namaz kılınca af olacaktır…”   
 
İşte bu nedenle bu hacıların, hocaların arasından, bacak kadar çocukları taciz edenler, kamu malını yağmalayanlar ve kısa zamanda servet sahibi olanlar çıkmaktadır.
 
Sevgili Bergüzar Korel’in dediği gibi, “Kuran’ın Türkçesi zorunlu ders olsun, ülkede ne hırsız, ne sapık kalır ne de cemaat, tarikat…
 
(alieralp37@gmail.com)
<p>Önce şunu vurgulayalım: Bu ülkede herkes istediği gibi ibadet eder, istediği gibi tanrısına, peygamberine inanır, duasını yapar. Bu alanda herkes özgürdür, hürdür, serbesttir. Kimse kimseye karışamaz. Kimse kimseyi engelleyemez.  Kimse kimseye yasak getiremez. Bu gelenek Osmanlıdan bu yana, yıllardan beri süregelmektedir. “Din elden gidiyor, dinimize sahip çıkalım” lafları bir avuç gerici mollanın kuru gürültüsüdür. Bu konuda Mustafa Kemal Atatürk de 1930 yılında şunları söylemişti: “Türkiye Cumhuriyeti'nde herkes Allah'a istediği gibi ibadet eder. Hiç kimseye dini fikirlerinden dolayı bir şey yapılmaz…” Atamızın sözünü ettiği “Laik düşüncenin” temeli, 1840’lardan sonra ve 1. Dünya savaşı yıllarında atılmaya başlanmıştı. Aydın düşünceli adamların ortaya çıkması ile birlikte yavaş yavaş, Osmanlı, “Din devleti” olmaktan uzaklaşıyordu. Mektebi Mülkiye, Mektebi Harbiye, Mektebi Tıbbiye, Mektebi Hukuk ve Darülfünun (Üniversite) gibi yeni okullar da “akılcı ” ve “bilimsel” eğitimleriyle laikliğe toplumsal zemin hazırlıyorlardı. 1917'de Şeyhülislam, hükümet üyesi olmaktan çıkarıldı. İlkokullar, Şeriat Mahkemelerinden alınıp Eğitim Bakanlığı'na, Şeriat Mahkemeleri de Şeyhülislamlıktan alınıp Adalet Bakanlığı'na bağlandı. Bu girişimler Cumhuriyetin ilanından önce gerçekleşiyordu. Atatürk zamanında da dinle devlet işleri ayrılıp “laik düzen” kuruldu. İslam, devletin resmi dini olmaktan çıkartılıp, gönüllere, vicdanlara yerleşti. 1920’de “Meclisin üstünde hiçbir güç ve kuvvetin bulunmadığı, egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olduğu” vurgulandı. Ama AKP’nin bugünkü Türkiye ortamında ülkemiz, Meşrutiyet döneminin, 1840’ların ve 1917’lerin de gerisine düştü. Tüm devlet kurumları, okullar, yargı, dinin ve tarikatların egemenliği altına girdi. Milletin ve meclisin söz hakkı kalmadı. Bugün ülkemizde bir milyonun üstünde çocuk bu tarikat okullarında eğitim görmekte; sorgulamayan, yargılamayan robotlar olarak yetiştirilmektedirler. Daha da kötüsü din ile devlet işleri birleşti. Bazı çevreler, mollalar, şeyhler, şıhlar için din, ticarete, ticaret kaynağına dönüştü. Ondan para kazanmaya, mal mülk edinmeye, servet yapmaya başladılar… İşte bizim karşı çıktığımız nokta burasıdır. Yani “Dinin bir geçim aracı, bir gelir kapısı” olarak kullanılması ve iktidarın da bu din tüccarlarına destek vermesidir. Bu nedenle, ülkemize laikliği, demokrasiyi, bilimsel düşünceyi getiren Atatürk’e ders kitaplarında artık yer yoktur. Din tüccarları devlet adamları, bakanlarla birlikte açılışlara, toplantılara katılıyorlar. Diz dize, kol kola yan yana oturup, mutlu görüntüler sergiliyorlar… Hedef, bu yol ve yöntemle halka daha şirin görünüp oy toplamak… 18 yıldan bu yana politikacılar ve mollalar tarikat desteği ile iktidarda kalıp; günlerini gün ettiler, servetlerine servet kattılar. Bu politikacıların çoğu, ilkokul diploması bile olmayan bu mollaların yönettiği tarikatlara üyedirler. Hem de aralarında cumhurbaşkanları, başbakanlar, bakanlar da var. Atatürk şöyle diyordu: “Dinden menfaat temin eden kimseler iğrenç kimselerdir. İşte biz bu vaziyete karşıyız ve buna müsaade etmiyoruz. Bu gibi din ticareti yapan insanlar saf ve masum halkımızı aldatmışlardır. Bizim ve sizlerin asıl mücadele ettiğimiz bu kimselerdir…” Bugün ülkemiz, işte bu “Dinden menfaat temin eden, din ticareti yapan insanlarla” doldu. Ve günden güne bir çekirge sürüsü gibi çoğalıyorlar, devletin her kurumunu ele geçirdiler. Ve “Saf, masum halkımızı aldatmaya” devam ediyorlar… Bu görevlerini hakkıyla yapabilmek için kendilerinden önce düzenlenen, değiştirilen hadisleri kullanıyorlar, yeni yorumlar ekliyorlar. Örnek verecek olursak: Bazı hadis kitaplarında, yani Kuran’a paralel görüşler getirmeye çalışılan, sahte yorumlarda deniliyor ki “Bir günde 5 vakit namaz kılan kişinin o günkü tüm günahları affolur.” Ama günde 5 vakit namaz kılmazsa ya da buna imkân bulamazsa, işte o zaman Cuma namazına gider, tüm günahlarını affettirir. Başka bir hadiste ise 1 ay oruç tutanın 1 yıllık günahlarının bağışlandığı söyleniyor. O zaman şöyle düşünmez mi bir Müslüman: “Ben namazımı kılayım, orucumu tutayım, ondan sonra her suçu işleyeyim. Nasıl olsa oruç tutunca, namaz kılınca af olacaktır…”    İşte bu nedenle bu hacıların, hocaların arasından, bacak kadar çocukları taciz edenler, kamu malını yağmalayanlar ve kısa zamanda servet sahibi olanlar çıkmaktadır. Sevgili Bergüzar Korel’in dediği gibi, “Kuran’ın Türkçesi zorunlu ders olsun, ülkede ne hırsız, ne sapık kalır ne de cemaat, tarikat… (alieralp37@gmail.com) - IMG 20170622 111622 1

Yorumlar

  1. bulent karadeniz avatarı
    bulent karadeniz

    Siz de mi Galatasaray Lisesi karşıtısınız. Saydığınız mektepler ve üniversiteler içinde Galatasaray Lisesini unutmak ancak Türkün sağıcısı , solcusu hepsinin kara vicdanındaki kıskançlık duygusu ile açıklanabilir.

    Atatürk’ün Galatasaray Lisesi mezunu ve Müdürü Tevfik Fikret’i ideolojik referans olarak gördüğünü de mi bilmezsiniz. Fikret ustanın değişiyle “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” bir Galatasaraylının bu tepkisini sakın yabana atmayın.

    Saygılarımla

  2. MEHMET BOZ avatarı
    MEHMET BOZ

    ———-  ———
    Gönderen: Mehmet Boz
    Date: 16 Eki 2020 Cum, 15:29
    Subject: Fwd: [Turkish Forum – eturkiyeyiz.biz] Ye Haramı, Söyle Yalanı, Sonra 5 Vakit Yat Yat Kalk… – Turkish Forum
    To: “Türkiyeyiz Biz”

    Bergüzar Korel’in kim olduğunu bilemedim.
    “Kuran’ın Türkçesi zorunlu ders olsun, ülkede ne hırsız, ne sapık kalır ne de cemaat, tarikat…” tümcesini Sn. Eralp aldığına göre bu zat mühim bir toplumbilimci, hukukçu veya din bilgin olmalı. Aksi halde bu denli iddialı lafı etmek kolay olmamalı.
    Hadi varsayalım ki yazıldığı, dendiği gibi “ “Kuran’ın Türkçesi zorunlu ders olsa “ bu düşünce sahiplerinin arzuladığı gibi bir toplumsal düzen kurulabilir mi/ecek mi?
    Yoksa Türkiye kırk buçuk tarikata, kırk buçuk alt kimliğe bölünmüş kırk yamalı bohçaya döndürülmüş bir memleket mi olur?
    Oldurduktan sonra da Lübnan Cumhurbaşkanın “ illa da laik anayasa, laik devlet yönetimi” diye yazıp söylediği gibi demeyeceklerinden emin olmalılar.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir