27 Eylül 1538’de Kaptan-ı Derya Barbaros Hayrettin Paşa komutasındaki Osmanlı donanmasının Cenevizli Amiral Andrea Doria komutasındaki haçlı donanmasını Pireveze (Preveze)’de yenilgiye uğratmasıyla denizcilik tarihini destanlaştıran ölümsüz bir utkudur. Preveze Deniz Utkusunun yıl dönümü ve Deniz Kuvvetleri Günü milletimize kutlu olsun.
Bir anımsatma: Deniz Kuvvetlerini iç(mahkeme) cepheden çökertmek amaçlı 2012 yılından yapılmış olan saldırının Amiral Cem Gürdeniz’in makalesinden okunması önerilir.
İlgili yazı aşağıdadır.(anılan yazıdan iki alıntı)
1- Dz. Kuvvetlerini içeriden çökertmek için 2012 yılında başlayan saldırılarla ilgili (E)Amiral Cem Gürdeniz’in makalesinden:
• 21 Eylül 2012Balyoz davası kararları ile Dz.Kuvvetleri’ne mensup 36 amiral,115 subay ve 5 astsubay 13-18 yıl arasında değişen ağır (hapis) cezalara çarptırıldı.
• 2008 yılından itibaren Deniz Kuvvetlerine …kendi hükümetinin ve parlamentosunun gözleri önünde…iftira ve yalanlara dayalı komplolar kuruldu.
•Amiral ve subayları (Mondros) mütareke döneminde yaşanana benzer karalamalarla itibarsızlaştırıldı.
•Bu operasyonun perde arkasındaki asıl makro hedefin, Türkiye’nin denizcileşmesi ve bölgesel bir Deniz Gücü olmasının engellenmesi olduğunu sorumlu mevkide olanlar da göremedi. Görmek istemedi.
2- Anayasal hakları kapsamında Montrö Boğazlar Sözleşmesi ve görevdeki tarikatçı amiral ile ilgili yayınladıkları bildiri nedeniyle 104 emekli amiralin maruz kaldığı muamele ve bu kapsamda gözaltına alınanlardan biri olan Amiral Gürdeniz’in “…bir metinden mağduriyet çıkarmak tamamen algı operasyonu. Ömrünü FETÖ ile mücadeleye ve Mavi Vatan çıkarlarını korumaya adamış, bu uğurda hapis yatmış amirallere vicdansız suçlamada bulunmak çok yanlış.” demesi çok anlamlıdır.
21 Eylül 2012 Balyoz davası kararları ile Deniz Kuvvetleri’ne mensup 36 Amiral, 115 subay ve 5 astsubay 13-18 yıl arasında değişen ağır cezalara çarptırıldı.
Hepsi dijital terör ürünü sahte delillerle söz konusu cezaları aldı. Böylece dünya deniz harp tarihinde benzeri zor görülecek bir durum ortaya çıktı. Deniz Kuvvetleri’nin önceden normal koşullar altında emekli olan 11 amirali hariç, aktif görevdeki 50 Amirali’nin yarısı sahte delillere dayalı bir dava sonunda tasfiye edildi. Tasfiye edilen -yüzde doksanı kurmay, yurt dışı görevde bulunmuş ve yüksek lisans eğitimi yapmış- deniz subayları da sınıflarının birincileri ve halen Deniz Kuvvetleri’nin vuruş gücünü temsil edebilen Harp Filosu, Denizaltı Filosu, Hücumbot Filosu, SAT, Deniz Hava ve Amfibi birliklerde kritik kadrolarda görev yapan, donanmanın en güçlü savaş gemilerinin komutan ya da komodorları arasında bulunuyorlardı. Bu subayların yarısından çoğu geleceğin Amiralleri ve Kuvvet Komutanı adayları arasındaydı.
Bu arada Balyoz davası haricinde sözde Amirallere Suikast, Poyrazköy, Ergenekon, İrtica ile Mücadele Eylem Planı, Kafes, Casusluk ve Fuhuş gibi davalar içinde sahte suçlamalara maruz kalan denizci subayların sayısı 300 civarındadır. Bu subaylar da Balyoz’da tasfiye edilen subaylarla ortak özelliklere sahiptir.
SAVAŞ GEMİSİ 3 YIL DA TEMİN EDİLİR BİR AMİRAL İSE 25 YIL DA YETİŞİR
Yaşanan durum, Fransız ihtilali sonrası Fransa Donanması’nın düşürüldüğü duruma benziyor. Yani böylesine acımasız ve gözü kara tasfiyeler ancak ihtilallerde yaşanabilir. Unutulmamalıdır ki, bir savaş gemisi, yeni inşa edildiği takdirde üç yıl içerisinde temin edilebilir. Ancak buna kumanda edebilecek gemi komutanı 15 yılda, komodor 20 yılda, amiral ise 25 yıl da yetişir. Savaş gemileri ile silah ve sistemler onlara kumanda edecek etkin ve yetkin Amiral ve komutanlar olmadan bir hiçtir.Gelecek vadeden birikimleri, deneyimleri, kişilikleri ve bulundukları görev yerleri ile bu personel, Türkiye’nin Akdeniz’de etkin bir deniz gücü olmasında en büyük rolü oynayan nitelikli ve liyakatli yetişmiş insan gücünü temsil ediyordu. Diğer bir deyişle Deniz Kuvvetleri’nin “A” takımıydılar.
TEK “SUÇLARI” BAŞARI VE ATATÜRKÇÜ OLMAK
Hukuk adına, hukuk katledilerek Silivri, Hasdal, Hadımköy, Şirinyer ve Maltepe’de bu acıları aileleri ile beraber çeken çok kıymetli, seçkin, ulusal duruşu yüksek, Deniz Kuvvetleri mensubu amiral, subay ve astsubayların tek suçu, Deniz Kuvvetlerine 90’lı yıllardan sonra tek kelime ile “kuantum sıçraması” yaptıran üretken ve yaratıcı değerler arasında bulunmaları ve Atatürk’ten en küçük bir sapma göstermeyecek karakter ve meslek prensiplerine sahip olmalarıydı. Cezaevlerinde rehin alınan bahriyeliler, aslında bu yükselişin gerçek sahibi seçkin neslin altın vardiyası idiler. Onlar deniz tarihimizin Çeşme, Navarin, Sinop ve Haliç baskınlarını aratmayacak kansız bir baskının rehinleri olarak deniz tarihimizde yerlerini aldılar.Amerikalı Stratejist George Friedman’ın “Bir donanma gücü oluşturmak, gerekli teknolojiyi üretmek için değil, ama iyi amiraller ortaya çıkaran birikmiş bir tecrübenin devredilmesi gerektiği için, nesiller alır”[1] değerlendirmesi, 2008 ile 2011 yılları arasında Türk Deniz Kuvvetleri’ne karşı, tasfiye amaçlı acımasızca uygulanan asimetrik psikolojik ve asimetrik hukuk savaşlarının ana teması oldu.
ATATÜRK’ÜN HAYAL ETTİĞİ DENİZCİ TÜRKİYE’NİN BİR MODELİ OLMUŞTUK
Soğuk Savaş süresinde enerji toplayan ve bu enerjiyi Soğuk Savaş sonrası dönemde büyük bir ivme ile açık denizlere çıkarak, dışa vuran Cumhuriyet Donanması’nı ne ekonomik krizler, ne de Gölcük depreminin yok edici enerjisi durdurabildi. Cumhuriyet Donanması özellikle 90’lı yıllardan itibaren tarihinde benzeri görülmemiş bir şekilde yükselmeye devam etti.Cumhuriyet Donanması 2010 yılı başında eriştiği seviye ile hayal ettiğimiz gerçek anlamda denizci bir devletin sahip olması gereken seviyedeydi[2]. Aslında 21’inci yüzyılın başlangıcındaki Türk Deniz Kuvvetleri Atatürk’ün hayalindeki denizci Türkiye’nin bir modeli idi. Denizciler günümüzde çağdaş teknoloji üreten ve kullanan, kendi kendine yeterli, milli nitelikleri ve yaklaşımları bakımından dışa bağımlılığı daha az ve son derece yetenekli bir askeri güç olmanın yanı sıra, Atatürkçü felsefeyi yaşamında uygulayan personeli örnek bir konumdaydı.
TÜRKİYE’NİN DENİZCİLİKTEKİ BAŞARISI ABD’NİN GÖZÜNE BATIYORDU
Bu olağanüstü başarılar özellikle dünya deniz düzeninin jandarması olan ABD ve peşindeki Avrupa-Atlantik yapının çok gözüne batıyordu. 2008 yılından itibaren Deniz Kuvvetlerine maalesef kendi hükümetinin ve parlamentosunun gözleri önünde akla hayale gelmeyecek iftira ve yalanlara dayalı komplolar kuruldu. Amiral ve subayları mütareke döneminde yaşanana benzer karalama kampanyaları ile itibarsızlaştırıldı. Aslında bu operasyonun perde arkasındaki asıl makro hedefin, Türkiye’nin denizcileşmesi ve bölgesel bir Deniz Gücü olmasının engellenmesi olduğunu sorumlu mevkide olanlar da göremedi. Görmek istemedi.İlerde tarihin yazacağı üzere, Balyoz ve benzeri kurgu davalar yüzyılın en büyük komplosudur. Genelkurmay Başkanlığı ve Deniz Kuvvetleri komuta heyetinin yanlış durum muhakemesi ve hatalı kararları sonucunda, kendi ordusuna, donanmasına, hava kuvvetlerine ve savunma sanayine komplo kurma cesaretini bulanlar, sahte deliller ile beslenen değişik sahte davalar ile yüzlerce Amiral, general, subay ve astsubayı şiddet ve kapsamı genişleyen dalgalar halinde tutuklamaya devam ettiler.Bu komploda önce yandaş medya oluşturuldu. Müteakiben etki tabanlı, dış destekli asimetrik psikolojik harekât saldırıları, asimetrik hukuk savaşları ve her türlü yalan haberi ve iftirayı yayma cesaretini bulan yandaş medya terörü ile sürdürüldü. İnternet ortamında yapılan iftira ve yalanlara dayalı tüm itibarsızlaştırma saldırılarının ABD ve Avrupa ülkelerinden yapılması bu sürece damgasını vurdu. Özellikle 11 Şubat 2011 gecesi, Türk hukuk tarihine Silivri toplama kampının, “Auschwitz”tutuklamaları olarak geçti. Savunma hakkı verilmeden 163 Amiral, general ve subayın dakikalar içinde tutuklanmasından sonra, sahte davalar bir kanser olarak büyüdü ve “hukuka saygılıyız” diyenleri de sahte deliller ile yutmaya devam etti.
DÜNYA DENİZ TARİHİNDE BÖYLE BİR BAŞARI YOK
Türk Deniz gücünün neler yapabileceği yakın tarihimizde saklıdır. Kıbrıs’a 1974 yılında, Rum müdahalesinden sadece beş gün sonra, son 50 yıldır hiç savaşmamış olduğu halde Cumhuriyet Donanması, denizaşırı bir amfibi harekâtı başarabilmiş ve Kıbrıs Girne’de kıyı başını tutabilmiştir. Bu başarının bir benzeri dünya deniz tarihinde yoktur. ABD bile, Kuveyt ve Irak krizlerinde aylarca süren hazırlık sürecinden sonra deniz aşırı harekât icra edebilmiştir. Ocak 1996’da yaşanan Kardak krizinde de Cumhuriyet Donanması, 12 saat içinde savaş konumuna geçebilmiş ve karşı tarafı caydırarak siyasi inisiyatifin Türkiye’ye geçmesini sağlamıştır.
DENİZ KUVVETLERİ 500 YIL SONRA TEKRAR DENİZLERE HAKİM
Cumhuriyet Donanmasının yükselişi o denli büyük oldu ki, bu yükseliş, 21’inci yüzyılda Karadeniz, Ege ve Doğu Akdeniz’in küresel kurgular ile şekillenmesine izin vermeyen, önemli çıkarları olan Hint Okyanusu’nda 2009 yılından itibaren sürekli savaş gemisi bulundurabilen, kendi savaş gemisini, sensör ve silahını yapabilen, var oluş nedenini Mustafa Kemal Atatürk ve ulusal güçten alan Türk Deniz Gücü’nün oluşumunu gerçekleştirdi. Daha da öte, Cumhuriyet Donanması Türkiye’nin denizcileşmesinin lokomotifi oldu. Osmanlı İmparatorluğundan devraldığı bu görevi, emsalsiz başarılar ile sürdürebildi. Cumhuriyet Donanması Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan, “Toprak Gemi” Anadolu’yu sırtında taşıyarak, “Mavi Vatan” denizlerimize yaklaştırmanın ve her ikisini buluşturmanın hayati sorumluluğunu üstlendi. Ege’de milli çıkarları kararlı bir şekilde korumuş, Kardak Krizi ile Ege’de çok önemli kazanımlar getirecek bir süreci başlatmış, Karadeniz’de İkinci Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş sırasındaki stratejik kazanımlarını ve Montrö rejimini koruyabilmiş, 2010 yılının sonuna kadar Doğu Akdeniz’de Kıbrıs Rum Kesimi ve Yunanistan’ın deniz yetki alanlarımıza yönelik hak ihlallerini caydırmayı başarmıştır.Cumhuriyet Donanması ulusal savunma ve çıkarlarımızın korunmasına sadece çevre denizlerde değil, uzaklarda, ana karadan binlerce mil ötede Hint Okyanusu’nda Aden Körfezi gibi alanlarda da hizmet etti. NATO görev ve faaliyetlerinin yanı sıra Birleşmiş Milletler barış destek faaliyetlerinde, Lübnan, Kosova ve Afganistan’da gerek gemiler gerekse deniz piyade birlikleri ile görev aldı. Deniz Kuvvetleri’nin Akdeniz’de eriştiği güç, 2010 yılında Preveze Deniz Zaferi’nden sonra geçen kabaca son 500 yılın en yüksek seviyesine ulaşmıştı.
TÜRK DENİZ KUVVETLERİN’NİN 40 YILI İPOTEK ALTINA ALINDI
Bir deniz gücünün iki ana unsuru vardır. Bunlardan ilki kuvvet yapısıdır. Diğeri de komuta yapısı. Her ikisi etle tırnak gibidir. Kuvveti olmayan en seçkin amiral ve komutanlar bir işe yaramazlar. Diğer taraftan iyi amiral ve gemi komutanları olmayan bir donanma da savaşamaz. Her iki durumun dünya deniz tarihinde sayısız örnekleri vardır. Osmanlı donanmasının maruz kaldığı baskınlarda ve yenildiği savaşlarda başında iyi yetişmiş amiralleri ve liyakatli komutanları yoktu. İngiltere’nin İkinci Dünya Savaşı’nda çok iyi amiralleri ve denizcileri vardı ancak savaş gemisi yoktu. ABD eğer onlara savaşın ilk yıllarında “lend-lease” uygulaması ile 75 adet muhrip ve refakat gemisi vermeseydi şüphesiz Atlantik savaşının sonu farklı olurdu. Fransız İhtilali sonunda Amiralsiz ve komutansız kalan Fransız donanmasında üsteğmenler amiral yapıldı. Sonuç, 1805 yılında Trafalgar sonrası hem Atlantik hem de Akdeniz’den atıldılar.Türk Deniz Kuvvetleri’nin isimli davalar ile sadece seçkin denizcileri tasfiye edilmiyor. Aynı zamanda gelecek 40 yılı ipotek altına alınıyor. 2008-12 yılları arasında neredeyse sekiz ayrı isimli davada tutuklu yargılanan, özel yetkili savcılara ifade veren, tanık ya da sanık sandalyesine oturtularak korkutulan deniz subaylarının sayısı 500 civarındadır. Bu rekor bir sayıdır. Deniz Kuvvetlerinden rahatsız olan iç ve dış mihrakların kini ve korkuları öylesine büyüktür ki sahte delil ve iftiralarla ucu açık davaları sürdürmeye ve istemedikleri kişileri bu davalara eklemekte engel tanımamaktadırlar. İzmir’de devam eden sözde İkinci Casusluk ve Fuhuş davasına eklenen denizcilerin içinde Türkiye’nin ilk milli gemisi “MİLGEM” in mühendisleri ile doktorları ve bilim adamlarının tutuklu yargılanmaları amaçlanan tasfiyenin ve cezalandırmanın boyutlarını ortaya koyuyor. Böylece Domaklesin Kılıcı, yurtsever ve Atatürkçü denizcilerin üzerinde sallanıp duruyor. Bu davalar ve mahkemelerin Stalin döneminin “grotesque” mahkemelerinden farkı kalmamıştır.
Tasfiyeye uğrayan Amiral ve denizcilerin ortak yönü, donanmanın yükseliş dönemindeki başarıların hemen hemen hepsinin planlayıcısı ya da uygulayıcısı olmalarıdır. Hain eller onları cımbızla seçmiştir. Onları sadece tasfiye ile cezalandırmamış, ağır hapis cezaları vererek gelecek nesillere de mesaj vermiştir. Akdeniz’de, Ege de ve Karadeniz’de ulusal çıkarlarınızı Avrupa-Atlantik çıkarlara üstün tutacak ulusal bir Donanma varlığına girişmeyin. Sonunuz Balyoz gibi olur!Yaşanan tasfiyelerin sonunda beklenen açık ve net hedef, Türkiye’nin denizcileşmesinin ve Cumhuriyet Donanması’nın bölgesel bir güç olmasının önlenmesidir. Bu süreçte hayali suçlarla yargılananlar ve hüküm giyenler Deniz Kuvvetleri’nin seçkin denizcileri değil, Türkiye’nin denizcileşmesinin ta kendisidir.
BU SÜREÇ SONUNDA KISA VADEDE NELER YAŞANDI?
-Nüfusu Kadıköy kadar olmayan Güney Kıbrıs Rum kesimi, Doğu Akdeniz’i tamamen sahiplendi. Eskiden Türk Donanması’nın en küçük tatbikatını BM veya AB’ye şikayet eden hatta AB 2009 Türkiye ilerleme raporunda ismen Türk Deniz Kuvvetleri’ni saldırgan olarak kaydettiren Rumlar 2003’te tek taraflı ilan ettikleri ve Türkiye ile KKTC’nin çıkarlarını yerle bir eden münhasır ekonomik bölgede petrol ve doğal gaz zenginliklerini artık Türk donanmasının hiçbir engellemesiyle karşılaşmadan sömürüyorlar. Bu arada İsrail-GKRY ve İsrail-Yunan yakınlaşması Ortodoks
-Yahudi tarihinin altın çağını yaşamaktadır. Doğu Akdeniz ve Ege kaynaklı geleceğin krizlerinde Türkiye’nin yalnızlığı bu durumda şüphesiz artacaktır.-1996 yılından itibaren Kardak’ta tesis edilmiş devlet uygulamalarımız artık sulanmıştır. Aynı durum Kuşadası Körfezindeki Bulamaç (Farmakonisi) ve Eşek (Gaidoros) adacıkları için de geçerlidir. Bu formasyonların Yunanistan’a herhangi bir andlaşma ile devredilmediği açıktır. 2010 öncesi bu bölgelere destursuz giremeyen Yunanistan, içinde bulunduğu zor ekonomik koşullara rağmen Türk Donanmasına artık meydan okuyabilmektedir. Zira Türk donanması içerden vurulmuştur. Yunanistan tek Avro harcamadan 50 yılda elde edemeyeceği üstünlüğü sağlamıştır. Türk Deniz Kuvvetlerinin en seçkin Amiralleri ve gemi komutanları tasfiye edilmiştir.
-Türkiye’nin başta Montreux Boğazlar Sözleşmesi ve Deniz Kuvvetlerinin öncülüğünde geliştirdiği bir çok girişimle hassas dengeleri koruduğu ve bir barış denizi haline getirdiği Karadeniz’de, NATO’nun sürekli operatif varlık göstermesine neden olacak Füze Savunma Sistemine Türkiye’nin aktif iştiraki kısa ve orta vadede Türk-Rus ilişiklerini zedeleyecektir. Karadeniz’de sürekli barış ve istikrarın yolu bu denizin özel statüsünün korunması ve Basra Körfezine dönüşmesinin engellenmesidir. Silivri ve Hasdal’da iki senedir haksız yere yatan Amirallerinin pek çoğunun Karadeniz’in bir istikrar denizi haline dönüşmesini sağlayan, tüm sahildarları bir araya getiren başta BLACKSEAFOR ve Karadeniz Uyumu Harekatı ile Karadeniz Sahil Güvenlik İşbirliği Forumu olmak üzere bir çok girişimin fikir babaları ve uygulayıcıları olmaları tesadüfle izah edilemez.
-Türkiye’nin ilk milli gemisi olan TCG Heybeliada, 27 Eylül 2012 tarihinde yüzde 60 milli katkı payı ile Deniz Kuvvetlerinin İstanbul tersanesinde tamamlanmış ve donanmaya teslim edilmiştir. Böylece Deniz Kuvvetlerine sahip 130 ülke içinde Türkiye kendi savaş gemisini yapabilen 14 ülke arasında yer almıştır. Bu başarı da çok görülmüştür. Sahte davalar ile artık mühendislerin de hedefe alınması, Türkiye’nin bu yüksek başarısına en büyük darbeyi indirmiştir. Milgem’e hayat veren mühendisler ile bu projeye en büyük katkıyı sağlayan HAVELSAN Genel Müdürünün isimli davalar ve sahte deliller ile tutuklu bulunması da tesadüfle ve hayatın normal akışı ile izah edilemez. Başlarına neler geleceğini gören genç mühendislerin bahriyeden ayrılmaları da her halde birilerini çok sevindiriyordur.-NATO’nun ve Avrupa Atlantik bloğun Türk askeri ile donanmasının kendi çıkarları doğrultusunda kullanımının yolu Balyoz davasının 11 Şubat 2011 Silivri tutuklamalarından kısa süre sonra açılmıştır. Türk Donanması ortada TBMM tezkeresi yokken Fransa ve İngiltere öncülüğünde Libya’da girişilen acımasız enerji paylaşım savaşına en fazla sayıda gemi ile katılanlar arasında yer aldı.
-Avrupa-Atlantik yapı soğuk savaş sonrası ABD hariç küçülen Avrupa donanmalarının yanında Türk Donanmasının büyümesini istemiyor. Doğu Akdeniz’de deniz dibi enerji kaynaklarını kendi iradesi paralelinde çıkarılmasını istiyor. Karadeniz’e Montreux Sözleşmesi kısıtlamalarına bağlı olmadan sınırsızca girip çıkmak istiyor. Türklerin Anadolu’da ulusal çıkarları paralelinde kullanacakları güçlü bir deniz gücü oluşturmasını istemiyorlar.Sonuç olarak Donanma kan kaybediyor. Türk halkı artık bu durumun kısa, orta ve uzun vadede neler doğuracağının gerçekleri ile yüzleşmelidir. Unutulmamalıdır ki, Anadolu’yu yenmek için önce donanmayı yok etmek gerekir. Tarih bunu böyle yazıyor.…İnebahtı Savaşı[3] sonrası Venedikliler, denizlerdeki üstünlüğün gemilerden çok insanlara bağlı olduğunu anlamıştı. Papa’nın kapıldığı dehşete aldırmadan Venedikli Amiral Venier’e acilen erişimi dahilindeki tüm yetenekli Türk denizcileri gizlice ve en uygun şekilde öldürme emri verdiler.[4] İspanya’dan da aynı şeyi yapmasını rica ettiler. Bu tür önlemlerle Türk’ün denizlerdeki üstünlüğünün etkili ve kalıcı şekilde kırılacağını umuyorlardı. Onlara göre Osmanlıların denize dair meselelerdeki üstünlüğü artık mantıken sönmüştü.[5]
Cem Gürdeniz – 06.12.2012
Kaynaklar
[1] Friedman, George, Gelecek On Yıl, Pegasus Yayınları, 2011, Sayfa.233
[2] Türk Deniz Kuvvetleri mevcut olanak ve yetenekleri paralelinde, dünya çapında kabul gören dokuz kademeli deniz kuvveti sınıflandırmasında dördüncü grup olan “orta çapta bölgesel güç intikal yeteneğine” sahip bir deniz gücüdür. (Till, Geoffrey, Sea Power, A Guide for the Twenty-First Century, Routledge, London, 2009 Sayfa: 114)
[3] 7 Ekim 1571 tarihinde İspanyol, Papalık ve Venedik müttefik donanması karşısında Türk donanması İnebahtı’da büyük bir yenilgiye uğradı. 25 bin Türk ölmüş, 3500’ü tutsak olmuştu. Bu yenilgi gerek Osmanlı deniz tarihi gerekse dünya siyasi tarihi için önemli sonuçlar yarattı.
[4] Lesure, M. , Lépan , La Crise de L’empire Ottoman, Paris, 1972, Sayfa 7.
[5] Crowley, Roger, İmparatorların Denizi, Akdeniz, April Yayınları, Ankara, 2008, Sayfa 393.http://www.odatv.com/n.php?n=deniz-kuvvetleri-neden-hadefte-0612121200