Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Akdeniz’e kıyısı olan 7 AB ülkesinin liderleri ile Doğu Akdeniz gündemiyle bir araya gelmeden önce basın toplantısı düzenleyerek “Avrupa Türkiye’ye yönelik daha net olmalı ve birleşik bir pozisyon almalı” demiştir. Macron, Avrupa’nın Türkiye konusunda birleşmiş ve daha açık bir tutum içinde olması gerektiğini şöyle açıklamıştır:
“Avrupa Birliği üyesi olan bir ülkenin egemenliğine saygı ve uluslararası hukuka uyulması bizim için kırmızı çizgilerdir. Türkiye, Yunanistan’ın meşru haklarını görmezden gelerek Libya hükümetiyle de kabul edilemez bir anlaşma imzaladı. Türkiye’nin Kıbrıs açıklarındaki faaliyetleri de kabul edilemez. Aynı zamanda büyük bir devlete yakışmayacak provokasyonlar söz konusu. Türk halkı büyük bir halk. Ancak biz Avrupalılar artık Erdoğan hükümetine karşı daha açık olmalıyız.”
AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik Macron’a cevap vermiştir ama bu tepki bence hafif kalmıştır: “Macron şimdi Yunanistan’ı kullanarak Doğu Akdeniz’de sömürgecilik oyunu oynamaya çalışıyor. Suriye’de deneyip berbat ettiği oyunu, Akdeniz’e taşımaya çalışıyor. Cumhurbaşkanımız bu saldırganlığa izin vermediği için Cumhurbaşkanımızı hedef alıyor.”
Sayın Çelik Fransa’dan nişan alan Türk vatandaşlarının ortak bir bildiri yayınlayarak Fransa’nın Ankara Büyükelçiliğine Macron’a gönderilmek için iade etmeleri gerektiğini neden gündeme getirmemektedir? Verilen cevap suya yazı yazmak gibidir, Macron’u çok rahatsız etmez. Batı basını kendisini yukarıda görüleceği gibi hafife almaktadır ama Macron da bundan ne kadar etkilenmektedir? Belli değil.
1982 yılında rahmetli Bülent Ulusu başbakanken Fransa ile yine ipler gerilmiş ve bu ülkeye anlayacağı dilden cevap verilmesi gerektiğini dönemin DPT Müsteşarı Dr. Yıldrım Aktürk’e iletmişti. Bunun üzerine sayın Aktürk o zamanki ismi ile AET Dairesi’ne görev vermiş ve bizim hazırladığımız ekonomik yaptırımlar uygulamaya konulmuştur. Fransa açıkça Türkiye’ye karşı “fiili” girişimlerde bulunmaktadır. Aynı şekilde cevap verilmelidir ki etkisi olsun. Türkiye artık 1980’lerin Türkiye’si değildir. Atalarımız çok güzel söylemiş: ”Lafla peynir gemisi yürümez.”
Ermeni diasporasının çatı kuruluşu olan Ermeni Örgütleri Koordinasyon Konseyi’nin (Conseil de Coordination des organisations Arméniennes de France: CCAF) 5 Şubat 2019 tarihindeki toplantısında Macron, 24 Nisan’ı sözde Ermeni soykırımı anma günü ilan edeceğini açıklamıştır. Twitter’da yaptığı paylaşımda “Fransa tarihle yüzleşir. Gelecek birkaç hafta içerisinde söz verdiğim gibi 24 Nisan’ı Ermeni soykırımını anma günü ilan ediyoruz” demiştir. Fakat Fransa Cezayir ve Ruanda da yaptıkları soykırımlar ile yüzleşmemiştir.
Fransa’nın önceki Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy de sözde Ermeni soykırımını iktidarda olduğu dönemde devamlı gündeme getirmiştir: “Nicolas Sarkozy orders new Armenian genocide law: President Nicolas Sarkozy has ordered his government to draft a new law punishing denial of the Armenian genocide after France’s top court struck it down as unconstitutional.” (https://www.telegraph.co.uk/news/worldnews/europe/armenia/9112129/Nicolas-Sarkozy-orders-new-Armenian-genocide-law.html, Mr. Sarkozy was accused of pandering to an estimated 400,000 voters of Armenian origin ahead of an April-May presidential election Photo: REUTERS9:49PM GMT 28 Feb 2012) Sarkozy, Türkiye’nin AB üyeliğine de karşı çıkmış ve “Türkiye Avrupalı değildir” demiştir.
Fransa, Türkiye ile ilişkileri tam olarak koparmamak için başarılı kişilere nişan vererek onların Fransa’ya karşı tepki göstermelerini engellemek istemektedir. Onlar da Fransa’nın bir NATO üyesi olan Türkiye’ye savaş açacak kadar ileri gitmesi karşısında birkaç vatansever nişan sahibi dışında ses çıkarmamaktadır. Fransa’dan son zamanlarda nişan alanlardan birisi olan Pegasus Hava Yolları Yönetim Kurulu Başkanı sayın Ali Sabancı’dır. Sabancı’ya Fransa’nın Chevalier dans I’Ordre National de la Légion d’Honneur nişanı verilmiştir. Nişan alanlara herhalde bazı kazanımlar sunulmaktadır ki, nişanı alanlar iki istisna dışında bunu iade etmemektedir.
Fransa’nın 2006’da Ermeni iddialarının inkarını suç sayan yasa tasarısını kabul etmesinin ardından, Legion d’Honneur sahibi, geçmişte birlikte görev yaptığımız, rahmetli eski Devlet Bakanı Kamran İnan ve eski YÖK Başkanı Prof. Dr. Erdoğan Teziç nişanlarını iade etmişlerdi. Ehess / Paris ve Inserm araştırma merkezi profesörlerinden sosyolog Annie Thébaud-Mony’nin 12 Ağustos 2012 tarihinde kendisine verilen Légion d’Honneur nişanını kabul etmemiştir. Mony’nin reddetme gerekçesi aşağıdadır:
“Çalışma koşullarındaki kötüleşmeyi, iş kazası ve meslek hastalıklarının yarattığı dramları, asbest, tarım ilaçları, nükleer ve kimyasal atıkların doğal çevremizi nasıl tahrip ettiğini görünür kılmaya çalıştığımız zaman, kamusal otoriteler tarafından ciddiye alınmak istiyoruz.” (Tout en ayant conscience de la portée politique de son choix qui témoigne de l’importance qu’elle accorde à mes engagements scientifiques et citoyens, c’est aussi au nom de ces derniers que je suis amenée à refuser d’être décorée de la Légion d’Honneur. Vous en trouverez les raisons dans la lettre jointe à ce message, lettre adressée à Madame Cécile Duflot.
Türkiye’ye dost olmayan Fransa’dan Legion d’Honneur nişanı alan Türk vatandaşlarından bazıları şunlardır: Ali Sabancı, Leyla Alaton, Zülfü Livaneli, Yaşar Kemal, Tarık Zafer Tunaya, Sakıp Sabancı, İnan Kıraç ve Yaşar Kemal, Sani Şener, Kamran İnan, Erdoğan Teziç, (iade ettiler) Hikmet Çetin, Ayşe Gülsün Bilgehan, Lucien Arkas, Gökşin Sipahioğlu, Nebahat Akkoç, Mehmet Erbak, Tunay İnce.
Fransız muhafazakar eğilimli Le Figaro gazetesinde “Fransa Dostları Türklerin Düş Kırıklığı” başlıklı yazıda Fransız kadın gazeteci Marie Michele Martinet, Zeynep Göğüş’ün Tempo’da yayınlanan “17 Aralık’ta Fransa Türkiye’yi engellerse Yaşar Kemal Fransızların en yüksek devlet nişanı olan Legion d’Honneur’ü geri versin” sözlerine yer vermiştir. Fakat 18 Aralık 2011 tarihinde Legion d’Honneur nişanı alan Yaşar Kemal nişanı iade etmemiştir.
Fransa’dan ödül alanlar nişanları iade etmezken, Güney Afrika’nın eski Devlet Başkanı Nelson Mandela 1992 yılında kendisine verilecek olan Atatürk Uluslararası Barış Ödülü’nü reddetmiştir. Pek bilinmez ama 93 yaşındaki Mandela, ABD’nin Houston Üniversitesi bünyesinde faaliyet gösteren Gülen Enstitüsü’nün 2010 Barış Ödülünü 24 Ocak 2011 tarihinde almıştır. )
Sayın Ali Sabancı’nın 14 Şubat 2018 tarihindeki nişan töreninde konuşma yapan Büyükelçi Charles Fries, “Bu akşam Fransa Cumhuriyeti, Napoleon Bonaparte tarafından ihdas edilen ve Fransa’nın en eski ve saygın nişanı olan Legion d’Honneur nişanı ile size taltif ederek, liyakatlarınızı onurlandırmak istemiştir. Sayın Ali Sabancı, Cumhurbaşkanı adına, sizi Legion d’Honneur şövalyelik nişanıyla taltif ediyoruz” demiştir.
)
Cumhurbaşkanı Macron iki hafta önce 31 Ocak 2018 tarihinde Ermeni diasporasının çatı kuruluşu olan Ermeni Örgütleri Koordinasyon Konseyi’nin (Conseil de Coordination des organisations Arméniennes de France: CCAF) yıllık yemeğine katılarak Türkiye’yi eleştirmiştir. Macron yaptığı konuşmada, Fransa’da sözde Ermeni soykırımını anma günü ilan edileceğini, Cumhurbaşkanı seçilmeden önce bu konuda söz verdiğini açıklamıştır: “Ermeni soykırımının tanınması ve adalet için mücadele hepimizin mücadelesidir. Bu mücadeleyi, soykırımı anma gününü destekleyerek yürütüyoruz.” Fakat iki hafta sonra Fransa Büyükelçisi sayın Ali Sabancı’ya ödül vermiştir. Bu çelişki diplomasi tarihinde örnek olay olarak geçecek kadar önemlidir.
Tarihin bir cilvesi mi desem bilemiyorum, Macron yemekte Ermeni kökenli HDP İstanbul milletvekili Garo Paylan’a özel ilgi göstermiş, Ermeni etkinliğinde Paris Büyükşehir Belediyesi tarafından Paylan, Vermeil Madalyası (la médaille Grand Vermeil) ile ödüllendirilmiştir. Garo Paylan Artsakhpress.am’ kaynağında yer alan demecinde Afrin operasyonuna karşı olduğunu şöyle açıklamıştır: “Supporters of war are also accomplices to war. Say “no” to Afrin war, do not be part of that crime,” the MP urged, addressing the public.”
Yazar Orhan Pamuk’a 29 Ekim 2012 tarihinde düzenlenen törenle Legion d’Honneur nişanı verilmiştir. Pamuk, İsviçre’nin günlük Tagesanzeiger gazetesinde 6 Şubat 2005 tarihinde yayınlanan röportajında “Türkiye’de otuz bin Kürt ve bir milyon Ermeni öldürüldü. Neredeyse benim dışımda hiç kimse konuşmaya cesaret edemiyor ve milliyetçiler bunun için benden nefret ediyorlar” demiştir. Fakat bir milyon Ermeni’nin mezarlarının nerede olduğunu açıklamamıştır. Herhalde kendisi de bilmiyor olsa gerek. Fakat yine de bir güzellik yapmış ve rakamı 500 bin azaltmış. Ne de olsa bir Türk olarak biraz torpil yapmış. Türkiye’de bir milyon Ermeni öldürülmemiştir. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti 1923 yılında kurulmuştur. Ayrıca bir milyon Ermeni öldürülmüş ise bunların mezarları nerededir? Aradan sadece bir asır geçmiştir. Bu sürede öldürülen Ermenilerin mezarlarının yok olması mümkün değildir.
Sayın Pamuk sanırım sayı saymasını bilmiyor. Çok kısa sayılacak bir dönemde belli bir bölgede ona göre 1 milyon Ermeni öldürülmüş ise onların mezarları nerededir? Bu açıklanmadığı sürece bu rakam tamamen Türk ulusuna atılan bir iftira olarak kalacaktır. Bu konuda en objektif araştırmayı rahmetli Şükrü Sever Aya yapmıştır:
“1.300.000’den 1 buçuk milyonun en çok 150 günde öldürülebilmesi için, her gün 10.000 kişinin öldürülmesi bunların gömülmesi için de en az 5 bin amelenin hergün futbol stadı kadar alanda ölüleri gömmesi lazımdı. Bu sahalardan bir tane dahi bulunmamıştır, bulunalar Türklere ait kuyu ve mezarlardır… Ermenilerin 2.2.1923 tarihinde Lozan Konferansı’nda sundukları raporda 760 bin Ermeni’nin hayatta bulunduğu ülkeler sayılmaktadır. Başka bir resmi Amerikan raporunda ise Kasım 1922 tarihi itibariyle dünyada 3.004.000 Ermeni’nin yaşadığı bu yekûndaki 817.873 kişinin Türkiye muhaciri olduğu yazılmıştır. Bu inkâr edilmez resmi belgelere göre, toplam Türkiyeli Ermeni kayıpları ya 1.300.000 – 817.000 = 483.000 veya 1.300.000 – 760.000 = 540.000’dir.” Bu rakamı The New York Times 7 Ekim 1915 tarihinde abartarak 800 bin olarak açıklamıştır.
Orhan Pamuk, nişan almadan önce ABD‘de yayımlanan Time dergisinin 8 Mayıs 2006 tarihli sayısının Time 100: Dünyamızı Biçimlendiren Kişiler başlıklı kapak yazısında tanıtılan 100 kişiden biri olmuş, 2007 Mayıs‘ında yapılan 60. Cannes Film Festivali’nde jüri üyeliği yapmıştır. 12 Ekim 2006 tarihinde Fransa’nın sözde Ermeni soykırımını inkara ceza yasasını parlamentolarından geçirdikleri gün Orhan Pamuk’a Nobel Edebiyat Ödülü verilmiştir. İlginç değil mi? Ne tesadüf! Acaba Fransa’dan ödül alan Pamuk’un aşağıdaki gerçeklerden haberi var mıdır?
Fransa, Türkiye’yi tarihte yapılmayan sözde Ermeni soykırımı ile suçlayan ve bu konuda parlamentosundan yasa çıkaran ilk ülkedir. 29 Ocak 2001 tarihinde onaylanan bir cümlelik yasa şöyledir: “Fransa , Ermenilerin 1915 yılında maruz kaldığı soykırımı tanır.” Fransa, dönemin Türk büyükelçisi tarafından terk edilen ülkedir. Eski Dışişleri ve Milli Savunma Bakanı Hasan Esat Işık 1968’lerde Paris Büyükelçisi’dir. Fransa’daki Ermenilerin kışkırtıp dayatması sonucu Marsilya’da yapılacak Ermeni soykırımı anıtına karşı çıkar. Anıtın açılış törenine Fransız hükümetinin resmen katılmamasını ister. Ancak anıtın açılışına Fransız bakanlardan birinin katıldığını görünce sabrı taşar ve Ankara’ya sorma gereğini duymadan Paris’i terk edip Ankara‘ya döner, gelişmelere karşı dik bir duruş sergiler.
Fransa, Türkiye’nin Paris Büyükelçisini koruyamamış ve Büyükelçi İsmail Erez’in 1984 yılında Ermeni terör örgütü ASALA tarafından şehit edilmesine engel olamamıştır. Fransa, diplomatlarımızın ASALA teröristlerince şehit edildiği bir ülkedir. Fransa, Büyükelçiliğimizin arkasında bulunduğu Paris’in en küçük sokağına (148 m. uzunluk, 15 m. genişlik) Ankara (Rue d’Ankara) adını veren ülkedir.
Ankara’daki Paris Caddesi’nin adının Paris’deki Rue d’Ankara sokağı uzunluğunda elçiliğin arka sokaklardan birine verilmesi önerime Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin verdiği cevap aşağıdadır. Çok ilginç bir cevap. Ben şahsen bir Türk olarak çok utandım.
Belediye sorumu Dışişleri Bakanlığına, Bakanlık ise Ankara Büyükşehir Belediyesine atmıştır. “15.02.1956 tarihli Belediye Kararı gereğince” açıklaması kabul edilemez. Çünkü 1956’da değil 2020 yılındayız. Aradan 64 yıl geçmiş, şartlar değişmiş. Biz 1956 yılındaki Meclis Karar’ından söz ediyoruz. Anayasa hükmü değil ki değiştirilmesin. 1956 yılından buyana Anayasamız bile kaç defa değişmiştir ama Meclis Kararı değişmemiştir. Bu cevabı veren bürokrat sanırım 2020 yılında yaşamıyor ve Macron’un Türkiye düşmanlığını görmüyor. Çok yazık!…
Maruz kalınan davranışa aynı şekilde karşılık verme veya yapılan bir davranışın aynısını bekleme ilkesi olan “mütekabiliyet” (karşılıklı muamele) esası uluslararası ilişkilerde eşitliği sağlayan bir denge aracıdır. Bu sebeple Rue d’Ankara’nın uzunluğunda (148 metre) ve genişliğinde (15 metre) Fransa Büyükelçiliğinin yakınındaki bir sokağın isminin değiştirilerek “Paris Caddesi” adı verilmesinde hiçbir sakınca yoktur. Gerekçe basittir: “mütekabiliyet.”
Fransa, Cezayir ve Ruanda’da da gerçekleştirdiği soykırımın hesabını henüz vermemiştir. Eski Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy 2006’da Cezayir’e yaptığı ziyarette “Babalarının yanlışları için oğulların özür dilemesi beklenemez” sözleriyle Fransa’nın Cezayir’de işlediği insanlık suçlarını tanımayacağını söylemiştir. Fransa eski Cumhurbaşkanı François Mitterrand da “O ülkelerde bir soykırım yaşanması o kadar da önemli bir şey değil” şeklinde açıklamada bulunmuştur. (La Vie Internationale, 12 Janvier 1998, Gazetede o dönemde Fransa’da faaliyet gösteren bir Türk tur şirketi olan Paşa Tur’un reklamı da yer almıştır.
Fransa, 24 Nisan 2003 tarihinde Paris’te Kanada Meydanı’na Gomitas Sogomonyan adına bir sözde Ermeni kin anıtı dikilmesine de onay vermiştir. Sözde Ermeni soykırım anıtları diken Fransa komşusu Alman Nazilerinin soykırım yaptıklarını unutmuşa benzemektedir. Sanki Naziler bu dünyada yaşayan Almanlar değil de uzaydan gelen canlılardır.
Fransa, Bosna (Srebrenitsa-Jepa) ve Hocalı soykırımlarını unutmuşa benzemektedir. Sözde Ermeni soykırım anıtları dikilmesine izin veren Fransa, başta Paris Büyükelçimiz İsmail Erez ile şoförü Talip Yener (24 Ekim 1975), Oktar Cirit, Yılmaz Çolpan, (22 Aralık 1979), Reşat Moralı (4 Mart 1981), Tecelli Arı (4 Mart 1981) ve Cemal Özen’i (24 Eylül 1981) koruyamamış ve 7 Türk diplomatının Ermeni terör örgütü ASALA tarafından şehit edilmesini görmezden gelmiştir. Acaba tersi olsaydı ne olurdu?
Fransa, Avrupa Birliği müzakere sürecinde 5 müzakere başlığını veto ederek Türkiye-AB ilişkilerinin donmasını sağlayan ülkedir.
Fransa, Anayasa Mahkemesi’nin sözde soykırım yasasını iptal kararına rağmen sözde soykırım iddialarını ortaokul ders kitaplarına sokan ülkedir.
Fransa, 29 Ekim 1919’da Kilis’i ve 5 Kasım 1919’da Antep’i işgal eden ülkedir.Fransa, Gaziantep ve Kahraman Maraş’ta Ermenilerce yapılan katliamlar için Fransa’da anıt açılmasına izin vermeyen ülkedir.
Fransa, sözde Ermeni soykırımı anketi yapan ülkedir. Ankette yeni bir Ermeni soykırımı yasası gerekli mi diye sorulmuştur. ) Ankette 274.555 oy kullanılmıştır. Oyların yüzde 52’si yeni bir sözde Ermeni soykırım yasasının çıkarılmasından yanadır.
Fransa, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni 22 Ocak 2018 tarihinde Afrin konusunda acil toplantıya çağıran ülkedir.
Fransa, Cumhurbaşkanı Gül’ün telefonuna çıkmayan Cumhurbaşkanına sahip bir ülkedir. Gül, “Savaşta bile cumhurbaşkanları birbirleriyle konuşurlar” diyerek nazik bir şekilde tepkisinin göstermiştir.
Fransa, Türkiye‘nin tüm itirazlarına rağmen soykırım iddialarını inkar etmeyi suç sayan yasa teklifini 22 Aralık 2011 tarihinde kabul eden ülkedir. Oylamaya 577 milletvekilinin sadece onda biri katılmış, teklif oy çokluğuyla kabul edilmiştir. Teklifi kaleme alan iktidar partisi Halk Hareketi Birliği (UMP) milletvekili Valerie Boyer, “Burada amacımız ilişkileri bozmak değil, Fransa vatandaşlarının korunması. Sizi bu tasarıyı destek vermeye çağırıyorum, sevgili meslektaşlarım. Bazı ülkeler 1915 olaylarını inkar ederek suç işlediler. Cezasız kaldılar. 1914 yılındaki Ermenilerin üçte ikisi ya tehcir edildi ya da katledildi. Sizden destek bekliyorum” demiştir.
Tüm bunlardan sonra Hükümet sözcüsü sayın Çelik Fransa’ya tepki gösterirken Antep’te ne işiniz vardı deseydi ve de bu ülkeden madalya alanların madalyaları iade edeceklerini açıklasaydı, çok daha etkili bir cevap vermiş olurdu. Bunları şunun için yazdım: “Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür.”
Gaziantep Belediye Başkanı sayın Fatma Şahin, Fransız Büyükelçiyi düşman işgalinden kurtuluşunun 99. yıl dönümü sebebiyle 25 Aralık’ta Antep’in düşman işgalinden kurtuluş etkinliklerine davet edecek mi? Fransız elçiye Antep’te ne işiniz vardı denecek mi? Yoksa baklava ikramı yapılıp elçilik çalışanları için bir paket hazırlanıp Ankara’ya uğurlanacak mı?
Paris’te İstanbul Caddesi yerine neden “Rue de Constantinople” olduğu sorulacak mı? Artık bu adla bir şehir dünyada yokken bu adlandırmanın bir açıklaması olsa gerek. Bu konu da gündeme gelecek mi?
Cezayir, 1827 yılında Fransa tarafından işgal edilmiştir. Nüfusun yüzde 15’i yok edilmiş, Fransızlar 1,5 milyon insanı katletmiştir. Aynı katliamı Ruanda da işlemiştir. İşgal süresince Cezayir’de ağır işkenceler uygulanmış, kadınlar toplu tecavüzlere maruz bırakılmış, binlerce insan kaybolmuştur. Bu katliamları yapan Fransa önce dönüp kendi kanlı sömürgelik geçmişine bakmalıdır.
Macron, “Lugano Orta Doğu- Akdeniz Forumu”na gönderdiği mesajda Türkiye’yi imparatorluk fantezisi kurmakla itham etmiş, Doğu Akdeniz’deki gerilimle ilgili olarak Yunanistan’a arka çıkmış, “Bir şekilde ABD ve NATO’nun geri çekilmesi yüzünden bölgesel emperyal güçlerin kendi tarihlerindeki fantezilerle geri dönüş yaptığını görüyoruz, burada Türkiye’yi kast etmek istiyorum” demiştir. Libya ve Suriye’de devam eden krize de değinerek bu bölgenin “yeniden doğan iki büyük güç (Türkiye ve Rusya) için bitmek bilmeyen bir tiyatro sahnesine dönüştüğünü” öne sürmüş, bölgesel güç olarak Türkiye ve Rusya’yı kendi ajandalarına göre hareket etmekle itham etmiştir.
Fransa, sözde Ermeni soykırımı konusunda Türkiye’yi suçlayan ülkelerin başını çekmektedir. Macron, geçen yıl Fransa Ermeni Organizasyonları Koordinasyon Konseyi’nin resepsiyonunda 1915 olaylarını, “Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan Ermenilerin acımasızca öldürülmesi” olarak değerlendirmiştir.
Eski Cumhurbaşkanı François Hollande ise 29 Ocak 2001’de Fransa’nın soykırımı tanıdığını açıklamıştır: “Soykırımı anmak bir süreç açmak değil, tüm insanlığı çarpan bir trajediyi tanımaktır. Kurbanların anıları önünde saygıyla eğiliyorum ve Ermeni dostlarıma onları hiç unutmayacağımızı söylemek istiyorum.” Yıllarca Afrika ülkelerini sömüren, Cezayir’de katliamlar yapan, Libya’daki kaotik ortamın en büyük müsebbibi olan Fransa’nın Türkiye düşmanlığının altında Ermeni seviciliği yatmaktadır.
Birinci Dünya Savaşı sonrasında İtilaf Devletleri ile Osmanlı İmparatorluğu arasında 10 Ağustos 1920 tarihinde Paris’in batı banliyösü Sevr (Sevres) kasabasındaki Seramik Müzesi’nde (Musée National de Céramique) Sevr Anlaşması imzalanmıştır. Müze, Türkiye için Anlaşma’nın imzalandığı yer olması bakımından önemlidir.
Bir diğer önemi de, Ermenilerin müzenin önüne 8 Mart 2001 tarihinde sözde Ermeni soykırım anıtı dikmesidir. Anıtın üzerinde tarafımdan çekilen fotoğrafta da görülebileceği gibi “1915’te Jön Türk Hükümeti tarafından katledilen 1,5 milyon Ermenin anısına” yazılıdır. Benzer şekilde 1,5 milyon rakamı, Auschwitz-Birkenau toplama kampının önündeki anıtta da vardır: “…about one and a half million men, women and children mainly jews from various countries of Europe.” Müzenin önüne sözde Ermeni soykırım anıtı dikilmesinin sebebi şudur: “Biz Ermeniler Türkiye Cumhuriyetini kuran Lozan Anlaşmasını tanımıyoruz. Bizler Sevr Anlaşması’nın halen yürürlükte olduğunu kabul ediyoruz. Çünkü Sevr’de büyük Ermenistan vardır.”
Auschwitz-Birkenau toplama kampında 1.1 milyon Yahudi’nin gaz odalarında öldürüldüğünün kanıtı yandadır. Bu kampı ziyaret ettim. Gaz odalarında ölümün kokusunu hissettim. Gaz odaları ile fırın arasında döşenmiş küçük ve dar demiryolunu görünce irkildim. İnsan insanın bu kadar düşmanı nasıl olur diye düşündüm.
Fransa,Cezayir ve Ruanda’daki soykırımları ile yüzleşmemiştir. Gençlerini Fransa’ya savaşa gönderen Cezayir halkı 8 Mayıs 1945 tarihinde özgürlüklerini talep ettikleri yürüyüş ve sonrasında soykırıma uğramıştır. Sétif ve Guelma Katliamları, Fransız askerleri ve Pied-noir yerleşimci milisleri tarafından Sétif kasabası çevresindeki sivillere yönelik bir saldırıydı. Fransız polisi protesto gösterisinde göstericilere ateş açmış ve 102 kişi ölmüştür. Daha sonraki saldırılar, bölgenin Müslüman nüfusu arasında 20 bin civanında olduğu düşünülen ölümlere yol açmıştır. Soykırım, Fransız Cezayir Savaşı’na yol açmıştır.
. İtalyan yönetmen Gillo Pontecorvo ve Cezayir komutanı Yacef Saadi’nin “Cezayir Savaşı” filmi (The Battle of Algiers ) 1966 yılında gösterime girdikten sonra 40 yıl Fransa’da yasaklanmıştır. )
Katliamının 75’nci yıldönümünde sosyal medya üzerinden katliamı hatırlatan Cezayirli aktivistler çok sayıda fotoğraf paylaşmıştır. Fransa, sömürgesi olarak yaşayan Cezayir halkının özgürlüklerini talep ederek sokaklara çıkması üzerine 1945-1963 yıllarında 1,5 milyon Cezayirliyi katletmiştir. Bu, gerçek bir soykırımdır. (France had killed 1,5 million Algerian Muslim Arabs between 1945-1963. This was a doubtless genocide.. La France avait tué 1.5 million d’Algérien Arabes Muslim entre 1945-1963. C’était un indubitablement génocide.)
Setif, Blida, Oran, Guelma şehirleri başta olmak üzere pek çok yerde katliam yapılmıştır. Kısaca “Setif Katliamı” denen bu olaylar sırasında Fransız kaynaklarına göre 1.500, Cezayir kaynaklarına göre 10 bin Cezayirli öldürülmüştür. Cezayir, 1529’dan 1830’daki Fransız işgaline kadar 301 yıl Osmanlıların yönetiminde kalmıştır. Türkiye Aralık 1958’de BM’deki Asya-Afrika ülkeleri grubunun Cezayir’in bağımsızlığının hemen tanınması yönündeki önergesine çekimser oy vermiş, önerge bir oy farkla reddedilince Cezayir’deki kanlı savaş üç yıl daha devam etmiştir. Bu karar sebebiyle Türkiye dolaylı yoldan yüzbinlerce Cezayirlinin kanına girmiştir.
Türkiye, 19 Eylül 1958’de Kahire’de kurulan Cezayir Cumhuriyeti Geçici Hükümeti’ni tanımamış, Aralık 1958’de BM’de Cezayir Meselesi’nin çözümü için, tarafları görüşmeye çağıran karar metni oylanırken de çekimser oy verince, karar 35 kabul, 18 ret, 28 çekimser oyla kabul edilmiştir. Fakat kabul oyları üçte iki çoğunluğu oluşturmadığı için bağlayıcı olmamıştır. 1959 yılında Arap Birliği üyesi ülkeler, BM Siyasi Komisyonu’na Fransa’nın, esir kamplarında tuttuğu Cezayirlileri imha ettiği yolundaki haberleri soruşturmak üzere bir komisyon kurulmasını önermişlerdir. Karar tasarısı, “Cezayir Meselesi’nin ‘kendi kaderini tayin hakkı’ çerçevesinde çözümünden üye ülkelerin memnuniyet duyacağı” şeklinde bir cümle de içeriyordu. Tasarı 26’ya karşı 35 oyla kabul edilirken, Türkiye dahil 17 ülke çekimser kalmıştır.
Bu yıllarda Fransızların Cezayirlilere yaptığı sistematik işkenceleri dünya kamuoyu yine bir Fransız’dan, Fransa’nın Cezayir politikasını eleştirdiği için kendisi de bu işkencelerden nasibini alan gazeteci Henri Alleg‘in “La Question” (Sorgu) adlı kitabından öğrenmiştir. Sarkozy ve Macron gibilerin dışında bazı Fransız aydınları aksi görüştedirler. 1958 yılında Alleg‘in öncülüğünde 12 Fransız aydını Fransa tarafından yapılan işkencelerin kabul edilmesini ve kınanmasını isteyen bir bildiri yayınlamışlardır. Kitap, Jean Paul Sartre’ın önsözü ile Fransa’da 1958’de yayımlanmış, Türkçeye 1959’da çevrilmiştir. (La Question (French for “The question”) is a book by Henri Alleg, published in 1958. It is famous for precisely describing the methods of torture used by French paratroopers during the Algerian War from the point of view of a victim. La Question was censored in France after selling 60,000 copies in two weeks.)
1955-1957 döneminde Cezayir’de görev yapan General Paul Aussaresses “Services Speciaux Algérie 1955-1957” kitabında Fransız ordusunun Cezayir’de işlediği suçları itiraf etmiştir
Fransa 1960 yılında 360 bin askerle Cezayir’deki bağımsızlık savaşını en kanlı biçimde bastırmaya çalışmıştır. Türkiye’nin Cezayir politikası, 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra değişmiştir. 1953’te kurulan Türk-Fransız Dostluk Grubu’nun Başkanı, Nevşehir Milletvekili Münip Hayri Ürgüplü görevinden istifa etmiştir. Cezayir’de 1 Temmuz 1962’de yapılan halkoylamasında 16.534 hayır oyuna karşılık 5,975.581 evet oyla Cezayir’in bağımsızlığını kabul edilmiştir.
İlk büyükelçi Semih Günver, Temmuz 1963’te göreve başlamış, Ancak 1965’te Cezayir’in ilk cumhurbaşkanı Ben Bella’yı kansız bir darbe ile devirerek iktidarı ele geçiren Bumedyen’in ilk açıklamalarından biri, “Türkiye’ye dargın ve kızgın olduğuna” ilişkindir. Nitekim Bumedyen döneminde (1977’ye kadar) Cezayir Türkiye’de elçilik açmamıştır.
Cezayir, Fransa’dan katliam konusunda defalarca özür talebinde bulunmasına rağmen, Fransa bu insanlık suçunu inkar etmiştir. “Akıllı hırsız ev sahibini bastırır” özdeyişine uygun olarak Türkiye’yi Ermenilere soykırım yapmakla suçlamaya devam etmektedir. Sözde Ermeni soykırımını kabul etmeden Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne alınmaması gerektiğini savunan önceki cumhurbaşkanı Sarkozy, Cezayir ziyaretinde Fransa’nın katliam dolu tarihi ile ilgili olarak özür bekleyen Cezayirlilere, konuyu tarihçilerin değerlendirmesi gerektiğini hatırlatmıştır. “Nicolas Sarkozy orders new Armenian genocide law: President Nicolas Sarkozy has ordered his government to draft a new law punishing denial of the Armenian genocide after France’s top court struck it down as unconstitutional.”)
Fransa, Türkiye’ye düşman ülkelerin başında gelmektedir. 1920’de Fransızlar, Adana-Antep-Urfa yöresini işgal ettiklerinde, Fransız birliklerindeki Moritanyalı, Libyalı, Tunuslu ve Cezayirli askerler topluca Türk tarafına geçmişlerdir. Milli Mücadele’nin kazanılmasından sonra da bu askerler Türk vatandaşlığına alınmışlar, kendilerine toprak verilerek Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde iskan edilmişlerdir. 29 Ocak 2012 tarihli Taraf gazetesine göre 1985’de Cezayir’i ziyaret eden dönemin Başbakanı Turgut Özal 1950’li yıllarda BM oylamalarında Türkiye’nin takındığı tutum için Cezayir’den özür diledikten sonra Türkiye-Cezayir ilişkileri normalleşmeye başlamıştır.
Türkiye’de sözde Ermeni soykırımı kavramına karşı çıkışıyla tanınan İngiliz asıllı Amerikalı tarihçi Bernard Lewis, 1993 yılında Fransız Le Monde gazetesine verdiği demeçte 1915 yılında Ermenilerin Osmanlılar tarafından öldürülmesinin bir soykırım olmadığını, savaşın bir yan ürünü olduğunu söylemiştir. (Yves Ternon, Freedom and Responsibility of the Historian: The Lewis Affair, (Richard G. Hovannisian, ed., Remembrance and Denial: The Case of the Armenian Genocide, Detroit: Wayne State University Press, 1999, s. 243.
“Bernard Lewis is a Professor Emeritus at Princeton University in the department of Near Eastern Studies who was condemned in a June 21, 1995 French court decision for statements he made denying the Armenian genocide. n a November 1993 Le Monde interview, Lewis said that the Ottoman Turks’ killing of up to 1.5 million Armenians in 1915 was not “genocide”, and then condemned by French courts for his statement. The following is a summary of these events. In a November 1993 Le Monde interview, Lewis said that the Ottoman Turks’ killing of up to 1,5 million Armenians in 1915 was not “genocide”, but the “brutal byproduct of war”. He further suggested in the interview that “the reality of the Armenian genocide results from nothing more than the imagination of the Armenian people.”
Lewis, Ermenilerin bağımsızlık hareketlerinin diğer azınlıkların bağımsızlık hareketleriyle karşılaştırıldığında Osmanlı Devleti için ciddi tehdit olduğunu açıklamıştır. Lewis’e göre “Türkler, fethettikleri Sırp, Bulgar, Arnavut ve Rum ülkelerinden isteksiz de olsa vazgeçebiliyorlar ve devletin sınırlarını kendi evlerine yaklaştırıyorlardı. Ermeniler ise, Türklerin anavatanlarının üzerinde yaşıyorlardı. Bu topraklardan vazgeçmek, devleti küçültmek ile değil, devletin parçalanması ile eşanlamlıydı.”
Lewis’in, bu görüşü 1966 tarihli “The Emergence of Modern Turkey” (Modern Türkiye’nin Doğuşu) kitabının ilk baskısında yer almıştır. Kitabın ikinci baskısında “holokost” yerine “slaughter” (katliam) ve “1,5 milyon Ermeni ölümü” yerine “1 milyondan fazla Ermeni ve bilinmeyen sayıda Türk öldü” ifadesini kullanmıştır. 1993 yılında Le Monde gazetesine verdiği röportajda, aynı vatan için iki halk arasında süren kavganın soykırım ile bittiğinin kuşkulu olduğunu söylemiştir. (Bernard Lewis, The Emergence Of Modern Turkey, (2d Ed. 1968)
Lewis, Ermenileri yok etmek için bir plan olmadığını, Osmanlı belgelerinin Ermenileri kovmak / zorunlu yer değiştirmek (expulsion) niyetini ispatladığını ancak kökten yok etmek (extermination) niyetini ispatlamadığını açıklamıştır. 1993 yılında basına verdiği demeçte 1915’te yaşanan olayların İkinci Dünya Savaşı’ndaki Yahudi soykırımıyla bir tutulamayacağını söylediği için kendisine dava açılmış ve 1 Frank tazminata mahkum edilmiştir.
Lewis, Osmanlı’da Ermenilerin şiddet olaylarına başvurmalarına dikkati çekerek, Osmanlının Ermenileri ortadan kaldırmak gibi bir niyeti olmadığı sonucuna varmıştır. 1 Ocak 1994 tarihinde de “Osmanlı hükümetinin Ermenileri yok etme niyeti olduğuna dair güvenilir kaynaktan hiçbir delil yok” demiştir. (Lewis: The Emergence of Modern Turkey (Book Review) Shaw, Stanford J. Middle East Journal; Washington Vol. 16, Iss. 2, Spring 1962, p 256.)
Fransa’nın sözde Ermeni soykırımına sahip çıkmasının sebebi, yakın geçmişte Ruanda soykırımındaki sorumluluğunun üstünü örtme çabasıdır. Fransa; Antep’te, Cezayir’de ve Ruanda’da yaptıklarının hesabını vermeden Türkiye Cumhuriyetini suçlayamaz: “Hutu hükümetinin müttefikleri olan Fransızlar, vatandaşlarını tahliye etmek için özel bir güç gönderdiler ve daha sonra sözde güvenli bir bölge kurdular, ancak o bölgede katliamı durdurmak için yeterli çaba göstermemekle suçlandılar.”
Ekim 1994’te, Tanzanya’da bulunan Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi (ICTR), 1945’teki Nurnberg davalarından bu yana ilk uluslararası mahkeme olan Lahey’deki eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (ICTY) devamı olarak kurulmuştur.
Duruşmalar, üç eski üst düzey Ruanda askeri yetkilisinin soykırımı örgütleme hakkındaki 2008 mahkumiyetini de içeren davada iki başlıca örgütleyicisini (Ngirumpatse ve Edouard Karemara Ruanda’nın eski iktidar partisinin üst düzey iki yöneticisi) ömür boyu hapis cezasına çarptırmıştır. 1994 yılında 100 günde yaklaşık 800 bin Tutsi ve ılımlı Hutu öldürülmüştür.
Ruanda Başkanı Paul Kagame, Fransa’yı katliamları gerçekleştirenleri desteklemekle suçlamıştır. “The French, who were allies of the Hutu government, sent a special force to evacuate their citizens and later set up a supposedly safe zone but were accused of not doing enough to stop the slaughter in that area. Paul Kagame, Rwanda’s current president, has accused France of backing those who carried out the massacres – a charge denied by Paris.” )
“Hotel Ruanda” bir filmdir ama gerçek bir hikayeye dayanmaktadır. Film 1994 yılında Tutsi’nin soykırımı sırasında otelde gerçekleşen olaylara dayanmaktadır. (Hotel Rwanda a true story? Hotel Rwanda – without the Hollywood ending. If true, the story of Paul Rusesabagina, as told in the 2004 film Hotel Rwanda, would be truly inspirational. The film is based on events that purportedly took place at the hotel during the genocide of the Tutsi in 1994.)
Fransa’da görev yaptığımdönemde (1985-1990) Ermeni asıllı Patrick Deveciyan isimli avukat vardı. COVID-19 sebebiyle 75 yaşında Fransa’da vefat etmiştir. Deveciyan, 1981 yılında Türkiye’nin Paris Başkonsolosluğu’nu basıp güvenlik görevlisi Cemal Özen’i öldüren ve Muavin konsolos Kaya İnal’ı yaralayan Ermeni terör örgütü ASALA’nın avukatlığını üstlenmişti. Fransa’da Türkiye kökenli olup vefat eden Charles Aznavour ve Patrick Deveciyan gibi kamuoyunu doğru bilgilendirecek tanınmış kişiler olmadığı sürece Türkiye’nin bu ülkede etkin olması mümkün değildir.
Fransa’nın İngilizce yayın yapan kanalı France 24 6 Şubat 2019 akşam haberlerinde Macron’un sözde Ermeni soykırım konusundaki açıklamasına Türkiye’nin cevap verdiğini Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın fotoğrafını ekrana yansıtarak haberleştirmiştir. Tarafımdan kayıt altına alınan France 24’ün haberinin alt yazısında yargı kararı olmamasına rağmen “Ermeni soykırımı” ifadesi kullanılmıştır: “France: Turkey condemns Macron’s plan for national day marking ARMENIAN GENOCIDE.”
Macron XVII La Frankofon Zirvesi’ne katılmak için 11-12 Ekim 2018 tarihlerinde Erivan’a gitmiş, Erivan’daki sözde Ermeni soykırımı anıtına çelenk koymuş, 1915-1923’te Osmanlı İmparatorluğu’nda işlenen toplu katliamların kurbanlarının anısına saygılarını sunmuş, sözde Ermeni Soykırımı Anıt Enstitüsü’nü de ziyaret etmiştir. (French President visits Armenian Genocide memorial PanArmenian. Net 11th October 2018)
2015 yılında sözde Soykırım Müzesi’nde düzenlenen 100. Yıl Törenlerine Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande, Sırbistan Devlet Başkanı Tomislav Nikoliç ve Güney Kıbrıs Cumhurbaşkanı Nikos Anastasiadis’le birlikte 60 ülkeden temsilci katılmıştır. Törende konuşan Putin bile soykırım (genocide) dememiştir:
“İnsanlık tarihindeki en korku verici trajedilerden birini yaşayan Ermenistan halkının acısını paylaşıyoruz. 1915 olayları, tüm dünyayı sarstı. Rusya, yaşananları kendi acısı olarak gördü. Milyonlarca Ermeni Rusya’ya sığınarak hayatta kalmayı başardı. 100 yıl önceki dramatik olaylarda, 2. Dünya Savaşı’nda ve Spitak depreminde de iki ülke halkları birbiriyle dayanıştı. Bugün de Ermeni halkı ile birlikte yas tutuyoruz.” Anıta çiçek bıraktıktan sonra törene katılanlara seslenen Serj Sarkisyan şunları söylemiştir. “Burada olanlara hiçbir şeyin unutulmadığını kanıtladıkları ve insani değerleri teyit etikleri için şükran borçluyum, 100 yıl sonra da hatırlıyoruz.”
Törene Ermeni asıllı Fransız sanatçı Charles Aznavour da katılmıştır. Soykırım müzesinin önündeki billboardlar da “hatırlıyoruz” ve “talep ediyoruz” içerikli afişlerde, 1915 Türkiye’siyle 1939 Almanya’sı arasındaki benzerliklere dikkat çekmiştir. Birçok afişte ise 1915’te 1,5 milyon Ermeni’nin hayatını kaybettiği vurgulanmıştır.
Paris’te görev yaptığım dönemde 1988 yılında Ermenistan’da büyük bir deprem oldu. 1 Ekim 2018’de 94 yaşında vefat eden Ermeni kökenli Fransız şarkıcı Charles Aznavour deprem sonrasında Fransa’da Ermenistan’a yardım kampanyası başlatmış, neden böyle bir girişim yaptığı sorulduğunda kendisinin Fransız, kökeninin Ermeni olduğunu söylemiştir. Aznavour hiçbir zaman ben bir Ermeni’yim dememiş, önceliği Fransız vatandaşlığına vermiştir..
Fransa geçmişine bakmadan, Cezayir ve Ruanda soykırımlarının hesabını vermeden Türkiye’yi NATO’ya şikayet ederek, sözde Ermeni soykırımını devamlı gündeme getirerek, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği konusunda referandum yapacağını açıklayarak bir yere varamaz. Fransa; Benin, Burkani Faso, Gabon, Gine, Kamerun, Moritanya, Nijer, Senegal, Tunus, Çad ve Cezayir’deki katliamlarını inkar etmeye devam etmektedir.
Macron’un 2017’deki seçim vaatlerinden birisi, 24 Nisan’ı resmi anma günü haline getirmekti. Bunu da gerçekleştirmiştir. Türkiye’yi suçlamaya kalkışması, kendi kanlı sömürgeci geçmişinin üstünü örtme çabasıdır. Macron, vatandaşı Yves Benard’ın “Genocide Armenien, et si on nous avait menti?” isimli kitabını okumamıştır. Benard, incelediği tüm bilgilerin sözde Ermeni soykırımı iddialarını çürüttüğünü belirterek, “Soykırım yoktur, iki taraf içinde katledilmişler vardır. Şuna ikna oldum ki aslında Türkler, Ermenilerden daha fazla katliam kurbanı olmuştur” demiştir ama Macron’un bundan haberi yoktur.
İngilizceye ne kadar hakim bilemiyorum. Anlamasa bile bir bilene çevirterek benim “Armanian Deportation is Not Genoside” başlıklı makalemi okumasını tavsiye ederim: “During the WWI, most of the Armenians fought together with the enemy forces against the Turks. Behind the lines, the Armenian guerrilla forces summarily massacred hundreds of thousands of children, women and elderly, turning the Eastern Anatolia into wasted and ruined landscape. The protective measures the Government had put in place have been misused and the Armenians worked very hard to partition the country that once they called their own, relying on the promises made and hopes created by the Western nations.1”
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 12 Eylül darbesinin 40’ncı yıldönümü ile ilgili konuşmasındaki “Benim Türk halkıyla değil, Erdoğan’la sorunum var” diyen Macron’un sözlerine cevaben “Sayın Macron, senin şahsımla daha çok sıkıntın olacak. Sen tarih de bilmiyorsun. Fransa tarihini bilmiyorsun. Afrika’nın tarihi adeta Fransa’nın tarihidir. Cezayir’de bir milyon insanı öldüren sizsiniz, Ruanda’da 800 bin insanı öldüren sizsiniz” demiştir. Erdoğan, Türkiye ile son zamanlarda gerilim yaşayan Yunanistan’ı da sert biçimde uyarmıştır: “Yanlış iş yapıyorsunuz, bu yollara girmeyin, hepten yalnız kalırsınız. Gerektiğinde her türlü mücadeleye girebilen bir Türkiye var artık.”
Fakat geçen yıl Macron 24 Nisan’ı sözde Ermeni Soykırımını Anma Günü olarak ilan edeceğini açıkladığı zaman kendisine gerekli cevap verilmemiştir. Macron’un diğer Avrupa Birliği ülkelerinin aksine Türkiye’ye önceki Cumhurbaşkanı Sarkozy’den de sert tavır alması, bu ülkede yaşayan Ermeni kökenli Fransızların etkisi ve oy gücüdür.
Paris’te 1985-1990 yıllar arasında görev yapım. Eşim Dr. Sena Karluk göz ihtisasını Fransa’da yapmıştır. Fransız hocaları o dönemde Paris’te çok yaygın olan “AIDS” hastalarının göz kontrolü için kırmızı işaretli (çok bulaşıcı) hastaların bakımı için Türk ve Arap kökenli ihtisas yapan doktorları görevlendirirlerdi. Fransız ve Ermeni kökenli Fransız doktorlara zorunluluk olmadığı sürece görev verilmezdi.
AIDS’in dünya kamuoyunda hızlı tanınmasında etkili olan ilk isim, Rock Hudson olup 2 Ekim 1985’te bu hastalıktan yaşamını yitirmeden önce Paris’te Amerikan Hastanesi’nde tedavi görmüştü. Tam bu dönemde de eşim de Amerikan Hastanesi’ne kontrol için gidiyordu ve bizlerde hastaneye her gidişimizde tedirgin oluyorduk. Çünkü o yıllarda tedavisi yoktu. Tıpkı şimdilerde Covid -19’da olduğu gibi.
1980’li yıllarda DPT AET Başkanı iken Avrupa Birliği konularında birlikte çalıştığımız eski Paris Büyükelçimiz, değerli arkadaşım ve dostum Uluç Özülker‘in Sabah gazetesinde yer alan (14.09.2020) görüşlerine aynen katılıyorum:
“Soru:“Macron’un Türkiye politikası Fransa’da kabul görüyor mu? Hayır görmüyor. Fransa ile ilişkilerimizde iniş çıkışlarımız çoktur. Fransa 2002 yılında Türkiye’nin AB ile müzakerelerin başlaması için Almanya ile birlikte destek olmuştu. Politikacılar Türkiye konusunda Fransa’da hep zor durumda kalmıştır. Ben Türkiye konusunu eski Cumhurbaşkanı Chirac ile konuştum. Türkiye’nin AB’nin ve Fransa’nın yanında olması gerektiğine inandığını, AB’nin güçlü olması için bunun kaçınılmaz olduğunu söyledi. Ama Fransa seçmenin AB’nin daha fazla genişlemesini istemediğini ve Türkiye gibi güçlü bir Müslüman ülkenin AB’de olmasına yanaşmayacağını düşünüyordu. Türkiye ile anlaşamayan eski Cumhurbaşkanı Sarkozy ise ‘Akdeniz’in Doğu’su Türkiye’den Batı’sı bizden sorulur’ diyordu. Macron şimdi bambaşka bir iş yapıyor.”
Yazıları posta kutunda oku