Yaşıyor muyuz?

<p>1938 yılında Atatürk’ün ölümünden sonra ülkemizde çarklar geriye dönmeye başladı. Ata’mızın saltanat, hilafet yanlısı olarak görüp, yönetimden uzaklaştırdığı kişilere sosyal barış adı altında yeniden görevler verdiler. Onun yakın mücadele arkadaşlarını ise bulundukları makamlardan uzaklaştırıp, açığa aldılar. Hele hele 1950 den sonra Mendereslerle, Bayarlarla iş iyice çığırından çıktı. Karşı devrim süreci başladı. Tarikatlar, tekkeler, Kuran kursları yeniden, topraktan biter gibi çoğaldı. Vatanın her köşesini tarikat ve cemaatler, şeyhler, Şıhlar bir çekirge sürüsü gibi sardı. El üstünde tutulmaya başlandı. Oysa Mustafa Kemal Atatürk bir konuşmasında şunları söylemişti: “Efendiler, biz tekke ve zaviyeleri din düşmanı olduğumuz için değil; bilakis bu tip yapılar, din ve devlet düşmanı olduğu, Selçuklu ve Osmanlıyı bu yüzden batırdığı için yasakladık. Çok değil, yüz yıla kalmadan, eğer bu sözlerime dikkat etmezseniz, göreceksiniz ki, bazı kişiler, bazı cemaatlerle bir araya gelerek, bizlerin din düşmanı olduğunu ileri sürecek.  Sizlerin oyunu alarak başa geçecek ama sıra devleti bölüşmeye geldiğinde birbirlerine düşeceklerdir. Ayrıca, unutmayın ki o gün geldiğinde her bir taraf diğerini dinsizlikle suçlamaktan geri kalmayacaktır." (17 Aralık 1927) İşte şimdi o günleri yaşıyoruz… Herkes birbirine düştü. Herkes birbirini suçluyor. Herkes “Hep bana Rab bana” diyor. Mevki, makam, parsel kapmaya çalışıyor... Atatürk yıllar öncesinden bu günleri anlatmış sanki… Yaşadığımız şu buhranlı günlerin sosyal ve ekonomik tablosunu çizmiş. Devlet adamlarının niteliğinden söz etmiş. Ama günümüzde, kendilerini devrimci ve Atatürkçü olarak tanımlayan bazı siyasetçiler, onun yıllar öncesinden gördüğü, tanımladığı gerçekleri görememekte, AKP yandaşı ve hayranı olarak yollarına devam etmektedirler. Hazine açık vermektedir. Sanayi ve tarım tükenmiştir. Üretim durmuştur. Esnaf iflas etmektedir. Türkiye bitmiştir… Bunu bütün dünya görmektedir ama bizim bir avuç koltuk değneğimiz görememektedir. Onlar, fabrikaların, vatan topraklarının satılmasına, ormanların yağmalanmasına, işsizlik, yoksulluk nedeniyle çolukları, çocukları ile birlikte ailelerin intihar etmesine dönüp bakmamaktadırlar bile. Bir zamanlar “Ben BOP eş başkanıyım ve bu görevi yapıyorum” diyen AKP Genel Başkanı şimdi, bir anda, onların gözünde antiemperyalist başkana dönüşmüş ve “Bağımsızlık Savaşına” başlamıştır. Oysa Kurtuluş Savaşı yapmanın da antiemperyalist olmanın da bazı kuralları, ilkeleri vardır. Her şeyden önce, sömürgecilerle savaşanlar ilerici, aydın bir dünya görüşüne sahip olmalıdırlar. Bilime, çağdaşlığa, uygarlığa inanmalıdırlar. Emeğe değer vermelidirler.  Çalıp çırpmamalı, hile hurda yapmamalı, yalan söylememelidirler. Kamu mallarına sahip çıkmalıdırlar. Har vurup, harman savuran, lüks ve şatafat içinde yaşayan, devlet bütçesini boşaltan, sonra da açığını kapatmak için mücadele ettiği emperyalistlerden kendisine kredi yardımı yapmasını isteyen bir iktidar, emperyalizmle asla mücadele edemez. Hele hele halkını kamplara, gruplara bölüp, onları birbirine düşman eden iktidarlar ve politikacılar asla emperyalizmle savaşamazlar. Halkımız bugünkü ortamda işsizlikten kırılıyor. Dönüp bakan yok. Anneler bebelerine mama çalmaya başladılar. Tacizciler, tecavüzcüler mesleklerini en iyi ortamlarda, en biçimde icra ediyorlar günümüzde. Üstelik bunların arasında tarikat başkanları da var. Halk her yönden kan ağlıyor. Çile dolduruyor… Bütün bu çileler, sıkıntılar, olup bitenler karşısında 18 yıldan bu yana hem iktidar hem muhalefet partileri sadece konuşuyorlar.  Yaptıkları başka iş yok. Birbirlerine saldırıyorlar. Ortada elle tutulur, gözle görülür bir iyileşme, ilerleme yok. İlerleme, iyileşme şöyle dursun Atadan, Atatürk’ten, babadan kalan malları, fabrikaları da sattılar. Halkımızın yüzde 41’i asgari ücretle, yani 2 bin 325 TL ile geçiniyor. En düşük gecekondu kirası bin TL. Ama siyasal partilerde ses yok. Derneklerde, sendikalarda ses yok. Bu gariban halkı savunan kim? Bilen var mı? (alieralp37@gmail.com) - IMG 20170622 111622




1938 yılında Atatürk’ün ölümünden sonra ülkemizde çarklar geriye dönmeye başladı.
 
Ata’mızın saltanat, hilafet yanlısı olarak görüp, yönetimden uzaklaştırdığı kişilere sosyal barış adı altında yeniden görevler verdiler.
 
Onun yakın mücadele arkadaşlarını ise bulundukları makamlardan uzaklaştırıp, açığa aldılar.
 
Hele hele 1950 den sonra Mendereslerle, Bayarlarla iş iyice çığırından çıktı. Karşı devrim süreci başladı.
 
Tarikatlar, tekkeler, Kuran kursları yeniden, topraktan biter gibi çoğaldı.
 
Vatanın her köşesini tarikat ve cemaatler, şeyhler, Şıhlar bir çekirge sürüsü gibi sardı. El üstünde tutulmaya başlandı.
 
Oysa Mustafa Kemal Atatürk bir konuşmasında şunları söylemişti:
 
“Efendiler, biz tekke ve zaviyeleri din düşmanı olduğumuz için değil; bilakis bu tip yapılar, din ve devlet düşmanı olduğu, Selçuklu ve Osmanlıyı bu yüzden batırdığı için yasakladık.
 
Çok değil, yüz yıla kalmadan, eğer bu sözlerime dikkat etmezseniz, göreceksiniz ki, bazı kişiler, bazı cemaatlerle bir araya gelerek, bizlerin din düşmanı olduğunu ileri sürecek.
 
 Sizlerin oyunu alarak başa geçecek ama sıra devleti bölüşmeye geldiğinde birbirlerine düşeceklerdir. Ayrıca, unutmayın ki o gün geldiğinde her bir taraf diğerini dinsizlikle suçlamaktan geri kalmayacaktır.” (17 Aralık 1927)
 
İşte şimdi o günleri yaşıyoruz…
 
Herkes birbirine düştü. Herkes birbirini suçluyor.
 
Herkes “Hep bana Rab bana” diyor.
 
Mevki, makam, parsel kapmaya çalışıyor…
 
Atatürk yıllar öncesinden bu günleri anlatmış sanki… Yaşadığımız şu buhranlı günlerin sosyal ve ekonomik tablosunu çizmiş. Devlet adamlarının niteliğinden söz etmiş.
 
Ama günümüzde, kendilerini devrimci ve Atatürkçü olarak tanımlayan bazı siyasetçiler, onun yıllar öncesinden gördüğü, tanımladığı gerçekleri görememekte, AKP yandaşı ve hayranı olarak yollarına devam etmektedirler.
 
Hazine açık vermektedir. Sanayi ve tarım tükenmiştir. Üretim durmuştur. Esnaf iflas etmektedir.
 
Türkiye bitmiştir…
 
Bunu bütün dünya görmektedir ama bizim bir avuç koltuk değneğimiz görememektedir.
 
Onlar, fabrikaların, vatan topraklarının satılmasına, ormanların yağmalanmasına, işsizlik, yoksulluk nedeniyle çolukları, çocukları ile birlikte ailelerin intihar etmesine dönüp bakmamaktadırlar bile.
 
Bir zamanlar “Ben BOP eş başkanıyım ve bu görevi yapıyorum” diyen AKP Genel Başkanı şimdi, bir anda, onların gözünde antiemperyalist başkana dönüşmüş ve “Bağımsızlık Savaşına” başlamıştır.
 
Oysa Kurtuluş Savaşı yapmanın da antiemperyalist olmanın da bazı kuralları, ilkeleri vardır.
 
Her şeyden önce, sömürgecilerle savaşanlar ilerici, aydın bir dünya görüşüne sahip olmalıdırlar. Bilime, çağdaşlığa, uygarlığa inanmalıdırlar. Emeğe değer vermelidirler.
 
 Çalıp çırpmamalı, hile hurda yapmamalı, yalan söylememelidirler. Kamu mallarına sahip çıkmalıdırlar.
 
Har vurup, harman savuran, lüks ve şatafat içinde yaşayan, devlet bütçesini boşaltan, sonra da açığını kapatmak için mücadele ettiği emperyalistlerden kendisine kredi yardımı yapmasını isteyen bir iktidar, emperyalizmle asla mücadele edemez.
 
Hele hele halkını kamplara, gruplara bölüp, onları birbirine düşman eden iktidarlar ve politikacılar asla emperyalizmle savaşamazlar.
 
Halkımız bugünkü ortamda işsizlikten kırılıyor. Dönüp bakan yok.
 
Anneler bebelerine mama çalmaya başladılar.
 
Tacizciler, tecavüzcüler mesleklerini en iyi ortamlarda, en biçimde icra ediyorlar günümüzde. Üstelik bunların arasında tarikat başkanları da var.
 
Halk her yönden kan ağlıyor. Çile dolduruyor…
 
Bütün bu çileler, sıkıntılar, olup bitenler karşısında 18 yıldan bu yana hem iktidar hem muhalefet partileri sadece konuşuyorlar.  Yaptıkları başka iş yok.
 
Birbirlerine saldırıyorlar. Ortada elle tutulur, gözle görülür bir iyileşme, ilerleme yok.
 
İlerleme, iyileşme şöyle dursun Atadan, Atatürk’ten, babadan kalan malları, fabrikaları da sattılar.
 
Halkımızın yüzde 41’i asgari ücretle, yani 2 bin 325 TL ile geçiniyor. En düşük gecekondu kirası bin TL.
 
Ama siyasal partilerde ses yok. Derneklerde, sendikalarda ses yok.
 
Bu gariban halkı savunan kim? Bilen var mı?
 
(alieralp37@gmail.com)
<p>1938 yılında Atatürk’ün ölümünden sonra ülkemizde çarklar geriye dönmeye başladı. Ata’mızın saltanat, hilafet yanlısı olarak görüp, yönetimden uzaklaştırdığı kişilere sosyal barış adı altında yeniden görevler verdiler. Onun yakın mücadele arkadaşlarını ise bulundukları makamlardan uzaklaştırıp, açığa aldılar. Hele hele 1950 den sonra Mendereslerle, Bayarlarla iş iyice çığırından çıktı. Karşı devrim süreci başladı. Tarikatlar, tekkeler, Kuran kursları yeniden, topraktan biter gibi çoğaldı. Vatanın her köşesini tarikat ve cemaatler, şeyhler, Şıhlar bir çekirge sürüsü gibi sardı. El üstünde tutulmaya başlandı. Oysa Mustafa Kemal Atatürk bir konuşmasında şunları söylemişti: “Efendiler, biz tekke ve zaviyeleri din düşmanı olduğumuz için değil; bilakis bu tip yapılar, din ve devlet düşmanı olduğu, Selçuklu ve Osmanlıyı bu yüzden batırdığı için yasakladık. Çok değil, yüz yıla kalmadan, eğer bu sözlerime dikkat etmezseniz, göreceksiniz ki, bazı kişiler, bazı cemaatlerle bir araya gelerek, bizlerin din düşmanı olduğunu ileri sürecek.  Sizlerin oyunu alarak başa geçecek ama sıra devleti bölüşmeye geldiğinde birbirlerine düşeceklerdir. Ayrıca, unutmayın ki o gün geldiğinde her bir taraf diğerini dinsizlikle suçlamaktan geri kalmayacaktır." (17 Aralık 1927) İşte şimdi o günleri yaşıyoruz… Herkes birbirine düştü. Herkes birbirini suçluyor. Herkes “Hep bana Rab bana” diyor. Mevki, makam, parsel kapmaya çalışıyor... Atatürk yıllar öncesinden bu günleri anlatmış sanki… Yaşadığımız şu buhranlı günlerin sosyal ve ekonomik tablosunu çizmiş. Devlet adamlarının niteliğinden söz etmiş. Ama günümüzde, kendilerini devrimci ve Atatürkçü olarak tanımlayan bazı siyasetçiler, onun yıllar öncesinden gördüğü, tanımladığı gerçekleri görememekte, AKP yandaşı ve hayranı olarak yollarına devam etmektedirler. Hazine açık vermektedir. Sanayi ve tarım tükenmiştir. Üretim durmuştur. Esnaf iflas etmektedir. Türkiye bitmiştir… Bunu bütün dünya görmektedir ama bizim bir avuç koltuk değneğimiz görememektedir. Onlar, fabrikaların, vatan topraklarının satılmasına, ormanların yağmalanmasına, işsizlik, yoksulluk nedeniyle çolukları, çocukları ile birlikte ailelerin intihar etmesine dönüp bakmamaktadırlar bile. Bir zamanlar “Ben BOP eş başkanıyım ve bu görevi yapıyorum” diyen AKP Genel Başkanı şimdi, bir anda, onların gözünde antiemperyalist başkana dönüşmüş ve “Bağımsızlık Savaşına” başlamıştır. Oysa Kurtuluş Savaşı yapmanın da antiemperyalist olmanın da bazı kuralları, ilkeleri vardır. Her şeyden önce, sömürgecilerle savaşanlar ilerici, aydın bir dünya görüşüne sahip olmalıdırlar. Bilime, çağdaşlığa, uygarlığa inanmalıdırlar. Emeğe değer vermelidirler.  Çalıp çırpmamalı, hile hurda yapmamalı, yalan söylememelidirler. Kamu mallarına sahip çıkmalıdırlar. Har vurup, harman savuran, lüks ve şatafat içinde yaşayan, devlet bütçesini boşaltan, sonra da açığını kapatmak için mücadele ettiği emperyalistlerden kendisine kredi yardımı yapmasını isteyen bir iktidar, emperyalizmle asla mücadele edemez. Hele hele halkını kamplara, gruplara bölüp, onları birbirine düşman eden iktidarlar ve politikacılar asla emperyalizmle savaşamazlar. Halkımız bugünkü ortamda işsizlikten kırılıyor. Dönüp bakan yok. Anneler bebelerine mama çalmaya başladılar. Tacizciler, tecavüzcüler mesleklerini en iyi ortamlarda, en biçimde icra ediyorlar günümüzde. Üstelik bunların arasında tarikat başkanları da var. Halk her yönden kan ağlıyor. Çile dolduruyor… Bütün bu çileler, sıkıntılar, olup bitenler karşısında 18 yıldan bu yana hem iktidar hem muhalefet partileri sadece konuşuyorlar.  Yaptıkları başka iş yok. Birbirlerine saldırıyorlar. Ortada elle tutulur, gözle görülür bir iyileşme, ilerleme yok. İlerleme, iyileşme şöyle dursun Atadan, Atatürk’ten, babadan kalan malları, fabrikaları da sattılar. Halkımızın yüzde 41’i asgari ücretle, yani 2 bin 325 TL ile geçiniyor. En düşük gecekondu kirası bin TL. Ama siyasal partilerde ses yok. Derneklerde, sendikalarda ses yok. Bu gariban halkı savunan kim? Bilen var mı? (alieralp37@gmail.com) - IMG 20170622 111622 1

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir