1950’lerden bu yana sağ iktidarlar tarafından yönetiliyoruz. Gericiler, yobazlar ülkemizi teslim aldılar.
Bu sağ oluşumun başlangıcı ta 1946’lara, 47’lere dek uzanır…
Emperyalistler ve onun işbirlikçisi tarikatçı, dinci, yobaz takımı hiçbir zaman sultanlığın, şeriat düzeninin yıkılışını benimseyemediler. Hep o günlerin özlemi ile yandılar, tutuştular…
İktidar olduklarında da Atatürk’ü, Cumhuriyeti, laikliği yıkmak için ellerinden geleni artlarına koymadılar… Çünkü Ata’mız yobazlığa, gericiliğe karşı savaş açmış, şunları söylemişti:
“…Efendiler, ey Millet! Biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakikî tarikat, medeniyet tarikatıdır.”
İşte yobazlar, tarikat ve cemaat liderleri, Mustafa Kemal’i bu yüzden sevmediler. Sevmezler.
Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyetini hiçbir zaman kabullenemeyen ABD, Kurtuluş Savaşındaki yenilgiyi hiçbir zaman içine sindiremeyen Batı, hep bir Sevr özlemi ile yaşadı.
Churchill, Lozan görüşmelerinden sonra duyduğu ezikliği şu sözlerle dile getirmişti:
“İngiltere’nin tarihinde bundan daha büyük hezimet yoktur. Bundan daha büyük bir başarısızlık olmamıştır…”
Lozan’da Osmanlının küllerinden yeni bir ülke yaratılmıştı. Lozan, Türkiye Cumhuriyetinin tescili, varoluşuydu. Tam bağımsız bir ulus devletin ilanıydı.
Bu bağımsız, özgür, laik dönem Atatürk’ün ölümüne dek güçlenerek, genişleyerek devam etti.
Ama onun ölümünden hemen sonra emperyalizmle uzlaşma yolları aranmaya başlandı. Bu, yadsınamaz bir gerçektir.
Bunu yapanlar Mustafa Kemal’in zamanında kendisini ustalıkla gizleyen reformist, idare-i maslahatçılardı. Yani zamana ayak uydurmaya hazır kişilerdi.
Büyük önder, “İdare-i maslahatçılar esaslı inkılap yapamazlar” demişti.
Ve Atatürk’ün değer verdiği yakın çalışma arkadaşları, yine bu kişiler tarafından yönetimden uzaklaştırıldılar. Onun kızağa çektiklerini, etkin görev vermediklerini ise yeniden işbaşına getirildiler.
Hatta bunların içerisinde karşıdevrimciler bile vardı.
Din sömürücülüğü Ata’mızın ölümünden sonra yeniden hortlatıldı.
Türkiye, 1950’ye kadar ABD ile birçok ikili antlaşmalara imza attı. Ve IMF’ye, Dünya Bankası’na da 1947 yılı içinde üye oldu.
Truman doktrini ile o yıllarda tanıştı.
DP iktidarından önce okullara din dersleri bu karşıdevrimciler tarafından kondu ve tarikatlar, tekkeler yeniden başlarını kaldırdılar.
GÜNÜMÜZE GELİNCE…
AKP, hain ve dönek solcular sayesinde şeriatı, gericiliği alıştıra alıştıra soktu ülkemize.
2002’lerden sonra sahte solcular tarafından yapılan türban, tarikat, tekke, destekleri ve yardımlaşmaları ile bugünlere geldik.
Zaten daha önce türbanlı kadın TBMM’sine kabul edilmiş, AKP’nin yolu açılmıştı.
Şimdi onlar artık CHP yönetim kurullarına da alınmaya başlandı ve Atatürk zamanında değiştirilen Tunceli adına yeniden “Dersim” diyenler de partide giderek çoğalıyor…
Ayrıca Altı Ok’u parti bayrağından çıkarma hazırlıkları da var.
Meclise türbanlılar alındığında Kemal Bey hiç itiraz etmedi. “Gık”ını bile çıkarmadı. Sineye çekti ve AKP’ye yeşil ışık yaktı… Ergenekonlar, kozmik odalar karşısında suspus oldu…
O da Bülent Ecevit gibi direnebilseydi, yer gök türbanlılarla dolup taşmazdı bugün…
Şimdi artık AKP’nin saklısı gizlisi kalmadı. Açıktan saldırıyor laik düzene, Cumhuriyete, Atatürk’e…
Atamız, Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi konuşmasında Diyanet İşleri Başkanının hedefindeydi.
Yeri gelmişken şunu burada belirtelim: AKP’lileri etkilemek, AKP’lileri partiye kazanmak TÜRBAN, din dalkavukluğu, sakal, sarıkla değil; Atatürk’ün ÇAĞDAŞ, LAİK, UYGAR, DEVRİMCİ politik çizgisi ile sağlanır, sağlanmalıdır…
Bu gerici politika partimize daha çok oy kaybettirmektedir. Geçmişte yaşayarak gördük bunu.
Makalemi bitirirken yanlış anlaşılmalara, yanlış yorumlara meydan vermemek için, daha önce defalarca yaptığım bir açıklamayı bir kez daha yapayım.
Ben Atatürk’ün direktiflerine uyarak, partimizde yapılan hataları eleştiriyorum. Kılıçdaroğlu’nun ve İnce’nin partimize zarar verebilecek olan düşüncelerini, uygulamalarını eleştiriyorum. Ama bugün bi seçim olsa oyumu yine CHP’ye veririm. Ondan asla kopmam.
Çünkü zaman ayrılma, parçalama, parçalanma zamanı değil, birleşme, bütünleşme zamanıdır.
Ayrılmaya, kopmaya, yeni parti kurmaya kesinlikle karşıyım. Parti içinde kalıp, mücadelenin parti içinde yapılmasından yanayım. GÜÇ BİRLİĞİ yapmaktan yanayım. Ulusal cephede birleşip, AKP’yi şu perişan zamanında iktidardan uzaklaştırmaktan yanayım…
Bilmem anlatabildim mi?