Ülke, Şeriata Ve Faşizme Doğru Giderken Onlar Sadece Seyrettiler…

Hırsızlar, talancılar, şeriatçılar, kanunsuzlar kara bulutlar gibi çöktüler sevgili yurdumuzun üstüne.

Yüzyıllar boyunca kanımız canımız pahasına koruduğumuz, uğruna şehitler verdiğimiz ata mirasımızı, kültürümüzü, ulusal varlıklarımızı, vatanumızı şeriatçılara, yobazlara teslim ediyorlar şimdi…

Peki, bütün bu olup bitenlerde tek suçlu AKP mi?

Bizim hiç suçumuz yok mu?

Dinci faşizm, bağıra bağıra, mehter marşı ile gelirken; TBMM, Çankaya, Devlet, ordu, Milli Eğitim birer birer teslim alınırken, bütün bu olup biteni tribünlerden maç izler gibi izleyenlerin hiç mi suçu yok?

Ey halkım, senin hiç mi suçun yok?

“Evet, ama yetmez” diyen demokrasi hokkabazları, sizin hiç mi suçunuz yok?

Abdullah Gül’leri Çankaya’ya çıkaran, iktidarla birlikte Atatürk’e ve Atatürk dönemine saldırılar düzenleyen muhalefetin hiç mi suçu yok?

Ne diyordu Uğur Mumcu:

“Bir toplum böyle çöker işte; devletin yerini kaba kuvvet alır, susulur… Yasanın yerini din alır korkulur… Yolsuzluklar, cinayetler birbirini izler… Eller, kollar bağlanıp götürülür… Vuran vurur, öldüren öldürür… Ve bütün bunlardan sonra, bir çete gelir ve devleti teslim alır…”

Değerli yazarımızın yıllar önce söylediklerini bugün bire bir yaşıyoruz…

İktidar mücadelesi uzun, ince, zahmetli bir yoldur. Dikenlerle, çalılıklarla kaplıdır.

Emperyalist devletlerin baskıları karşısında boyun eğmek, gerilemek, onların oyununa gelmek, şeriatçı iktidarla dayanışma içerisine girmek, çözüm değildir. Zorluklar, engeller ancak aktif mücadele ile aşılabilir.

İşte Mustafa Kemal’i, Mustafa Kemal yapan bu devrimci pratik ve eylem anlayışıdır.

Onun ölümünden sonra CHP’yi ve bazı sol kadroları 1923 devriminden koparan, emperyalizme ve gerici çevrelere yaklaştırıp, ülkenin adım adım yarı bağımlı bir yapıya dönüşmesine neden olan şey, bu atılımcı, mücadeleci, devrimci niteliklerin kendisinden sonra gelenlerde bulunmayışından,  belirli bir hedeflerinin olmayışından kaynaklanmaktadır.

Oysa siyasal partilerin görevi, iktidar mücadelesi yapmaktır, koltuk değnekliği değil…

Muhalefette kalmak, muhalefete mahkûm olmak, devrimci mücadeleyi dört duvar arasına hapsetmek, direnişlerden ve eylemlerden uzak, her şeyi laf kalabalığı ile sadece konuşarak, eleştirerek çözümlemeye çalışmak, yani kısaca “Sözde muhalefet”le yetinmek, vakit öldürmekten başka bir şey değildir.

Bu ülkeyi Cumhuriyet yıkıcılarından, vatan satıcılarından kurtarmak istiyorsak eğer, iktidar olma mücadelesine halkımızla birlikte omuz vermek zorundayız.  Ancak bu yolla “sözde muhalefet”in yerini “gerçek muhalefet” alabilir.

Devrimci liderlerin başarılarında başta gelen etken; onlar önce ideoloji planında hedeflerini belirlerler, sonra uygulama aşamasına geçerler.

Yani teori ile pratiği birleştirirler. Somut hedefler seçerler. Boş işlerle uğraşmazlar…

Daha öğrencilik yıllarında Mustafa Kemal  “Evvela sosyalist olmalı, maddeyi anlamalı” demişti. Elbette sosyalist değildi o. Ama araştırıyordu. Yolunu yöntemini bulmaya çalışıyordu.

Mustafa Kemal, ideolojisini “Tam bağımsızlık” ilkesi üzerine yapılandırmıştı.

Gerçekleştirmek istediği ikinci değişim ise saltanat ve hilafetin yerine Cumhuriyeti kurmaktı.

Hedefinde emperyalist güçler vardı. İktidar olmak vardı.  Daha Samsun’a çıkmadan önce, denizlerimize giren düşman donanmaları için söylediği “Geldikleri gibi giderler” sözü, onun bu konudaki kararlılığını ortaya koyması açısından çok önemli bir ipucudur.

Devrimin adresini saptamıştı. Gideceği yeri çok iyi biliyordu. 

Düşüncelerini eylem alanına aktarabilmek için Anadolu’ya geçmesi gerekiyordu. Çünkü o bir eylem adamıydı. Gerektiğinde tüm resmi sıfatlarını, görevlerini, giysilerini fırlatıp atabilecek bir yapıya sahipti.

 Nitekim attı da…“Hatay krizi” yıllarında Hasan Rıza Soyak’a söylediği şu sözler onun bu yanını çok iyi ortaya koyuyordu:

“Eğer diplomatik yolla halledemezsem, yapacağım şey Cumhurbaşkanlığından hatta milletvekilliğinden istifa etmektir. O zaman, resmi bir görevim kalmaz, sivil bir fert olarak Hatay’a gider, tıpkı Samsun’a gittiğimde olduğu gibi milis kuvvetlerin başına geçerim ve bu uğurda savaşırım ama sonunda mutlaka başarırım…”

İşte bu özellikler ve nitelikler, bizim muhalefet liderlerinde yok. Yani sonuca ulaşmak, sonuca varmak gibi bir istekleri ve planları da yok…

Ne “ Şiş yansın ne kebap” diyorlar. İktidar, iktidarda kalsın, muhalefet muhalefette kalsın, arada bir yanlış, ters uygulamalar karşısında sert sözler söyleyelim, keskin çıkışlar yapalım, yüreklere su serpelim, halkı rahatlatalım, düzen devam etsin, gitsin… Ne iktidarın keyfi bozulsun ne bizim…

Sanki başkanlar gökten zembille inmiş gibi, sanki başkanlar bir kez seçildi mi “ilahi bir kudret” kazanıyormuş gibi, yandaşları da onlara laf söyletmiyorlar… Sorgulayanlara da “Sen AKP’li misin” diye soruyorlar.

Bir kez daha sesleniyorum: Ben AKP’li falan değilim. Atatürkçüyüm. Zaman, “Gökten ne yağarsa yağsın, yerin kabul etmesi”  zamanı değildir.  Zaman, parti önderlerini ve yöneticilerini ilahlaştırıp, her dediğine baş sallama, “evet” deme zamanı değildir. 

Hele hele, kıvırtmanın, gevezeliğin, particilik oyunları oynamanın zamanı hiç değildir. Zaman mücadele zamanıdır. Eleştirme, gerçekleri söyleme, Atatürk çizgisinden sapanları, saptıranları, ihanetleri teşhir etme zamanıdır.

UYARIYORUZ: ATAMIZA, ALTI OKUMUZA SAHİP ÇIKALIM… VATANIMIZA SAHİP ÇIKALIM…

(alieralp37@gmail.com)

Hırsızlar, talancılar, şeriatçılar, kanunsuzlar kara bulutlar gibi çöktüler sevgili yurdumuzun üstüne. - IMG 20170622 111622 1
Hırsızlar, talancılar, şeriatçılar, kanunsuzlar kara bulutlar gibi çöktüler sevgili yurdumuzun üstüne. - IMG 20170622 111622 1

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir