Hacılar – Hocalar, şeyhler – Şıhlar, mollalar ne yasa dinliyorlar ne anayasa… Ne hukuk tanıyorlar ne yasak… Ne gelenek biliyorlar, ne görenek…
Fes, sarık, takke, poşularla patlamaya hazır bombalar, serseri mayınlar gibi ortalıkta dolaşıyorlar. Siyasal İslam’ın gönüllü neferleri olarak çalışıyorlar…
Canlarının istediği yerde hemen seccadelerini açıp, namaz kılıyorlar… Canlarının istediği her mekânda şeriatçılık propagandası yapıyorlar…
Takkeli, fesli, sarıklı insanlar sokaklarda gösteri yürüyüşleri yapıyorlar; bağırıyorlar, çağırıyorlar…
En doğal hakkını, yani anayasal hakkını kullanmak isteyen Atatürkçü, yurtsever örgütlere bu izin verilmiyor. Sokaklara, meydanlara çıkan kadınları da saçlarından tutup, yerlerde sürüklüyorlar.
Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesinin ardından bu yobaz takımı şimdi daha çok saldırgan, daha çok pervasız oldu.
Yenisöz Gazetesi’nin eski yazarı Hasret Yıldırım, Ayasofya’nın ibadete açılmasıyla, “Biz bugün o kemikleri (Atatürk’ün kemiklerini kastediyor(!) ) sokağa attık… Hilafet nereden battıysa oradan kalkacak. Allah’ın izniyle bugün hilafetin kalkışının ilk adımı atıldı” sözlerini sarf etti.
Bir milli eğitim müdürü de çıkmış “Lozan Kilidini çöpe attık” diyor ve Lozan antlaşmasının yürürlükten kaldırılmasını talep ediyor. Sorsan ona, Lozan’ın anlamını, önemini de bilmez…
Onlar bir hilafet devleti kurmak için çabalıyorlar. İnsanlıktan, bilimden, uygarlıktan haberleri yok. Her an saldırıya hazır, pusuda bekliyorlar…
Üstelik Diyanet İşleri Başkanı da bir “Kılıçlı Hutbe Gösterisi” yaptı. Atatürk’ümüzün adını söylemeden ona verdi, veriştirdi. Hakaretler yağdırdı… Bununla ne yapmak, neyi anlatmak istiyorsa?
Ama bütün bu olup bitenler, kalkışmalar karşısında hâkimler, savcılar sessiz… Sadece onları seyretmekle yetiniyorlar… O kadar…
Peki, ülkemiz bugünkü duruma ve ortama nasıl geldi? Nasıl getirildi?
Yurdumuz, Ortaçağ koşullarına nasıl geri döndü?
Şunu önce, açık ve net olarak belirtelim: Suçlu sadece halk değildir. Suçlu sadece insanlarımız değildir. Partiler de suçludur. İktidar da muhalefet de suçludur…
Bugüne değin, sol, bir türlü halkla buluşamadı. Halkı yanına çekemedi. Onunla kaynaşamadı. İşçilerden, köylülerden, kısaca emekçilerden ve emekçi eylemlerinden genellikle uzak durdu.
Kılıçdaroğlu ise sağ partileri taklit ederek başarıya ulaşacağını sandı…
Mehmet Bekaroğlu gibi Refah – Fazilet Partisi kökenli ve İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreterliği yapmış, Ekmeleddin İhsanoğlu gibi yeminli Atatürk düşmanları, partiye davet edilerek, dincilikten ve dincilerden medet umdu…
Hiç düşünmediler, aslı dururken halk taklidini ne yapsın?
Yeri gelmişken burada CHP ve Genel Başkanı hakkında da bir iki kısa söz söyleyelim:
Ama yanlış anlaşılmamak için daha önce kısa bir açıklama yapalım:
Biz CHP’yi zayıflatmak, güçsüz düşürmek için bu eleştirileri yapmıyoruz. Gerçeği göstermek, Atatürk’ün çizgisine ve yoluna dönmek için; yalakalık ve koltuk değnekliği yapmadan düşüncelerimizi açıkça sergilemek istiyoruz…
Partimizin eleştirilerle daha da güçleneceğine inanıyoruz ve diyoruz ki: Vatanını kurtarmak isteyenler Atatürk ilkelerinden asla ödün vermemelidirler…
Ne makam ne koltuk sevdamız var. Seçimlerde yine oyumuzu CHP’ye veririz ve kimsenin de CHP’den kopmasını istemeyiz. Çünkü AKP, ne Türkiye’nin ne de Atatürkçülerin partisidir.
Ama bir taraftan da yüreğimiz kan ağlıyor. 18 yıl oldu… Tam 18 yıl… Dile kolay. Bir ömür bu… Atatürk 1919’da Samsun’a çıktı, 1923’te Cumhuriyeti kurdu. Kurtuluş Savaşı bile 4 yılda kazanıldı.
AKP, CHP’nin yanlış, aksak politikaları sayesinde ülkenin, insanımızın kanını, iliğini sömürdü. Ne sanayi bıraktı ne tarım, ne orman bıraktı ne dere… 18 yıldır saltanat sürüyor…
Bu eleştirilere ben bu gün değil, tam 10 yıl önce, 2010 tarihinde başlamıştım. Daha o yıllarda Atatürk’ün partisinin Atatürk’ün yolundan ve ilkelerinden ayrıldığını söylemiştim. Duyan olmadı…
21 Eylül 2010 tarihinde İlk Kurşun gazetesinde şunları yazmıştım:
“AKP’lileşen CHP ile yığınların umutlarını umutsuzluğa dönüştürmeye, heba etmeye, Türkiye’yi yeniden bir imamlar cumhuriyeti yapmaya, kimsenin ne hakkı, hukuku ne de yetkisi vardır…”
“Türbanla mürbanla bir yere varılmaz, Fethullah Gülen’e, cemaatlere saygılı olmakla bir yere varılmaz. Herkes aklını başına toplasın…”
O yıllarda Kemal Bey, Fethullah Gülen’e ve cemaatlere saygı (!) duyuyordu çünkü…
Oysa Atatürk Nutuk’ta şunları söylüyordu: “Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz.” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt II, sayfa 217)
Atatürk’ü duyan ve dinleyen olmadı. Atatürk ilkeleri ve Altı Ok paspas gibi çiğnendi ve hala çiğnenmeye devam ediliyor…
İlhan Selçuk Ağabey, çoğu yazılarında şu sözü yinelerdi: “Keşke ben haklı çıkmasaydım, onlar haklı çıksaydı da bunlar başımıza gelmeseydi… ”Şimdi ben de diyorum ki, “Keşke ben haklı çıkmasaydım…”Ama haklı çıktım. Ortalık yangın yerine döndü…
Kemalizm altı okla, Mustafa Kemal Atatürk’le, İstiklal-i Tam’la, yani tam bağımsızlıkla vardır. Bunlar olmayınca CHP de olmaz, 1923 Cumhuriyet devrimi hiç olmaz. “Ben cemaatlere saygılıyım, insanlarımız manevi dünyalarında cemaatlere yakın olabilir” demekle CHP’nin Recep Bey’in partisinden bir farkı kalmaz.
İŞİN ÖZÜ: Vatanımızı kurtarmak istiyorsak eğer Atatürk’e, Atatürk’ün yoluna, Altı Ok’a dönelim. Ve gevezeliği bırakıp, dişe diş bir mücadele verelim… Atatürk’ü sevmek yetmez, Atatürk olalım…