MİRSEYİT SULTAN GALİYEV
(ESKİ DEFTERLER-13)
HÜSEYİN MÜMTAZ
Konuya damardan girmeye ne dersiniz?
Yerleşik kanıya göre solculuğun ilk koşulu dine ve milliyete uzak durmak; sağcılığın ise millici ve dinci olmaktır. Alternatif söylemleri istediğiniz kadar çoğaltabilirsiniz ama kısa keselim.
Yâni bir insan hem solcu (hâttâ komünist) hem Türkçü hem Müslüman olamaz. (mı)?
Olur… Sultan Galiyev’seniz, bal gibi olur!
Sultangaliyev, öğretmen Mir Said Haydar Galiyev’in çocuğu olarak 13 Temmuz 1892 tarihinde, Başkurdistan’ın Sterlitamak şehrinin Kırımsakalı kasabasına bağlı Elimbetova köyünde dünyaya geldi. İlk eğitimini doğduğu köyde aldı, 1907’den itibaren Kazan’da Tatar Pedagoji Enstitüsü’nde eğitimine devam etti. 1912 yazında Moskova’da Yaz Pedagoji kurslarına gitti. Tatar köylerinde öğretmenlik yaptı. Ufa’da belediye kütüphanesinde çalıştı; Ufa, Kazan, Bakü gibi çeşitli şehirlerde gazetecilik yaptı. Bakü’de Mehmet Emin Resulzade’nin çıkardığı Açık Söz’de çalıştıktan sonra Menşeviklerin yayınladığı Bakü gazetesinde “Müslüman dünyasından haberler” köşesini hazırladı. 1917 Şubat Devrimi sırasında Bakü’deydi.
Şubat Devrimi sonrası 1 Mayıs 1917’de Moskova’da düzenlenen Bütün Rusya Müslümanları Kongresi’ne çağrılan Sultangaliyev burada Müslüman Kongresi Yürütme Komitesi Sekreter oldu ve Kazan’a geçti. Kazan’da ünlü Tatar Bolşevik Molla Nur Vahidov’un başkanlığındaki Müslüman Sosyalistler Komitesi’ne katıldı ve burada da Müslüman Sosyalist Komite komiserliğine getirildi. Aynı zamanda Komünist Parti saflarında hızla yükselerek Sovyet Milliyetler Komitesi’nin ikinci sekreteri oldu ve örgütün resmî yayın organı Jiznnatsionalnostey’in editörlüğünü yapmaya başladı.
Galiyev’in 1919 ve 1920’de İdil-Ural Cumhuriyeti kurma projesi Lenin tarafından şovenist eğilimler taşıdığı gerekçesiyle reddedildi. 1920 yılında Zeki Velidi ve bir grup önde gelen Müslüman aydınla Turan Federe Sosyalist Devleti oluşturmayı amaçlayan İttihat ve Terakkî adlı örgütü kurdu. Böylelikle Moskova’daki liderlikle Sultan Galiyev arasındaki fikir ayrılıkları belirginleşmeye başladı ve giderek diktatörleşen Moskova, Müslüman halkların beklentilerini kısıtlama yoluna gitti. 1921’de neşrettiği çeşitli makalelerde Bolşevikler’in İslâm ve din karşıtı çalışmalarını eleştirmesi Stalin ile ilişkilerini gerginleştirdi. 1923’te burjuva milliyetçisi olmak, Türkiye ve İran gibi ülkelerde bağlantılar tesis ederek Sovyetler’in milletler politikasına karşı faaliyette bulunmak gibi ithamlarla tutuklandı ama aynı yıl içerisinde devrime olan büyük katkılarından dolayı serbest bırakıldı. 1923-1928 yılları arasında bir taraftan teorilerini geliştirirken bir taraftan da örgütlenme faaliyetlerine devam edip Türkistan Sosyalist Partisi’ni kurdu.
Galiyev 1928’de Turancı, karşı devrimci ve Troçkist gibi suçlamalarla yeniden tutuklandı. Partisi tasfiye edildi, on yıl çalışma kampı cezasına çarptırılarak Sibirya’da Solovki çalışma kampına gönderildi. 1939’da serbest kaldığı söylenilen Galiyev’in ancak 1940 veya 1941’de idam edildiğine inanılmaktadır.
Yâni bütün bunları sadece 48 yıllık bir zaman dilimine sığdırdı.
“ 1917 Bolşevik İhtilâli’nin ardından Rusya merkezli Komünizme karşı Turan sosyalist devleti ve sömürgeler enternasyonali tezlerini geliştiren Sultan Galiyev’in düşüncelerinde, tarihi ve olayları değerlendirmede Marksizm’i temel alan diyalektik materyalist bir bakış açısı öne çıkmaktadır. Bununla birlikte onun fikrî yapısında döneminin kendi bölgesindeki en belirgin anlayışı olan Cedîdcilik ve Türkçülük-Turancılık hareketlerinin tesiri açıkça görülmektedir. Müslüman bir kültür çevresinde yetişmesi ve kendi toplumunun sıkıntılarını fiilen yaşamış olmasının bu sentezde etkili olduğunda şüphe yoktur. Nitekim bu sentez dolayısıyla Marksizm’e ve sosyalizme getirdiği yeni yorumlarla Rus komünistlerinden ayrılmış ve ideolojik olarak evrensel bir geçerlilikten ziyade milletlerin kendilerine has şartlarının uygulamada belirleyici olması gerektiğini savunmuştur. Buradan hareketle millî sosyalizm veya üçüncü dünya sosyalizmi denilen görüşlerini ortaya atan Galiyev, başlangıçta fiilen katıldığı Sovyet devriminin ardından yaşanan gelişmeler üzerine Rus proletaryası adına hareket eden devrim önderleri sınıfının bir müddet sonra diktatörleşeceğini, böylece Rus tarzı komünizmin beklenildiğinin aksine başka halklar için baskı, yoksulluk ve kaos doğuracağını, nihayet dağılacağını söylemiştir”. (TDV İslâm Ansiklopedisi)
Stalin’in katı merkeziyetçi politikalarının Müslüman Türk halkları arasında başarılı olamayacağını savunan Galiyev, Müslüman topluluklarda da devrimi tamamlayabilmek için hem eşitliğe hem de halkın din, gelenek ve yaşayışına saygılı olunması gerektiğini belirtiyordu.
“Galiyevizm”, yâni “sömürgeler enternasyonali” genel anlamda iki aşamalı bir programdı. İlk aşamada sırasıyla Tatar-Başkırt Devleti, Türkistan Cumhuriyeti ve Turan Federal Halklar Sosyalist Cumhuriyeti tesis edilecek, daha sonra Azerbaycan ile Altay ve Çuvaş bölgesindeki Türk toplulukları dahil edilerek Sovyetler Birliği’ndeki bütün Müslüman ve Türk halklarının siyasî birliği tamamlanacak, ikinci aşamada ise benzer birliklerini oluşturmuş bütün dünyanın mazlum halklarının sömürgeler enternasyonali gerçekleştirilecekti.
Galiyev hem müslüman toplumlarda din karşıtı bir tavırla değişimin mümkün olamayacağını ileri sürüyor hem de sosyalizm söz konusu olunca bir din olarak İslâm’ın insanlar arasında adalet ve eşitliğe verdiği önemin, demokratik mesajının ve Batı’da sanıldığının aksine yeniliklere açık karakterinin göz ardı edilmemesi gerektiğini vurgulamaktaydı.
Galiyev’in Türkiye Komünist Partisi’nin kurucusu Mustafa Suphi ile de yakın irtibatı bulunuyordu. Bu bağ Türkiye’deki sol çizgi içerisinde Kemal Tahir, Şevket Süreyya Aydemir gibi isimlerle devam etmiş, ancak daha sonra Türkiye’de farklı bir komünist çizgi geliştiği için Sultan Galiyev ve düşünceleri yakın zamanlara kadar ihmal edilmiştir.
Gelin kısaca bir daha tekrarlayalım madde başlarını…
İdil-Ural Cumhuriyeti, İttihat ve Terakki Cemiyeti aracılığı ile Turan Federe Sosyalist Devleti, Türkistan Sosyalist Partisi, Ceditçilik-Türkçülük-Turancılık, ve iki aşamalı Galiyevizm; ilk aşama Tatar-Başkırt Devleti, Türkistan Cumhuriyeti ve Turan Federal Halklar Sosyalist Cumhuriyeti, ikinci aşamada da Azerbaycan ile Altay ve Çuvaş bölgesindeki Türk topluluklarının katılımıyla Sovyetler Birliği’ndeki bütün Müslüman ve Türk halklarının siyasî birliğinin tamamlanması…
Ve bunların hepsini bırakın gerçekleştirmeyi, düşünmeye bile niyet edene şimdiye kadar hiç rastladınız mı, hatırlıyor musunuz?
Üstelik hepsi, Stalin tarafından kurşuna dizilerek son bulan sadece 48 yıllık bir ömür dilimine sığmıştır.
Bu arada, satır arasına sıkışmış İttihat ve Terakki’ciliğin de altını çizmenizi öneriyorum.
Türkiye’de uzun zaman görmezden gelinmiş Galiyev’i; Şevket Süreyya, Kemal Tahir ve Attila İlhan, bir de Halit Kakınç zaman zaman incelemişlerdir.
Oğuz Şaban Duman; Galiyev’le Zeki Velidî, Molla Nur Vahidov, Mustafa Suphi ilişkilerini etraflıca inceler. (“Sultan Galiyev”. Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı. İstanbul 1999)
Attila İlhan ise önce, Atatürk’ün düşünce ve söylemlerinde Galiyev’in izlerini sürer…
(“Hangi Atatürk”. Bilgi Yay. Ankara. Ağustos 1996.)
“Şarktan şimdi doğacak olan güneşe bakınız! Bugün, günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan, bütün Şark milletlerinin de uyanışlarını öyle görüyorum. İstiklâl ve hürriyetine kavuşacak olan çok kardeş millet vardır. Onların yeniden doğuşu, şüphesiz ki terakkiye ve refaha müteveccih olacaktır. Bu milletler bütün güçlüklere ve bütün manilere rağmen muzaffer olacaklar ve kendilerini bekleyen istikbale ulaşacaklardır.
…Müstemlekecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerinde milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir âhenk ve işbirliği çağı hâkim olacaktır.” (S.249)
“Türkiye’nin bugünkü mücadelesinin yalnız Türkiye’ye ait olmadığını, bütün arkadaşlarımız ifade etmiş iseler de bunu bir defa daha teyit etmek lüzumunu hissediyorum. Türkiye’nin bugünkü mücadelesi yalnız kendi nam ve hesabına olsaydı belki daha kısa, daha az kanlı olur ve daha çabuk bitebilirdi. Türkiye azim ve mühim bir gayret sarf ediyor. Çünkü müdafaa ettiği, bütün mazlum milletlerin, bütün şarkın davasıdır ve bunu nihayete getirinceye kadar Türkiye, kendisiyle beraber olan Şark milletlerinin beraber yürüyeceğinden emindir…” (S.250)
Galiyev’in hayatını kısaca şöyle özetler İlhan;
“Kazanlı bir Türktür Galiyev, gerçek adı da sanırım Mir Said Sultan Alioğlu’dur: Sosyalist bir devrimcidir, Rusya’da devrim patladığı zaman Türkler arasında sosyalistlik için uğraşmış, Molla Nur Vahıdof ile birlikte önemli sorumluluklar yüklenmiştir. Stalin, Milliyetler Komiseri iken, uzun yıllar birlikte çalıştığı Galiyev’i 1923’ten itibaren kuşkuyla izlemeye başlamış, 1928’deyse açıkça suçlayarak on yıl Sibirya sürgününe mahkûm ettirmiştir. Galiyev’in 1939’da sürgünden dönüp Kazan’da oturması yasaklandığı için Kuybişev’e yerleştiği, bu arada edebiyatla uğraşmak için izin istediği biliniyor.
Sonrası meçhul! Bir rivayet Stalin’in onu da diğer birçok devrimci arkadaşları gibi kestirdiğidir”. (S.253)
“Yok ama, beni asıl şaşırtan, sağda da solda da, Türkiye ile onca ilgili Sultan Galiyev üzerinde yeterince bilginin olmayışı: Galiba, sağcılar onu solcu diye bir köşede bırakmışlar, solcular ise sağcı diye! Malûm ya, Rusya Türkleri arasında, Bolşevik partisine üye oluşu, liberal demokrat Müslümanlarla (Sadri Maksudi vs.), cedit hareketinin ileri gelenleriyle bu sıfatla mücadele edip, uzun süre Milliyetler Komiserliğinde Stalin’le birlikte çalışışı onu Bolşeviğin önde gideni saymaya yeter; öte yandan, Rusya Türklerinin haklan için savaşmış, bu yüzden Stalin’le uyuşmazlığa düşüp bu uyuşmazlığı hayatıyla ödemiş olması da sağcılığına kanıt sayılabilir.
Oysa, ne yanından bakılırsa bakılsın, ilginç bir adam bu Sultan Galiyev! O dönem için ileri sürdüğü fikirlerin değişikliğiyle ilginç, Rusya Türkleri arasındaki büyük etkisiyle ilginç, mücadele gücünün yüksekliğiyle ilginç, nihayet Türkiye Türklerinin kaderine karışan bazı eylemleri ve çabalarıyla ilginç! O yüzden biraz daha üzerinde oyalanacağız.
Haberiniz var mıydı? Bizim Sivas Kongresi’nde, SSCB Dışişleri Komiserliği gözlemcisi olarak Mahmudov adında Rusyalı bir Türk de bulunuyordu. Gönderten de, kimdi derseniz, Sultan Galiyev’di elbet! 1919 Ağustosu’nda Rusya’daki ‘Jöntürklerle’ ‘İslâmın Kurtuluşu Birliği’ diye bir örgüt kurduran da, daha sonra Mustafa Suphi’yi oralarda sorumlu kılan da, hâttâ Rusların elindeki Türk tutsaklarından iki bin kadarını örgütleyip devrimci bir parti kurmaya iteleyen de, hep o!” (S.255)
“Belçika’daki Mouton Yayınevi’nin ‘Le Souttangaliyevisme’ adlı ilginç incelemesinde, Galiyev’in ve arkadaşı Nur Vahidof’un, Müslüman İşleri Komiserliği’nde, önce Kazan ve çevresinde, daha sonra idil ve Ural çevresinde, nihayet bütün Rusya Müslümanlarını içine alacak boyutta bir Turan Sosyalist Cumhuriyeti için Lenin ve Troçkiy’le anlaştığı, Stalin’le bunun anlaşmasını imzaladığı, fakat beyazlara karşı Kazan’ı savunurken kırılan Müslüman Kızılordusu gücünü yitirdikten sonra, Stalin’in bu anlaşmayı geçerli saymadığı yazılmaktadır. Hesapça, Galiyev’in ‘resmi’ tutumu (ki Mustafa Suphi’nin de bunu uygulamaya çalıştığı görülmektedir) Sovyet iktidarı zayıf iken Bolşevik Partisi’nce onaylanmış, fakat Galiyev ve yandaşları zayıflayınca eleştirilmeye başlanmıştır. Mustafa Suphi’nin Yeni Dünya’da yayımladığı yazılar, Müslüman ‘zahmetkeşleri’ne yayımladığı bildiriler, Galiyev tezlerinden izler taşımaktadır. Daha da ilginci, Anadolu Hareketi’nin güçlendiği sırada, Rusya’da Gaiiyev hareketinin eleştirilmeye başlamış olması, Mustafa Suphi’nin Anadolu’ya geçmek istediği sıralarda, Galiyevciliğin gittikçe bir suçlanma konusu haline gelmesidir.
Belki bu durum, Mustafa Suphi’nin Kemal Paşa’nın koşullarını kabul etmekteki aşırı uysallığını açıklar”. (S.266-67)
“Fakat Galiyev’le Mustafa Kemal arasındaki asıl önemli benzerlik, ikisinin de emperyalizme karşı mücadeleye öncelik vermesi kadar, mazlum milletlerin kurtarılması, bağımsızlığına kavuşturulması konusunda, Rus Bolşeviklerine karşı da aynı tutumda bulunmasıdır. Sultan Galiyev’in önce el üstünde tutulurken, sonra Moskova’da kötü kişi olması, dünyanın bütün mazlum milletlerine tanınan bağımsızlık ve özgürlük hakkından, Sovyetler Birliği sınırları içinde Müslümanların ve Türklerin de yararlanmasını istemesi olmuştur. Başka bir deyişle, Rusya’daki Türk halkının, kendi kaderini kendisinin tayin etmesini istiyor, sosyalizm yapacaksa, kuşkusuz bunu Ruslarla işbirliği halinde, fakat kendi kafasına göre yapmasını arzuluyordu. Mustafa Kemal’in tutumu da bundan farksızdır. Bunun en ilginç belirtilişi, Moskova’ya delege giden Tevfik Rüştü’nün, Kars’ta rastladığı Mustafa Suphi’ye, ‘Biz Ankara komünistiyiz’ demesidir. Zira Tevfik Rüştü yola çıkarken, Mustafa Kemal ona şunları demiştir: ‘Bizi dünya tanımazsa, komünistlerle birlik olur, kurulan yeni dünyada yerimizi alırız. Fakat memlekete yabancı eli sokmayız. Görüşümüzde samimiyiz, bu bir oyun değildir. Ama ne olursak biz oluruz, asla yabancı eli karıştırmayız.’
Demek ki, ‘yabancı eli’ kavramına, ‘Rus Bolşevikleri’ de giriyordu: Hem Galiyev için, hem Mustafa Kemal için. (S.267-68)”.
‘Şimdilik’ biraz ara verelim mi? Hazmettikten sonra devam ederiz…29.07.20
Yazıları posta kutunda oku