Atatürk Düşmanları ne yapacağını şaşırdı

Her gün Atatürk'ü karalamak için yeni belge, sahte haber uyduran Türkiye Cumhuriyeti'nin dibine bomba koymak için uğraşanlar şimdi de çok gizli bir belge açıklamışlar - o

Her gün Atatürk’ü karalamak için yeni belge, sahte haber uyduran Türkiye Cumhuriyeti’nin dibine bomba koymak için uğraşanlar şimdi de çok gizli bir belge açıklamışlar

Üzerinde neredeyse bilimsel çalışma yaptıkları çok gizli! belgeye bakar mısınız?

Her gün Atatürk'ü karalamak için yeni belge, sahte haber uyduran Türkiye Cumhuriyeti'nin dibine bomba koymak için uğraşanlar şimdi de çok gizli bir belge açıklamışlar - ataturk yahudi anlasmasi

Bu tabloda ilk goze carpan sey ustteki buyuk harflerle yazilmis yazi ve alt soldaki sari highlight edilmis ‘gizli bilgi’ sozcugudur. Bunlar belli ki sonradan bilgi sayar marifeti ile konulmus yazilardir. Mektubun gorunusu ise mekanik daktilo yazilimi gorunusundedir.

Gizli bilgi olmasini anlarim. O zaman bir arsivden calinti olabilir. Kemalistlerin tuttugu bir arsiv olmasi ihtimali azdir; cunku Kemalistler daha ziyade Ataturk’un imajini zedeleyecek kanitlari yok ederler. O zaman ozel bir arsivdir; dini olabilir, Musluman bir ulkenin olabilir.

(Mektubu simdiki lisanimiza cevirirsek)
“Degerli Ustadim,
Emrettiginiz uzre ulkeyi kurmus bulunuyorum.
Simdi yine emriniz geregi ulkeyi dinsizlestirme faaliyetlerime baslayacagim. Hilafeti kaldirarak, Fransiz benzerligini yaymak icin, Laik bir sisteme gelismesi onemli gorulmektedir. Gelismelerden heyetinize ziyadesiyle izahat verilecektir.
11 Kasim 1923
Mustafa Kemal
Nam-I Diger Moisef Yitzaq Bengorrion”

· Mustafa Kemal’in Ibranice ismini ilk defa goruyorum; Internet’te de bulamadim. Ibranice isimlerin yazilislari cogu kez degisebiliyor.

1923’te latin alfabeli daktilolar vardi. Osmanli’ya 1900’’dan itibaren Avrupali sirketler daktilo getirip kullanmislardir.

Klavyesinde Ş harfi olani da ancak ş harfli bir alfabesi olan bir ulkeden olabilir; mesela, Romanya. Romanya’dan Turkiye’ye Yahudi gocu Andulhamid Han zamaninda basladi. Yani oradan gelen yahudiler ve/veya tuccarlar ş harfli klavyesi olan daktilolar getirmis olabilirler.

“Ulke” kelimesi kafama takildi. Bu yeni bir kelime. Ataturk’le gelen Turkce kelimelerden birisi. Ataturk bu kelimeyi o zamanlar biliyor ve kullaniyor olabilir miydi? Su kaynak 1500’lerden once ve 1680’lerde bu kelimenin kullanildigini soyluyor:

Ayrica, Turk irkciligini baslatan uc Avrupa’li Siyonist yazardi. Bu yazarlari Mustafa Kemal ve Ziya Gokalp gibi Sabetayci Yahudiler okumus ve Islam’la irkciligi kullanarak savas planlarina eklemis olabilirler. Yahudilerin Turk irkciligina merakinin sadece merak olmadigini dusunuyorum. Plansiz, hazirliksiz bir sey yapmazlar. Bu bakimdan ulke kelimesini biliyor olma ihtimali yuksektir.

Evet, Islam’la savas planlari dedim. Bunu yaptiklarini kanitlayan bircok kaynak var cunku.

Fakat, once Ataturk’un dininin kripto yahudilik oldugunu soyleyen kaynaklari gorelim.

Aslinda, Kripto Musluman olan kripto bir Yahudiydi.
Muslumanlara Musluman gorunen; lakin, Yahudi dininden olanlar tarafindan da kabul gormeyen, hatta (cinsel adetlerinden dolayi) asgilanan Sabetaycilik kultunden gelmeydi. Donme de derler; ama, bu gerceklere uymuyor; cunku hic bir zaman gercekten Islamiyet’e inanmadi. Inansa yuz binlerce Musluman’I katlettirmezdi.


Mustafa Kemal, Sabetayist kulturunden cikti; Selanik’te, Sabetayist Simon Zvi’nin okulunda okudu; Islamdan ve Islam kulturunden nefret ediyordu; bu yuzden Islam’i ezmek icin sahte bir laiklik ve sahte secimleri olan mutlak bir diktatorluk getirdi; bu yuzden Israil’de heykelini diktiler; Paris’te Sabetayist bir tapinakta O’nun icin cenaze toreni duzenlediler; bu yuzden kilik-kiyafet-sapka manyakliklari yasadik; Yahudi sapkasi kanunu cikardi; alfabeyi degistirdi.

Etrafindakiler (Raki sofrasindakiler, cumhuriyeti kuran kisiler, kurdugu cumhuriyetin kilit noktasindakiler, vb) cogunlukla Mason ve/veya Sabetayist’ti; onlarla dusup kalkardi. Bircok devlet adaminin ve tarihcinin Sabetayist Yahudiydi diyen sozleri var.

Iste bazilari:

KENDISI SABETAYIST OLDUGUNU ITIRAF EDIYOR

Mustafa Kemal yuzbasi iken, Sabetaist Yahudi oldugunu bir Amerikali Yahudi gazeteciye itiraf etmis, hatta, daha inandirici olmak icin ezbere, tam bir Yahudi aksaniyla, Ibranice bir Yahudi duasi okumustu. Gazeteci de hic bir Muslumanin Islamiyet’e karsi yaptiklarini yapmayacagini soyleyerek, gercek bir Sabetaist oldugunu ama gizledigini yazmisti.

Yukardaki kaynakta verilen destekleyici uc kaynak:

  • **New York’da yayınlanan FORWARD gazetesi, Zichron Yaakov’un “When Kemal Ataturk Recited Shema Yisrael” başlıklı haberi, 28 Ocak 1994

***Ayrıca bakınız; M. Sükrü Hanioğlu, Ataturk: An Intellectual Biography, Princeton University P., New Jersey 2011, sayfa 215.

***M. Kemal’in Kudüs’te Elizer Ben-Yehuda ve onun oğlu Itamar Ben-Avi ile görüştüğünü Türk Tarih Kurumu Genel Müdürü Uluğ Iğdemir de doğrulamaktadır. Ancak yukarıda verilen konuşmaya temas etmekten kaçınmaktadır.

*Bakınız; Uluğ Iğdemir, Atatürk’ün Yaşamı, cild 1, 1881-1918, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1980, sayfa 23-25.) Bunlari su adresten de bulabilirsiniz: www.belgelerlegercektarih. wordpress.com

Ayrica, Olumunde Turkiye’de Islami bir cenaze toreni yapilmazken, Paris’te bir synagogue’da (Yahudi tapinagi) ‘Ataturk’ icin tam manasiyla bir cenaze toreni yapildi. Ibranice dualar okundu, dini sarkilar soylendi.

TC sefaretinden MKA’nin bir resmi duvara asilmis, iki silindir sapkali Turk sefareti temsilcisi ve birkac Paris’te okuyan ogrenci de hazir bulunmustu.

Bunlari Internet’te bulabilirsiniz. Yine de belgelerle bu sozlerimi dogrulayan birkac kaynagi veriyorum:

Tarihci Kadir Misiroglu’nun bu videosunun 8:30-9:30 dakikasinda Ataturk’un Paris’te bir Synagogue’daki Yahudi usulu cenaze toreninin resimleri var. Toreni anlatan Yahudi dergisinin resimleri var.

Videonun 8:30’dan onceki dakikalarinda M.Kemal’in Yahudi oldugunu soyleyenlerden bazi referanslar da veriliyor: Video’da Yahudi donmesiydi diyenlerden bazilari:

*Amerikan tarihci Daniel Pipes soyle diyor:
“Kemal Ataturk bir Yahudi donmesidir (veya gizli bir Yahudi). Turkiye’ye sekulerizm programini uygulamasindaki maksadi Osmanlidan Filistin’i Yahudilere vermediklerinden dolayi intikam almak icindi.”

*Ataturkcu Soner Yalcin Tarihci yazar: “…Artik Selanik’te (Yahudi) cemaatlerin finance ettigi modern egitim veren okullar faaliyetteydi. Bunlarin en unlusu, vali Midhat Pasa zamaninda, Semsi Efendi (Shimon Zvi) tarafindan acilan Fevziye mektebiydi. Yoksul bir ailenin cocugu olan Rustiye mezunu Semsi effendi ogretmen olmak ve mahalle mektebinde uygulanan ezbercilik sisteminden koparak yeni ogretim yontemleri uygulamak amaci ile bu okulu acmisti. Semsi Efendi Sabetayisyt’ti.” [Soner Yalcin, “Efendi”, Beyaz Turklerin buyuk sirri; Dogan Kitap, 31. Baski, 2004, sayfa 59.]

Semsi Efendi ise yasadigi donemin en buyuk Sabetayci Kabalistlerinden birisi olmasiydi. Amaci, 1800’lerde yasanan Osman Baba olayindan sonra ayrilan Karakaslar grubuyla kendi grubunu birlestirmekti.”

Bu sebeple, Semsi Efendi okulu radikal bir okuldu. Hedefi Sabetayci dini kurallari ogrencilere ogretmekti.” [Kaynak: Ilgaz Zorlu, “Evet ben Selanikliyim. Turkiye Sabetayciligi, 1998 Belge yayinlari, ss, 19-20.]

Musluman bir aile asla cocugunu bir Sabetayist ve Kabbalist olan Yahudi bir okula teslim etmezdi. Bu da O’nun ailesinin Sabetayist oldugunu gosterir.

*Ataullah Bogdan Kopanski: “Annesi donmedir” diyor. Genc Turkler ve onlarin gizli Ittihat ve Terakki Cemiyetiinin bircok uyesi bu Sealnik yahudileri olan sahte Muslumanlardan Olusuyordu.” [Ataullah Bogden Kopanski – “Sabers of Two East. An untold History of Muslims in Eastern Europe Their Friends and Foes.” 1995, Institute of Policy Studies Islamabad, s. 99]

*Dunyaca unlu Ingiliz tarihci Arnold Joseph Toynbee “damarlarinda Yahudi kani akiyordu” diyor. [ The Chicago Sentinal 25 Haziran 1942]

Dunya Yahudi Kongresi es baskanliginda bulunmus Joachim Prinz Gizli Yahudiler isimli kitabinda, Mustafa Kemal hakkinda “1908’deki Genc Turkler ayaklanmasinin liderlerinden olan Cavit Bey ve Mustafa Kemal koyu Yahudi donmeleriydi diyor. Sonralari Cavit Bey Maliye Bakani, Mustafa Kemal ise yeni rejimin (T.C.) lideri oldu ve kendi ismini Ataturk olarak degistirdi. O’na ilk mecliste karsi ciktilar fakat basaramadilar. Kurdugu hukumetin cogu gunduzleri Allah’a, geceleri Sabetay Zwy’ye dua ediyordu.”
[Kaynak: The Secret Jews, Joachim Prinz, Random House, New York 1973, s. 122]

B’nai B’rith (Ittifak Evlatlari) isimli dunyanin en eski Yahudi Mecmuasinin 1924 tarihli sayisinda su yazili:
“T.C. baskani ve yoneticisi Mustafa Kemal Pasa bir yahudi, en azindan yarim Yahudi idi. Kemal’in tek basina ulkesinin kurtaricisi oldugu surece dogal olarak bu (gercek) soylenemezdi.”
[B’nai B’rith National Jewish Monthly, Cilt 15, s. 263]

Aziz Nesin de “Evlerimizde Mustafa kemal’in aleyhinde konusuluyordu. Asli ve soyu Yahudi donmesiydi; bir gozu de kordu. M. Kemal Muslumanligi ortadan kaldiracakti.” [Aziz Nesin, Boyle Gelmis Boyle Gitmez, Dusun Yayinevi, Istanbul 1966, s.131]

(Daha bircok kitap, makale, ve gazete haberleri benzer seyler soyluyor)

(2) Iki Yahudi yazarin yazdigi asagida linkini verdigim kitapta da, ayni Paris cenaze toreni tasfir ediliyor. Kaynaga ulasabilirsiniz. Ingilizceden tercumesini yaptim. O da alttadir.

Bu buyuk ansiklopedik kitabin yazarlari Julia Philips Cohen, Sarah Abrevaya Stein‘dir, (ikisi de Yahudi) “Sephardi Lives: A Documentary History, 1700–1950,” pp 369-370.

Kitaba ulasim:

Tercumesi: Ocak 1939’da, iki ay once olen Turkiye Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaskani Mustafa Kemal Ataturk’un hayatini anmak icin Paris’te bir Synagogue’da Sefardi Yahudiler toplandilar. Cemaat, onlarca sene once Turkiye’yi terk ederek buraya gelen Turk Yahudileriydiler.

Sefardi cemaati, 13 Ocak 1939 Cuma gunu, Berith Shalom tapinaginda, Mustafa Kemal’in hatirasina bir Yahudi ayini gerceklestirdi. Tapinak, bugun icin Levi-Rivet sirketi tarafindan suslenmisti. (Temsili) tabutun iki yaninda siyah seritli iki Turk bayragi vardi. Turk konsoloslugundan lutfedilen bir Ataturk portresi galeriyi susluyordu.

Sefardi bas hahami N.J. Oveida, ‘aramizdan ayrilan’ dedigi Kemal Ataturk icin, bir cenaze konusmasi yapti; sonra, ilahi bir sessizlik icinde, Yahudiler ayaga kalktilar ve Shiviti’yi, kantocu as solist Jose Papo’nun soyledigi “kalbimde tanriyi hissediyorum” duasini dinlediler;

cemaatin lideri bay Robert Mitrani, Mustafa Kemal hatirasina, coskulu bir Turkce konusma yapti. …. (Burada dini torenin tasviri devam ediyor; ama kitabi satin almazsan okuyamiyorsun)

Ibranice okunan dualar: Adonai, ma adam (Ey tanri insan nedir?), Tehilat Adonai (tanri yucelsin).

Torende bulunanlarin arasinda: (Fransa) ic isleri bakanligindan bir mudur, Turk sefaretinden silindir sapkali-siyah frakli (ilk referanstaki bahsettigim resimlerde gorunuyorlar) iki temsilci, konsolos Durry bey, sayin eski Turkiye sefiri Ziya bey. Egitim atasesi Bay Basman ve birkac Turk ogrenci de mevcuttu.


Peki kripto da olsa Yahudi olmasi onemli mi bizim icin?
Evet hem de cok onemli. Cunku bu bilgiyi Turk halkindan gizlemistir.
Islam’a besledigi kini ve Muslumanlara ve Hristiyanlara karsi katliamlarini izah eder.
TC.’yi kurmalarinin sebebini izah eder.
Gayelerinin ne oldugunu gun isigina cikarir.

Belki bu cesit bilgilerin ortaya cikmasi Turkiye’de yuz yildir gorulen Kemalist katliamlara, siddete, darbelere, yazilan sahte tarihe bir son getirir.

Gunes Ecer

Her gün Atatürk'ü karalamak için yeni belge, sahte haber uyduran Türkiye Cumhuriyeti'nin dibine bomba koymak için uğraşanlar şimdi de çok gizli bir belge açıklamışlar - ataturk yahudi anlasmasi

Yorumlar

  1. Ölümsüz Atatürk avatarı
    Ölümsüz Atatürk

    adnan menderes kadıköy meydanında dediki, “inönü asker kaçağıdır “. herkes çoşku ile alkışladı. bunu alkışlayan milletin , kerameti kendinden menkul değil, fesinden menkul olan biri ve onun gibilerin Atatürk hakkındaki yalan ve iftiralarına , uyduruk sahte belglerine inanan hurdalar ülkesi olduk. Rusların dediği gibi ” Atatürk yanlış milleti kurtardı ” . eyyy hurdalar , köpeklik ettiğiniz ingiliz bile Atatürk için ” ne yapalım , yüzyılda bir dünyaya dahi gelir , O’da bize denk geldi ” diyerek yenilgilerinin sebebinin Atatürk olduğunu itiraf ederlerken , sizin havlamanız ile Atatürk’ün en büyük eseri olan Cumhuriyete zerre kadar zarar vermezsiniz.

  2. Kanka avatarı
    Kanka

    Atatürk her zaman bizim önderimiz dir. Madem ki bir dönme idi. Şimdi dünya da İslamı ve Türklüğü tek savunan ve koruyan Türkiye Cumhuriyeti devletini neden kurdurdular. Lütfen bu gibi asılsız yalanlara inanmayın. Atatürk bizim gibi müslüman Türklerin önderi olduğu kadar azınlık tüm halkımızın önderidir. Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti. Ne mutlu Türk’üm diyene

  3. İsimsiz avatarı
    İsimsiz

    Gizli belge dediğin belgenin dili ozamanki türkçe ile alakasız osmanlıca zaten değil. Sahte belge hazırşayacaktınız madem bari araştırıp zamanın yazışma dilini çalışsaydınız

  4. Emrah Sarıcan avatarı
    Emrah Sarıcan

    Bu orospu evlatlariyla Bahattin çağdaş’in orospu evlatları birbiriyle ölümüne kapisir

  5. frk avatarı
    frk

    Okuyacaklarınız “The Sunday Times (London)” isimli ingiliz gazetesinin 11 şubat 1968 tarihli nüshasında Martin Gilbert tarafından neşredilen “How Our Man Declined To Rule Turkey” isimli makalenin Türkce tercemesidir.

    Resimde gösterilen metinde 11 Şubat 1968 tarihli The Sundays Times da yayınlanmış Martin Gilbert imzalı makalede bir telgraf metni açıklanıyor.

    Atatürk ölüm döşeğinde kendinde sonra ülkeyi emanet edecek birini çevresinde göremediğinden olsa gerek İngiltere Büyükelçisi Sir Percy Loraine yanına çığırarak başbaşa görüştüklerini ve ölümünden sonra kendisinin başa geçmesini istediğini yazmaktadır.

    Sir Percy teklifi kabul etmemiş durumu İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Halifax’a anlatmıştır.Peki Neden bu teklifi kabul etmediler yabancı bir tarihçiden okuduğum kadarıyla İngiltere teklifi kabul etse planın deşifre olacağından korkmuştu o plan lozanda uygulanmıştı.”madem Türkleri Müslümanlıktan dönderemiyoruz kendimize benzetiriz!…” buyrun gazeteyi ve tercümesini görelim..
    Makalenin Türkçe çevirisi:

    Kasım 1938 Türkiye’nin şefi Kemal Atatürk’ün vefat ettiği tarihtir.O,15 senelik katı diktatörlüğü döneminde Türkiye’yi,halkı istemediği halde cebir ile Garb medeniyetine götürmeye çalışmıştı.O,sarık ve çarşafı men etmiş,İslam’ın kuvvet ve kudretini kırmış,hatta latin alfabesini bile kabul ettirmişti.

    Atatürk’ün vefat döşeğinde,üzerinde en fazla tefekkür ettiği mesele; kendisinden sonra programını tatbik edebilecek birisini bulup yerine geçirip geçiremeyeceği hususuydu.

    Bunun için zamanın İngiliz sefiri (Büyükelçisi) Sir Percy Loraine‘i İstanbul’daki Dolmabahçe Sarayı’na çağırdı.İkisi arasında geçen mülakatlar yaklaşık olarak otuz (30) sene gizli kaldı. Gizli mülakatlar ilk olarak Piers Dixon’un babası (Sir Percy Loraine) hakkında hazırladığı “Double Diplomat” (Çifte Diplomat) isimli kitabında yer aldı ve daha sonra da “Hutchinson Yayınevi” tarafından neşredildi.

    Piers Dixon’un dökümanları arasında Sir Percy Loraine tarafından zamanın İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Halifax’a gönderilmiş bir telgraf da vardı.Telgraf İngiliz tarihinin en mühim senetlerinden birisi idi. Loraine,vefat döşeğinde olan diktatörle yaptığı bu mülakâtı çok enteresan olarak nitelendiriyordu.

    Bu vesikada Loraine,Lord Halifax’a şunları yazıyordu:

    “… Huzuruna vardığımda ekselanslarını yastıklara yaslanmış vaziyette, iki tabib ile, hemşirenin tedavisi altında gördüm.Ben girdiğimde,Reis (Mustafa Kemal),hizmetinde bulunanların ve hemşirelerin dışarı çıkmalarını istedi ve ihtiyaç anında kendilerini çağırabileceğini ifade etdi. Ondan sonra,ekselansları benimle yavaş yavaş,fakat dikkatlice konuşmaya ibtida etdi.Beni hiç bir zaman bana layık olmayan makamda görmek istemediğini,“Beni daima en layık makamlarda görmek istediğini” ve beni buraya onun için çağırdığını söyledi.Hakkımda arzuladıklarını gerçekleştirmem için çok ricada bulundu.

    Kendisine müsbet bir cevab vermemi taleb ediyordu.

    Şüphesiz ben geçmişte onunla bir arada çok bulundum ve çok mulâkatlar yaptım.Fakat bu,son mulâkatım olabilirdi.O,uzun ve mâcerâlı hayatı boyunca beraber çalıştığı arkadaşlarından bir çoğunu (kendisinden uzaklaştırarak) kaybetmiş ve yapılan tavsiyelerin bir çoğunu da reddetmişti.Sadece benim dostluğuma ve nasihatlarıma güveniyor ve bu dostluğun pekişmesine ehemmiyet veriyordu.Ben sanki Türkiye’nin başbakanıymışım gibi,benimle çok sade ve serbest bir vaziyetde meşveret ediyordu.Onun bir reis olarak vefatından evvel,kendi makamı için birisini takdim etme selahiyeti vardı.Onun en büyük arzusu kendisinden sonra “Türkiye’nin Reisi” olarak onun vazifesini üzerime almam idi.Teklifi karşısında benim nasıl bir cevab vereceğimi bir an evvel bilmek istiyordu. Mütefekkirane bir sessizlikle geçen bir anlık bekleyişden sonra ekselanslarına (Mustafa Kemal’e) “Bütün taleb ve duygularımı kelimelerle izah etmeye yetkili değilim!” şeklinde cevab verdim.Hakikaten o anda çok şaşırmış bir vaziyetde tefekkür ediyordum;hatırladığım kadarı ile yapmış olduğum mulâkatların hiç birisinde bu kadar derin tefekkür edecek derecede bir mülâkatla karşılaşmamıştım.

    Ekselansları (Mustafa Kemal) yaptığı bu teklif ile sadece benzeri görülmemiş bir ikramda bulunmakla kalmıyor,aynı zamanda majestelerinin (İngiliz kralının) hükümetine olan bağlılığını da izhar ediyordu. Ekselansları benim ömrümün büyük bir kısmını majestenin hükümetinin hizmetinde geçirmiş olduğumu biliyordu.Ben halihazırdaki işimde bir kaç sene daha çalışmayı ümit ediyordum.Ekselansları ise,şimdi benden kesin bir cevab taleb etmekteydi.

  6. trk avatarı
    trk

    Bu harpte yanlış cephede savaştık, dedi, eski dostumuz Britanyalılarla asla kavga etmek istemezdik… Biliyoruz, partiyi kaybettik… Anadolu’nun Müttefik Devletler tarafından işgal edileceğini tamamen biliyordum… Bu topraklar üzerindeki bir Britanya idaresinden o kadar hoşnutsuzluk gösterilmemesi gerektir.” Eğer İngilizler Anadolu için sorumluluk kabul edecek olurlarsa Britanya idaresinde bulunan tecrübeli Türk valileri ile işbirliği halinde çalışmak ihtiyacını duyacaklardır. Böyle bir selahiyet dâhilinde hizmetlerimi arzedebileceğim münasip bir yerin mevcut olup olmayacağını bilmek isterim…” Mustafa Kemal. Kaynak : Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1991, sayfa 98.

  7. bob avatarı
    bob

    Türkiye’nin Atatürk propagandasından yeterince almışsınız gibi görünüyor. Atatürk figürü, “Hitler veya Mussolini kazanırsa ve barış zamanlarında devletin tam kontrolünü ele geçirirse ne olur?” sorusuna mükemmel bir cevaptır. Tıpkı Atatürk gibi olacaklardı. Her okulda ve devlet dairesinde heykelleri ve resimleri olurdu. tüm eğitim sistemi, onları mükemmel liderler gibi göstermeye çalışan bir propaganda aracına dönüşecekti. Ölümlerinden sonra onlar için bir tapınak mezar yapıldı. Ve her sabah çocuklar onları öven ırkçı ve militarist milli marşlar söylediler. Ve sonunda geçmişte yaptıkları bütün kötülükler, hatalar unutulacak, iyilik, büyüklük, akıl ve yücelik timsali birer tapınma nesnesine dönüşeceklerdi. Irkçılık ve akılsızlıkla dolu ideolojileri ve savunuculukları da o kadar normalleşir ki, insanlar savundukları bu anlayışın kötülüğünün farkına bile varmazlar. Ve neredeyse bir asır önce ölmüş bir insanın çağımıza asla sığmayacak akıl ve ahlak dışı fikirlerinin bugün modern kabul edilebileceğini sanan eğitimsiz ve çağ dışı insanlara dönüşeceklerdi. Atatürk’ün fikirleri, ilk çağ düzeyindeki bağnaz şeriat ülkelerine kıyasla bugün ancak modern sayılabilir. Batı ile karşılaştırıldığında neredeyse 100 yıl geride kalmış fikirlerdir.

  8. frk avatarı
    frk

    Ayyas KAMAL Atatop un Selanik’teki öğretmeni Şemsi Efendi’nin gerçek ismi Şimon Zvi’dir, aynı zamanda Yahudi ve Sabetayist’tir. bu okulda okuyan ogrencilerin tamami yahudidir.okul ozeldir.osmanliyi yikan ekip bu okuldan yetismistir.
    OSMANLI YI YIKAN ITTIHAT TERAKKI SELANIKLI YAHUDILERCE KURULMUSTUR… TALATPASA YAHUDIDIR ITTIHAT TERAKKI KURUCUSUDUR.ITTIHAT TERAKKI ABDULHAMIDI DEVIRMEK ICIN SELANIKDE HAREKET ORDUSU ADINDA BALKAN CAPULCULARINI TOPLADILAR BASINA1909 M.KAMAL I KOYDULAR. ABDULHAMITI BU ALCAKLAR GURUHU TAHTDAN INDIRDI…1917 FILISTIN DE INGILIZLERE KARSI 4. ORDU, 7.ORDU VE 8. ORDU SAVASIRKEN..M.KAMAL 7.ORDUYU ANIDEN GERI CEKTI…ACILAN BOSLUKDAN INGILIZLER ORDUNUN ARKASINA GECIP ORDUMUZU PERISAN ETTI…SAHTE KAHRAMAN M.KAMAL ORDUYU CEMAL PASAYA BIRAKTI VE 500 KM KACTI….HALEP TE BARON HOTELDE INGILIZ AJANI LAWRANCE ILE BULUSTU…(MAGLUPLAR)fransiz yazar.Robert Gerwart…BU YUZDEN MONTROS ANLASMASI YAPILDI…

    BU AHLAKSIZ INGILIZ AJANI YAHUDI PICININ SONU GELDI…HEYKELLERI KAMYON ARKASINDA CADDELERDE SURUKLENECEK…,

  9. frk avatarı
    frk

    Ayyas KAMAL Atatop un Selanik’teki öğretmeni Şemsi Efendi’nin gerçek ismi Şimon Zvi’dir, aynı zamanda Yahudi ve Sabetayist’tir. bu okulda okuyan ogrencilerin tamami yahudidir.okul ozeldir.osmanliyi yikan ekip bu okuldan yetismistir.OSMANLI YI YIKAN ITTIHAT TERAKKI SELANIKLI YAHUDILERCE KURULMUSTUR… TALATPASA YAHUDIDIR ITTIHAT TERAKKI KURUCUSUDUR.ITTIHAT TERAKKI ABDULHAMIDI DEVIRMEK ICIN SELANIKDE HAREKET ORDUSU ADINDA BALKAN CAPULCULARINI TOPLADILAR BASINA M.KAMAL I KOYDULAR. ABDULHAMITI BU ALCAKLAR GURUHU TAHTDAN INDIRDI…FILISTIN DE INGILIZLERE KARSI 4. ORDU, 7.ORDU VE 8. ORDU SAVASIRKEN..M.KAMAL 7.ORDUYU ANIDEN GERI CEKTI…ACILAN BOSLUKDAN INGILIZLER ORDUNUN ARKASINA GECIP ORDUMUZU PERISAN ETTI…SAHTE KAHRAMAN M.KAMAL ORDUYU CEMAL PASAYA BIRAKTI VE 500 KM KACTI….HALEP TE BARON HOTELDE INGILIZ AJANI LAWRANCE ILE BULUSTU…(MAGLUPLAR)fransiz yazar.Robert Gerwart…BU YUZDEN MONTROS ANLASMASI YAPILDI…BU AHLAKSIZ INGILIZ AJANI YAHUDI PICININ SONU GELDI…HEYKELLERI KAMYON ARKASINDA CADDELERDE SURUKLENECEK…,

  10. frk avatarı
    frk

    AYYAS, GAY, DIKTATOR…NUFUSTA ADINI (IBRANICE) KAMAL OLARAK DEGISTIRDI.SELANIK YAHUDISIDIR.
    “bu prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların doğmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya yaşamdan almış bulunuyoruz.”BUNUNLA ACIKCA DINSIZ IMANSIZ OLDUGUNU ACIKLIYOR..DECCALDIR.

    18 SENE EZANI YASAKLADI.INGILIZ AJANIDIR..
    CAGDASLIK UYGARLIK GIBI LAFLAR…HEPSI BOS.. INGILIZLERIN EMRINDEYDI…ULKEYI DAHA IYI BIR YER YAPMA ,TEKNOLOJI VE SANAYI UMURUNDA DEGILDI . ILK ACTIGI FABRIKA RAKI FABRIKASIDIR. TUM YAPTIGI DEVRIMLER ISLAMI YOK ETMEK ICINDI.600 SENE DUNYANIN SUPER GUCU OLMUS ALEMI ISLAMIN LIDERI OSMANLIYI YERE SERMEK ONUN GOREVIYDI.CANAKKALE SAVASINDAN SONRA ISTANBULU ISGALA EDEN INGILIZLER KAMAL YONETIMI ELE GECIRINCE TEK KURSUN ATMADAN ISTANBULU TERK ETTI.
    .CANAKKALEDE YEDEKLERIN ARDINDAKI YEDEK OLDUGU HALDE , KENDI YAZDIRDIGI YALAN TARIHLE, SAHTE KAHRAMANLIKLARLA ZAVALLI NESILLERE ANAOKULUNDAN ITIBAREN ZORLA SEVDIRILEN YAHUDI PUT.
    CANKAYA KOSKU MEYHANE VEYA KERHANE GIBIYDI.AYYAS TIKSIRINCAYA KADAR RAKI ICER. AHLAKSIZLIKDA DA SINIR TANIMAZDI. LATIFE HANIM VEDATIN ALTINCA GORUNCE BOSANMISTIR. ESCINSELDIR. AHLAKSIZLIKLARI ANCAK KORUMA KANUNUYLA KORUNABILEN DUNYADADAKI TEK YAHUDIDIR.KORUMA KANUNU DA YAHUDI Ernst Eduard Hirsch TARAFINDAN HAZIRLAMISTIR. GUYA PADISAHLIGI KALDIRDI…TEREKESINE BAKIVERIN: OLDUGUNDE ULKENIN EN ZENGINIYDI.HINDISTANDAN GELEN SAVAS YARDIMI ALTINLARA COKMUSTUR..(MECLIS KAYITLARINA BAKINIZ)PADISAHIN YAVERI CULSUZ BIR ASKERIN NASIL BANKASI OLABILIR! GEBERDIGINDE, DEVLET BUTCESI 200 MILYON KEN ,TEREKESINDE SAYISIZ TASINMAZIN YANINDA SADECE IS BANKASINDA 1,6 MILYON TL NAKIT BANKADA PARASI VARDIR.TOPLAM SERVETI 1O MILYON U ASMAKTADIR.
    BIRI CUMHURIYET MI DEDI !! DIKTATORLUGUNU ILAN ETTI.OLENE KADAR TEK PARTI TEK ADAM OLARAK! DOLMABAHCE SARAYINDA GEBERDI. KIM MUHALEFET ETTIYSE OLDURTTU.BUGUNKU BUYUK SOSYAL PROBLEMLERIN TEK KAYNAGIDIR.
    ISTIKLAL MAHKEMESI ADI ALTINDA GEZICI MAHKEME KURDU..HUKUKCU OLMAYAN 3 HAKIM(CELLAD)LA BINLERCE MASUM INSANI SAPKA VE KIYAFET KANUNUNA MUHALEFETTEN SABAH YARGILADI AKSAM ASTI.BU YAHUDI PICININ HALKA YAPTIGI ZULMU INGILIZ GAVURU YAPMADI.
    YAHUDILERDEN KENDI ZENGIN GURUBUNU OLUSTURDU.BUGUN ONLAR “OLMASAYDIN OLMAZDIK” DIYOR.
    ARDINDAN GELENLER SISTEMIN DEVAMI ICIN 20 TON ALTIN HARCAYARAK ISRAF YUNAN TAPINAGI ANITKABIR YAPTIRDI OKULLARA PUTUNU KOYDURDU..EZANA DINE IMANA SAYGI BILMEZLER BU DINSIZ IMANSIZA SAYGI DURUSU ADI ALTINDA TAPIYOR.

  11. A.Cemalettin Öztoprak avatarı
    A.Cemalettin Öztoprak

    Böylesine âdi, tiksindirici bir yazıyı sayfalarınızda görmekten üzüntü duydum..Bu yazılanları kaleme alanın bırakınız ülkemizde bulunmasını, bu Dünya’da bile yeri olmaması gerek

  12. Melih Balcı avatarı
    Melih Balcı

    Atatürkün sevgili dostu Maftirim müziği üstadı olan ve galata sinagogun üstadı olan baş haham Raw Haim Moşe becerano efendi (haham başılığı vekaleten) Atatürkün sevgili dostududur….Mahdi (Rabbi Cohen)

  13. seyfi avatarı
    seyfi

    GENERALLERİN YAHUDİ DAMATLARI…

    Abdulhamit i 1909 tahtan indiren Dinsiz Yahudi M.Kamal ingilizlerin yardimiyla 10 yilda Osmanli yi yikti.ve yaklasik 800 yuz bin selanik yahudisine bir gecede turk pasaportu verdi.ve bunlar Turk isimleriyle devletin en hassas yerlerine yerlestirildi…

    Bazı üst düzey komutanların, siyonistlerce kutsal kabul edilen Ağlama Duvarı’ndaki görüntülerinin ortaya çıkmasının ardından şimdi de bazı üst düzey generallerin damatlarının yahudi olduğu bilgisine ulaşıldı…
    Bazı üst düzey komutanların, Ağlama Duvarı’ndaki görüntülerinin ortaya çıkmasının ardından şimdi de Birinci Ordu Komutanı Org. Hasan Iğsız, emekli Orgeneral Çetin Doğan ve Deniz Kuvvetleri Plan Prensipler Başkanı Tümamiral Ramazan Cem Gürdeniz’in damatlarının Yahudi olduğu anlaşıldı.

    IĞSIZ PAŞANIN DAMADI EDUARDO MATOS MARTİN
    Genelkurmay İkinci Başkanı olduğu dönemde TSK’nın milyon dolarlık askeri helikopteri ile Artvin Karagöl’e pikniğe gittiği belirlenen ve bu skandalın hesabını vermeyen Birinci Ordu Komutanı Org. Hasan Iğsız’ın tek kızı olan Zehra Aslı’nın bir İspanya Yahudisiyle evli olduğu tespit edildi. Tek oğlu Hüseyin Hakan’ın bekar olduğu anlaşılan Org. Hasan Iğsız’ın kızı Zehra Aslı, Eduardo isimli bir Yahudi ile evli. Evlendikten sonra Matos Martin soy ismini alan Zehra Aslı’nın kocası İspanya uyruklu ve Yahudi asıllı Eduardo Matos Martin… 1972 Cacares doğumlu Eduardo Matos Martin, İspanya Yahudilerinden Adolfa Matos Martin’in oğlu.

    BALYOZ ZANLISI PAŞANIN DAMADI DANİ RODRİK
    Biri erkek iki çocuğu olan Balyoz Darbe Planı sanığı emekli Org. Çetin Doğan’ın kızı Pınar da bir Yahudi ile evli… Pınar Doğan evlendikten sonra Rodrik soy ismini almış. Kimliğinin din hanesinde Yahudi yazan Dani Rodrik ile evli olan Çetin Doğan’ın kızı Pınar Doğan Rodrik Amerika’da yaşıyor. Karı-koca, Harvard Üniversitesi’nde çalışıyor. Çetin Doğan’ın kızı Pınar ile Yahudi damadı Dani’nin 2007 yılında dünyaya getirdikleri ve Deniz adını verdikleri çocuklarının nüfus cüzdanının din hanesine “Yahudi” yazılmış. E. Org. Çetin Doğan’ın damadı Dani’nin babası Hayati Vitali Rodrik ve annesi Karmela Raşel, Yahudi kökenli Türk vatandaşı. Scrikss kalemlerinin sahibi olan şirketin varislerinden. Çetin Doğan’ın oğlu Barış Doğan’ın eşi Fatma Gülden Mesara Doğan ise İstanbul Özel Üsküdar Amerikan Lisesi mezunu… Söz konusu kolejin bağlı olduğu Sağlık ve Eğitim Vakfı (SEV), MİT raporlarında misyonerlik yaptığı gerekçesiyle raporlanmıştı.

    GÜRDENİZ, DÜNÜRLERİ İLE GURUR DUYUYORMUŞ
    Deniz Kuvvetleri Plan Prensipler Başkanı Tümamiral Ramazan Cem Gürdeniz’in damadı da yahudi dinine mensup… Çeşitli ortamlarda dünürü olduğu Suntay ailesinin Eşkenaz (Alman Yahudisi) olması ile gurur duyduğunu ifade ettiği belirtilen Ramazan Cem Gürdeniz’in kızı Ülkem Gürdeniz Suntay, Mesut Can Suntay ile evli… Mesut Can Suntay’ın annesi İvna Suntay ise Hıristiyan-Ermeni kökenli. Ayrıca Mesut Can Suntay Özel Terakki Vakfı Okulları’ndan mezun…

    BÜYÜKANIT’IN DAMADI İLE İLGİLİ İDDİALAR
    Diğer taraftan tek kız çocuğu olan emekli Org. Yaşar Büyükanıt’ın da Musevi kökenli bir aile ile dünür olduğu belirtiliyor. Yaşar Büyükanıt’ın tek çocuğu olan Fikriye Bengü, Ercan Caymaz ile evli… Büyükanıt’ın dünürü Sevim Caymaz’ın annesi, 1321 (Rumi) İstanbul doğumlu, Merkado-Ester kızı, 315048656.. TC kimlik numaralı.

    İddiaya göre; Sara (Melahat) Özcan, önce İstanbul Beşiktaş Ortaköy nüfusu kütüğündeki isim (Sara’yı Melahat yapmış) ve din (Musevi) bilgilerini değiştirmiş. Sonra bu kütüğü Üsküdar Tabaklar nüfusuna naklettirmiş.
    Konuyla ilgili aradığımız Ercan Caymaz, sorularımızı cevaplamaktan kaçındı.

    FARKLI DİNDEKİLER GERİ HİZMETTE
    Bilindiği gibi TSK’da askerlik yapanlardan farklı inançta olanlar, geri hizmette görevlendiriliyorlar. Diğer taraftan; yakın tarihe kadar Türk subaylarının, yabancı ülke vatandaşlarıyla evlenmeleri de yasaktı.
    Birinci Ordu Komutanı Orgeneral Hasan Iğsız’ın kızı Zehra Aslı İspanya Yahudilerinden biri ile evli…Evlendikten sonra Matos Martin soy ismini alan Zehra Aslı’nın kocası İspanya uyruklu ve Yahudi asıllı Eduardo Matos Martin…nufus kutugunde 2 kez yangin cikan Yasar Buyukanit ana adi Ester. Melahat olarak degistirilmis. ve ilker Basbug un katiksiz yahudi oldugu biliniyor…

    Balyoz Darbe Planı sanığı emekli Org. Çetin Doğan’ın kızı Pınar da kimliğinin din hanesinde Yahudi yazan Dani Rodrik ile evli. Çetin Doğan’ın kızı Pınar Doğan Rodrik Amerika’da yaşıyor. Karı-koca, Harvard Üniversitesi’nde çalışıyor.

    Deniz Kuvvetleri Plan Prensipler Başkanı Tümamiral Ramazan Cem Gürdeniz’in kızı Ülkem Gürdeniz Suntay, Mesut Can Suntay ile evli… Mesut Can Suntay’ın annesi İvna Suntay ise Hıristiyan-Ermeni kökenli.

    kaynak; http://www.ymmd.org/generallerin-yahudi-damatlari/
    ——————-
    Maide Suresi 51
    Ey inananlar, Yahudilerle Nasranileri dost edinmeyin. Onlar, birbirlerinin dostudur ve sizden kim onları dost edinirse şüphe yok ki o da, onlardandır. Şüphe yok ki Allah, zalim olan kavmi doğru yola sevk etmez.

    ***
    ”Ey o bütün iyman edenler! Yehud ile Nesârâyı yar tutmayın, onlar ancak birbirlerinin yaranıdırlar, içinizden her kim onlara yardaklık ederse muhakkak onlardan ma’duddur, Allah ise zulm edenleri doğru yola çıkarmaz”-Elmalılı Hamdi Yazır Daha Azını Gör

  14. seyfi avatarı
    seyfi

    PEDOFİL, ALKOLİK VE EŞCİNSEL SOYKIRIMCI MUSTAFA KAMAL‘İN GERÇEK YÜZÜ…
    – Peré Sıfti

    Edip Karatekin:

    ALKOLİK BİR AHLAK DÜŞKÜNÜ :

    M. Kemal sarhoştur. Genç yaştan beri içki içmektedir. Bu sarhoşluğunu birçok yabancı devlet adamları ve gazeteciler de kaleme almışlardır.

    Bunlardan birisi Armstrong adında bir gazetecidir.

    Armstrong‘un Atatürk‘ün içki sofralarını anlatan bir kitabı memlekete sokulmuyor. Atatürk kitabı okuttuktan sonra kendi ağzıyla şunları söylüyor:

    “Bunun ithalini men etmekle hükümet hataya düşmüş. Adamcağız yaptığımız sefahati eksik edeyim de kitaba ilave edilsin ve memlekette de okunsun buyurdular.” (1)

    Müslüman milletin gözü önünde içkinin kötülüğünü ve haramlığını bir kenara iterek büyük bir iş yapıyormuş gibi kadeh kaldıran bir lideri tarih ender kaydeder. Çünkü bir baba bile çocuğunun gözü önünde içki içmekten haya eder. Ama bu sarhoş, bunu zevkle yapmıştır.

    Mahmud Esad Bozkurt anlatıyor:

    “Bir akşam, birden Saray‘dan kalkarak Gülhane Parkı‘nda Halk Parti‘sinin verdiği bir açık hava toplantısına gittiğimiz zaman orada toplanan onbinlerce insana harf inkîlabını müjdelemiş ve bu esnada ayağa kalkarak millete hitaben: “Arkadaşlarım! Bu elimdeki rakıyı evvelce padişahlar da halifeler de içerlerdi. Fakat onlar saraylarında, dört duvar arasında içiyorlardı. Ben ise aziz milletimin önünde ve onun şerefine içiyorum!‘ diye kadehini kaldırdığı zaman, halkın alkış tufanı arasında Sarayburnu dakikalarca çınlamıştı.” (2)

    Buna alkış tutan zavallılara yazıklar olsun! M. Kemal Atatürk, gece hayatını çok seven, devamlı alkol kullanan biriydi. Bu hususta Ş. S. Aydemir şunları söyler:

    “Atatürk normal zamanlarda, geceleri yaşardı. Sofrayı, sohbeti, içmeyi elbetteki severdi. Etrafındakilerin içmelerini de isterdi. İçkiye çok genç yaşlarında alışmıştı. Suriye‘deki sürgün yıllarında ise içki hemen hemen tek tesellisi gibiydi.”

    Aydemir devamla: “Ama Selanik‘te rıhtım gazinolarinda, sokak meyhanelerine gidilemeyen, gelecek maaşları yahudi sarraflara kırdırmak suretiyle para tedarik edilemeyen, meyhanenin veresiyeyi kestiği günler de olmuştur.” (3)

    İçkiyi çok kullanıp çoğu kez parasız kaldığını da Aydemir söylemektedir.

    Dr. Rıza Nur da bu hususta şunları söyler:

    “Müthiş bir ayyaştır. Her gece sabaha kadar içer, körkütük olur. Bütün ömrü öyledir. Gençliği de böyle içki ve fuhuş ile geçmiştir. Reculiyeti yoktur, fakat şehvete pek düşkündür. Fuhuşun kadın, erkek, fail (eden-aktif), mef‘ul (edilgen-pasif) her çeşidini yapar. Bu sebepten veya anası fahişe olduğundan olacak ki, bütün milletten namus ve iffeti kaldırmaya çalışır.” (4)

    (1) Bir Başka Açıdan Kemalizm, A. Dilipak, sf. 290
    (2) Mahmud Esad Bozkurt‘dan Kemal Arıburnu, Atatürk‘ten Anekdotlar, Anilar
    (3) Tek Adam, Şevket Süreyya Aydemir, c. 3, sf. 504-505
    (4) Dr. Rıza Nur, Hayatım ve Hatıratım, c. 4, sf. 1517

    KÜÇÜK YAŞTAKİLERE TASALLUT EDEN PEDOFİL BİR CUMHURBAŞKANI :

    Zsa Zsa Gabor; 1936 yılında Macaristan güzellik kraliçesi anlatıyor;

    “Açılan büyük bir kapının ardından içeriye girdim. Heyecandan kalbim deli gibi çarpıyordu. Mermerle döşenmiş yoldan geçerek bahçe içindeki eve doğru yöneldim. Çok büyük bir zeytin ağacı evin girişini gölgeliyordu. Üst kata çıktım. Atatürk, arkası dönük, el işlemesi geniş gürgen bir koltuğa oturmuş, yanındaki masa üzerinde duran nargilesini içiyordu..

    Kırmızı renkli kadife koltuğa -yanına- oturmamı istedi. Büyülenmişcesine Atatürk‘ün emrini yerine getirdim. Nargilesinin markocunu bana doğru uzatıp içmemi söyledi. Dumanı içime çektim. Diğer elinde tuttuğu rakı dolu zümrüt kakmalı altın kadehi -emrivaki bir tavırla- ellerime tutuşturdu.. Kadehteki rakıyı yudumlayarak içtim.. Heyecandan titriyordum.!!

    Atatürk ile beraberliğimin bundan sonrasını ilk defa açıklıyorum.!! Dans eden dansözlerin odadan çıkmalarını söyledikten sonra ikimiz başbaşa kalmıştık. Rakının verdiği sarhoşlukla kendimi rüyada hissediyor, hipnotize olmuş gibiydim. Atatürk şeytani bir çekicilikle yanıma sokulup, benimle deliler gibi sevişmeye başladı. Milyonlarca Türk kadınının hayalini süsleyen O büyük insana, Atatürk‘e bekaretimi verdim.!!

    Mustafa Kemal Atatürk, Tanrı‘nın insanlığa ender gönderdiği bir kurtarıcı, bir politika ustası, korkusuz bir savaşçı ve yarı insan, yarı bir Tanrı‘ydı.!!

    (Zsa Zsa Gabor‘ın anılarını kaleme alan Wendy Leigh‘in “One Lifetime Is Not Enough” adlı kitabından. Delacorte Yayınevi, New York, 1991)

    EŞİ TARAFINDAN SUÇÜSTÜ YAKALANAN EDİLGEN BiR HOMOSEKSÜEL :

    … Bir Ağustos gecesinde yemek dönüşü, Çankaya´nın kapısında genç askerlerle konuşurken Latife, üst katın balkonunda göründü. Ateş püskürüyordu:

    “Kemal! Buraya gel! Mahalle arkadaşlarınla yarenlik bitti, şimdi askerlerle mi içli dışlı oluyorsun? Buraya gel diyorum!

    Gazi sustu, Latife sustu. Herşey sustu. Paşa öfkesinden mosmor kesilmişti…..”

    “Deccaliyet ve Kemalizm” adlı kitap (s.129)

    “…Anlaşıldığına göre boşanma vak´asından iki-üç gün evvel, Latife, kardeşi İsmail ile haremi Süreyya Paşanın kızı Melahat Ankara´ya gitmişlerdi. Çankaya´da misafir olmuşlar. O vakit Mustafa Kemal´in yanında katip sıfatıyla Halit Ziya´nın oğlu Vedad vardı. Güzel tüysüz bir çocuk.

    Bir akşam üzeri karanlık çökerken İsmail, Melahat balkona çıkmışlar. Bakmışlar Vedad Mustafa Kemal´i ağacın dibinde yapıyor.

    Latife´yi çağırmışlar. O da görmüş. Bir kıyamettir kopmuş. Latife, Mustafa Kemal´e “Herşeyini gördüm, hepsine tahammül ettim. Artık buna edemem” demiş. Gazi (!) susmuş, İsmet´in evine gitmiş. “Bu karıyı şimdi boşayacağım” demiş.

    İsmet, sabahleyin erken Heyet-i Vekile´yi toplamış. Taalaka karar vermişler (!) Latife´yi İsmet alıp, trene koymuş. Trende teselli etmek istemiş.

    Latife ona „Sus, sus!” İsmet Paşa! İsmet Paşa! Sen ona bir gün dalkavukluk etme seni benden daha rezil eder. Her pisliğine aleti sensin” demiş”.

    Yorumun devamını (buna yer kaldı ise) okuyucuya bırakıyoruz:

    M. Kemal yoksa eşcinselmiydi ?!..

    Hayatım ve Hatıratım, Rıza Nur 4. Cilt (s.1357)

    FUHUŞ BAĞIMLISI BİR ŞEHVET DÜŞKÜNÜ :

    Latife‘yle boşandıktan sonra Mustafa Kemal‘in zincirleri yeniden çözüldü. Eski fuhşiyat alabildiğine başladı. Çankaya meşhur ve muteber bir kerhâne oldu. Yirmi-otuz kadın birden doluyordu. Sabahlara kadar mum söndü yapılıyordu…

    Salih Bozok‘la Recep Zühtü İstanbul‘da Tokatlıyan‘ın arkasında bir ev tuttup bunu kerhane hâline koydular. Hem kendileri eğleniyor hem de kadınları iyilerini seçip Mustafa Kemal‘e yolluyorlardı. Karılar Hâriciye vekili (dışişleri bakanı) Tevfik Rüştü‘nün evine gidiyor, Gazi de oraya gidip eğleniyordu. Sabahlara kadar türlü fuhuş oluyordu. Hâriciye vekili kerhâneci başı olmuştu. Zararı yok, zaten bu sayede hâriciye vekili olmuştu. Mustafa Kemal boşanınca kadınlar artık doğruca Çankaya‘ya Mustafa Kemal‘e gidiyor…

    Salihin kerhanesi çok zaman işledi. Öyle rezaletler oldu ki, polis kapatmaya teşebbüs etti. Mustafa Kemal‘in en büyük arzularının ocağı yıkılabilir mi? Demek rezaletler ne kadar ilerlemişti. Nihayet polis burasını kapatmaya muvaffak olmuştur. Ama aradan yıllar geçti.

    Mustafa Kemal Konya‘ya gitmiş, orada mektebi ziyaret edip bir öğretmen kadını beğenmiş, almış getirmiş. Onunla bir müddet eğlendi. Sonra Avrupa‘ya tahsile yolladı. Milletin parasıyla fahişelerine ihsan…

    İzmir‘e gitmiş, orman memurunun mektebe giden küçük kızı Afet‘i beğenmiş, almış getirmiş. Hadi ona da fuhuş… Sonra onu da İsviçre‘ye tahsile yolladı. Vaktiyle metresi Fikriye‘yi de göndermişti. Onun usûlü bu…

    Nerede kız görüp beğenirse eşkiya gibi omuzlayıp götürüyor.Hem de mekteplerden… Ne fecî! Evvelce bir gece Ankara Darülmuallimâtını da basıp bir kız kaçırmıştı. Adam hırsız eşkiya…

    Şimdi bu afet yanında, en gözdesi… Muallim, müverrir(!) olarak bulunduruyor.

    İş sade böyle değil. Her taraftan kendisine kadın takdim edenler var. Bir avukat Lütfi var, karısı Bulgar‘mış. Çok güzelmiş. Karısını takdim etmiş, baron işi gibi imtiyazlar almış. Şimdi böyle kadın yağmuru var, Çankaya‘ya yağıyor…

    Böyle pezevenklerin bini bir paraya.. Maalesef namuslu insanlardan da iştirak edenler oluyor. Birgün Çankaya‘dan Meclis‘e bir telefon geldi. Arayan Kütahya mebusu Nuri. Sivas mebusu Rasim‘le konuştu. Sonra Rasim gelip bize anlattı, Nuri diyormuş ki: ‘Doktor Ömer Şevki bey nerede? Paşa‘ya Müfid Bey‘in kızını takdim edecekti. Araba gönderdik bekliyoruz.‘ Filhakika Ömer Şevki bu kızı alıp Mustafa Kemal‘e o gün götürmüştür. Bunu işiten mebuslar hep iğrendik, hem de bir alay mevzuu oldu haftalarca sürdü. Şükür meclis‘te namuslu insanlar çokmuş. Herkes Ömer Şevki‘den selamı sabahı kesti. Halbuki bu adam namusluydu…

    Çankaya fuhuş merkezine böyle gelip gidenler olduğu gibi yirmi-otuz tane de seçme genç kız ve kadın var. Bunların bir kısmına evlatlığım(!) diyor. Bir tanesi pek meşhur, Almanya‘da dans tahsil etmiş bir kız. Güya Çankaya‘da dans hocalığı ediyormuş!? Sonra bunu da Avrupa‘ya yolladı. Dönünce de gözden düştü…

    Bu işler saymakla bitmez. Binbir gece masalları, Venüs mabedi hikayeleridir. Fuhşun her türlüsü icra edilir. Hepsini yazmak uzun ve çirkin…

    Dr. Rıza Nur, Hayatım ve Hatıratım, (s. 1318-1321)

    Mustafa Kemal İstasyon binasına göçtü. Artık hanesi orası.

    Ankara‘da (S….) adında biri var. Romanyalı bir müslüman zabitmiş. Yanında güzelce bir karı da var. Zevcem diyor. Kadın Macar imiş. Akşamdan sabaha kadar vur patlasın çal oynasın gidiyor. Hatta haremi ile Mustafa Kemal‘in yanına yerleşmiş beraber içiyorlar, oynuyorlar, bağırıyorlar.

    Bari kör olasılar, pencereleri kapatın! Hayır pencereler fora. Halk geceleri evin etrafına toplanıp rezaleti seyrediyor. İşret ve şehvetin türlü çığlık ve nefeslerini dinliyorlar. Halkda, mebuslarda bir dedikodular koptu. Halk bizi dinsizler, ahlaksızlar diye kesecek.

    Bazıları bana şu adama söyle de yapmasınlar dedi. Düşündüm, İsmet‘in bu adama söz anlatması mümkündür. Ona söyliyeyim de nasihat etsin. Millî davaya zarar verebilecek birşey olduğunu, bu esnada bunlardan sakınılmak lüzumunu söylesin. Hiç olmazsa bu işler gizli kapalı yapılsın.

    İsmet‘i buldum. Dert yanıp, kemâl-ı safiyetle anlattım. Birden hiç ummadığım bir cevap aldım. İsmet kızdı. Sert bir tavır aldı. Ben de Musafa Kemal‘e kızdı sandım. Meğer bana kızmış.

    ‘Herkesin sikinin kahyası mıyız? Yaparsa yapsın. Sana ne oluyor?‘ dedi…

    Birkaç gün geçti, bir de (S….)‘nin Ziraat Bakanlğı müsteşarlığına tayin edildiğini öğrenmeyeyim mi? Al sana işte! Sen misin rezaletin önünü almak isteyen? Düşündüm, demek biz burada vatan için falan çalışmıyoruz. Bir ağanın mevkiine, zevkine, fuhşuna aletiz…

    Rıza Nur, Hayatım ve Hatıratım, (Cilt 3, s. 607)

    GENELEVDE DÜNYAYA GELMİŞ GAYRİ MEŞRU “ULUSAL ÖNDER” :

    M.Kemal´in babasının belirsiz olduğunu gösteren Selanik Mahkemesi‘nin kararının aslı.

    SELANİK ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

    İlâm karar numarası: Adet/451

    Abduş‘un ölümünden sonra Zübeyde Abduş‘un karısı olduğunu ve oğlunun da Abduş‘un oğlu olduğu iddiasğ ile açmış olduğu miras davasında Abduş‘un kardeşleri, mahkemeye vermiş oldukları iddianâmede Zübeyde‘nin Abduş‘un karısı olmadığını ve umumhâneden (genelevinden) odalık alındığını ve oğlu Mustafa‘nın iki yaşında kucağında olduğunu ve Abduş‘un bilaveled (çocuksuz) öldüğünü iddiaları ile keyfiyetin umumhâneden sorulmasını talepleri üzerine umumhâneye yazılan tezkerenin cevabında, “Zübeyde‘nin oğlu ile beraber 19 Haziran 1297‘de umumhânemize dühul edip, Yenişehir‘li Abduş isminde bir kabadayı ile anlaşıp 11 Nisan 1298‘de umumhânemizden hüruc etmiştir (çıkmıştır)!”. Bu yazıya istinaden Zübeyde‘nin davasının reddine karar verilmiştir.

    22 Kanunî-Evvel 1298, 20 kuruşluk pul, Hakim Aza Aza, Selanik Asliye Hukuk Mahkemesi, Mühür Mühür Mühür

    “İFTİRA İSE AKSİNİ İSPAT EDİN”

    Bu belge, Türkiye´de çeşitli kitap ve gazetelerde yerini aldı:

    “Deccaliyet ve Kemalizm” (Hüseyin Demirel, s.147) :

    “ABDOŞ” HiKAYESİ: İlk defa Yakın Tarih Ansiklopedisinde Mustafa Kaplan imzasıyla neşredilen “Abdoş Ağa” ile ilgili yazılar mahkemelerde dava konusu oldu. Bu belgelerde Atatürk´ün annesinin genelevden çıktığı ve Atatürk´ün gayrimeşru olduğu ileri sürülüyordu. Hürriyet 21 Ocak 1990´da “Atatürk´ün gayrimeşru doğduğunu iddia eden.. çirkin tezgahın belgeleri” başlığı altında bu meseleyi kamuoyuna duyurdu. Selanik´te bir mahkemenin verdiği kararın metni Osmanlıca olarak gazetenin haberinde basıldı.

    Bu metni bir memur Milli Eğitim Bakanlığında fotokopi ile çoğaltırken yakalanmıştı. Mesele sonradan örtbas edildi. Burhan Bozgeyik´in “Türkiye üzerine oynanan oyunlar” kitabında da bu belge tam metin Türkçe olarak basıldı. (Yeni Asya Gazetesi neşriyatı, 1990, s.105)”

    Yazar´ın Ümmet-i Muhammed gazetesinin 8. sayısında (1988 senesinde) bu belgenin yayınlandığını aktarmamasının iki sebebi olabilir:

    1- Bu belgenin yayına sunulduğundan haberdar olmaması;
    2- Türkiye´de Ümmet-i Muhammed gazetesinin yasak olması.

    Bizim için oldukça önemli olan, bu belgenin artık -yayın hayatında- tartışılmaz bir yerinin olmasıdır.

    MUSTAFA KEMAL‘İN BABASI KİM ?..

    Yukarıda metnini koyduğumuz ve latin harfleriyle de yazdığımiz “Selanik Asliye Hukuk Mahkemesi” başlığını taşıyan yazı ile Dr. Rıza Nur‘un “Hayatım ve Hatıratım” adlı eserinin üçüncü cildinin 561. sayfasındaki yazı ana hatlarıyla birbirini tutmakta ve teyid eder mahiyettedir. İlaveten şunu da söylemek gerekir: Fransız bakanlarından Hedyo Paris‘te Türkiye üzerine verdiği ve “Conferencio” dergisinde yayınlanan konuşmasında Mustafa Kemal‘in babasının meçhul olduğunu söylemiştir. Ayrıca, Mustafa Kemal‘in gayr-i meşru olarak dünyaya geldiği ve bu hususta Yunanistan‘da bir mahkeme kararı bulunduğu, güvenilir kişiler tarafından kulaktan kulağa söylenmekte ve dolaşmaktadır. Bütün bunlara rağmen; araştırma ve incelemeciler, tarihçiler, ilgililer araştırmalarını yapsınlar, sorsunlar, soruştursunlar; sahte ve yanlış bilgi ve belgeler varsa kanıtlı bir şekilde ortaya koysunlar. Çünkü gaye ve maksat, şahıs ve şahsiyet değil, gerçeklerin ortaya çıkmasıdır, tarihî gerçeklerin tam ve aslına uygun olarak yeni nesillere ulaştırılmasıdır.

    Ayrıca şu husus da gözardı edilemez: 5816 sayılı “Atatürk‘ü Koruma Kanunu”nun arkasında yatan sebep nedir? Bu kanunla neler getirilmek isteniyor? Dünyanın neresinde görülmüş böyle bir kanun?!. Gerçekleri gizlemek mümkün mü? “Mızrak çuvala sığmaz!” demiş atalar!

    Kemalistlerin gücü yetiyorsa mızrağı çuvalda saklasınlar!..

    Gösterdikleri hassasiyet çok yanlıştır ve çok tehlikelidir. Onların yapacağı bir iş var o da şudur; kaldırsınlar koruma kanunlarını, lağvetsinler Devlet Güvenlik Mahkemeleri‘ni!..

    Mustafa Kemal hakkında söylenenler ve yazılanlar yanlış ise çatır çatır cevap verirler! Yok eger doğru ise; o zaman kızmasınlar; gerçekler yazılsın da “Ata”larının kimliği, kim olduğu ve ne mal olduğu ortaya çıksın!.. Bir Stalin‘in, bir Hitler‘in akibetinden ibret alsınlar da akıllansınlar!..

    Bir gün gelecek, o çeşit kanunları delinecektir. Hak ve hakikat bunları dile getirecektir. Tarih, geçici bir zaman susarsa da bir gün gelir ortaya çıkar, susturmak isteyenleri bir silindir gibi ezer geçer; kendilerini de, korumak istedikleri adamı da rezil ve kepaze eder. Hem de dünyanın gözleri önünde!..

    Kemalist ordular, kemalist savcılar, kemalist Prof.‘lar, kemalist ajan ve dezinformatörler, kemalist hocalar da bu ilahî kanun elinden Mustafa Kemal‘i kurtaramazlar. Buna imkân ve ihtimal yoktur! Nitekim kurtaramıyorlar; adamın şahsiyetsiz bir vatan haini, din, namus ve millet düşmanı olduğu ortaya çıkmakta, yazılmakta ve çizilmektedir. Türkiye sınırları içinde olmasa bile dünya neşriyatında kendini göstermektedir. Avrupa memleketlerinde Mustafa Kemal‘in bir ingiliz casusu olduğu, Türk-Yunan savaşının sadece bir muvazaadan(anlaşmalı döğüsten) ibaret olduğu, Yunan askerlerinin İzmir‘e çıkışlarının, ingilizler‘e Mustafa Kemal tarafından telkin ve ilham edildiği anlatılmakta, hatta bu kabil kitapları okuyanlar Türkiye‘ye geldiklerinde eş ve dostlarına gizlice aktarmaktadırlar.

    Aradan 70-80 senelik bir zaman geçmiştir. İnsaf ile kabul etmek gerekir ki, gerçeğin ortaya çıkmasına, ne şekilde olursa olsun engel olmak sonsuza kadar sürüp gidemez. Keza yukarıda da görüldüğü gibi, dün korkunç bir diktatör olan Stalin‘i bugün Rusya‘da ağzına alabilecek bir kabadayı yoktur. Almanya‘da Hitler övücülüğü yasal kovuşturma nedenidir. Zorlamalarla, yalanlarla, yasaklarla kirli kişiliklerin sonsuza kadar ayakta tutulmasına imkân ve ihtimal yoktur.

    “Selanik‘te Riza Efendi adında gümrük kolcusu birinin üvey oğlu Mustafa Kemal Harbiye Mektebi‘ne geliyor. Mustafa Kemal‘in babası hakkında çok rivayet var; Kimi bir Sırp, kimi bir Bulgar‘dır diyor. Güya anası bunların metresi imiş”. Yeni çıkan “20. Asır Larousse” Pomak‘tır diyor.

    İhtiyar Tesalya‘ların rivayeti şudur:

    Mustafa Kemal‘in anası Selanik‘te kerhanede imiş. Yenisehir Tırnova‘sından ve oranın ileri gelen kabadayılarından Abdoş Ağa Selanik‘e gelir, bu kadını görür, alır götürür. Orada piç olarak Mustafa Kemal doğar. Mustafa beş yaşlarında iken Abdoş ölmüş, anası oğlu ile Selanik‘e gelmiş.

    12 yaşında iken Mustafa, Tırnova‘ya gidip miras istemiş ise de piçliğini söylemişler, geri göndermişler. Mustafa, askeri okula girmiş. Anası gümrük kolcusu Ali Rıza ile evlenmiş. Çok tuhaftır; Mustafa Kemal anasından bahseder, fakat babasından bir defa bile bahsetmemiştir. Hasılı rivayetler çok. Hangisi doğru?

    Bir şeydeki rivayet çoktur; o şey belli değildir. Nitekim bilimde, teknikte, tarihte hangi konu hakkında çok varsayım veya rivayet varsa o konu mâlum değildir. Demek Mustafa Kemal piç değilse bile babası mâlum değildir. Benim araştırmama göre onun Rıza adında gümrük kolcusu bir üvey babası oldugu kesindir. Mustafa Kemal babasından kendisi bahsetmediği gibi diğer birinin bahsettiğini işitirse ona düşman olur. Buna dair bir sürü olay vardır. Nihayet Fransız bakanlarından Hedyo, Paris‘te Türkiye üzerine iki konferans verdi. Bunlar “Conferencio” dergisinde yayınlandı. Hedyo da orada “Mustafa Kemal‘in babası meçhuldür!” diyor.”

    (Rıza Nur, Hayatım ve Hatıratım, III. cild, s. 561-562)

    DEVLETTEN NEMALANAN DALKAVUKLARIN YARATTIĞI SAHTE KAHRAMAN :

    Her yerde vatan müdafaası için harıl harıl çeteler teşekkül ediyor. Mesela İzmir‘de Demirci Efe, Sarı Efe, Çerkes Ethem… Bursa‘da Gökbayrak, Giresun‘da Topal Osman, Adapazarı ve Sakarya boylarında Yahya Kaptan çetesi, İbo…

    Görülüyor ki, Milli Mücadele hareketi her tarafta millet tarafından düşünülmüş ve yapılmıştır. Bir kişinin değil, binlerce kişinin. Mustafa Kemal‘in, İsmet‘in bunda zerre kadar hissesi yoktur. Bu esnada Mustafa Kemal hâlâ meydanda değil. O Anadolu‘ya kovuluncaya kadar başka işlerle meşgul olmuştur. Mustafa Kemal Anadolu‘ya Milli Mücadele için gelmemiştir. Kovulmuştur. Bunu da kendisi Nutkunda söylüyor.

    Dr. Rıza Nur, Hayatım ve Hatıratım, (s. 7)

    Derken Mustafa Kemal başkumandanlığı kabul etmem dedi. ‘Yahu etme, kabul et.‘ dedik.

    Dedi ki: ‘Ben zaten buradan da idare ediyorum. Geri durduğum yok ki.‘

    Ben de: ‘Yok, resmen ve mesul olarak ordunun başında olmalısın, o zaman daha gayretle çalışırsın‘ dedim.

    Mustafa Kemal tamamiyle ümitsiz. Başkumadanlığı asla istemiyor. Çünkü ona göre mağlubiyet muhakkak. Başkumandan olursa kendi mağlup olacak.

    Şimdiye kadar İsmet ile Fevzi‘yi iki kukla gibi perde arkasından idare etmeye alışmış. Mesuliyetli iş olursa onlara veriyor, şeref olursa kendine alıyor.

    Resmen ve bilfiil kumandanlığı asla kabul etmiyor. Bütün meclis buna kızıyor. Meclis pek asabîleşti. O da kabul etmem diyor, başka birşey demiyor. Kızmışım, bir aralık:

    ‘Ne güne duruyorsun? Hangi işe yarayacaksın‘ diye bağırdım. Kızılca kıyamet koptu. Mustafa Kemal taa kürsüden küfürler ve tehdit yağdırdı.

    Ve dedi ki: ‘Mağlubiyet muhakkak, sen beni rezil olsun, şerefi gitsin diye başkumandan yapmak istiyorsun‘. Bu söz bana müthiş ağır geldi, çıldıracaktım. Yahu bu ne adam? Koca bir millet gidiyor, kendi şerefi düşünüyor.

    Hiç olmazsa insan hâyâ eder de bunu söylemez. Ne âdi, ne belâ bir adama çatmışız. Şeref! Sanki Suriye‘de mağlup olan kendi değil. Baktım, kudurmuş köpek gibi olmuş. Herkes de birşey söylüyor. Her söyleyen ile dayaşıyor.

    Üç gündür uğraşıyoruz, kabul ettiremiyoruz. Nihayet geldi, resmen celsede şu teklifi yaptı:

    ‘Eğer mecis bütün teşrii ve icrâi selâhiyetlerini bana verirse kabul ederim‘. Ben bunu duyunca yumruğumu küt küt diye kafama vurmuştum. ‘Bu adam ne istiyor? Bu nasıl iş? Bu verilebilir mi?‘ diye bağırmışım. Arkadaşlar söylediler.

    Bu müthiş bir şey. Başkumandanlık için böyle birşeye lüzüm yok ki. Selâhiyetlere zaten mâliktir ve onlar kâfidir. Demek bu adamın amacı kötüdür. İçinde kimbilir ne domuzluklar vardır.

    Büyük bir müstebit olmak, milleti inim inim inletmek istiyor. Kendi kendinde kanunlar yapacak. Şunu bunu asıp kesecek. Kendine köle gibi itaat etmeyenleri imha edecek. Yapar mı yapar.

    Artık meclis‘te kavga kıyamet kopuyor. Bu yetkileri vermek istemiyorlar. Müthiş çorba olduk. Nihayet düşündüm: ‘Vahim bir iş ama, şu adama ne istiyorsa verelim de Yunan‘ı def edelim.‘ Teklifi yaptım. Nihayet Meclis kabul etti.

    Dr. Rıza Nur, Hayatım ve Hatıratım, (s. 808-850)

    Sakarya savaşında ordu tökezleyince başkumandan Kemal kaçmayı düşünmüş.

    Bu Çal Dağının düşmesi bütün ümitlerizi bitirdi. Yeniden Türk Milletinin istikbali, hürriyeti, hayatı tehlikeye düştü, gidiyor. Artık hep ölü haldeyiz. Kimsede can kalmadı. Ağzımızı bıçak açmıyor.

    Bunun üzerine Mustafa Kemal orduya geri çekilme emri vermiş. Bu haber de geldi. Mustafa Kemal‘in özel hizmetlerinde kullandığı arnavut yaveri Salih de cepheden geldi. Mustafa Kemal‘in eşyalarını topladı. Kaçıyorlar. Mustafa Kemal ata binmiş, sarhoşmuş. Düşmüş, kaburga kemiği de kırılmış.

    Meğerse Yunanlar sol cenahımızı on gündür söktüremedikleri için ümitsizliğe düşüp geri çekilmeye karar vermişler. Ağırlıklarını Sakarya‘nın batı cephesine alıyorlarmış. Fevzi (Çakmak) bunu sezmiş ve Mustafa Kemal‘e demiş:

    ‘Aman geri çekilme! Düman da geri çekiliyor. Emri geri al.‘ Ne ise Mustafa Kemal ricatı durdurdu. İşte Fevzi bu vaziyeti kurtardı. Yoksa bütün emekler, zabitlerin çabaları, dökülen kanlar boşa gidiyordu.

    Sakarya harbi bitince iki mühim şey olmuştu. Mustafa Kemal hareket etmeden evvel, Meclis‘ten kendisine gazi ünvanı ve müşirlik verilmesini istedi. Herkes: ‘Canım bu adam ne oluyor? Ne istiyor? Bunları ne yapacak?‘ diyordu. Ve yine: ‘Galiba padişah olmak peşindedir. Şimdiden onun gibi tuğrasına El-Gazî yazmak için bu ünvanı istiyor.‘ diyorlardı.

    Şu adam müthiş bir mahluktur. Ve nutkunda: ‘Meclis bana Gazi ünvanını verdi‘ diyor.Halbuki böyle birşey kimsenin aklına gelmemişti. Kendi istedi. Meclis ise ‘Olmaz‘ dedi. Kıyamet koptu. Nihayet tehdit altında ve kendi adamlarını kullanarak Gazi ünvanını aldı. Birkaç gün geçinde de: ‘Meclis bana dört milyon lira nakit mükafaat versin‘ dedi. Herkes Meclis‘te bir daha kızdı ve köpürdü. Bütün meclis olmaz‘ı bastırdı. Mustafa Kemal bir milyona indi. Yine olmaz dediler. Hâsılı meclis: ‘Para veremeyiz‘ dedi ve vermedi. Mustafa Kemal bir müddet uğraştı, baktı olmuyor, vazgeçti. Eğer böyle birşey lazımsa Meclis kendi verir. Ama yok, bu kendi ister, adeti budur. Sıkılmaz.

    Nutukda bu para meselesinden hiç bahsetmiyor.

    Dr. Rıza Nur, Hayatım ve Hatıratım, (s. 849)

    SIKIŞINCA ÇARŞAFA BÜRÜNEREK KAÇAN ÇETECİBAŞI :

    Atatürk‘ün çarşaf giydiği gün !

    Çankaya Köşkü‘nü kim kuşattı? Atatürk çarşaf giyerek nasıl dışarı çıktı? İçeride Atatürk kılığına giren kişi kimdi?

    Bilinmeyen tarihi Sabah gazetesinden Mehmet Altan bugünkü köşesinde kaleme aldı:

    Atatürk‘ün Kuşatıldığı Gece

    “Resmi tarih ne işe yarar?” diye sorsalar, cevabım hazır:

    İnsani zaafları tıraşlamaya…

    Biz çok genç bir nüfusa sahibiz. Her genç kendi doğum tarihini ‘milat‘ kabul ediyor ve geriye dönüp bakmıyor. Geçen hafta Hürriyet Pazar ilavesinde, İpek Çalışlar‘ın bu hafta sonu piyasaya çıkan Latife Hanım adlı belgesel kitabını tanıtan geniş bir yazı yayınlanıncaya kadar, tarihin pek çok kayıp halkasının birinden haberdar değildim. Ama ‘o halkanın‘ ne olduğunu anlatabilmek için kısa bir özet yapmak gerekiyor.

    Türkiye, Cumhuriyet tarihini resmi ders kitaplarından okudu. Her şeyi resmi ağızların söylediği kadar bilip öğrendi. İlk Meclis‘teki muhalif İkinci Grup hakkında pek bilgi sahibi olamadı. Olan bitenleri de merak etmedi. Halbuki çok ilginç bir dönemdi o… Birinci Meclis‘teki muhalif İkinci Grup‘un önderlerinden biri de eski bir asker olan Ali Şükrü Bey‘di. Birçok muhalif milletvekili gibi Ali Şükrü Bey de Lozan Antlaşması‘nın bizi kayba uğrattığına inanıyor ve bu antlaşmanın imzalanmasına muhalefet ediyordu. Bu nedenle de Mustafa Kemal‘e ağır eleştiriler yöneltiyordu.

    Ana Britannica Ansiklopedisi‘ne göre Muhafız Alay Komutanı Topal Osman “Ali Şükrü Bey‘i Mustafa Kemal‘e karşı sert muhalefet izlediği gerekçesiyle 27 Mart 1923‘te öldürdü.”

    Sonra ne oldu? Tarihler sonrasını kısa keser. Özet anlatım şöyledir: “Güvenlik güçlerine teslim olmayan Osman Ağa, Ankara‘da Ayrancı Bağları‘ndaki evinde girdiği çatışmada yaralı olarak ele geçirildi; kısa süre sonra da öldü.” Ölümünün hemen ardından, başı kesik vücudu Meclis‘in önünde asılarak teşhir edildi. Bu Meclis‘in oy birliğiyle kabul ettiği bir önergeydi. Ali Şükrü Bey cinayeti, Birinci Meclis‘in de sonu oldu. Yeni bir genel seçime gidildi ve tüm muhalefet tasfiye edildi.

    Ancak arada atlanan kısa bir paragraf var: Topal Osman‘ın teslim olmadan evvel yaptıkları… O atlanan ‘kareyi‘, İpek Çalışlar, Latife Hanım‘ın kız kardeşi Vecihe İlmen‘e atfen şöyle anlatıyor: “Beklenen oldu. Topal Osman çetesi Çankaya‘yı kuşattı. Latife‘nin kız kardeşi Vecihe de oradaydı. Vecihe İlmen yıllar sonra bir dost meclisinde o gün yaşadıklarını anlatmıştı. Bu anlatım Topal Osman olayının bilinmeyen bir yönünü gün ışığına çıkartıyor: Milli Mücadele‘nin lideri tehdit altındaydı. Kısa bir tartışma yaşandı. Önemli olan Mustafa Kemal Paşa‘nın yaşamıydı. Ona bir şey olursa zaten hiçbiri hayatta kalamazdı.

    Dışardakilerle pazarlık başladı. Adet olduğu üzere, ‘Kadınlar ve çocuklar önden çıksın,‘ dediler. Plan şuydu: Mustafa Kemal Paşa, kılık değiştirerek kadınlar ve çocuklarla birlikte dışarı çıkacaktı. Fakat evin içinde de birilerinin kalması gerekiyordu. Latife muhafızlarla birlikte evde kalmaktan yanaydı. ‘Ben onları oyalarım,‘ diyordu. Mustafa Kemal Paşa önce şiddetle itiraz etti. Ancak Latife‘nin inadını bilirdi. Vecihe bir çarşaf buldu, getirdi. Mustafa Kemal çarşafı giydi, baldızı Vecihe ve hizmetkâr kadınlarla dışarı çıktı.

    Latife de bu arada onun kalpağını kafasına takmıştı. Erlerden birine, ‘Mutfaktaki portakal sandıklarını getir,‘ dedi. Sandıkları pencerelerin önüne dizdiler. Evde ışıklar yanıyor ve bahçeden bakıldığında içerdekiler fark ediliyordu. Boyunun kısalığı dışarıdan fark edilmemeliydi. Latife, portakal sandıkları üzerinde bir ileri bir geri yürüyor, dışarıdan gelen habercilerle iletilen mesajları evde Mustafa Kemal varmış gibi alıp cevap veriyordu. Ölüm tehdidi altında çeteyi oyalamayı sürdürüyordu. O sırada Mustafa Kemal, Topal Osman‘a karşı yürütülecek harekâtı planlıyordu.

    Sonunda Topal Osman‘ın adamları eve kurşun yağdırmaya başladı. Ardından eve girdiler. Mustafa Kemal‘in gittiğini anlayınca çılgına dönüp ne buldularsa parçaladılar. Onların aradığı Mustafa Kemal‘di. Ama ellerinden kaçırmışlardı. O sırada Topal Osman çetesi muhafız taburu tarafından sarıldı. Latife‘ye zarar vermeye zamanları kalmamıştı.” Topal Osman‘dan söz ederken Ana Britannica ‘Muhafız Alayı Komutanı‘ diyor. Vecihe Hanım‘ın anılarından söz edilirken de ‘Topal Osman Çetesi‘ deniyor. ‘Muhafız Alayı‘ ve ‘çete‘ sözcükleri nasıl oluyor da aynı adamın kimliğinde bir araya geliyor? Bunun sırrını çözmeden ne yakın tarihi ne de bugünü anlamak pek mümkün olmayacak galiba.

    (Mehmet Altan, Sabah Gazetesi, 11 Haziran 2006)

    CEHALETİ BAŞÖĞRETMENLİK PAYESİYLE PERDELENEN GERZEK :

    Mustafa Kemal, Müslüman Türklerin kıyafetinden diline kadar herşeyine karışmış, emirlerine karşı gelenleri de astırmak suretiyle imha etmiştir.

    Gün geçtikçe daha da azmış, milletin hayatında el atmadık hiçbir şey bırakmamıştır.

    Onun böyle cahilâne ve zalimâne tavırlarına en yakın arkadaşları bile isyan etmiştir. Meselâ Halide Edip Adıvar, yurtdışında yazdığı: ‘Türkiye‘de Diktatörlük ve Reformlar‘ adlı kitabında şöyle diyecektir:

    “Türk Milleti‘ne ya şapka giyip medenîleşmesini, yahut asılarak idam edileceğini söylemek, en azından saçmalıktır…”

    Gel de bunu mankafalı Kemal‘e anlat…

    Bu sıralarda azdıkça azan bizim Kemal ise köpekleri bile güldürecek saçmalıklarını gazetelerinde ‘ATATÜRKTEN BÜYÜK VECİZELER‘ diye yayınlatıyordu.

    Burada sadece bir tanesinden bahsedeceğiz ve bu adamın nasıl bir dangalak olduğunu hemen anlayacaksınız.

    22 Ağustos 1932 tarihinde, yine Mustafa Kemal‘in himayesindeki gazetelerden Milliyet‘te bir makale yayınlanır, başlığı da şu:

    ‘Yeni Türk lügâtı hakkında Gazi Hazretleri‘nin gösterdikleri küçük bir misâl‘

    Yahu bizim Gay Kemal‘i kahraman yaptılar, öğretmen yaptılar, ilah yaptılar, put yaptılar ama Hazret yapacakları hiç aklıma gelmezdi.

    İnsaf edin de onu müslümanlara bırakın be! Neyse…

    Bu yazıda Gazi* Yunus Nadi‘ye şöyle buyurmuş (kısaca):

    -Şeyh Süleyman‘ın Çağatay lügâtında: ‘Kilturmak‘ kelimesi var. ‘Mak‘ ekini kaldır, geriye kiltur kalır. İşte bu, Frenklerin culture kelimesinin aslıdır. Bu kelime hars (kültür) mânâsındadır ve onlara bizden geçmiştir.

    Atagay‘ın bu saçmalıklarını Paris‘te gazeteden okuyan Türkolog ve Doktor Rıza Nur, hatırâtında bu konudan şöyle bahseder:

    -Ağlayayım mı, güleyim mi, öleyim mi? Bu adamın bu safsatalarını okudukça Paris‘te ben utanıyorum. Böyle cehalet görülmemiştir. Bu iki kelimeyi bir yapmak için yürüttüğü muhakemeler o kadar gülünç ki, ancak bir deli kafasından çıkabilir. Bu (kilturmak) kelimesi, bizim dildeki (getirmek) kelimesinin Çağatay şivesinden ibarettir. Bunda hars (kültür) mânâsı nerede?

    Aynı makalenin devamında Mustafa Kemal şöyle diyor:

    -Frenk ulûm ve fünûnunda tekâmül muhassalasına culture deniyor.

    Zavalı atam culture kelimesini ilerlemek sanıyor. Halbuki en vahşî kabilelerin bile kendilerine has bir kültürü vardır. İşte insan hem cahil hem de zorba olursa böyle rezil olur.

    Bu konuda Yavuz Bülent Bakiler gençliğinde Yakup Kadri ile bir röportaj yapar.

    Atatürk‘ün dil konusunda ne kadar cahil olduğunu gösterecek muazzam şeylerden bahseder Yakup Kadri.

    Yavuz Bülent Bakiler: ‘Efendim bunlar yazabilir miyim?‘ deyince: ‘Asla! Eğer yazarsan tekzip ederim der…‘

    Yavuz Bülent Bakiler, Atadog‘un bu saçmalıklarını bugün radyo programlarında çekinmeden anlatıyor…

    KAHRAMANLIGA YÜKSELTİLMİŞ UŞAK RUHLU BİR ALÇAK :

    Kasım 1938 Türkiye‘nin şefi Kemal Atatürk‘ün öldüğü tarihtir. O, 15 yıllık katı diktatörlüğü döneminde Türkiye‘yi, halkı istemediği halde zorla batı medeniyetine götürmeye çalışmıştı. O, sarık ve çarşafı yasaklamış, İslamın kuvvet ve kudretini kırıp, hatta latin alfabesini bile kabul ettirmişti.

    Atatürk‘ün ölüm döşeğinde, üzerinde en fazla düşündüğü mesele; kendisinden sonra programını uygulayabilecek birisini bulup yerine geçirip geçiremeyeceği hususuydu.

    Bunun için zamanın İngiliz büyükelçisi Sir Perey Loraine‘i İstanbul‘daki Dolmabahçe Sarayı‘na çağırdı.

    İkisi arasında geçen konuşmalar yaklaşık olarak otuz (30) sene gizli kaldı. Gizli konuşmalar ilk olarak Piers Dixon‘un babası (Sir Perey Loraine) hakkında hazırladığı “Double Diplomat” (Çifte Diplomat) isimli kitabında yer aldı ve daha sonra da “Hute-Hisson Yayınevi” tarafından yayınlandı.

    Piers Dixon‘un dökümanları arasında; Sir Perey Loraine tarafından zamanın İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Halifax‘a gönderilmiş bir telgraf da vardı. Telgraf, İngiliz tarihinin en önemli belgelerinden birisi idi. Loraine, ölüm döşeğinde olan diktatörle yaptığı bu mülakatı çok enteresan olarak nitelendiriyordu. Bu belgede Loraine, Lord Halifax‘a şunları yazıyordu:

    “… Huzuruna vardığımda ekselanslarını yastıklara yaslanmış vaziyette, iki doktorla, hemşirenin tedavisi altında gördüm. Ben girdiğimde, Başkan, hizmetinde bulunanların ve hemşirelerin dışarı çıkmalarını istedi ve ihtiyaç anında kendilerini çağırabileceğini söyledi.

    Ondan sonra, ekselansları benimle yavaş-yavaş, fakat dikkatlice konuşmaya başladı. Beni, hiç bir zaman bana layık olmayan makamda görmek istemediğini, “Beni daima en layık makamlarda görmek istediğini” ve beni buraya onun için çağırdığını söyledi. Hakkımda arzuladıklarını gerçekleştirmem için çok ricada bulundu. Kendisine müsbet bir cevap vermemi istiyordu.

    Şüphesiz ben geçmişte onunla bir arada çok bulundum ve çok mülakatlar yaptım. Ama bu, son mülakatım olabilirdi. O uzun ve mâceralı hayatı boyunca beraber çalıştığı arkadaşlarından bir çoğunu (kendinden uzaklaştırarak) kaybetmiş ve yapılan tavsiyelerin bir çoğunu da reddetmişti. Sadece benim dostluğuma ve nasihatlarıma güveniyor ve bu dostluğun pekişmesine ehemmiyet veriyordu.

    Ben sanki “Türkiye‘nin başbakanıymışım” gibi benimle, çok sade ve serbest bir şekilde meşveret ediyordu.

    Onun bir başkan olarak ölümünden önce, kendi makamı için birisini takdim etme selahiyeti vardı. Onun en büyük arzusu kendisinden sonra “Türkiye‘nin Başkanı” olarak onun vazifesini üzerime almam idi. Teklifi karşısında benim nasıl bir cevap vereceğimi bir an önce öğrenmeyi istiyordu.

    Düşünceli bir sessizlikle geçen bir anlık bekleyişten sonra ekselanslarına; “Bütün istek ve duygularımı kelimelerle anlatmaya yetkili değilim!” şeklinde cevap verdim. Gerçekten o anda çok saşırmış bir şekilde düşünüyordum. Hatırladığım kadarıyla yapmış olduğum mülakatların hiç birisinde bu kadar derin düşünecek derecede bir mülakatla karşılaşmamıştım.

    Ekselansları yaptığı bu teklif ile sadece benzeri görülmemiş bir ikramda bulunmakla kalmıyor, aynı zamanda majestelerinin (İngiliz Kralı‘nın) hükümetine olan bağlılığını da izhar ediyordu.

    Ekselansları benim ömrümün büyük bir kısmını majestenin hükümetinin hizmetinde geçirmiş olduğumu biliyordu. Ben halihazırdaki işimde bir kaç sene daha çalışmayı ümit ediyordum. Ekselansları ise, şimdi benden kesin bir cevap istemekteydi. Kendilerine şu cevabı verdim: “İdari işleri iyi yapıp yapamayacağımdan şüphe ediyorum. Türkiye‘nin Cumhurbaşkanlığı‘nı yüklenmek mesuliyeti ile İngiltere Büyükelçiliği arasında çok büyük fark vardır. Tecrübe ve kabiliyetlerimin, ancak elimdeki işi yürütmek için aranan imtiyazlar olduğunu biliyor; bunun için kesin bir şekilde ve üzülerek teklifinizi kabul edemediğimi bildiriyorum!”

    Ben konuşmamı bitirdikten sonra ekselansları çok heyecanlandı ve yatağına tekrar gömüldü, hizmetinde bulunan hemşireleri çağırdı (ve derin bir uykuya daldı).

    Ekselansları ikinci defa konuşmaya başlayabildiğinde kendisine bildirdiğim kararda etkili olan hususları idrak ettiğini söyledi. Durumu henüz verdiğim cevaptan çok üzüldüğünü söyleyebilecek kadar iyi idi. Benden başka bir cevap alamayacağını anlayinca “Başkanlık” için İsmet Inönü‘yü tavsiye etti.

    Atatürk sonra dirseklerine dayanarak doğrulmaya çalıştı ve ellerimi sıktı, gelecekte de Britanya ve Türkiye ilişkilerinde faal roller oynayacağımı belirterek teşekkür etti ve kendinden tekrar geçti.

    Bu teklifi reddedişimin isabetli bir karar olduğunu düşünüyorum.

    Eğer yapmış olduğum teşebbüslere dair ekselanslarından tevidli bir mesaj alabilirsem çok müteşekkir ve mesrur olurum.

    Lütfen Kral‘a da bildiriniz!..

    (Martin Gilbert)

    FİKRİYE ÖLDÜRÜLDÜ

    Hayatı gizemlerle dolu Fikriye’nin intihar etmediği, öldürüldüğü kanaati güçlendi. Yazar Fatih Bayhan tarafından yapılan çalışmada Fikriye’nin aynı zamanda Atatürk’ün imam nikâhlı eşi olduğu ve ondan çocuk aldırdığı iddia ediliyor.

    Zübeyde, Makbule, Latife, Fikriye, Sabiha, Ülkü… Atatürk’ün kadınları. Anne, abla, eş, sevgili, evlatlık… Mustafa Kemal’in etrafındaki kadınların her biri ayrı bir araştırma konusu aslında. Latife Hanım ile Atatürk’ün ilişkisi sıradan bir karı-koca münasebeti değildi elbet. Gazi’nin etrafındaki kadınların çoğu güçlüydü şüphesiz. Ama Fikriye’nin durumu farklıydı. Mahzun, acılı, âşık, ihtiraslı, bir o kadar da çocuktu Fikriye. Zaten acılarla örülü hayatı da bunu gösteriyor. Fikriye yitik bir kadındı. Çünkü Atatürk’ün hayatının belki de en gizli kalan parçasıydı.

    Atatürk ile Fikriye’nin ilişkisi nasıldı? Fikriye Köşk’te sıradan bir kadın mı yoksa Mustafa Kemal’in kalbindeki en derin yara mıydı? Fikriye intihar mı etti? Atatürk, Fikriye’ye dinî nikâh kıymış mıydı? Bugün mezar yeri dahi bilinmeyen bu alımlı kadın üzerine bu zamana kadar çok şey söylendi. Ancak Fikriye’nin hayatının önemli bir kısmı sır olarak kalmaya devam etti. Bu alanda yeni bir çalışma ile Fikriye’nin hayatındaki sır perdesi kısmen aralanıyor. Yazar Fatih Bayhan’ın “Fikriye Hanım” adını verdiği çalışma bu manada bir ilke imza atacak nitelikte. Pegasus Yayınları’ndan çıkacak kitapta, “Fikriye’nin intihar etmediği, öldürüldüğü” kanaatini güçlendiriyor. Ayrıca Fikriye Hanım ile Atatürk’ün gizlice imam nikâhı kıydığı ilk kez ortaya çıkarılıyor. Diğer bir nokta ise Atatürk’ten hamile kalan Fikriye’nin çocuk aldırdığı iddiası…

    Fatih Bayhan, Fikriye’nin sandukasını ilk kez açarak tabir yerindeyse bu gizemli kadının mahremiyetine girdi. Yazar, Fikriye ile ilgili çeşitli kaynakların yanı sıra o günlerde Atatürk’ün yakın çevresinde bulunmuş kişilerin anlatımlarını ve dönemin yazışmalarını inceleyerek çalışmasını pekiştirmiş.

    FİKRİYE ATATÜRK’ÜN NİKÂHLI EŞİYDİ

    Atatürk’ün Ankara’ya davetiyle, Fikriye’nin heyecan dolu yolcuğu başlar. 13 Kasım 1920 gecesi Karadeniz Ereğlisi’nden vapurla İnebolu’ya, oradan da karayoluyla Kastamonu’ya ulaşır. Burada Posta ve Telgraf Başmüdürünün evinde misafir edilir. Bir süre sonra Kastamonu’ya gidecek olan Mustafa Mecdi Boysan, Fikriye’nin ailesinin bu evliliği onaylamadığını öğrenecektir başmüdürden.

    Yolcu daha Kastamonu’dayken Ankara’da telaşlı bir hazırlık başlar. Ancak Fikriye’nin Ankara’ya gelişini Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım asla istemeyecektir. İstemeyen sadece ol değildir elbet. Yaver Salih Bozok o günleri, “Bu gelişi Mustafa Kemal Paşa’dan başka herkes yadırgadı. Bunca erkeğin arasında tek bir İstanbullu kadının barınabileceğine, hiçbir Allah’ın kulu inanmıyordu.” diye not düşer. Fikriye Ankara’ya gelişinin üzerinden üç hafta geçince artık Atatürk’ün yanında ayrılmayan bir isim olur. Ona ud çalıp şarkılar söyleyecektir hep.

    ÇANKAYA’NIN İLK FİRST LADY’Sİ

    Fikriye Hanım’ın varlığı herkesçe bundan sonra olumlu karşılanıyordu, ancak yadırganan tek şey Fikriye Hanım ile Mustafa Kemal’in evlilik gibi bir ilişkisi olmadığı hâlde aynı çatı altında kalmalarıdır. İşte bu ortamda bir akşam Mustafa Kemal Fikriye Hanım’ı yanına çağırır, evlenme teklifinde bulunur: “Çocuğum, sana bu akşam hiç beklemediğin bir şeyler söyleyeceğim. Seninle evlenmeye karar verdim. Bunu ne zamandır düşünüyordum.” Bunun üzere Atatürk ile Fikriye arasında bir dinî nikâh merasimi yaşanır. Hıfzı Topuz, nikâh olayını doğruluyor: “Mustafa Kemal, dedikodu olmaması için evleniyor. Nikâhlarını Şeriye Vekili ve eski Karacabey Müftüsü Mustafa Fehmi Efendi kıyıyor. Şahitleri ise, Muzaffer Kılıç ve Fuat Bulca’dır.”

    Nikâh ile ilgili bir başka kanıtı da Yazar Fatih Bayhan tespit ediyor. Bayhan’ın kaynağı ise Fikriye ile ağabeyi Ali Enver arasında geçen diyalogdur. Fikriye’nin Ankara’ya gelişinin üzerinden iki ay geçmiş, bu zaman diliminde Fikriye bir gün ağabeyi ile bir araya gelmiştir. Ali Enver, Fikriye’ye Mustafa Kemal ile aynı yerde yaşamanın doğru olmadığını söyler. Fikriye’nin cevabı, nikâhı aşikar edecektir: “Biz evlendik ağabey. Nikâhımızı Karacabey Müftüsü Mustafa Fehmi Bey kıydı.”

    Nikâhın gizli tutulması konusunda Fatih Bayhan, meseleyi o günün şartlarına göre değerlendirmek gerektiğini söylüyor: “Savaş hâli vardır. Böyle bir izdivacın duyulması doğru olmazdı. Bir de Atatürk’ün annesi, Fikriye ile oğlunun bir araya gelmesine dahi tahammül etmiyor. Ancak böyle bir nikâh gerçekleşiyor. Rahatlıkla Fikriye için Çankaya Köşkü’nün ilk ‘first lady’si diyebiliriz.”

    FİKRİYE HAMİLE MİYDİ?

    Fikriye Hanım’ın hayatında aydınlatılmaya muhtaç diğer mesele ise hastalığı için Avrupa’ya gitme konusudur. Verem olan Fikriye’nin aynı zamanda karnındaki çocuğu aldırmak için bu uzun yolculuğa çıktığı iddiası da Fatih Bayhan tarafından ortaya atılıyor. Verem olan Fikriye, 12 Ekim 1922’de Bursa üzerinden İstanbul’a geçer. Buradan da Paris’e, ardından da tedavi göreceği Münih’teki sanatoryuma ulaşır. Burada tedaviye başlar. Ancak bir de gebeliği konusu vardır. ABD’de yaşayan Fikriye Hanım’ın yeğeni Abbas Hayri Özdinçer bu meseleyi onaylıyor: “Küçük halam Jülide veremden öldü. Büyük halam Fikriye’de verem yoktu. Almanya’ya çocuk aldırmak için gittiği anlatılır. Dördüncü derecede veremli birinin Münih’ten Ankara’ya o günün koşullarında gelmesi mümkün değil.”

    Bayhan, bir kayda ulaştığını da aktarıyor. Söz konusu belgede şöyle deniliyor: “1922 Ekim ayıdır, Mustafa Kemal İzmir’den Ankara’ya köşke dönmüştür ve hasretlik bitmiş, bütün sıcaklığıyla yeniden kavuşulmuştur. Ama Mustafa Kemal’in beklemediği bir gelişme olmuştur. Fikriye hamiledir. Binbir zorlukla Fikriye bebeğin alınmasına ikna edilir. Fakat duyulmaması açısından işlem için Münih’e gitmesi gerekmektedir. 16 Ekim 1922’de önce Mustafa Kemal ile Bursa’ya, oradan da Almanya’ya gider. Aynı zamanda bu Fikriye için bir hava değişimi de olacaktır.” Atatürk, Fikriye’nin Avrupa seyahati ve tedavisi için gereken her şeyi yapmış, yanına güvendiği bir adam ile ihtiyacı olan paranın fazlasını vermiştir.

    İNÖNÜ DE FİKRİYE’Yİ REDDEDER

    Ancak o tarihlerde Ankara’dan gelen bir haber Fikriye’yi deliye çevirir. Atatürk annesi Zübeyde Hanım’ın vasiyeti üzerine 29 Ocak 1923’te Latife Hanım ile İzmir’de evlenir. Fikriye 18 gün süren uzun yolculuktan sonra İstanbul’a ulaşır. Buradan Ankara’ya gitmek ister; ancak bu mümkün olamayacaktır. Çünkü Atatürk Fikriye’nin Ankara’ya gelişinin engellenmesini ister. 14 ay boyunca Fikriye İstanbul’da kendisine yeni bir hayat kurar; ancak bu yeterli gelmeyecektir. Fikriye, Atatürk’e en yakın isimlerden olan İsmet Paşa’ya ulaşır ve ondan şunu ister: “Ankara’da Gazi’nin yakınında bir görevli gibi istihdam edilmek istiyorum.” Fakat bu istek asla kabul edilmez.

    Fikriye Hanım, Ankara’ya gitmek için yeni bir kimliğe ihtiyaç duyar. Çünkü Atatürk’ün emriyle herkesin kimliği kontrol edilmektedir. Fikriye kaldığı Macit Bey’lerin evine temizliğe gelen Emine adında bir temizlikçi kadının kimliğini gizlice alıp gara gider. Ankara bileti alır. Üstünde fotoğraf olmayan bu kimlikle Ankara’ya doğru yola koyulur. Köşk’e ulaşan Fikriye, üç gün boyunca burada kalır; ancak Latife Hanım bundan rahatsız olur ve Fikriye’nin gönderilmesi için ısrar eder. İstanbul’a geri dönmek üzere Fikriye Köşk’ten ayrılır.

    Fikriye Hanım kısa bir süre Karaoğlu’ndaki Otel’de kalır. Burada ağabeyi ve Fuat Bulca ile de görüşüp İstanbul’a gidecektir. Bir sabah bir faytona binip vedalaşmak üzere Köşk’ün kapısına gelir. İşte ne olduysa bundan sonra olur. Köşk’e geldiğinde kapıda her zamanki nöbetçiler ve paşanın yaveri yoktur. Kapıdaki görevliye “Mustafa Kemal Paşa’nın yakınıyım” diyerek kapıdan girecektir. Fikriye Hanım Köşk’ün bahçesine girip Gazi’nin kaldığı odaya doğru ilerlerken Muzaffer Kılıç randevusuz olduğunu bildiği için durduracaktır. Fikriye Hanım için tam bir hayal kırıklığıdır bu an. Muzaffer Kılıç, Gazi’ye Fikriye Hanım’ın geldiğini söyleyince Latife Hanım daha Mustafa Kemal Paşa bir şey demeden bağırmaya başlayacaktır.

    FİKRİYE SIRTINDAN VURULUR

    Mustafa Kemal, tüm bu olanları da düşünerek Fikriye konusunu sağ salim halletmek ister. Ancak daha o ağzını açmadan Latife Hanım Muzaffer Kılıç’a hiç beklenmedik bir cevap verecektir. Muzaffer Kılıç sonrasını bir hatırat olarak şöyle anlatacaktır:

    “Latife Hanım birdenbire, ‘Niye gelmiş, ne işi var? Dışarı atınız!’ diye söylenmeye başladı. Paşa da buna karşı bir şey diyemedi, aynı görüşü benimsedi. Aşağı indim, Fikriye Hanım’a Paşa’nın şimdi kabul edemeyeceğini, uygun zamanını daha sonra kendisine bildireceğimi söyledim. Kadın büsbütün öfkelendi. ‘Ne demek efendim, paşa beni muhakkak kabul eder. Siz yalan söylüyorsunuz. Burası benim evim demektir’ gibi sözlerle direnince bu işin içinden yalnız çıkamayacağımı anlayarak, Kurmay Albay Tevfik Bıyıkoğlu ile Yüzbaşı Rusuhi Bey’i telefon edip yanıma çağırdım. Tevfik Bey kadını soğukkanlılıkla yatıştırmaya çalışırken, Rusuhi Bey öfkelenip tehdit etmeye başladı. Hatta girdiği tuvaletin kapısını çalarak, ‘Çık dışarı’ diye bağırdı.” Olayın bir benzerini de Salih Bozok anlatacaktır.

    Fatih Bayhan, ulaştığı değişik kaynaklar ışığında şöyle bir değerlendirme yapıyor: “Fikriye Hanım bu itiş kakıştan sonra kapıda beklettiği faytona binecek ve Köşk’ten ayrılacaktır ama daha araba uzaklaşmadan bir el silah sesi duyulacaktır.” Rivayete göre Fikriye, İsmet İnönü’nün Kütahya saldırısından sonra kendisini korusun diye hediye ettiği tabanca ile göğsüne bir el ateş etmiş, canına kıymak istemiştir. Köşk’ten nöbetçiler, Yaver Muzaffer Bey koşarak Fikriye Hanım’ın yanına giderler. Daha sonra Mustafa Kemal’in emri ile Memleket Hastanesi’ne kaldırılır. Mustafa Kemal koşup bakmak ister; ama aşağıya inmesine izin verilmez. Gerekçe olarak ise “Bu olayla Fikriye bizi vurmak istemiştir. Bize bir şey yapamadı, şimdi sen gidersen olay üzerine kalır.” denilecektir. Fatih Bayhan, Fikriye’nin Rusuhi Bey tarafından vurulduğunu söylüyor: “Kanıtlar bu yöndedir. Bu, tarihe geçen hazin bir cinayettir. Zaten daha sonraki gelişmelerde de Fikriye’nin intihar etmediğini, öldürüldüğünü öğreniyoruz.”

    9 GÜN SONRA ÖLDÜ

    Numune hastanesine kaldırılan Fikriye hemen ameliyata alınır. Akşam saatlerine kadar koyulacağı oda ayarlanmaya çalışılır. Fikriye’nin tanınması, bilinmesi ihtimaline karşılık, kalacağı kattaki hastalar başka katlara taşınır. Ayarlamalar yapılırken sadece öleceğinden emin oldukları bir hastayı çıkarmazlar. Mustafa Kemal, sağlık bakanına ve Memleket Hastanesi başhekimine talimat verecektir. Fikriye’nin kurtarılması için elinizden ne geliyorsa yapın, denilecektir. Ancak 9 gün sonra Fikriye ölecektir.

    Fikriye’nin ölümü burada kapanmayacaktır. Fikriye hastanede can çekişirken mahkeme kurulur ve İstanbul’dan ağabeyi Ali Enver, polis marifetiyle Ankara’ya getirilip mahkemeye çıkartılır. Sonrasını Ali Enver Bey’in oğlu Abbas Hayri Özdinçer şöyle aktarıyor: “Olaydan sonra Fikriye Hanım bir süre Numune Hastanesi’nde yattıktan sonra vefat etmiş, İstanbul’daki ağabeyi Ali Enver Bey de iki sivil polis eşliğinde Ankara’ya getirilmişti. Enver Bey, cesedi görmek istediğinde, defnedildiği söylenmişti.”

    Fikriye’nin ağabeyi Ali Enver, kardeşinin sır ölümünün peşini bırakmaz; hatta hâkimden bir de uyarı alır. Ama Enver Bey ısrarcıdır ve sonunda kardeşinin ameliyata alındığı o günün hastane kayıtlarından birine ulaşır.

    KATİLLER BENİ VURDULAR!

    Özdinçer halasının ölümüne dair bir başka ayrıntıyı da şöyle aktarıyor: “Babam o sırada Kadıköy’deymiş. İki kişinin evi gözetlediğini görüyor. Kadıköy’e inerken gelip koluna giriyorlar: ‘Sizi Ankara’ya götüreceğiz. Gazi Paşa’nın emri.’ diyorlar. 1-2 Haziran 1924 olmalı. Ölümü 30 Mayıs’ta gazetede çıkmış. Babamı Ankara’ya getirip mahkemeye çıkartıyorlar. Halamın giydiği iç çamaşırları ve bir tabanca var. Ama babamın mahkemede gördüğü o tabanca değil. O küçük bir tabanca; iki kurşunluk. Babamın gördüğü ise 9 milimetrelik büyük bir tabanca. İç fanilasına baktığında kurşun deliğinin sol arka tarafta olduğunu görüyor. Kan izi de yok. Hâkime, ‘Cesedini görmek isterim. Kabri nerede?’ deyince hâkim de, ‘O hususlar sizce araştırılmamalı. İlerde adınıza hayırlı neticeler doğurmayabilir, başınız sağ olsun’ diyor ve mahkemeyi kapatıyor. Babam Memleket Hastanesi’ne gidiyor ama içeri alınmıyor. Eski ortağı üç ay sonra hastanede çalışan birinden hastaların isimlerini alıyor. Bu hastalardan Polatlı’da sürülerini otlatırken tren kazası geçiren Çoban Hüseyin’i buluyor. Ölecek gözüyle bakıyorlarmış, yaşamış. Babama ‘O akşam bir avrat getirdiler. Sabaha kadar avaz avaz bağırdı; ‘Katiller, beni vurdular’ demiş.”

    Fatih Bayhan, Fikriye’nin öldürüldüğünü güçlendiren delillerden bir başkasını, Atatürk’e ait bir notu gösteriyor: “Gazi Mustafa Kemal Paşa aylar sonra Ali Enver Bey’e bir notla, ‘Suçlular cezasını çekti, için rahat olsun’ mesajını gönderir.”

    FİKRİYE’NİN KAYIP MEZARI ULUS’TA

    Fikriye Hanım’ın ölümüyle ilgili gazetelere yansıyan haberlerde de birtakım şüpheler var. Hâkimiyet-i Milliye (Ankara Merkezli bir gazeteydi) ve Vatan Gazetesi’nde çıkan ölüm haberinden başka kayıt yok. 1 Haziran 1924 tarihinde Vatan Gazetesi’nde 3’üncü sayfanın 1’inci sütununda yayımlanan haberde Fikriye Hanım’ın intihar ettiği anlatılıyordu. Ancak gariplik ve yalnızlık bu habere o kadar yansımıştı ki, adı, “Zeynep Fikriye Hanım namında bir kadın…” diye geçer haberde. Haberin içinde Gazi Mustafa Kemal Paşa’dan da bahsediliyordu; ama sadece, “Fikriye Hanım’ın Reisi Cumhur Hazretle

    neyin propagandasını yapmaya çalışıyorsunuz bu saatten sonra o sarhoş dediğiniz insana milyonlarca insan inanmış we bugünkü türk milletini kurmasına öncelik etmiş sizin ayıkken yapamacağınız bir yığın olayı o sarhoşgen gerçkleştirmiş

    , PEDOFİ L ALKOLİ K VE E …
    PEDOFİ L ALKOLİ K VE EŞ Cİ NSEL SOYKIRIMCI MUSTAFA KEMAL‘İ N GERÇEK YÜZÜ

    PEDOFİL, ALKOLİK VE EŞCİNSEL SOYKIRIMCI MUSTAFA KEMAL‘İN GERÇEK YÜZÜ… (Edip Karatekin | 20.04.2009 01:36:22 AM)
    ÖNEMLI BÍR NOT (Piya Forum Webmaster * | 23.04.2009 06:20:15 PM)
    RE: ÖNEMLI BÍR NOT (Edip Karatekin | 25.04.2009 09:15:56 PM)
    RE: ÖNEMLI BÍR NOT (Piya Forum‘dan | 30.04.2009 09:41:28 PM)
    PEDOFİL, ALKOLİK VE EŞCİNSEL SOYKIRIMCI MUSTAFA KEMAL‘İN GERÇEK YÜZÜ… (Kutlu Tuerk * | 15/08/2010 23:48)

  15. İlkay Özgür avatarı
    İlkay Özgür

    Sayın Turkısh Forum okuyucuları,
    bu Guneş Ecer (Seyfi) denilen kişi bir numaralı Atamızın düşmanı. Bu adam Kaliforniya’ da yaşıyor, orda Ermenilere hizmet ediyor.Ayrıca Fetullah Gülenin’ de adamı.

    Bu adam yıllardır, internette hem Türkiye’ yi ,hemde Mustafa Kemal Atatürkü kötülüyor.
    Atamız hakkında yazdıkları bu adamın tam kendisini tarif ediyor, bende okurken gülüyorum bu Güneş Ecerin haline.
    Lan öküz sen kimsin, koca dünya lideri kim.
    Kime hizmet ediyorsan, kim senin maaşını ödüyorsa onların bokunu ortaya dök.

    Sen ve senin gibiler Atamızın attığı tırnağı olamazsınız. Kaliforniya’ da kimin kapısında havladığını’ da çok iyi biliyoruz.
    Turkısh Forum gibi değerli bir sayfa nasıl olurda bu Ermeni bozuntusunun yazısını yayınlar?

  16. Aynur Başak avatarı
    Aynur Başak

    Seyfi, burda bir Pedofil varsa, o tam seni tarif ediyor.Burda eşcinsel, soykırımcı, yobaz, o tam sensin. Sapık, Kaliforniya’ da yaşayıp Atamıza çamur atıyorsun, o dilini birgün kesecekler, kızına, torununa hediye edecekler.
    Atamız olmasaydı, Allah bilir şimdi ANAN, bacın kimin koynunda olacaktı. Baş tacı yaptığın, Fransızın, Ermeninin koynunda.

    Buraya sen öz babanı tarif
    etmişsin alçak, SAPIK oğlu, sapık.
    Guneş Ecer de senden aşağı kalmaz. Sizingibilere biz Vatanhaini deriz, yuvasına sıçan.

  17. Okuyucu avatarı
    Okuyucu

    Bu belge dediğin türkçe ile o zamanın türkçesi tamamen farklı iken ve osmanlının eğitimli sınıfının kullandığı osmanlıca denen arapça farsça ve fransızca kelimeler arasına birkaç tğrkçe kelime konan dil resmi yazışma diline hiç mi hiç bemzemeyen bir yazı sence belgeyse ve üzerine buladar yazı yazdırabiliyorsa açıklamalar için sen tam bir vatan hainisin demektir. Bu kadar iftira ve yalan olduğu açık birşeyi inceler gibi yapıp akıl bulandırarak yazıların doğru olduğunu anlatmaya çalışmak vatan hainliğidir çünkü

  18. volkan avatarı
    volkan

    Bu AYYAS PUTUN SAHTE TARIHIN SONU GELDI…
    tum Avrupa Portekiz, Ispanya, Almanya yahudileri kovdu..osmanli bunlara yardim eli uzatti. selanik e yerlestirdi.ama huylu huyundan vazgecmedi. osmanli devletine sizdi.
    Teoder Heltz Abdulhamit den yahudi devleti kurmak icin filistini para karsiligi istedi .istegi red edilince ancak osmanliyi yikarak bu emellerine ulasacagini anladilar.ve ingilizlerle calistilar. Selanik yahudileri truva atina donustu…

    1856 de ingiliz kralinin zorlamasiyla Abdulmecid islahat fermani ilan etti. ve ilk kez yahudiler osmanli ordusuna kabul edildi.kamal da bu yahudi cocuklarindan biridir. osmanliyi yikmak icin ozel olarak yetistirilmistir.selanik yahudileri bastan beri ingiliz devletinin destegiyle desteklenen bir truva atidir.avrupadan defalarca kovulmus bu millet.osmanlinin gafletiyle turk isimleri alarak ordu ve istihbarata yerlestiler. bu hala boyle..ornek: (ilker basbug, yasar buyukanit)

    ve selanikte yahudiler ittihat terakki yi kurdular. ittihat terakki osmanliyi yikmak icin ingilizler tarafindan selanikte yahudilere kurdurulmus bir gizli orguttur.ilk defa İtalyan Karbonari Mason Teşkilatı’nı örnek alarak hücreler halinde yapilandilar.Turk isimleri kullandilar.

    propaganda teknikleri sayesinde m.akif gibi bir cok musluman alimler bile isdibdatci saydiklari padisaha karsi bu (aydinlik!! yahudi cakallarin) ittihatçıların pesine takildi.
    1909 da selanikte azinlik capulculardan bir ordu kurdular.basina komutan olarak ayyas yahudi kamal i gecirdiler.1909 da maalesef bu ayyas hain Abdulhamid i tahtan indirdi. osmanli fiilen son buldu.
    Abdulhamid kan dokulmesini onlemek ve canakkalede bekliyen ingiliz ve fransiz donanmalarinin etkisiyle bu it surusune karsilik vermedi.
    ittihat terakki tamamen yahudilerden masonlardan olusmus bir topluluktur.

    1909 dan sonraki tum savaslardan ve kayiplardan ittihatcilar sorumludur.Kamalistlerin kurtulus savasi diye pompaladiklari sahte kahraman yaratma cabasindan baska bir sey degildir…ingliz destegi olmasa bu ayyas yahudi nin osmanli devletini ele gecirmesi mumkun olamazdi..
    Bu ihanetin asil amaci It rail devletini osmanli topragi uzerine kurabilmek.

    SAHTE KAHRAMAN INGLIZ AJANI YAHUDI KAMAL IN IHANETLERI…KRONOLOJIK SIRALAMA

    hicbir yerde bu siralama ogretilmiyor…bu ayyas hain itin dusmana birtane kursun bile siktigina inamayin …hepsi yalan..
    -1909 da selanikte toplanan balkan eskiyalardan olusan hareket ordusunun basinda istanbul a geldi.yildiz sarayini yagmaladi.abdulhamit i tahttan indirdi.osmanliyi yikti..abdulhamit ten sonraki padisahlar sadece noterdir.
    Abdulhamitden sonraki padisahlarin yetkisi yoktur.
    -1909 dan sonra kurtulus savasi dedikleri de dahil tum savaslardan ve kayiplardan bu ittihatci alcaklar sorumludur.9 yil icinde neredeyse kazanilan bir savas yoktur.sistematik bir sekilde ordumuz ele gecirildi ve maglup olmasi icin hersey yapildi..yahudi Emanuel Karasu, Metr Salem gibi alcaklarin nasil hainlikler yaptiklari ve nasil avrupaya kactiklari hic bir yerde okutulmuyor.
    Ayyas yahudi Kamal in kaybettigi savaslar:
    -Bolayir savasini kaybetti.bulgarlara yenildi.galibiyete engel oldu.gercek tarihciler nerede…hainlik yapmasaydi bu savas kaybedilemezdi…

    -Canakkale savasinda yedeklerin ardindaki yedek ve rutbesi yarbaydir.sahte tarihin aksine bu ayyas itin canakkalede hicbir basarisi yoktur.
    57.alayda askerlere olmeyi emr etmistir.kendisi haric hicbir asker sag kalmamistir.bu dinsiz imansiz ALCAK IT askerlerinin vatan icin sehit olma istekleriyle madam Corinne ye yazdigi mektupta acikca alay etmektedir.

    -ingilizler Liman Von Sandersin komutasindaki osmanli ordusunu canakkalede gecememistir. hain kamal ingiliz efendilerinin bogazi gecemeyisine cok uzulmus olacakki siperdeki tum askerleri ingiliz otamatik silahlarina kirdirmistir.57 alaydan birtane asker bile sag kalmamistir.

    -daha sonra ittihat terakki yonetimi 7.ordu komutani olarak bu ayyasi filistine yolladi. orada ingiliz komutan Allenby ile anlasti ve ortadaki 7. orduyu diger ordulara haber vermeden geri cekerek buyuk bozguna sebep oldu.osmanli ordusu bu hain yuzunden yenildi. ve yahudi kamal ordusunu birakip kacti. .Kamal halepte baron hotelde ingiliz ajani Lavrance ile bulustu.bu savasla ilgili tarih kitaplarinda bilgi bulamazsiniz.

    -Montros anlasmasi bu hainin yuzunden yapildi. 6 ay once canakkaleden 250 bin sehit vererek kovdugumuz ingiliz hic savasmadan bu anlasmayla istanbulu 5 yilligina isgal etti.aslinda bu hainligi icin idam fermani cikarildi.ama uygulama imkani olamadi.
    -ingilizler istanbul isgalinden sonra tum komutanlari Malta ya surgune yolladilar.ama adamlari ayyas kamal pera palasta isgal komutanlariyla birlikte Osmanli yonetimini ele gecirme planlari yapti .tarih kitaplarina asla inanmayin…Tamamen YALAN!! TC bir ingiliz somurge kurulusudur.

    -inglizler 5 yil istanbulu isgal ettiler.bu ayyasin yonetimi ele gecirmesine yardim ettiler.hic bir yetkisi olmayan son padisahi gemiye bindirirken yonetim bu ayyasa teslim edilmisti.Ayyas Kamal tum selanik yahudileriyle Ankaraya yerlesti. CUMHURIYETI KURMADILAR OSMANLIYI BU YAHUDI ITLER YIKTI…Ankara yonetiminde yahudi mason olmayan 1 kisi bulamazsiniz.

    Sahte tarihle cocuklarimiza kahraman olarak tanitilan Bu hain yahudi pici nin sonu geldi … Putlari yakinda kamyon arkasinda vandalca suruklenecek…

  19. TurkerDmr avatarı
    TurkerDmr

    AYYAS YAHUDI KAMAL KENDI CIKARDIGI MINBER GAZETESINDEN IHANETINI ILAN EDIYOR…
    Bu harpte yanlış cephede savaştık, dedi, eski dostumuz Britanyalılarla asla kavga etmek istemezdik… Biliyoruz, partiyi kaybettik… Anadolu’nun Müttefik Devletler tarafından işgal edileceğini tamamen biliyordum… Bu topraklar üzerindeki bir Britanya idaresinden o kadar hoşnutsuzluk gösterilmemesi gerektir.” Eğer İngilizler Anadolu için sorumluluk kabul edecek olurlarsa Britanya idaresinde bulunan tecrübeli Türk valileri ile işbirliği halinde çalışmak ihtiyacını duyacaklardır. Böyle bir selahiyet dâhilinde hizmetlerimi arzedebileceğim münasip bir yerin mevcut olup olmayacağını bilmek isterim…” Mustafa Kemal. Kaynak : Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1991, sayfa 98.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir