Türkiye, karanlık bir tünele girdi.
Her geçen gün biraz daha demokrasiden, hukuktan, insan haklarından uzaklaşıyor.
İktidar, otoriter, baskıcı bir rejimin temellerini güçlendirmek için elinden gelen tüm olanakları kullanıyor… Kullanmak zorunda… “Çünkü dönülmez akşamın ufkunda” dolaşmaya başladı artık…
Ya kazanacak, ya kazanacak… Başka seçenek yok. Çözüm yolları tükendi… Suç dosyaları raflara sığmıyor…
Hazine boşaldı. Borç gırtlakta… Fabrikalar satıldı, Üretim durdu. Gelir kaynakları kurudu.
Dünyada “Kendi kendine yeten yedi ülkeden biri olan Türkiye” bugün samana muhtaç… Her şeyi dışarıdan alıyor.
Tarımı bitirdi… Köylüyü bitirdi. Binlerce esnaf iflas etmiş durumda. İşsizlik had safhada…
Şeker fabrikalarını sattı. Bazıları havuzlu villaya dönüştürüldü… Sahipleri havuzdan çıkıp güneşleniyorlar.
Ülkemiz artık şeker üretmiyor. Çünkü onun yerini ABD’li dev şirket Cargill aldı. Kanser yapıcı, nişasta bazlı şeker NBŞ, yani kanser üretiyor. Halkımız sağlıksız şekere mahkûm edildi.
NBŞ tüketimi Avrupa’da kişi başına 1 – 1,5 kilo, Türkiye’de ise 6 kilo… İktidar Cargill’e büyük kota kıyağı yaptı… Ama bu kıyağı kendi çiftçisine yapmadı. Bu uygulamadan herkes gibi çiftçimiz de zarar gördü ve milyonlarca ton pancar üretimi yapılamıyor artık.
Ama kodamanların umurunda bile değil bu. “Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir” diyorlar.
Çünkü kendileri, bir avuç AKP’li politikacı, yandaş iş adamı, sanatçı bu dünyada cenneti yaşıyorlar…
Ve makamlarını – mevkilerini, yandaşlarının geleceğini, saltanatlarını sonsuza dek güven altına alma, koruma ve devam ettirme yollarını arıyorlar…
Gözlerini karartmışlar. Ne hak, ne hukuk tanıyorlar… Tüm yaşam koşullarını, yasaları kendi çıkarlarına hizmet edecek şekilde düzenlemeye devam ediyorlar…
Bu hazırlıklar ve çalışmalar çerçevesinde şimdi AKP iktidarı, kendisine, saltanatına boyun eğmeyen üç beş meslek kuruluşunu hizaya getirme, disipline sokma girişimleri başlattı.
Bunların başında barolar geliyor. Baroların parçalanması, çeşitli siyasal görüşleri temsil eden barocuklara bölünmesi onun en başta gelen hedefleri arasında…
Halk ölmüş, kalmış, bitmiş… Açlık, yoksulluk, işsizlik tavan yapmış… Onun umurunda bile değil. O durmadan yasa çıkarıyor. Varlığını, saltanatını koruyacak yasalar…
O lüks yaşantısını kurtarma peşinde şimdi.
Ama bu son baro direnişleri de bazı gerçekleri ortaya koydu. Namuslu, dürüst, Atatürkçü kadrolar, kuruluşlar, politikacılar bu direnişlerinden dersler çıkardı. Şunu anladılar:
Bu kötü gidişi tek tek gruplar, tek tek partiler, tek tek meslek örgütleri ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar, ne kadar çok bağırırlarsa bağırsınlar, ne kadar çok direnirlerse dirensinler, “YAPTIRIM GÜCÜ” yoksa, durduramıyorlar. Engelleyemiyorlar.
Bağırıyorlar, çağırıyorlar ama… Kendileri çalıp kendileri oynuyorlar. Onları duyan, gören olmuyor. Hedefe, sonuca ulaşamıyorlar.
CHP, 18 yıldan beri Salı toplantılarında durmadan esip, yağdı, sanki konuşmadı, gürledi… Kükredi.
Peki, şimdiye dek hangi kötü gidişi, hangi kötü uygulamayı engelledi? Engelleyebildi?
Avukatlar kaldırımlarda yattılar. Sabahlara kadar meclis önünde beklediler. Yürüyüşler yaptılar. Polis engeli ile karşılaştılar, aslanlar gibi direndiler ve sonunda Atatürk’ün huzuruna çıktılar.
Sonuç sıfır. Elde var sıfır. Yasa meclisten geçecek…
Bu söylediklerimle, “Basın toplantılarından, Salı Toplantılarından vaz geçin. Bunlar boşuna çabalar… İktidar herkesten güçlüdür, onu yola getiremezsiniz” demek istemiyorum.
Tam tersine, hukuksuzluklara son vermek, halk aleyhine çıkan yasaları, uygulamaları durdurmak ve giderek bu otoriter, baskıcı yönetimden kurtulmak için Anayasamızın bize tanıdığı hakları sonuna dek kullanmak gerektiğine inanıyorum. Ama bir şartla:
GÜÇBİRLİĞİ YAPARAK… Tüm AKP karşıtı güçler bir araya gelerek.
Öteki muhalif partilerle birleşip, ortak mücadele vererek… Vurduğu yerden ses getirerek…
Tek başına İyi parti, Saadet Partisi, CHP, istediği kadar konuşsun. Sert sözlerle seçmenlerinin yüreklerini ferahlatsınlar… Bu çıkışlar, bu konuşmalar AKP’ye bişey söylemiyor, duymuyor bile…
Bir araya gelmeliler, ortak hareket etmeliler. Ortak eylemlere imzalar atmalılar. Gerekirse bu ortaklığa baroları, mimarlar, mühendisler odalarını, tabip kuruluşlarını, sendikaları da katmalıdırlar.
Anayasanın kendilerine verdiği direnme, karşı koyma, engelleme hakkını kullanmalıdırlar. Yani 34. Maddeyi yaşama geçirmelidirler…
Yanlış uygulamalara set çekmeliler, durdurmalıdırlar.
Ülke elden gidiyor. Yıkım devam ediyor. GEVEZELİĞİ BIRAKALIM ARTIK. SONUÇ ALALIM…
“Ben rahatım. Yerimi, mevkiimi bulmuşum. Maddi durumum da iyi… Çıkıp, iktidarı eleştirir, biraz sert sözler söyler, seçmenden alkış alırım. Durumu idare ederim” demenin zamanı geçti artık…
Bu saatten sonra bir avuç MUTLU AZINLIKTAN BAŞKA kimsenin geleceği garantide değildir… Bunu hiç aklınızdan çıkarmayın…