Hong-Kong Direnç Noktası mı?

Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya

Hong-Kong Direnç Noktası mı?

Yükselen güç olarak Çin’e karşı Hong-Kong bir çok açıdan Batı için direnç noktasıdır. Yayılmacı politikaları bağlamında Çin için de direnç noktası özelliğine sahiptir. Esasen “güç zehirlenmesi”, hemen bütün otokratik-yayılmacı rejimlerin makadder akıbetidir. Sorun Çin’in bununla ne zaman yüzleşeceğidir.

Soğuk Savaş dönemi SSCB’yi çevreleme stratejisinin günümüzde Çin için uygulamaya geçirilmesi, uluslararası sistemdeki doğal denge yasasının da sonucudur. Bu anlamda direnç noktası olarak Hong-Kong, aynı zamanda çevrelemenin önemli siperlerindendir. İngiliz sömürgeciliğinden miras kalan bu ada kapsamındaki stratejiler, aynı zamanda Tayvan ve Makao politikalarıyla bağlantılıdır.

Çin’in ucuz işgücüne dayalı, eğitim ve araştırma temelli stratejileri, dünya için gittikçe büyüyen tehdit haline gelmiştir. Sadece kapanan fabrikalar değil, örneğin Pentagon’un Huawei kuşatması altında kaldığı çığlıkları dahi çok şeyi açıklamaktadır. Hindistan’ın Çin’e benzer özelliklerine karşın ekonomik ve jeopolitik gerçekleri batı için tehlike oluşturmamaktadır. Yine İngiliz sömürgeciliğinin mirası örneğin Hindistan-Pakistan çatışması, bölgesel sınırları aşmamaktadır. 3500 kilometrelik Hindistan-Çin arasındaki son sınır çatışmaları bir türlü soğutulamıyor. Nihayet Hindistan, Himalayalar’ın Ladakh bölgesine Çin’e karşı füze sistemleri yerleştirdi. Ekonomik alanda da Çin’i zor durumda bırakacak tedbirler almaya devam ediyor. Bu süreçte ABD ve AB’nin, hatta Japonya ve G. Kore gibi bölge ülkelerinin batının üstünlüğünü tehdit eden bu milyarlık ülkeler arasındaki sorunları değerlendirmede fırsatları kaçırmayacağı görülmektedir. Öte yandan sınır sorunlarını çözmek için kurulmuş olan Şanghay İşbirliği Örgütü’ne Pakistan ile Hindistan’ın katılmasından sonra üye ülkeler arasındaki çatışmaların daha da tırmanması, bu örgütün jeopolitik temelinin zayıflığını göstermektedir.

Haklı bir kazanım gibi dillendirilen “Tek Çin”in sömürgeci veya yayılmacı politikalar dışında bir dayanağı bulunmamaktadır. Tek Arap, Tek Alman veya Tek Türk devleti söylemi ne kadar anlamsız ise “Tek Çin” de o kadar temelsizdir. Tarihte bütün Çin’i yöneten Çin hanedanları olduğu gibi Kubilay veya Göktürk örneğinde olduğu gibi Çin’e hâkim Türk veya Moğol hanlıkları da bilinmektedir. Öbür taraftan Makedonyalı İskender’den Cengiz hanedanlığına, Roma İmparatorluğu’ndan Osmanlı’ya dünyanın önemli bir kısmına hükmeden birçok devletler vardır. Dolayısıyla Çin’in ekonomik gücüne dayanarak komşu ülkeleri işgal ve baskı altında tutması demek olan “Tek Çin”in gerekçesi, tarih olamaz. BM Şartı da buna karşıdır.

Belirtmek gerekir ki Çin’i çevreleme stratejisinde Japonya, Güney Kore, Malezya, Endoneya, Filipinler gibi ülkeler de önemli unsurlardır. Çin’in yayılmacı politikalarına karşın bu ülkelerden tepkiler gelmekte, karşı stratejiler oluşturulmakta, meseal Kuşak-Yol kapsamındaki bazı mutabakatlar iptal edilmektedir. İç Moğolistan, Tibet veya Doğu Türkistan, bu stratejinin farklı unsurlarıdır.

Rusya-Çin ilişkilerinin sıcak döneminde Kruşçev, BM Genel Kurulu’na sömürgeciliğe son verilmesi çağrısında bulunmuştur. “Sömürge İdaresi Altındaki Ülkelere ve Halklara Bağımsızlık Verilmesine İlişkin Bildiri” ertesinde Asya ve Afrika’da hemen bütün devletler bağımsızlıklarını kazanmışlardır. Bunun en önemli istisnası Doğu Türkistan, Tibet ve İç Moğolistan gibi Çin’in sömürgesi aldındaki halklardır. Halbuki Doğu Türkistan tarih boyunca bağımsız yaşamış bir halkın ülkesi olup günümüz Uluslararası Hukuk kurallarına göre kendi kaderini belirleme hakkı vardır. Buna karşın soykırımın birçok uygulamaları dikkate alındığında Pekin’in soykırım uygulamalarına karşı uluslararası müdahale gerekmektedir. Ancak gümümüz şartlarında batının bu zulmü kullandığı fakat sona erdirmek için ciddi adımlar atmadığı görülmektedir. Doğu Türkistan’daki mezalime karşı başta ABD ve AB olmak üzere birçok devletin yaptırım düzenlemelerine karşın Türk ve/veya Müslüman devletlerin sessizliği düşündürücüdür.

“Tek Çin”, ucuz işgücü ile sadece üretim üssü olarak kalacağını zannettiği Çin’i kullanmak isteyen Batının, Tayvan ile ilişkileri kesme safhasında gündeme gelmiştir. Halen Tayvan bağımsız devlet olarak tanınmadığı halde ABD, Almanya, Fransa gibi önemli güçler, bu ada bölgeye fiilen bağımsız ülke muamelesi yapmakta, silahlandırmaktadır. Diplomatik dille Çin’in Tayvan’a karışamayacağı mesajı verilmektedir.

“Tek ülke – iki sistem” formülünün konusu Hong Kong’un Çin’e entegre edilme adımlarına karşı protestolar sürüp gitmektedir. Belirtmek gerekir ki Xi Jinping, aynı anda birçok cephede savaşmak yerine ekonomik güç ve diplomatik manevralarla teslim alma stratejisini tedricen uygulamaya kararlıdır. Hong Kongluların Çin’de yargılanmasını öngören yasa üzerine bir yılı aşkın süren protestolar, Çin’in “Ulusal Güvenlik Yasası” ile yeni bir aşamaya geçmiştir. Bundan sonra Hong Kong’daki protestocuların geri adım atması beklenmediği halde koronovirüs sürecindeki ekonomik gerçeklerinden hareketle Çin’in de askeri müdahale yerine zamana oynayacağı beklenmektedir.

ABD ve AB ülkelerinin Hong Kong’u hizaya getirmeyi amaçlayan Çin’in “Ulusal Güvenlik Yasası” konusundaki beyanları, adadaki protestocuları destekledikleri anlamına gelmektedir. Bu politika, aynı zamanda Tayvan’ın fiili bağımsızlığının güçleneceğini göstermektedir. Ekonomi, kültür, diplomasi, yatırım ve finansal araçlarıyla kuzu postundaki kurt kimliği her fırsatta daha çok belirginleşen Pekin yönetiminin yayılmacı, baskıcı ve işgalci politikaları öncelikle komşu ülkelerin tepkisiyle karşılanmış, ters tepmiştir. Bununla beraber konjonktürel imkanları kullanarak kazanımlarını koruma, hatta ilerletme konusunda Çin’in başka enstrümanları da bulunmaktadır. Bu gerçekler ışığında Hong Kong öncelikli direniş noktası olup gelişmelere göre bir sonraki siper, kazanırsa Tayvan, kaybederse muhtemelen Doğu Türkistan olabilecektir.

Türkiye’nin hiçbir ülkeye karşı dostça olmayan politikalar uygulama lüksü olmadığı halde kendi ekonomisinin gereği olarak fabrikalar kapatan, insanları işsiz bırakan Çin’den ithalata gem vurması gerekmektedir. Öte yandan Doğu Türkistan’daki soykırıma son verilmesi, soydaşlarına sahip çıkması ve Pekin yönetimini kendi anayasal düzenlemelerine ve Uluslararası Hukuk gereklerine uymaya zorlaması, hakkı ve görevidir. Hong Kong’un direnç noktası olması, bu istikametteki gelişmeler açısından önemli gösterge olacaktır. Belirtmek gerekir ki Çin’e karşı Batı ile aynı safta yer almak Uluslararası Hukuk veya Türkiye’nin çıkarları açısından engel teşkil etmemektedir.

Öncevatan, 30.06.2020

[email protected]

Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya - Çin Hindistan Xi Jinping

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir