Türkiye’nin 2023 Yılında Dünyanın İlk 10 Ekonomisi Arasına Girmesi Bir Hayal mi?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan video konferans yoluyla katıldığı Kars Barajı açılış töreninde ekonomideki toparlanma sinyallerinin oldukça güçlü olduğunu belirterek, “Bu süreçten hızlı bir şekilde çıkacağımıza inanıyorum. Ekonomide büyük bir ivme bekliyoruz. Türkiye’yi dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasına sokma hedefimize hiç olmadığımız kadar yakınız”  demiştir. Cumhuriyetin kuruluşunun 100’ncü yılı olan 2023 için konulan hedeflerin başında gelen dünyanın en büyük 10 ekonomisi olma hedefine ulaşılması bugünkü büyüme  hızıyla mümkün değildir. Bazı iktisatçılar bu sorunun cevabına “hem evet hem hayır” deseler de milli gelirin reel mi yoksa nominal mi değerlendirilmesine göre durum değişir.

Ülkelerin ekonomik büyüklüklerini birbirine göre karşılattırılmasında kullanılan iki temel hesaplama yöntemi vardır.  Bunlardan ilki, bir yıl içerisindeki ekonomik  faaliyetlerin dolar cinsi büyüklüğünü gösteren gayrisafi yurtiçi hasıla (GSYİH) yöntemidir. İkincisi ise bir ülkede belli bir ürün grubunu satın almak için gerekli olan yerel para biriminin, diyelim ki TL’nin diğer ülkede aynı ürün grubunu almak için gerekli olan para ile karşılaştırılması ile hesaplanan satın alma gücü endeksidir.

Türkiye  milli gelir olarak da tanımlanan GSYİH bakımından 2019 sonu itibariyle 19’ncu sıradadır. Satın alma gücüne göre karşılaştırıldığında  Türkiye’nin  sırası daha yukarıdadır. 2016 yılında 14’ncü sırada iken 13’cülüğe yükselen Türkiye,  satın alma gücü bakımından ilk 10’a en yakın konuma gelmiştir. Fakat,  dolardaki dalgalanmalar, büyüme hızının düşmesi ve corona virüs sebebiyle  ekonomideki daralma, hedefe ulaşılmasını  zorlaştırmıştır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan 7 Mayıs 2013  tarihinde ABD Ticaret Odası’nda düzenlenen yuvarlak masa toplantısında  hedefin 2023’te dünyanın en büyük ilk 10 ekonomisi arasına girmek olduğunu söylemiştir. Erdoğan,   5 Ocak 2018   tarihinde de “2023 yılında Cumhuriyetimizin 100’üncü yıldönümünü kutlayacağız. Önemli tarih için belirlediğimiz vizyonda belirli ekonomik hedeflerimiz bulunuyor. Dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasında girmeyi hedeflediğimiz 2023 vizyonumuzu adım adım hayata geçiriyoruz” demiştir.

Aşağıda hem satın alma gücü paritesine ve  hem de nominal  olarak 2019 ve 2020 yılı için Dünya Bankası’nın (WB, IBRD) ülke sıralamaları verilmiştir. Satın alma Gücü Paritesine (PPP) göre 2020 yılı için yapılan sıralamada  Türkiye 13’ncüdür. 2020 yılında 10’ncu sırada Fransa vardır. Fransa’nın SAG paritesine göre 2020 yılındaki milli geliri 3,161.34, Türkiye’nin ise 2,464.61’dir. Aradaki fark  son 3 yılda kapatılamayacak kadar büyüktür.  2019 yılında SAG paritesine göre Türkiye’nin geliri 2,346.58’den 2,464.61’e yükselmiştir.  Varsayalım ki  artış son üç yılda aynı miktarda artsa bile Fransa’nın bugünkü seviyesine ulaşamaz. Üstelik büyüme hızında 2020’de  düşme beklenmektedir. Ayrıca  Fransa da yerinde sayacak değildir.

İkinci tablodaki nominal milli gelir serisine göre  sıralamada Türkiye 2019 yılında 743.71 milyon dolar, 2020 yılında 813,81 milyon dolar ile   19’ncu sıradadır. 10’ncu sırada 2019 yılında 1,791.91, 2020 yılında 1, 812.46 milyon dolar ile Kanada vardır. 2020 yılında Kanada’nın nominal geliri 1, 812.46 milyon dolar iken Türkiye’nin geliri 813,81 milyon dolardır. Bu farkın 3 yılda kapanması mümkün olmadığına göre  bu seride ilk 10 ekonomi arasına girebilmemiz  güzel hayaldir. Bu durumda SAG paritesine göre bir ümit vardır ama bu da bugünkü büyüme hızıyla mümkün değildir.

Türkiye Cumhuriyetinde 2019-2023 dönemini kapsayan 11. Kalkınma Planı, 18 Temmuz 2019 tarihinde  TBMM’de kabul edilmiştir. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin ilk kalkınma planı olan ve 15 yıllık bir perspektifle hazırlanan 11. Kalkınma Planı, her alanda  bir değişim ve dönüşüm öngörmekte, Türkiye’nin “yüksek gelir grubu ülkeler” ile “en yüksek insani gelişmişlik seviyesindeki ülkeler” arasına girmesini amaçlamaktadır. Amaç iyidir ama gerçekleşmesi mevcut büyüme hızıyla  mümkün değildir.  Plan hazırlanırken iddialı 2023  hedeflerinin  geçekleşmeyeceği geç te olsa  anlaşılmıştır. Bugünkü büyüme hızıyla 11. Plan hedeflerine  ulaşmak  mümkün değildir.

Türkiye’nin plan döneminde “yüksek gelirli ülkeler” arasına girebilmesinin en önemli şartı, “orta gelir tuzağı”ndan  çıkmasıdır. Orta gelir tuzağı, kişi başına gelirin belirli bir aşamadan (10 bin dolar) öteye gidememesidir.  Ülkedeki kişi başına gelirin belli bir seviyede takılıp kalması, yükselememesi, durgunluk haline gelmesi durumudur. Daha çok milli gelirlerini artıran gelişme yolunda  olan ülkelerin milli gelir artışlarının ve dolayısıyla kişi başına milli gelirlerinin artmamaya başlaması, bir yerde tıkanması şeklinde ortaya çıkar.

Bu  tuzaktan çıkmak için mutlaka yapısal reformların zaman geçirilmeden uygulamaya geçirilmesi gerekir

11. Plan’da Cumhuriyetimizin 100. kuruluş yılı olan  2023’te   GSYH’nın 1 trilyon 80 milyar,  kişi başına gelirin 12,484 dolara yükseltilmesi, ihracatın ise 226,6 milyar dolara çıkarılması hedeflenmiştir. Bu hedefler, 2023 hedeflerinin gerçekleşmeyeceğinin  göstergesidir. Çünkü 2023 hedefleri 2 trilyon dolar milli gelir, 25,000  dolar kişi başına gelir ve 500 milyar dolar ihracat idi. Her üç hedeften sapma, yüzde yüzün üzerindedir. Sekiz yıllık dönemde bu kadar büyük sapma  dünya rekorudur. Bu iddialı  hedeflerin belirlenmesinden sonra  hedeflere ulaşılamamasının sorumluluğu acaba kime  aittir?

Dünyanın önde gelen iktisatçılarından, Massachusetts Institute of Technology (MIT) öğretim üyesi Prof. Dr. Daron Acemoğlu, Türkiye’de devletin ve seçkinlerin gücüne göre toplumun çok zayıf olduğunu, ekonomideki büyümeye rağmen verimlilik artışının olmadığını  6 Ocak 2020 tarihinde Taha Akyol’a şöyle açıklamıştır: Ekonominin Kaldıracı Demokrasi.”O dönemde corona virüs salgını yoktu. 15 Ocak’ta  Türkçe yayınlanacak otoriter popülizme karşı demokrasiyi savunduğu yeni kitabı “Dar Koridor” için Türkiye’ye gelmişti. Acemoğlu, bu kapsamda Türkiye’deki gelişmeleri de  değerlendirmiştir. James A. Robinson ile ortak  yazdıkları  kitabını, aşiret-kabile toplumları ile kaotik toplumlar arasında kalan ve demokrasinin işlediği bir alan olarak açıklamıştır.

Ulusların neden başarısız olduğu konusunda Daron Acemoğlu ve James A. Robinson, ülkelerin kültür, coğrafya ya da şans değil, kurumlarının gücüne göre yükselip düştüklerini savunmuşlardır. Kitaplarında; özgürlük ve ona nasıl ulaşılacağı konusunda yeni bir teori geliştiriyorlar ve dünya tarihinin hem güncel olaylarından hem de farklı konularından çok sayıda kanıt ortaya koyuyorlar. Çoğu yerde ve çoğu zaman, güçlüler zayıf olanlara egemen olmuşlardır. Devletler;  kişileri  tehditlerden koruyamayacak kadar zayıf, ya da  insanların kendilerini despotluktan koruyamayacak kadar güçlüydü.  

Yazarlara göre özgürlük; ancak devlet ve toplum arasında hassas bir denge kurulduğunda ortaya çıkıyordu. Demokrasilerin ekonomik performans açısından  demokratik olmayan sistemlerden daha iyi olduğunu   belirten Acemoğlu, demokratik olmayan ülkelerin demokratikleşerek gelirlerini artırabileceği görüşündedir.  

“Örneğin sivil toplum örgütleri ile özgür ve bağımsız medya aracılığıyla. Aynı zamanda, Türkiye’nin daha güçlü kurumlara ihtiyacı var. Bu bilhassa yargı için çok önemli. Yargı kurumları bağımsızlıklarını ve yetkinliklerini kaybettiklerinde, bunun yeniden inşası çok uzun zaman alıyor. Son 13 yılda Türkiye ekonomisi büyüdü, ancak verimlilik artışı oranı sıfır veya negatif oldu. Bu nasıl olabilir?…Bunun nedeni yüksek teknoloji alanları yerine, Türkiye’nin yatırımlarının çoğunun inşaat ve gayrimenkul alanlarına gitmesi… Aslında, 2000’li yılların başlarında Türkiye’nin 2000-2001 krizini takiben daha yüksek verimlilik artışına yol açan bu tür kurumsal reformlar gördük. Bu kısa dönem, Türkiye’de daha kaliteli bir büyüme için güçlü bir potansiyel olduğunu göstermektedir.”

Daron Acemoğlu   Türk ekonomisi için özetle  “Radikal reformlar gerekli,  ekonomide sorun yapısal, sert iniş riski var, mucize çıkış yok,  işsizlik artacak” demiştir. Nitekim dediği olmuş ve işsizlik artmıştır. Acemoğlu  Türkiye ekonomisini Şirin Payzın‘a yorumlarken de şu önemli tespitleri yapmıştır:

 “Türkiye’nin üretken bir şekilde büyümesi lazım…Üretkenlik olmadan büyümeye çalışıyoruz, bu da olmaz Güçlü devlet olduğu zaman onu kontrol etmek de çok zor. ‘Dar Koridor’ dediğimiz bir fikir, hem güçlü ve nitelikli bir devlet olması hem de bu devletin gücüne rağmen toplumun denetiminde olması demektir. ‘Dar Koridor’ bu iki güç odağının dengeli bir hale gelmesiyle kurulan bir fikir. Hem devlet nitelikli olacak hem de toplum devleti denetleyebilecek araçlara ve özgüvene sahip olacak.”

Acemoğlu’nun bu tespitlerinin üzerinden çok geçmeden  dünya corona virüs salgını sebebiyle  ekonomik  krize girmiştir. Uluslararası Para Fonu Başkanı   Başkanı Kristalina Georgieva, kontrol altında alınması durumunda bile Çin ve dünya ekonomisini etkileyeceğini dile getirerek ortak çalışma çağrısında bulunmuştur.  Georgieva, Çin’de ortaya çıkan yeni tip corona virüs salgınının ekonomik faaliyetleri olumsuz etkilediğine işaret ederek,  bu durumun küresel ekonomik büyümeye yönelik toparlanma beklentilerini de riske attığını  açıklamıştır.

Uluslararası işbirliğinin önemli olduğu alanlara dikkati çeken Georgieva, “Kovid-19’un insani ve ekonomik etkilerini kontrol altına almak için, özellikle salgın daha kalıcı ve yaygın hale gelirse birlikte çalışmalıyız” çağrısında bulunmuştur. Virüsün oluşturduğu belirsizlik dikkate alındığında daha kötü senaryolara karşı hazır olunması gerektiğini  açıklayan  Georgieva,  salgının yanı sıra ülkeler ve şirketlerin yüksek borçlarının risk primi artışı ya da finansal koşullardaki beklenmedik sıkılaşmadan etkilenmesi ve iklim değişikliği kaynaklı doğal afetlerin artması gibi risklerin de olduğuna dikkat çekmiştir.

Türkiye  bu krizi  İtalya, İspanya ve  ABD gibi büyük kayıp vermeden atlatsa bile ardından gelecek ekonomik krize şimdiden hazır olmalıdır.  Çünkü     ihraç pazarlarında   daralma  sebebiyle ihracat düşecek, ithalat virüs  sebebiyle  azalacaktır. Böylece dış ticaret açığı  küçülecek, bu, cari açığın   azalmasına   ve  dış finansman ihtiyacının düşmesine  katkı sağlayacaktır.    Fakat üretimin düşmesine ve  büyümenin gerilemesine de yol açacaktır.

Benzer tespitleri sevgili arkadaşım Mahfi Eğilmez  9 Mart 2020 tarihinde “Küresel kriz Türkiye’yi nasıl etkileyecek?” başlıklı yazısında  yapmıştır. (https://www.yenicaggazetesi.com.tr/mahfi-egilmez-yorumladi-kuresel-kriz-turkiyeyi-nasil-etkileyecek-271321h.htm)

İsviçre’nin Davos kentindeki 50’nci Dünya Ekonomik Forumu’na katılan Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak22 Ocak 2020 tarihinde  yaptığı açıklamada büyüme hızı konusunda“Bizim yüzde 5 hedefimiz gayet gerçekçi bir hedef” demiştir ama bunun gerçekleşmesi bugünkü şartlarda mümkün değildir. Sayın Bakan “Türkiye son 6 yıldır yaşadığı badireleri atlatıp yeni bir döneme giriyor. Güçlü altyapı ve dirençli kapasitesiyle yeni döneme güçlü bir şekilde giriyor. Türkiye ekonomisi eskisinden çok daha farklı. Bu yılın değişim yılı olduğunu yavaş yavaş göreceğiz. Türkiye badireleri atlatırken kimsenin yardımına ihtiyaç duymadı. İlgi alaka güzel bu bizi daha çok motive ediyor”  demiştir.  Fakat benim anlayamadığım bir husus vardır.

 “dirençli kapasite”  ne demektir? Ekonomi literatüründe böyle bir terim yoktur. Ya da vardır ama  13 baskı yapan Türkiye Ekonomisi  ile  10 baskı yapan Uluslararası  Ekonomi kitaplarımda  bu kavram yoktur.  Google’da yaklaşık 4.200.000 sonuç  içinde bu kavrama   rastlamadım. İngilizcesi “resistive capacity” dir ama  anlamı çok farklıdır. Türkçede bir tıp terimidir. Fakat  anladığım bir şey vardır. Türkçede “ilgi, alaka” aynı anlama gelir. İlgi derseniz “alaka” demezsiniz, ya da tersi. (vice versa) TDK’ye göre alaka ilgi demektir.

Turizmde bu yıl çok muhtemel kaybedilmiş yıl olarak tarihe geçecektir. Virüs  sebebiyle turist gelişi azalacak, bu durum Türk ekonomisini  olumsuz  etkileyecektir.  Üretimde  girdi olarak kullanılan ithal mallarının çoğu Çin kökenlidir. İthalatta oluşacak  kısıtlamalar ve fiyat artışları üretimi olumsuz etkileyecek, ülkenin risk primi  yükselecek ve  sonuçta  CDS primi  artacaktır.

Bu süreçte Türk Lirası yabancı paralara göre değer kaybedecek, ithal malları pahalılaşacak, bu da enflasyona yol açacaktır.  Risklerin  arttığı bir ortamda  altın fiyatları da yükseleceği için  altın ithalatçısı olan Türkiye’de ithalat miktarı değişmese de ödenecek bedel  eskisi gibi olmayacaktır. Fakat petrol fiyatlarındaki düşüş olumlu etki yaratacaktır. 

Büyüme hızının azaldığı  bir ortamda hükümet ekonomiyi canlı tutabilmek için harcamaları artırıp, vergileri düşürecek,  bu durum bütçe açığını yükseltecek ve enflasyonun tek rakamlı duruma gelmesini önleyecektir. 2023 için  iddialı hedefler koyan hükümetin 2023 ekonomik hedeflerini gerçekleştirmesi  mümkün   değildir.  Acemoğlu, Perakende Günleri için geldiği İstanbul’da 26 Kasım 2016 tarihinde Çınar Oskay ile   uzun bir söyleşi yapmıştır. O tarihteki görüşleri günümüze de  ışık tutmaktadır.

Türkiye’de Kasım 2000 ve Şubat 2011 krizlerine benzer bir kriz  olmayacaktır (S. Rıdvan Karluk, Türkiye Ekonomisi, 2014, 13. Baskı, s. 547-576) ama “Kriz filan yok, bunların hepsi manipülasyon” ya da “psikolojiktir” demek  doğru değildir. Çünkü, Ağustos 2013’te 1,90 seviyelerinde olan dolar kuru bugün 6,85’lere ulaşarak gelişme yolunda olan ülke paraları içerisinde en fazla değer kaybeden para birimi olmuştur. Hükümetin tüm bu gelişmeleri göz ardı etmeden gereken tedbirleri alması iktisat biliminin gereğidir.

Uluslararası Para Fonu  Başkanı Kristalina Georgieva, birçok ülkeden gelen ekonomik verilerin beklentilerden daha kötü olduğunu belirterek, “Büyük ihtimalle haziranda tahminlerimizde güncelleme yapacağız. 2020’ye yönelik beklentimiz biraz daha kötü olacak.” demiştir.

Georgieva, Financial Times tarafından telekonferans yöntemiyle düzenlenen etkinlikte Kovid-19 salgınının ekonomileri olumsuz etkilediğine işaret  etmiştir.  Kovid-19 krizinin bir fırsata çevrilmesi gerektiğini belirten Georgieva, sürdürülebilir büyümenin sağlanmasına yönelik konularda yapısal iyileşmelerin olması gerektiğini özellikle vurgulamıştır. Başkan, kötü gidişe rağmen “Gelecek için umutluyum. Bir kriz genellikle insanlarda en iyiyi ortaya çıkarır; bunu savaşların ve doğal afetlerin vurduğu ülkelerde ilk elden gördüm” demiştir. ) IMF Başkanı’nın bu tahmini tutar ve Türkiye dahil  dünya ekonomisi nefes alırsa bu, tüm ülkelerin ve bu ülkelerde yaşayan 7.78 milyar insan için çok olumlu bir gelişme olur.


Yazıları posta kutunda oku


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir