ANKARA KALESİ

ANKARA  KALESİ – 269

C U M H U R İ Y E T Ç İ        B İ R L İ K      P L A T F O R M U 

Prof. Dr. A N I L   Ç E Ç E N 

Türkiye  Cumhuriyeti  devleti  kurucu önderliğin ve onu destekleyen kadronun ortaya koyduğu  yapıda,  kuruluş modeli gereği bir cumhuriyet devletidir  .Devleti kuran Atatürk’ün partisinin isminin başında cumhuriyet kavramının yer alması da bu durumun açık bir göstergesi olarak, bugünkü  genç cumhuriyet  kuşaklarına  yol göstermektedir . Dünyanın tam ortasında ve çok farklı bir jeopolitik konumun üzerinde  ortaya böyle  bir cumhuriyet devletinin çıkışı, rastlantıların değil ama tarihsel sürecin  dünya  jeopolitiğine yansımasının sonucunda  gerçekleşmiş olan bir siyasal oluşumdur . Aradan bir yüzyıllık zaman dilimi geçmesine rağmen ve aradan iki büyük dünya savaşı ile birlikte  Osmanlı coğrafyasında  sosyalist sistemin kuruluşu ile Siyonist İsrail’in merkezi coğrafyada bir yeni devlet olarak  doğması bölgenin yeni haritasında etkili  olmuştur .   Batılı emperyalist ülkelerin bu coğrafyayı sürekli olarak karıştırarak, kendi çıkarları doğrultusunda merkezi alanda uzaktan kumandalı biçimde, bölge koşullarına ters düşen yeni  siyasal yapılanma maceralarına sürüklemeleri  ve  yeni bazı emperyalist  projeleri bölge devletlerine dışarıdan dayatmalarına rağmen  , Türkiye Cumhuriyeti yüz yıllık bir tarihi gerilerde  bırakarak bugünlere gelme  şansını elde etmiştir . 

Ne var ki , Türkiye Cumhuriyetinin günümüzde yaşanmakta olan zaman dilimine  ulaşması kolay olmamış ,bir çok badireler atlattıktan sonra   Atatürk’ün Cumhuriyeti  yüz yılın  ilk çeyreğinde varlığını koruyabilmiştir . Yeni yüzyılın ortalarına doğru yol alırken ve  bu dönemin içine  iyice girilirken  daha önceleri hesapta olmayan bir çok yeni durumun ve koşulların ortaya çıktığı görülmekte ve böylesine bir büyük değişim rüzgarının tam ortalarında , Türkiye Cumhuriyeti devleti de  geçen asır ile bugünkü  zaman dilimi arasında sıkışıp kalarak kendi yolunu bulmakta zorlanmaktadır .  İşte böylesine bir alt üst oluş döneminden çıkmaya çalışırken , Türk devleti hem varlığını korumak hem de kuruluştan gelen devlet modeline sahip çıkarak yoluna devam etmek  gibi iki büyük misyon ile karşı karşıya kalıyordu . Kurucu önder Atatürk’ün ifade ettiği gibi sonsuza kadar Türkiye Cumhuriyetinin  yaşaması ve varlığını gelecek yüzyıllara taşıması , bugünkü cumhuriyet kuşaklarının  önde gelen görevleri olmasına karşılık, bu doğrultuda toplumun içinden çıkması gereken  cumhuriyetçi refleksin bir türlü ortaya çıkamadığı ve bu doğrultuda  Türkiye Cumhuriyetinin kendini yenileyerek yoluna devam etmekte zorlandığı görülmüştür . Atatürk ,Türkiye Cumhuriyetini genç  cumhuriyet kuşaklarına emanet ederken böylesine bir ulusal beklenti içinde olduğunu , geleceğin  Türk toplumunu oluşturacak genç  kuşakların  uyanık bekçiliği ile Türkiye’nin geleceğe açılacağını umut ediyordu

Ankara Castle seen from Haci Bayram Mosque, Ankara
Bernard Gagnon - Own work
Haci Bayram Camii’nden Ankara kalesinin görünüşü, Ankara
Bernard Gagnon – Kendi çalışması

Merkezi coğrafyanın tam ortalarında batı kapitalist sistemi, doğu sosyalist sistemi ile birlikte bir de İslam dünyasının  önde gelen devletleri ile çevrili olan bir jeopolitik konumda , Türkiye Cumhuriyetinin kurucuları etrafı çeviren üç sisteme dahil olmayarak , bu üç büyük sistemin tam ortasında tam anlamıyla bağımsız ve özgür bir devlet modelini  dünya kamuoyunun  gözleri önünde öne çıkarıyorlardı .Batı sistemini ortaya çıkaran Fransız devriminin getirdiği üç ile olarak cumhuriyetçilik ,milliyetçilik ve laik  esasları ile , Sovyet devriminin getirdiği devrimcilik, devletçilik ve halkçılık ilkeleri  eklektik bir yöntem uygulanarak bir araya getiriliyor ve ortaya ülkenin özel koşullarına uygun düşen bir  yeni siyasal oluşum , Kemalist devrim adı verilen  köklü değişim sonucunda ortaya çıkarılıyordu . Türkiye Cumhuriyeti devleti tarih sahnesine çıkarken , kurucu irade böylesine bir  ulusal sentezi ortaya çıkarıyordu . Bu çerçevede  geçmişteki  hiçbir rejime ya da siyasal kutuba benzemeyen bir yeni cumhuriyet modeli  tarihteki yerini alıyordu . 

Cumhuriyetçilik  ilkesi  rejimin temel yapısını oluşturan altı ilkenin en önemlisi olarak  ortaya çıkarılırken , yeni devletin yapılanması da bu doğrultuda kurulmaya çalışılıyordu . Ne var ki ,böylesine bir tutum açık olmasına ,  beklenmedik gelişmeler ve  dünya savaşları sürecinde  ortaya çıkan dış müdahaleler  ülkenin önüne bir çok siyasal mesele çıkarıyordu . Böylesine sorunlarla dolu bir süreçten geçerken , Türkiye Cumhuriyetinin siyasal yapılanmasında da önemli değişiklikler  birbiri ardı sıra kendiliğinden gündeme geliyordu . Cumhuriyetçilik ilkesi doğrultusunda ,batı tipi modellere paralel bir yeni cumhuriyet devleti Müslüman bir toplum yapısı üzerine kurulurken , bölgedeki Arap devletlerinin askeri kadrolara dayanan  Baas tipi bir sosyalizmden de uzak durulmaya çalışılıyordu . Bu tür bir konjonktür de Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu tamamlanmaya çalışılıyor ve  bu model  , çevredeki  bütün Müslüman, Türk  ve diğer devletler için de bir Kemalist model olarak  kamuoyuna empoze edilmek isteniyordu . Arap ya da Müslüman birliği çalışmaları Türk devletinin  milli karakterine ters düştüğü gibi  ,laik yapılanması ile de yeni devlet çevredeki din rejimlerinin de ötesine giderek varlığını geliştirmeye çalışıyordu . Bunların hepsi  yeni  devletin cumhuriyetçi karakterine uydurulmaya çalışılırken, halkçılık ile milliyetçilik ilkesi dengelenmeye çalışılıyordu . Yeni devletin cumhuriyetçiliğin bütün esaslarına uygun olmasına çalışılırken , batıdan gelen  dış müdahalelerin  cumhuriyet rejiminin demokratik olmaktan uzaklaşmasına  yol açtığı ortaya çıkıyordu . Hal böyle olunca ara dönemler ve askeri  rejimler  Nato üzerinden sürekli olarak devreye giriyor ve bu durum da genç Türk cumhuriyetinin bütünüyle Türk ulusu tarafından yönetilmesi gibi bir durumu ortadan kaldırıyordu .Dış müdahaleler batı emperyalizminin etkisini  artırıyordu .  

Cumhuriyetin kuruluş dönemi geride kalırken , Türkiye Cumhuriyeti sürekli olarak dış askeri müdahalelerden kurtulamayarak  batı emperyalizminin yarı sömürgesi bir ülke konumuna düşmekten  bir türlü kurtulamıyordu . Askeri rejimleri ortak askeri birlik üzerinden destekleyen batı emperyalizmi  hem kendi temsilcisi olarak yetiştirdiği kadroları  taşeron iktidarlar olarak iş başına getiriyor, hem de bu duruma karşı gerçek bir ulusal muhalefetin  doğmaması için göstermelik muhalefet görevi yapıyor görünecek işbirlikçi kadrolardan  kendine bağlı  muhalefet partilerini öne çıkarıyordu . Devleti kuran  Atatürk’ün partisi  var olduğu sürece , tam bağımsız cumhuriyeti kendi kontrolü altına alamayacağını  gören  batı emperyalizmi bir Nato darbesi döneminde  bu partiyi kapatma yoluna gitmiş ama bunu tam olarak başaramamıştır . Ara rejim sonrasında  partinin yeniden açılması cumhuriyetçi kadrolar aracılığı ile gerçekleştirilmiştir . Rejimi kuran partinin kapatılamaması üzerine bu kez de batı ülkelerinde yetiştirilmiş olan  işbirlikçi  kadrolar aracılığı ile Atatürk’ün partisinin gerçek  kimliğinden uzaklaştırılarak  ,sosyal demokrasi görünümlü bir neoliberal ikinci cumhuriyetçiliğe bu örgüt teslim edilerek, Atatürk’ün eklektik modeli ile oluşturulan  ve altı ilkenin dengeli bir ulusal  sentezine  dayanan  Kemalist çizgiden  kurucu parti iyice uzaklaştırılıyordu. Askeri dönemde kapatılan bu parti daha sonraki aşamada yeniden açılırken , batı işbirlikçisi liberal  ve bağımlı kadroların partinin başına gelmesi sağlanıyordu . Böylesine bir sürece iteklenen Türk devleti gerçek anlamda bir çağdaş cumhuriyete  kavuşamamış ve bu yüzden de  cumhuriyetçilikten giderek uzaklaşmıştır . 

Askeri ara rejimleri batı işbirlikçisi liberal partilerin iktidarlarının izlediği bir dönem içinde  Türkiye Cumhuriyeti  kurucu önder Atatürk’ün tam bağımsızlık çizgisinden yavaş yavaş uzaklaştırılarak , batı blokuna bağımlı  bir yarı bağımlı sömürge devletine doğru yönlendiriliyordu . Böylesine  büyük bir çelişkili dönemin içine düşen Türk devleti toparlanarak kendine gelmeye çalışırken  ve Türk ordusu yeniden eski bağımsızlıkçı çizgisine doğru yönelirken , bu kez de batı sermayesinin ortağı olan büyük şirketlerin işbirlikçisi olarak din kökenli cemaatlar ortaya çıkarılmış  ve bunların etkili olduğu yeni bir siyasal  rejim yaratılarak ,siyasal partilerin  ülke yönetimindeki etkilerini ortadan kaldırmışlardır . 

Cumhuriyet devleti demokrasi görünümü altında , batılı gizli servislerin kontrolü altında ki yeni cemaatların baskısı altına düşmesi  ile birlikte Türk milleti bağımsız cumhuriyetini  elinden kaçırarak yeni yetme tarikatların oyun  alanına dönüşmüştür . Tarikatlar partilerin yerini alınca , batının tekelci şirketleri tarikatlar ile ortak çalışmalara başlayarak  Türkiye’yi yavaş yavaş İslam devleti görünümlü bir yarı sömürge devleti haline getirebilmenin  yollarını aramışlardır . İşbaşındaki iktidarlar batı emperyalizminin kuklası haline gelince  ve  neoliberal  batıcı iktidarlar yıpranınca bunların yerini  batının güvenlik örgütüne bağlı askeri kadrolar alınca,  ülkede cumhuriyet rejiminin  en küçük bir parçasının  kalmadığı iyice açığa çıkmış ve böylesine bir durumdan rahatsız olan  cumhuriyetçiler,  yeniden eski cumhuriyet dönemi çizgisine nasıl dönülmesi gerektiğini araştırmaya başlamışlardır . Anayasa değişikliği ile devlet rejimi bir çorbaya dönüştürüldüğü  için böylesine ters bir gidişe karşı çıkarak gerçek anlamda bir cumhuriyetçi yaklaşımı öne çıkarması gereken devletin kurucusu olan  Atatürk’ün partisi  , sosyal demokrasi görünümlü bir neoliberal siyasete esir olarak kendi kendini pasifleştirdiği için , devlet kuran partinin programında var olan Atatürk ilkeleri devre dışı bırakılmış ve bu durumda  rejimin öncüsü parti gerçek bir muhalefet yapamayarak ,dolaylı olarak emperyalizmin aracılığını yapan  bir konuma sürüklenmiştir . Böylece ana muhalefet durumundaki partinin  bütün gelişmelere seyirci kalması ,  gerçek anlamda bir toplumsal muhalefet yapmaması ve ortaya ulusal bir alternatif program koymaması yüzünden, Türkiye Cumhuriyetinin bitme noktasına getirildiği  açıkça görülmeye başlanmıştır . 

Atatürk karşıtı bir Dersimcilikten  asla vaz geçmeyen  ,Avrupa ülkelerini paramparça eden bir  yerel yönetimler özerkçiliği peşinde ısrarlı bir biçimde  koşan  ve Türkiye’nin şerhlerini kaldırmaya çalışan , halk kitlelerinin sosyal ve ekonomik  çıkarlarını savunmak yerine  küreselci şirketlerin dümen suyunda giden , çalışanların meslek örgütleri yerine  sermaye kuruluşları ile yakınlaşan bir olumsuz siyasetler bütününe teslim olmuş olan  particilik anlayışı ile ,Atatürk’ün partisi teslimiyetçi bir çizgiye çekilirken , Atatürk’ün partisinden dışlanmış olan gerçek Atatürkçüler ,ulusalcılar ve cumhuriyetçiler bir çıkış noktası bulmak üzere  harekete geçmişlerdir . Okumuş insanların öncülüğünde bir aydın hareketi oluşturarak  ve çağdaş  demokratik ülkelerdeki  hak arayış  mekanizmalarına  benzer bir biçimde  bir cumhuriyetçi  platform oluşturarak ,  Atatürk’ün  Cumhuriyetine sahip çıkmaya  çaba göstermişlerdir . Kurucu önderin yolundan sapanlar  ve  ulusalcı  ya da  cumhuriyetçi partilerin üyeliğine alınmayanlar , Atatürkçü kuruluşların dışında bırakılan bir çok cumhuriyet aydınının  ülkeyi yeniden Atatürk’çü  ve cumhuriyetçi   çizgiye çekebilmek üzere “Cumhuriyetçi Birlik Platformu “ bundan on yıl önce İstanbul merkezli olarak kurulmuştur . Kurulduğu günden bu yana on yıla yaklaşan süre içinde İstanbul ve Ankara gibi iki büyük kentin sınırları içinde yaşayan , cumhuriyetçi aydınları örgütlemek üzere böylesine bir platform , çağdaş demokrasi normları çerçevesinde  çalışmalarına başlamıştır . Böyle bir   platform kendiliğinden oluşmamış ,  olumsuz gidişi görenler  ,ülkeyi insan hakları adına bölen , sivil toplumculuk görünümünde tarikatçılık yapan ve piyasa ekonomisi görünümünde sömürgecilik yapanlara karşı direnecek bir toplumsal örgütlenme,  Cumhuriyetçi Birlik Platformu adı altında  harekete geçirilmiştir .Bu platform genel olarak her ay bir otelde ya da kültür merkezinde bir araya gelerek ülke ve dünya sorunları üzerine düşünen aydınları bir araya getirmiş ve bunların oluşturduğu ortak platform çatısı altında Türkiye’nin sorunlarına çözüm getirecek yaklaşımların öne çıkarılması için çaba gösterilmiştir . Sermayenin güdümü altına giren basın ve medya kuruluşlarının da teslim alındığı bir aşamada  , karşıt medya oluşturulacak bir alternatif  ortam  Cumhuriyetçi Birlik Platformu çatısı altında yaratılmaya  çalışılmıştır . Birbiri ardı sıra yapılan toplantılar aracılığı ile ciddi bir cumhuriyetçi birikim yaratılmasına çaba gösterilmiştir . 

“Cumhuriyetçi Birlik Platformu”nun kuruluş aşamasında  bu örgütlenmenin  İstanbul  merkezli kesiminde  kurucu önder  olan Faik Kurtulan  yayınlamış olduğu “Cumhuriyetçi Birlik Platformu – Altı ok ve altı ilke “ isimli kitabında  böylesine bir platform örgütlenmesine neden gidildiğini ve hangi ilkeler ile nasıl bir düşünceye sahip olarak çalışılacağını açıkça ortaya koymuştur . Platformun Ankara kesiminde temsilcilik yapan Prof.Dr. Anıl Çeçen de  bu kitabın başlangıç kısmında Türkiye Cumhuriyetinin temel ilkeleri olarak anayasada yer alan altı ilkenin günümüz açısından önemini dile getiren bir açıklamayı platform adına bu kitapçıkta bir önsöz yazısı ile dile getirmiştir . Çeçen buradaki yazısında üç büyük dünya sisteminin tam ortasında kurulmuş bulunan Türkiye Cumhuriyetinin  hiç birine benzemediğini ve dünyanın ortasında merkezi bir model ile tarih sahnesindeki yerini aldığını ,bu nedenle de sonuna kadar bağımsız kimliği ile Atatürk Cumhuriyetinin  sonuna kadar yoluna devam edeceğini  vurgulayarak ,Cumhuriyetçi Birlik Platformunun stratejik yapılanmasını ortaya koymaya çalışmıştır . Faik Kurtulan, öncü kimliği ile  neden cumhuriyetçi birlik adı altında yeni bir sosyal platform örgütlenmesine gidildiğini gene  bu kitapçıkta anlatmaya çalışmıştır . Monarşi ,oligarşi gibi tek kişi ya da belirli grupların yönetim biçimlerine karşı çıkarak, gerçek anlamda  bir halk  yönetiminin ancak demokrasi çatısı altında olabileceğini ve bunun da ancak cumhuriyet devletinin çatısı altında gerçekleşebileceğini açıkça  dile getirmiştir . TBMM’de cumhuriyetin kabül edilmesi sırasında bir din hocasının da meclis üyesi olarak söz aldığını ve din açısından da en yararlı yönetim biçiminin cumhuriyet olduğunun o sırada meclis çatısı altında ifade edildiğini vurgulamıştır . Halkın bütününün tümüyle benimsemiş olduğu cumhuriyet rejiminden geri dönmenin mümkün olmadığını ve Türk halkının gelecek yüzyıla doğru adımlarını atarken, gene cumhuriyet rejimi içinde hareket edeceğini  vurgulamıştır . Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti anayasasında belirtilen  laik ve sosyal hukuk devletinin ancak cumhuriyetle birlikte  mümkün olabileceğini de kuruluş kitabında dile getirmiştir . 

Cumhuriyetçi Birlik Hareketi İstanbul ve Ankara kentlerinde güncel siyasal konular üzerine toplantılar yaparken olabildiğince partiler tarafından dışlanan Atatürkçü, ulusalcı ve cumhuriyetçi aydınları konuşmacı olarak davet etmiş ve onlara söz vererek alternatif medya arayışı içerisinde etkin olmaya çalışmıştır .Cumhuriyetçi Birlik Platformu  düzenli toplantıların yanı sıra, bir çok siyasal  sorunun güncelleşmesi aşamasında bunlar ile ilgili kamuoyu açıklamaları ya da basın aracılığı ile imza toplama girişimlerini , ulusal refleks çizgisinde tamamlamaya çalışmıştır . Böylece batı bloku bağlantılı siyasal kadroların muhalefet yapmadığı bir dönemde Türk demokrasisinin  işleyebilmesi için cumhuriyetçi aydınların sesi , Birlik Platformu aracılığı ile dünya ve ülke kamuoylarının bilgisine sunulmuştur . Aydın birliği ve dayanışmasını ulusal çizgide örgütlemeye çalışan platform, daha sonraki çalışmaları sırasında bütün bu girişimlerin cumhuriyetçilik ilkesi içinde  bir araya getirilerek , ülkedeki  cumhuriyet karşıtı bazı olumsuz gelişmelerin önlenebilmesi doğrultusunda  öne çıkarmaya çaba göstermiştir . Türkiye cumhuriyetinin bir ulus devlet olduğu ve aynı zamanda  halkçı bir cumhuriyet rejimine sahip bulunduğunu dile getiren  platformun kurucusu,  altı ilkenin  eklektik birleştirilmesi ile sağlanan  ulusal siyasal sentez doğrultusunda ulus devlet ile halkçı cumhuriyet birlikteliğinin gerçekleştirildiğini ,  Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkesin eşit ve özgürlükçü bir çizgide bütün hak ve özgürlüklere sahip kılındığını da, kuruluş bildirisinde açıklamıştır . Ayrıca  Türkiye Cumhuriyetini bölmek isteyenlere karşı , Fransız ulus devlet modeli ile birlikte bu ülkedeki düşünsel potansiyeli  dile getirerek ,Türkiye’nin benzer durumda olduğunu kamuoyuna açıklamıştır . Atatürk’ün  farklı bir sentezi gerçekleştirirken , hiçbir rejim ya da ideolojiyi taklit etmediğini ve  başka ülkelere benzemeyen koşulların gereğini yerine getirdiğini , ancak kendi gerçekliğine uygun düşen bir yola yönelerek hiç kimseye benzemeyen bir  yönde ilerlediğini de, altını çizerek  Atatürk ilkeleri ile birlikte  kamuoyuna açıklamıştır .  

Platformun yayınlarında, Kemalist halkçılık ile neoliberal içerikli sosyal demokrasi arasında büyük farklar sürekli olarak dile getirilmiştir . Sosyal demokrasi batı , halkçılık ise doğu kökenli kavramlardır . Sosyal demokrasi batı  işbirlikçisi iken ,halkçılık doğunun antiemperyalizmini ortaya koymaktadır . Halkçılık köylü ve toplumun bütününü  ifade ederken , sosyal demokrasi aydınları ve çalışan kitleleri öne çıkarmaktadır . Atatürk devleti kurarken , batı tipi sosyal demokrasiyi  yasaklamıştır  ama devleti kuran partinin adını halkçılıkla ifade ederek ,batı emperyalizmine karşı  antiemperyalist bir halkçılığa Türk cumhuriyetini dayandırmaya çalışmıştır . İkinci dünya savaşı sonrasında Türkiye üzerinde etkili olan batılı emperyalist  devletler , Türkiye’yi yanlarına alma doğrultusunda  demokrasiyi batı bağımlılığı olarak öne çıkarmışlar , Atatürk halkçılığını ise  sosyalist sistemi öne çıkararak komünistlikle suçlamışlardır . İşte bu noktada  Türk devleti  bağımsız yapısından kaydırılarak batı emperyalizminin kucağına yeniden düşürülmüştür . Antiemperyalist muhalefet de komünistlikle suçlanarak devre dışı bırakılırken , halkçılık kavramından uzaklaşılarak bireycilik anlamında liberal ve  sosyal demokrat bir siyasete yönelme eğilimi öne çıkarılmıştır . Normal gelişmelerin ötesinde  bir de Türkiye’de özel bir gelişme dönemi yaşanmış , Atatürk’ün partisine üçüncü genel başkan olarak dışarının desteği ile bir gazeteci getirilmiş ve bu kişi  emperyalist ve Siyonistlerin isteği doğrultusunda bölgecilik yaparken, hem  Kemalizme hem de batı tipi sosyal demokrasiye karşı çıkarken , Orta Doğu merkezli yeni bir yapılanma aşamasında ,Türkiye’de demokratik sol adı altında  eskisinden çok farklı bir yapılanmayı öne çıkararak kendisini destekleyen emperyalistlerin istekleri doğrultusunda hareket etmiştir . Liberalizmden neoliberalizme geçerken , Türkiye’de de  halkçılık ve cumhuriyetçilik  uygulama alanından çıkartılarak, batı tipi yeni modellere uygun davranan  iktidarlar siyaset sahnesinde öne çıkartılmışlardır . Ulusalcı bir Kemalist halkçılıkla kurtuluş savaşını kazanan Türk ulusu ,  günümüzde liberal bireyciliğe dayanan  bir sosyal demokrasi siyaseti ile  yeniden teslim alınmaya çalışılmaktadır . Devleti kuran parti bu oyunlara  karşı çıkacağına çeşitli girişimlere alet olarak ve  halkçılıktan uzaklaşarak  batı tipi sosyal demokratçılık  oynamaktadır .

Cumhuriyetçi Birlik Platformunun , Kemalizm’e karşı çıkan batı tipi sosyal demokratlık konusunu bir yana bırakmadan, bu doğrultuda geliştirilen yeni emperyalist projelere  yönelen çalışmaları da olmuştur . Özellikle bugünün koşullarında küresel sermayenin örgütlediği küresel emperyalizm , açıktan şehir devletlerini destekleyerek  ulus devletlerini tehdit ettiğini  gene  bu platformun toplantıları ile yayınlarından Türk kamuoyu öğrenmiştir . Küresel sermaye bugünün koşullarında ulus devletleri ortadan kaldırmaya çalışırken,   bunların yerine halk kitlelerini daha küçük birimler halinde yönetebilmek üzere, ortaçağ da olduğu gibi şehir devletleri yapılanmasını öne çıkarmaya çalışmaktadır . Batının önde gelen tekelci şirketleri giderek dev bir biçimde büyürken , şirket yapılanmalarının da devletlere benzemeye başladığı görülmektedir . Bir avuç  aşırı zengin azınlığın elindeki oyuncaklar  haline düşen büyük şirketler üzerinden dünya hegemonyası kurulması için   yoğun çalışılırken , var olan ulus devletlerin ortadan kaldırılması  ve  bu doğrultuda alt kimliklerin hortlatılarak yerelleşmenin önünün açılmaya çalışıldığı  görülmektedir . Ulus devletlerin tarihsel süreçteki sonunu getirecek olan şehir devletleri projesi , gene neoliberal içerikte sosyal demokratçılık oynayan ikinci cumhuriyetçilerin işi olarak  Atatürk’ün partisine  mal edilmeye çalışılmaktadır .  Son yerel seçimlerde bütün büyük şehirlerde belediye seçimlerini kazanan  sosyal demokratlar  , arka plandaki  neoliberal hazırlığın sonucu olarak şehir devletleri siyasetlerine yönelmektedirler . Avrupa Birliği öncülüğünde  kurulmuş bulunan Uluslararası  şehirler ve yerel yönetimler birliği çatısı altında  , üye olan belediyelerin ,uluslararası alanda  devletler gibi bağımsız hareket etmelerini sağlayarak  , ulus devletleri şehirler üzerinden parçalamaya kalkışan ,böylesine emperyalist bir politikaya  sosyal demokrat görünümlü siyasetçilerin ve yerel yöneticilerin alet olmasını  ulus devletlerin kabül etmesini beklemek mümkün değildir . Bugünün koşullarında ulus devletlerin başkentine bağlı olan şehirlerin  Singapur  ,Malta ya  da Hong Konk gibi şehir devletlerine benzer statülere dönüştürülmesini kabül edecek ulus devletler, birer siyasal mekanizma olarak ortadan kalkacaklardır . Emperyalizm şirketleri büyütürken devletleri küçültmeyi hedeflemekte ve çok büyük ulus devletleri ortadan kaldırabilme doğrultusunda şehirleri küçük devletçiklere dönüştürerek , piyasa üzerinden  sahip olduğu ekonomik üstünlüğünü  aynı zamanda şehirler üzerinden  siyasal kontrola almaya çalışmaktadır . Böylesine emperyalist bir projenin sosyal demokratlık olarak savunulması, çok büyük bir  sahtekarlık olarak siyasal gündeme gelirken, ulusal yapılar ile halk kitleleri açıkça karşı karşıya getirilmektedir . İşte  Kemalist cumhuriyetçilik yerine sosyal demokrasiyi öne   geçirmek isteyenlerin  arkalarında  var olan büyük  emperyal oyun böylece ortaya çıkmaktadır . Özgürlükçü belediyecilik diye bu  bölücü projeyi savunan  işbirlikçi  kesimler,  açıkça şehir devletlerinin oluşumu için  ulusal  toplumları bölme oyunlarına resmen alet olmaktadırlar . 

Bugünkü zamanın ruhu olarak öne çıkartılan ve bu doğrultuda savunulan  eşit yurttaşlık projesi de , ulus devletlerin kamu düzenlerini görmeden , ulusal kimliğe sahip çok büyük ulus devletleri  dikkate almadan alt kimlikçilikleri örgütleyerek öne çıkaran  neoliberal sosyal demokratçılık insan hakları adına alt kimlikçiliği  gündeme getirerek savunurken,  alt kimliklerin bir arada yaşadığı yerel yönetimlere  otonomi verilmesi gibi  uçuk  önerileri  de gündeme getirmektedirler .Yeni projeye göre  şehirler devletleşirken , yerel  yaşam birimleri de otonomlaşarak ulus devletlerin başkentlerine bağlı olmaktan kurtulacaklardır . Bu doğrultuda Avrupa Birliği  yerel yönetimler özerklik şartı savunulmakta ve bununla ilgili bütün şerhlerin  kaldırılması  gerektiği vurgulanarak ve gelecekte şehirlerin bağlı oldukları başkentlerden bütünüyle uzaklaşarak  kendi yerel yönetim alanlarında küçük devletçikleri dönüşmeleri savunulmaktadır . Yerel yaşam bölgeleri ya ayrı bir şehir devleti olacak ya da bunların dayanmış olduğu alt kimliklere ulusal kimlikler ile birlikte eşit bir statü tanınarak   , eşit yurttaşlık adı altında ulusal yapılar tasfiye edilerek  kürese  emperyalizmin  istediği çok kültürlü  ya da çok kimlikli bir toplum düzeni kurulacaktır . Böylece ulus devletler  temelden çökertileceklerdir . 

Türkiye gibi  her şeyin ortasında yer alan bir ülkede , cumhuriyetçilik için yola çıkan bir platformun  sosyal demokrasi ,şehir devletleri ,eşit vatandaşlık ya da komünal yaşam biçimi gibi  konular ile uğraşmasının çeşitli  nedenleri vardır . Yüz yıl önce dünya yeniden kurulurken , Türkiye’nin kuzeyinde kurulan sosyalist sistem  şura adı verilen ama Sovyet kavramı ile  açıklanan küçük yerleşim birimlerine dayanıyordu .Ayrıca bu büyük yapılanmadan çeyrek yüzyıl geçtikten sonra da  İslam dünyasının ortalarında bir Yahudi devleti olarak kurulan Siyonist yapılanma  da , Kibutsz ya da Moşav gibi yerel  birimlerin  şehirleşmesi modeline dayanan bir toplumsal örgütlenme ile ortaya çıkıyordu . Orta çağ döneminde Avrupa tipi derebeylik yaşamayan  Asya bölgelerinde  şehir devletlerinin Avrupa’da olduğu gibi kurulamaması  yüzünden Şura ve Kibutz uygulamaları , doktriner ya da dinsel yaklaşımlar çizgisinde oluşturulmaya çalışılmıştır . Avrupa Birliği bugün  ulus devletlerin birleşememesi yüzünden dağılma noktasına gelirken , Orta Çağ döneminde var olan beş yüze yakın şehir devletinden oluşan bir Avrupa  Birliği arayışının öne çıktığı göze çarpmaktadır . Avrupa Birliği deneyimi çökerken ve Avrupa kıtası  yeniden şehir devletleri arayışına doğru yönlendirilirken , Türkiye Cumhuriyeti Avrupa ve Asya kıtaları arasında sahip olduğu jeopolitik konumunu iyi değerlendirerek  hareket etmek zorundadır . Avrupa  otuz ulus devletten oluşan bir kıtasal birliği gerçekleştiremediği aşamada  , geri dönerek Orta Çağ Avrupa’sında beş yüz şehir devletinden oluşan bir yapılanmaya yönelmektedir . Bu açıdan  Avrupa modeli şehir devletleri oluşumu , Kemalist Cumhuriyet tarafından kabül edilemez . Ayrıca laik Türk devletinde İsrail gibi bir dini örgütlenme ya da çökmüş olan  Sovyetler Birliğinde olduğu gibi ,yerel yönetimlerin şuralar biçiminde örgütlenmesi de ulusal devlet yapılanması açısından hiç bir zaman düşünülemez .Kuvayı Milliye döneminde Kars’da toplanan  yönetim arayışının Kars Şurası yönetimi olarak  gündeme getirildiğini  hiçbir zaman unutmamak gerekmektedir .Türkiye cumhuriyeti üniter bir ulus devlet olarak kurulduğu için  Kars Şurası benzeri Sovyet yapılanmaları Anadolu yarımadası üzerinde örgütlenememiştir . Avrupa           kendi köklerine dönerken şehir devletleri ile karşılaşıyorsa , Türkiye’de kendi kökenlerine dönerken hem Asya tipi üretim tarzı hem de  imparatorluk arazilerine dönüş  senaryoları ile karşı karşıya kalmaktadır . Avrupa tarihinde görülen eski şehir devletlerinin  Asya topraklarında ortaya çıkması  bugünün büyük ve güçlü devletleri düzeninde mümkün görünmemektedir . 

Cumhuriyetçi Birlik Platformu , bir toplumsal insiyatif ve de aynı zamanda ulusal bir refleks olarak yirmi birinci yüzyılın başlarında ortaya çıkmış ve bugünlere kadar gelmiştir . Avrupa , Amerika , İsrail gibi üç büyük emperyalist merkezin kendi  projeleri üzerinden ele geçirmek istedikleri merkezi coğrafyanın tam ortasında bugün  her şeye rağmen Atatürk Cumhuriyeti  varlığını sürdürmektedir . Yüz yıl önce dünya yeniden  imparatorluklar sonrasında biçimlendirilirken  , Avrupa’dan kaynaklanan ulus devlet modeli ile Türkler hükümranlık düzenlerini yenilemişlerdir . Kuzey bölgesindeki sosyalist sistemin özelliklerinden de yararlanarak , Türk modelinin sentezini oluşturan altı ilkenin üçü olarak devletçilik , halkçılık ve devrimcilik  esasları benimsenmiştir .  Bugünün koşullarında Türk cumhuriyetçilerinin hem tarihsel süreci hem de jeopolitik konumu dikkate alarak  gerçekçi bir cumhuriyetçilik anlayışı içinde hareket etmeleri gerekmektedir .Ancak  o zaman hem dünyadaki değişmeler doğrultusunda bir yeni yapılanmalara  gidilebilir. Tam bu aşamada dağılarak yok olmamak üzere de , ulusal kurtuluş savaşından gelen kuruluş modeline sahip çıkarak, biz olma hakkını Türk ulusu ve cumhuriyet rejimi benimsemek durumundadır . Ulusal toplum ve ulus devletlerin esası olan ulusalcılık anlayışının korunabilmesi ve sürdürülebilmesi  için  güçlü bir cumhuriyetçi akıma gereksinme vardır . Atatürk  bunu dikkate alarak gerçekçi bir cumhuriyet rejimi kurmuş ve aynı zamanda uygulanan ulus devlet anlayışı ile de topluma kucak açılmıştır . Bu bölgede kendilerine bağımlı şehir devletleri , şura yapılanmaları , dini şehirleşme girişimleri ya da otonom  yerel yapılanma arayışlarının önü kesilmek isteniyorsa , yeniden uluslaşmayı ve cumhuriyet devletinin güçlendirilmesini sağlayacak  ulusal programlar ile cumhuriyetçi yapılanmalara gereksinme   vardır . Bu kadar karışık bir ortamda Türkiye Cumhuriyeti  varlığını sürdürürken  , kendisini tehdit eden her gelişmeyi yakından izlemeli ve  bunların kendisini tehdit etmesine asla  izin vermemelidir . Türkiye Cumhuriyetinin ilelebet payidar olması ancak böylesine aktif tutumlar ile mümkün olabilecektir . Bu koşullar altında her cumhuriyetçinin ,ya cumhuriyetçi partiler çatısı altında  ya da cumhuriyetçilik platformları  aracılığı ile , uyanık  bekçilik görevlerini yerine getirmeleri zorunluluk kazanmaktadır . 

Cumhuriyetçi Birlik Platformu , on yıla yakın devam eden çalışma döneminde , Türkiye’deki cumhuriyetçi birikimi ülkenin önde gelen düşünce ve bilim adamlarının katkıları ile  bugünlere taşımıştır. Hareket aynı zamanda  Atatürk modeli cumhuriyet devletimiz açısından ortaya çıkan gelişmeleri  ve değişmeleri yakından izleyerek , Türkiye için alternatif olabilecek  çeşitli  planlar ve projeler de geliştirerek , cumhuriyet rejiminin sonsuza kadar devam edebilmesi için  yoğun çalışmalar sergilemiştir . Ülkeye ve rejime karşı gelişen bütün tehditlere ile mücadele edilirken  , şehir devletleri  ve  bölgesel devletler gibi emperyalist projelerin gündeme getirdiği  tehlikelerle de yakından ilgilenerek , Türkiye Cumhuriyeti ulus devletinin  önümüzdeki çağlarda da  varlığını koruyarak, yoluna devam edebilmesi   için  her türlü özveri ile  çalışmalarını sürdürmektedir .Platform  üç kıta arasındaki  çağdaş cumhuriyet modelinin örnek olmaya devam etmesi insanlığa katkıda bulunmayı sürdürecektir . 

ANKARA  KALESİ – 269 - Ankara Castle kalesi scaled

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir