Emperyalizm ve azgın kapitalizm, kendi mutluluğu için insanlara, toplumlara, milletlere zarar verdiği gibi, doğaya, evrene de zarar veriyor.
Sömürüyor. Talan ediyor. Yağmalıyor.
Kitlesel katliamlar yapıyor…
Ekolojik yapının bozulması, plansız yapılaşma sonucunda doğa ve kentleri tahrip ediyor; insanlar hastalanıyor, çile çekiyor, ölüyor…
Ama bütün bu olup bitenler onun umurunda bile olmuyor. Argo deyişle onu ırgalamıyor, dönüp bakmıyor…
Çünkü onlar sadece kendi çıkarlarını düşünüyorlar…
Ulaşmak istedikleri bir tek hedefleri var: Para, mal, mülk…
Kazanç, kâr uğruna onların yapamayacakları şey, harap edemeyecekleri dünya yok…
Onlar, öteki tarafa gitmeden önce cenneti bu dünyada yaşamak istiyorlar…
Ama bu işi yaparken de hemcinslerine, doğaya, kurda – kuşa cehennem hayatı yaşatıyorlar.
İnsanları, insanlığı, doğayı, atmosferi, denizleri, gökyüzünü kirletiyorlar.
Kentlerin, toplumların DNA’sını, yapısını bozuyorlar.
Krizlerin, felaketlerin, salgın hastalıkların doğmasına sebep oluyorlar.
Doğa katliamları yapıyorlar. Hayvan neslini tüketiyorlar. Hayvanların değişim geçirmelerini, virüs yaratmalarını kolaylaştırıyorlar…
Doğal afetler karşısında insanları güvencesiz, savunmasız, aciz yaratıklar olmalarını sağlıyorlar.
İşte şu anda dünyamızın başında bulunan koronavirüs vakası da bu belalardan sadece birisidir.
Daha önce de kuş, domuz gripleri yaşanmıştı.
Sermaye grupları, doymak bilmez açgözlülükleri ile dünyamızı, evrenimizi cehenneme çevirdi…
Ama bu kez kendileri de hazırlıksız yakalandı.
Evdeki hesap çarşıya uymadı.
Hesap şaştı.
Planlar alt üst oldu.
Çünkü azgın virüs ne prens tanıyor, ne prenses. Ne kral tanıyor ne kraliçe. Ne başkan tanıyor ne başbakan.
Önüne çıkanı silindir gibi ezip geçiyor…
Dünya, insanlar, insanlık büyük bir tehlike ile karşı karşıya bugün. Çözümsüz, devasız, ilaçsız bir illetle karşı karşıya…
Ülkemiz de aynı felaketler içerisinde bocalıyor, çırpınıyor… Hatta onlardan daha kötü durumda…
Çünkü gerekli önlemler zamanında alınmadı. Almadılar…
Koronavirüs tüm yeryüzünde at koşturup, cirit atarken onlar sadece seyretti. Çözümler aramadı…
Önlem alma bi yana, salgın hastalığın hızla yayıldığı bir dönemde, umreye binlerce adam gönderdi; sınırlarımızdan ülkemize binlerce mülteci kabul etti.
Üstelik hazine de tamtakırdı ve kefen parası denilen ve zor dönemler için ayrılan “yedek akçe” bile yenmiş, yutulmuş, çarçur edilmişti…
Özelleştirmeler hiçbir derde deva olmamıştı. Satılanların yerine yenileri de konmamıştı.
Fabrika, sanayi, tarım bitirildiği için üretim durmuştu.
Koca bir ülke, toplanan vergilerle, zamlarla, satılan kamu malları ile yönetiliyordu..
Ve ülke yeni bir sosyal yapıya, yeni bir düzene geçiyordu. Toplum el ve nitelik değiştiriyordu.
Tarikatlar, tekkeler, imamlar, hacılar, hocalar başköşeye geçip oturuyorlardı.
Atatürk’ün “Hayatta en gerçek yol gösterici” dediği bilimin yerini de hurafeler, üfürükçüler, muskalar almıştı.
Ama ne kadar zarar verirse versin, can alırsa alsın, bu azgın virüsün ülkemize bir yararı dokundu: Din ticareti, din istismarı yapan tacirler bir köşeye çekilip, olayları sessiz sedasız seyretmek zorunda kaldılar.
Çünkü bu alanda yapacakları bir şey yoktu. Sesleri, solukları kesilmiş, korku içindeydiler.
Seçmenlerinin cahilliğinden yararlanıp iktidarı teslim alan dinci politikacılar, geçimlerini cahil insanların bilgisizliği üzerine kuran din tacirleri COVID-19’a yenik düşmüşlerdi.
Yenik düşmeleri bir yana tıp biliminden, eczacılıktan medet ummaya başladılar.
Okumayı, üflemeyi bırakıp, onlar da gece gündüz, teknolojiden söz eder oldular.
Bu günlerde yine herkes için “Hayatta en hakiki mürşit, yani gerçek yol gösterici ilimdi.”
Cumhuriyet, akıl, bilim ve Atatürk ön plana geçti…
Bugün olduğu gibi, yıllar önce de azgın kapitalizm ve emperyalizmin hakkından yine Mustafa Kemal gelmişti.
Ve günümüzde, ABD ve kapitalist ülkeler, küçücük, sosyalist Küba’nın koronavirüs karşısındaki başarıları ile hayretlere düştüler…
Şaşırdılar…
Bir yanıt yazın