Tüm öngörüleri doğru çıkan Emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ’dan “Koronavirüs sürecinde İdlib’de neler oluyor?” sorusuna çarpıcı cevaplar:
Sevgili okurlarım,
Mehmetçik dünyayı kuşatan koronavirüs felaketine karşın, İdlib’deki görevini başarıyla ve kahramanca sürdürüyor. Bu arada İdlib’den, Moskova’da imzalanan Ek Protokol’ün kırılganlığı nedeniyle tehlikeli sinyaller geliyor. Özellikle M-4 karayolu üzerinde Türk ve Rus askerleri tarafından gerçekleştirilen ortak devriyeyi sabote etmek amacıyla, bölgedeki radikal unsurlar tarafından iki askerimizin şehit edilmesi sonrasında, Rusya Savunma Bakanlığı’nın “Terörist grupları etkisiz hale getirmesi için Türkiye’ye ek süre verildi” şeklinde dayatmacı, hatta tehdit kokan bir açıklama yapması dikkatleri üstüne çekti. Tüm öngörüleri doğru çıkan emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ ile yapacağımız bu söyleşide Ek Protokol’ün Türkiye’yi karşı karşıya bıraktığı ikilemi ele alacak, Rusya ve ABD ile ilişkilerimizin geleceği üzerinde duracağız.
UĞUR DÜNDAR (UD): Sayın Elekdağ cihatçı unsurların temizlenmesi konusunda Moskova’nın bu baskıcı tavrını nasıl yorumluyorsunuz?
RUSYA İDLİB’DEKİ CİHATÇILARIN MEHMETÇİK TARAFINDAN YOK EDİLMESİNİ İSTİYOR
ŞÜKRÜ ELEKDAĞ (ŞE): Bundan önceki söyleşilerimizde detaylı şekilde açıklamış olduğum üzere, AKP iktidarı, Astana ve Şoçi mutabakatları ile altından kalkamayacağı nitelikte ağır yükümlülükleri üstlenmişti. Bunlar Türkiye’nin, İdlib’deki ılımlı muhalifleri teröristlerden ayrıştırma sürecinin son aşamasında, BM Güvenlik Konseyi tarafından terörist olarak tanımlanan Heyet Tahrir al-Şam (HTŞ) ve diğer radikal cihatçı grupları tasfiye etmesini öngörüyordu. Üstlendiği bu görevin Türkiye için yaratacağı son derece vahim sonuçların geç de olsa farkına varan AKP iktidarı bu “pis görevi” Mehmetçiğin üstüne yıkmaktan kaçındı. Ankara’nın bu tutumu, Moskova’nın eleştirilerine yol açtı. Bilahare İdlib’de 33 askerimizin şehit edilmesi olayının ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan restleşme havası içinde 5 Mart’ta Moskova’ya giderek Rusya Devlet Başkanı Putin ile görüştü. İşte bu zirvede, Türkiye’ye, Astana ve Soçi mutabakatlarıyla üstlenmiş olduğu yükümlülük dayatıldı ve bu husus “terörist olarak tanımlanan tüm grupların ortadan kaldırılması” ifadesiyle Ek Protokol’e kaydedildi. Bu nedenle altını çizerek söylüyorum, AKP iktidarının Ek Protokol’ü imzalayarak “pis görevi” kabul etmesi büyük boyutlu bir fiyaskodur. Moskova’nın tehditkâr şekilde “ek süre” vermesi bu nedenledir.
(U.D.): Peki sizin deyiminizle bu “pis görevin” ne gibi sonuçları olabilir ?
(Ş.E.): Türkiye, Rusya’nın dayattığı “pis görevi” yerine getirirse, yani radikal İslamcıları yok etmeye girişirse, o zaman ülkemizde halen uyuma halinde olan Selefi-cihatçı hücreler intikam hırsıyla harekete geçerek intihar saldırıları başlatabilirler. Reina ve Ankara Garı katliamlarını ne çabuk unuttuk! Sadece 2016 yılında peş peşe vuku bulan 16 intihar saldırısı ülkemizi cehenneme çevirmiş ve 318 vatandaşımızın kaybına yol açmıştı… Ayrıca, İdlib’deki radikal cihatçıların savaşta pişmiş unsurlar oldukları dikkate alınırsa, bunları tasfiye işinin Türkiye’ye ağır bir bedel ödeteceği de ortadadır. Moskova’nın tehdidiyle Türkiye’nin bu uğurda şehit vermeyi göze alması akıl dışıdır.
(U.D.): Peki Türkiye “pis görevi” yerine getirmezse ne olur?
OPERASYON ÜLKEMİZE YENİ KİTLESEL GÖÇ DALGASINI BAŞLATIR
(Ş.E.): Ek Protokol Türkiye’yi iki seçenekle karşı karşıya bırakıyor. Birincisi, Ankara’nın, HTŞ ile diğer radikal grupları kendilerini feshedip, Türkiye destekli Özgür Suriye Ordusu’na entegre olamaya ikna etmesidir. Ancak, Ankara bunda başarılı olamadı. Bu durumda Türkiye, ikinci seçenek olan HTŞ ve diğer radikal örgütleri yok etmek mecburiyetinde kalıyor ki, bunun son derece belalı sonuçları olacağını belirttim. Ancak AKP iktidarı yükümlülüğünü yerine getirmediği takdirde Suriye ordusu HTŞ ve diğer cihatçılara karşı harekâtı tekrar başlatacaktır. Böyle bir gelişmenin sınırlarımıza doğru kitlesel bir göç dalgasına yol açması kaçınılmazdır.
(U.D.): Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, “İdlib’de rejim ilerlemeye çalışırsa askerimiz müdahale edecektir” dedi… Bunun caydırıcı etkisi olmaz mı?
ANKARA’NIN ŞAM’A YÖNELİK CAYDIRICILIK GİRİŞİMLERİ ARTIK ETKİ YAPMIYOR
(Ş.E.): Olmaz!.. Çünkü 33 askerimizi şehit verdiğimiz olay karşısında Ankara’nın tutumu, Türkiye’nin uyarılarının caydırıcılık etkisini sıfıra indirgemiştir!… Benimle yaptığınız son röportajda (SÖZCÜ-26 Şubat, 2020) Suriye ordusunun 13 askerimizi şehit etmesi üzerine, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 12 Şubat’ta yaptığı zehir zemberek konuşmayı ele almıştık. Erdoğan bu konuşmasında Suriye’ye, Şubat sonuna kadar ordusunu Türk gözlem noktalarının gerisine çekmesi hususunda ültimatom vermiş aksi takdirde “omuz üstünde baş bırakmayacağımızı” vurgulamıştı. Ben söyleşimizde, Moskova’dan gelen sinyalleri dikkate alarak, “Şam yönetimine verilen ültimatomun çöp sepetine atıldığını” yani Moskova’nın bu tehditlere blöf olarak baktığını belirtmiş ve “Eğer, şubat ayı sonunda Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK), hükümetin talimatı uyarınca Esad ordusunu Türk gözlem noktalarının gerisine sürmek için bir harekâta girişirse, karşısında Rus Hava Kuvvetleri tarafından desteklenen Suriye ordusunu bulacaktır… Yani işler bir Türkiye-Rusya askeri çatışması boyutuna taşınmıştır” demiştim. Ancak, Ankara durumun ciddiyetini kavrayamadı ve “çılgınca” bir karar alarak İdlib cephesinde Suriye ordusuna karşı taarruzu başlattı. İşte bu hatanın bedelini milletimiz 27 Şubat’a 33 askerimizin şehit olmasıyla ödemiştir. Savunma Bakanı Akar’ın açıklaması, saldırının Rusya tarafından kasten planlanarak yapıldığını ortaya koyuyor. Rusya’nın bu kasıtlı ve haince tutumunun hesabı sorulamamış, yalayıp yutulmuştur. Bu durumda bundan böyle Ankara’nın Şam’a yönelik tehditleri ve caydırıcı deklarasyonları etkisiz kalır.
(U.D.): Peki, 33 askerimizin şehit edilmesiyle Rusya’nın Türkiye’ye vermek istediği mesaj neydi?
RUSYA HAVA SALDIRILARIYLA TÜRKİYE’YE İKİ MESAJ VERDİ
(Ş.E.): İdlib sorunu, Türkiye ve Rusya liderlerinin özel bir hassasiyetle izledikleri ve telefon görüşmelerinde ele aldıkları bir konudur. Bu durumda 33 askerimizin şehadetine yol açan ve uzunca bir zaman dilimi içinde gerçekleştirilen hava saldırılarına ilişkin bir kararın Putin’e bilgi verilmeden alınması mümkün mü? Bence değil!.. Putin’in bilgisi dahilinde alınan bu karar, iki amaç gütmektedir. Birincisi; Ankara’ya ders vermek, daha doğrusu Erdoğan’a “sınırlarını aşmaması” hususunda gözdağı vermektir. Putin, bu şekilde bölge çapında hegemonik bir varlık olan Rusya’nın Suriye’deki patronajının ve kırmızı çizgilerinin Ankara tarafından kabulünü istemiştir. İkincisi; AKP iktidarına şöyle kesin bir uyarı yapılıyor: “İdlib’e büyük bir askeri yığınak yaptınız, ancak bu gücü Moskova’nın müsaadesi dışındaki hiçbir hedefe karşı kullanamazsınız. Bu uyarımızı dikkate almazsanız bedel ödersiniz!..”
(U.D.): Bu çok çarpıcı ve ciddiyetle değerlendirilmesi gereken bir iddia…
(Ş.E.): Ankara’nın, koronavirüs salgınının askerimize yönelik tehdidini de göz önüne alarak caydırıcılık etkisini kaybetmiş olan bu büyük askeri gücü, artık geri çekmesi lazım…
(U.D.): TSK’nın Suriye ordusuna karşı misilleme harekâtıyla Kremlin’deki protokoler saygısızlık olayını nasıl değerlendiriyorsunuz?
CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN’A KREMLİN SARAYI’NDA YAPILAN BÜYÜK TERBİYESİZLİKTİR
(Ş.E.): Putin, Türk kamuoyunun öfkesini hafifletmek için bir ara TSK ile Suriye ordusunu baş başa bırakmayı yeğledi… Mehmetçik kısa sürede Suriye ordusunu hallaç pamuğu gibi atıp perişan etti. Suriye’ye yönelik politikamızın iler tutar bir yönü olmamasına rağmen, ordumuzun yaşadığı tüm travmalara karşın efsanevi disiplinini ve vurucu gücünü hala muhafaza ettiğini görmek gurur verici oldu… Kremlin’deki protokoler saygısızlık olayına gelince, bunun devlet TV’sinden yayınlanarak Cumhurbaşkanı’nın küçük düşürülmeye yeltenilmesi, kötü niyet nişanesi ve büyük terbiyesizliktir. Mesela, Beştepe’deki bir merasim sırasında yabancı bir devlet adamına karşı yapılabilecek saygısızlığın Erdoğan’ın talimatı olmadan TRT’de haber olarak yayınlanması mümkün müdür? Bu nedenle Kremlin’deki bu seviyesiz hareketin Putin’in onayı olmadan kurgulandığını iddia etmek de inandırıcı değildir.
(U.D.): Bu gelişmeler Rusya ile ikili ilişkilerimizi nasıl etkiler?
(Ş.E.): Cumhurbaşkanı, bu olayların Rusya ile ikili ilişkilerimizi etkilememesi gerektiğini söylese de askerimize yapılan hainlik ve kalleşlik ile Türkiye Cumhurbaşkanı’na reva görülen saygısızlık, Türk kamuoyunun ve ordusunun bundan böyle Rusya’ya güvenilir bir ortak olarak bakmasını zorlaştıracaktır. Esasen, dış politikalarında -Suriye’de bazı belirli alanlar dışında- birbirine rakip veya çatışan öncelikler izleyen Türkiye ile Rusya ilişkilerinin stratejik ortaklık olarak nitelenmesi hatalıydı. Zira bu ilişkiler temelde “işlemsel” ve “alım-satımsal” bir nitelik yansıtmaktadır. Bu içerikte de devam etmesi iki tarafın yararınadır.
(U.D.): Peki, şimdi Ankara ile Moskova arasındaki gerilim sırasında NATO müttefikimiz ABD’nin sergilediği tutuma gelelim…
ABD TÜRKİYE İLE RUSYA’YI ÇATIŞTIRMAK İÇİN KIŞKIRTICI POLİTİKA İZLEDİ
(Ş.E.): ABD, AKP iktidarının tutumunu öven ve destekleyen sahte bir söylemle krizi körüklemeyi ve Türkiye ile Rusya’yı çatışma rotasına sokmayı hedefleyen kışkırtıcı bir politika izledi. ABD Dışişleri Bakanı Pompeo’nun güya Türkiye’ye destek vermek amacıyla yaptığı boş vaatlerle dolu açıklamalar, inandırıcılıktan, samimiyetten ve güven verici olmaktan uzaktı. ABD’nin, S-400’lerin aktive edilmeyeceği garantisini almadan ne Patriot’ların Türkiye’de konuşlandırılmasına izin vereceği, ne de Türkiye’ye CAATSA yaptırımlarını uygulamaktan vazgeçeceği bir kere daha ortaya çıktı.
(U.D.): Anladığım kadarıyla Moskova şimdi Ankara’yı, Ek Protokol gereğince önce M-4 karayolu güzergâhını radikal cihatçılardan temizlemesi için sıkıştırıyor. Bunun arkasından da HTŞ dahil geri kalan cihatçı guruplarını yok etmesi için baskı yapacak.
TÜRKİYE SURİYE TOPRAKLARINDA 10 KİLOMETRE DERİNLİĞİNDE TAMPON BÖLGE OLUŞTURMALI
(Ş.E.): Eğer Ankara Moskova’ya biat etmez ve bu baskılara direnir ise, bu sefer Suriye ordusu Rusya’nın hava desteğiyle cihatçılara karşı temizlik harekâtına başlayarak Türkiye sınırlarına doğru yeni bir göç dalgasını tetikleyecektir… Putin Türkiye’ye böyle bir ikilem dayatıyor. Bundan kurtuluş yolunu SÖZCÜ’de yayımlanan son röportajımızda (26 Şubat 2020) özetle şöyle belirtmiştim. Türkiye, aralarına cihatçıların da karışacağı kitlesel sığınmacı göçüne set çekmek ve etkin bir sınır güvenliği sağlamak amacıyla İdlib-Suriye sınırları boyunca Suriye topraklarında 10 km. derinliğinde bir tampon bölge oluşturmalı ve İdlib’deki 12 gözetleme noktasını tampon bölgenin Suriye sınırları boyunca bariyerlerle birlikte konuşlandırmalıdır. Diğer taraftan Cumhurbaşkanı’nın açıklamalarından, İdlib’de M-4 karayolunun kuzeyinde ve M-5 karayolunun batısındaki coğrafyada sığınmacıları ve muhalif grupları barındırmak için bir güvenli bölge kurma tasavvuru olduğu anlaşılıyor. İlginç olan, HTŞ lideri Abu Muhammet al-Julani’nin de bu alanın Türkiye’nin vesayeti altında bir güvenli bölge statüsünü kazanmasını ve kendisinin başında olacağı bir İslami emirlik kurulmasını istemesidir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın projesi Türkiye’nin güvenliği açısından son derece tehlikelidir. Çünkü, El Kaide uzantısı tüm radikal cihatçıları aileleriyle birlikte mıknatıs gibi kendine çekecek ve burayı ülkemizin güneyinde ikinci bir Peşaver’e dönüştürecektir.