Demokrasinin esası olan kuvvetler ayrılığı prensibini kişileştirmiştir.
Bu yapı onun karar vericiliğinin sürekli kurumsallığını temsil ediyor…
*
Üstelik hemen herkesle çelişiyor.
Yalnızlaşması, Batıcılık-Lâiklik ile Osmanlıcılık-İslamcılık arasındaki nüanslardan kaynaklanıyor.
Bu öyle bir ideolojidir ki;
Tanrı adına zorbalığa, vatandaşlık adına kula biata ve nihayet sadece sağa-sola afralı tafralı babalanmalara dayanıyor.
*
Bu kimliği ile Ortadoğu, Doğu Akdeniz, Balkanlara, Afrika, Asya hatta Antartika’ya nizam vermeye yelteniyor.
Ne ABD’nin ne Rusya’nın ne AB’nin ne de Katar’ın Türkiye’yi kaybetmeyi göze alamayacağı varsayımıyla,
Birden fazla bölgesel cephede savaşıyor…
Dünyanın sabrını deniyor.
Olsun! Türkiye Devletinin kurumsallığını “sarayında bir başına” kişiliğinde temsil ediyor!
*
12 Nisan 2019’da, bir müneccim edasında mı yoksa rutin bir görev icabıyla mı, bilinmez!
2019/5 sayılı Cumhurbaşkanlığı Genelgesi’ni yayınladı.
“Virüslerin genetik yapısında meydana gelen değişikliklere bağlı, yeni tipte bir influenza virüsü ortaya çıkabilmekte ve insandan insana kolayca geçiş yapabilmektedir.
Bu pandemi (küresel salgın) döneminde herhangi bir aksaklığa yol açmamak için gerekli tedbirler alınacak ve ‘Pandemik İnfluenza Ulusla Hazırlık Planı’ (..) ile Sağlık Bakanlığı teşkilatlarında her türlü destek bütün kamu kurumlarınca ivedilikle sağlanacaktır” dedi.
*
Liderlerin çoğu gibi Erdoğan’da, pandeminin yarattığı türden küresel bir kriz ve beraberinde yaşanan ekonomik düşüşle hiç karşılaşmadı.
Bu yüzden sağlık sistemindeki aksamalar ve ölümler öngörülemedi.
Ama bir liderin her dönemdeki mücadelesi ve başarısı;
Belirsizlik karşısındaki tutumu: Sağlık sistemlerinin yapısı ve pratikliği: Güvenilir olup olmadıkları gibi faktörlere bağlıydı!..
Genelgesine rağmen bir daha, bir daha, bir daha atladı…
*
Bugün COVID-19 Türkiye’yi de tehdit ediyor.
Gecikme bir yana bu tehdite başarılı bir yanıt;
Bilim ve uygun entelektüel temellerin yanı sıra kolektif cesaret gerektiriyor.
*
Buna eşdeğer somut ve ölçülebilir gereksinimleri karşılamadan önce,
Türkiye politikasında her kurumsallığın geçici değişikliklerden çok daha fazlasına ihtiyaç olduğu biliniyor.
Çünkü siyasi alan aşağıda daha anlamlı olanın sadece bir yansımasıdır.
Bu yüzden en önemli şey;
Hesaplanabilir özel çıkarların dar faydası için sıfır toplamlı bir arama yerine,
Tüm yönetimin en iyi olanı arama isteğinin altında yatan insanî isteklilik olmalıydı!.
*
Ama Türkiye bu temel dersi, ne siyaset alanında ne de toplumun büyük bir kısmında henüz öğrenememiştir.
Şimdiden bir kısım seçmen “değişim” ve “ilerleme” istiyor.
Ancak cesur ve düşünen bir seçmen kitlesi çoğalmadan bu egzersiz;
Türkiye’yi özellikle de felç edici koronavirüs salgını ortasında ve sonrasında,
Erdoğan gibi tüm değerleri aşındırıcı ve tehlikeli bir cumhurbaşkanından kurtulma yükümlülüğünü geçersiz hale getirecektir!
*
Çünkü öncelikle bireysel insan noktasında birincil değişiklikler gerekiyor.
Alman filozof Karl Jaspers, “Boşluğun bilincinde olan bir adam siyasi alanda kendine inanır” diyor…
Nitekim o kadar sahte ve ahmakça bir toplumda yaşanılıyor ki,
İşte birlikte gördük ki, bu ülkede coronavirüs salgına dönüşmeden önce bunalım duymanın bile kredibilitesi olmadı!.
Birçok kişi coronavirüse hoşgörü gösterdi.
Virüs salgına dönüşünce bile işbirliği ve birlikte yaşamanın zorunlu zahmetleri için çok az sabır gösteriliyor…
*
Acınacak yetersiz kızgınlıkta yalnız kitleler üzerinde,
Siyaset alanında ülkenin en zayıflatıcı özelliğini gizlemeye çalışan,
Düşünme ve ilkel entelektüel cesaret göstermeye karşılık gelen bir isteksizlik;
Gerçeğin hiçbirini bilmek istemeyenlerde yaygın bir felsefe oluşturmuştur.
Aklın muhalifleri arasında böylesi felsefi olmayan bir ruh;
Gerçeğe düşman ve yabancı olan “hakikat sapkınlıklarını” güçlendirmiş bulunuyor…
*
Bu deforme edici ruhun itaatkâr destekçileri;
Yardımcılar, bakanlar, birçok savcı ve yargıç, hazine sorumluları ve diğerleri için korkaklık normal bir yaşam biçimi haline gelmiştir.
Çirkin bir çıplak sultanın yanında korkaklığından hâlâ utanmadan duranlar,
Şimdi COVİD-19 pandemisinin ortasında hesaplanamaz sosyal ve tıbbî zararlar üretiyor…
*
Uygun entelektüel temellerin yanı sıra kolektif cesaretten yoksun olan insanlar,
Kollektif başarısızlıklarının şaşırtıcı genişliğine şaşırmamalıdır.
Uzun yıllar boyunca, zenginliğin ve başarının baştan çıkarıcı gereklilikleri;
Birçok insanın hatta toplumun büyük bir kesimi için temel haline gelmiş,
Düşünmeye istekli bireyler “Zillet” addedilmiş ve genellikle hayali bir tarihin kalıntıları haline getirilmiştir…
*
Şüphesiz, bazıları sorgulamalıdır.
Modern insanın benliği, aptalca bir eğitim, geniş kapsamlı tatsız kültürel kalıplar,
Şaşırtıcı derecede yaygın bir müstehcenlik ve gösterimi ile kuşatılmıştır.
*
Herkesin bir kurtuluş için insana yaraşır bir isteklilikte;
Entellektüel temeller ve kollektif cesaretle düşünmeyi destekleyen bireysel bir insanlık olduğunu öğrenmesi gerekiyor.
Ancak bu taktirde zavallı bir ülkeyi kurtarmak için umut verici bir başlangıç sağlanabilir.
*
Ooo, affedersiniz efendim! Erdoğan konuşuyor;
“Devlet ile vatandaşları arasındaki siyasi, ekonomik ve sosyal ilişkilerin yeniden tanımlanacağı bir döneme giriyoruz.
Bu yeni dönemde, tüm dünyada bizim 17 yıldır dilimizden düşürmediğimiz ‘İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın’ ilkesi,
Her ülkede yönetim sisteminin merkezine yerleşecektir”diyor!
‘Bak sen!’ deyip, televizyonu kapatıyor, sesini kesiyorum.
Ama aynı anda kendimi kutlamamın ve kendime şarkı söylememin bir anlamı olmadığı anlıyorum.
7. 4. 2020
Yazıları posta kutunda oku