Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, corona virüs Bilim Kurulu Toplantısı’nın
ardından açıklamalarda bulundu. Bakan Koca illere göre vaka sayısını
ilk kez açıkladı. Buna göre Isparta’da 268 vaka bulunuyor. Isparta,
pozitif vaka sayısının en fazla olduğu 6. İl olarak kayıtlara geçti.
Isparta’nın vaka sayısının fazla olmasının nedeninin ise karantina
altındaki umreciler olduğu belirtildi.
Yetkililerden alınan bilgilere göre 268 vakanın içinden 245 vakanın
Isparta’da karantina altına alınan umreciler olduğu öğrenildi.
Metin Hasirci <metinha…@gmail.com>
<><><><><><><><><><>>>><><>><><><><><><>
Tuncay Erciyes (tuncayerciyes@gmail.com)
|
|
<><>><><><><><>><><><>><><><><><<>><>>><
Virüs, kapitalizm, faşizm, yaşizm – 3
Ayrıcalıklı sınıflar daha fazla yiyebilsin, yediğiyle acıkan kapitalistler daha fazla tüketebilsin diye yaşlılar sistem dışına, yahut Narayama’da olduğu gibi dağ başında, korona virüsünün pençesine terk edilmek üzere. Böylece aşının bulunmasını bekleyerek zaman kaybedilmeyecek, sürü bağışıklığı sağlanacak, “dayanıklı” genç işçi-köleler fabrikaları dolduracak, kapitalist çark durmaksızın dönebilecek.Sağlık Bakanı’nın, virüs vak’alarına ilişkin istatistikler paylaşırken, ölenlerin şehrini sır gibi saklayıp yaşlarına ısrarla vurgu yapmasıyla, daha sonra İçişleri Bakanlığı’nın 65 yaş üstü yurttaşlara sokağa çıkma “sınırlandırması” getirmesiyle, yaşlılara yönelik saldırganlık bir nevi meşrulaştı ve korona virüsü ile “yaşistlerin” ittifakı hızla sokağa taşındı.
Sokak serserileri yaşlıların önünü kesip tehditler savuruyor. “Bu seferlik seni affediyoruz” denilerek korkutulan, kafasına kolonya dökülüp alay edilen, binmesine müsaade edilmediği için toplu taşıma aracının önüne yatan, sadece yaşlı olduğu için bir polisin sözlü şiddetine maruz kalan, dışlanan, horlanan, virüsün hedefiyken kaynağı olarak lanse edilmeye çalışılan yaşlılar sadece hastalıktan, “yaşist” politikalardan ve bahse konu saldırganlıktan korktukları için içeride.
Bu iş üç-beş sokak serserisinin, “terbiyesizin” veya İçişleri Bakanı’nın ifade ettiğinin aksine “etkileşim hastasının” işi değil.
Bu, yeryüzü kaynaklarının paylaşımı mücadelesinde, sınıflar arası savaşın ötesinde, artık yaşlar arası bir gerilim noktasının da yeni halkası. Bu anlamda yaşizmi, kapitalizmin bir virüsü olarak okumak mümkün. Türkiye örneğinde ise durum biraz daha ilkel saldırganlığı andırıyor. Meseleyi idrak edecek tefekkür yeteneğinden yoksun, “devletine-milletine bağlı” güruh, dün Çinli sandıkları herhangi bir uzak Asyalıya, bir mülteciye, bir Kürde, bir “vatan hainine” yaptığını şimdi dedelerine yapıyor.
Elbette iktidarın vak’a sayılarını aktarırken ısrarla yaşlıları vurgularken aslında hitap ettiği “kod” bu değil. Başka.
YAŞLILARI ÖLÜME TERK: NARAYAMA TÜRKÜSÜ
Yaşizmin tarihsel bir arkaplanı var. Mazisi nereye kadar uzanıyor, bilemiyoruz. Fakat 19. yüzyıl Japonya’sındaki Ubasuteyama geleneği fikir verici olabilir. Shichirô Fukazawa’nın 1956 yılında yazdığı Narayama isimli romanı, daha sonra 1958 ve 1983 yılında iki ayrı filmin konusu oldu. Bizler daha çok Keisuke Kinoshita’nın yönettiği 1983 yapımı “Narayama Türküsü” filmini biliyoruz. Kıtlığın hâkim olduğu 19. yüzyıl Japonya’sının uzak bir dağ köyünde geçen hikâyede insanlar 70 yaşına geldiklerinde, aileye daha fazla yük olmamaları için yüksek bir dağın tepesine götürülüp ölüme terk edilirler. Yaşlıların çoğu bu kadere razı olmak durumundalar, zira gençliklerinde kendileri de anne-babalarını götürüp o dağa bırakmışlardır. Kaderine razı olmayan yaşlıların elden ayaktan düşmediklerini kanıtlamak için “gençlik rolü” oynamaları da sonucu değiştirmez. Zira kıt kaynaklardan dolayı nüfus sabit tutulmalıdır!
Peki halihazırda dünya, Narayama Türküsü’ndeki gibi, gerçekten de yaşlıları sırtında taşımayacak kadar kıt kaynaklara mı sahip?
Bu soruya “evet” yanıtı verenler, kapitalizmden ve dolayısıyla korona virüsünden yana saf tutmuş sayılır. Zira dünyanın kıt kaynakları, insanları doyurmaya fazlasıyla yetiyor. Fakat ayrıcalıklı sınıflar daha fazla yiyebilsin, yediğiyle acıkan kapitalistler daha fazla tüketebilsin diye yaşlılar sistem dışına, yahut Narayama’da olduğu gibi dağ başında, korona virüsünün pençesine terk edilmek üzere.
Böylece aşının bulunmasını bekleyerek zaman kaybedilmeyecek, sürü bağışıklığı sağlanacak, “dayanıklı” genç işçi-köleler fabrikaları dolduracak, kapitalist çark durmaksızın dönebilecek.
Bu sene Parazit filmiyle Oscar alan Güney Koreli yönetmen Bong Joon-ho’nun 2013 yapımı Snowpiercer filmindeki tren gibi… Filmde, dünya buzul çağına dönmüş, hayatta kalan insanlar ise Snowpiercer adında, “olağanüstü tasarımlı” ve hiç durmayan bir trende yaşıyorlar. Fakat katı eşitsiz koşullarda! Film, trenin en arka kompartımanında yaşayan yoksulların, insani şartlarda yaşamak için öne doğru gidiş mücadelesini, bu esnada acımasızca katledilişlerini ve ilerledikçe gördükleri olağanüstü şatafatı, ayrıcalığı anlatıyor.
Alttakiler, daha doğrusu arkadakiler, ileriye gitmelerinin her şeyi mahvedeceğine inandırılmak isteniyor. “Yaşıyorsunuz işte, daha ne istiyorsunuz?”
Yarın devam edeceğiz…
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Virüs, kapitalizm, faşizm, yaşizm-4
Her halükarda korona virüsü vesilesiyle milyarlarca insanın içine düştüğü mevcut korku ve kaygı, tek tek devletleri değil, muhtemelen tüm dünya sistemini geri dönülmez bir biçimde etkileyecek, hatta belki de yeniden belirleyecek, düzenleyecek. Bu açıdan bakıldığında korona virüsü sadece bir vesile.
Virüs, kapitalizm, faşizm, yaşizm-2
Birinci Dünya Savaşı sonrası yaşanan toplumsal kaygı üzerinden yükselen, daha doğrusu Almanlar tarafından yükseltilen Adolf Hitler’in, şu günlerde korona virüsünün yaptığıyla da örtüşen bir vahşet politikası vardı.
Virüs, kapitalizm, faşizm, yaşizm-1
Virüsün beraberinde getirdiği “ayrım”, sistemlere, toplumsala değdiği zaman da muhtemelen şimdiye kadar eşi-benzeri görülmemiş genişlikte, küresellikte bir yaşlı ayrımcılığına kapı aralıyor. Dünya genelinde, virüse karşı savaşta yaşlıların gözden çıkarılmasına varan çeşitli uygulamalara, Türkçede karşılığı olmadığı için izninizle “yaşizm” diyeceğim.
Evren Balta: Korona virüsü bize bir ayna tutuyor
Özyeğin Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi Doç. Dr. Evren Balta’ya göre korona virüsü, her doğal felaketin yaptığını yaparak bize, içinde bulunduğumuz sistemin kör noktalarına, eşitsizliğe, adaletsizliğe ayna tutuyor. Balta’ya göre tıpkı 1300’lerde Avrupa’yı kasıp kavuran kara veba gibi, korona virüsü salgınından sonra da dünya, özellikle de insan odaklı olmayan küreselleşme, vahşi kapitalizmin işleyişi eskisi gibi olmayacak. Fakat yeni dünya düzeninin iyi olup olmadığını ise virüs değil, mücadele belirleyecek.
Emrah Altındiş: Türkiye, İtalya yolunda…
Boston College Biyoloji bölümünde çalışan, Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi Emrah Altındiş’e göre Türkiye, Güney Kore’nin değil, İtalya’nın yolunda ve şehirlerimize büyük bir tsunami yaklaşıyor! Altındiş’e göre korona virüsü açısından avantaj, insanlık için dezavantaj olan şey, öldürücülüğünün sınırlı olması. Zira bu nedenle virüsü kapanların önemli bir kısmı ağır semptomlar geçirmediği için tespit edilemiyor ve bu süreçte risk grubundakilere hastalığı bulaştırmaya devam ediyor. Altındiş’e göre virüse karşı savaşta belirleyici olan, herkesin bu hastalığı kapmış gibi davranarak risk grubundaki bireyleri korumaya çalışması… Yani çözüm, herkesin bir başkasını kendisinden, kendisini de bir başkasından korumaya çalışması.
Sami Selçuk: Yargıçların ülkeyi kurtarma görevleri yok
Yargıtay eski başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk’a göre siyasal iktidarın yargı kararları konusunda beyanat vermesiyle beraber hukuktan bahsetmek gülünç, hatta saçmalık. Türkiye’nin Batı’dan kanun alırken hukuku almadığını söyleyen Selçuk, dünyada en fazla adli hatanın Türkiye’de yapıldığını söylüyor. Selçuk’a göre yargıç, iktidara, basına, kamuoyuna, diğer yargıçlara ve hatta kendisine karşı bağımsız olmadığı sürece adaletin tesis edilmesi mümkün değil.
Türkiye’nin ana muhalefeti kadın hareketi
İktidarın faşizmin en sert veçhesini topluma dayattığı dönemlerde bile, meşruiyet duygusunu örseleyemediği, sokaktan çıkarıp eve sokamadığı tek bir muhalefet gücü var: Feminist hareket. Yoğun baskılar yüzünden diline kilit vuranlar, utangaç muhalefetle fırtınayı bilâbedel atlatmayı umanlar, pekâlâ yarına ertelenebilecek ihtilafları bahane ederek ittifaklaşmaktan geri duranlar feministlere, kadın hareketine bakmalı.
Mehmet Ali Ağaoğulları: Hepimiz tiranın suç ortağıyız
Siyasal düşünceler tarihi konusunda Türkiye’nin en önemli akademisyen ve düşünürlerinden olan Prof. Dr. Mehmet Ali Ağaoğulları’na göre suç işleyen bir iktidarı onaylayan, gönüllü kullukta ısrar eden, siyasal iktidara, devlete, “BİR’e veya tirana biat eden insanlar, iktidarın suçlarına ortaktır. 16. yüzyılın en sarsıcı düşünürlerinden Étienne de La Boétie’nin Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev’ini Türkçeye kazandırmış olan Ağaoğulları’na göre siyasal iktidarın ortaya çıkmasıyla birlikte insan özgürlüğü yitirmiştir ve bunu geri kazanması için öncelikle gönüllü kulluktan vazgeçmesi gerekir. Ama bu çok zordur. Zira, başkasına zincir vurabilmemiz için, kendimize zincir vurulmasını kabulleniriz.
AKP yarına zehirli tohumlar döküyor
AKP’nin mülteci hamlesi, İdlip’te yaşananlar karşısında gösterilen bir refleks değil, uzun bir süredir üzerinde düşünülen ve geleceğin politik sigortası olarak tasarlanan bir projenin ilk somut adımıydı. Mülteci düşmanlığıyla görünür olan yeni ırkçı dalganın yakın gelecekte Türkiye siyasetini, siyasi partilerin program ve politikalarını kökten belirleyecek düzeye yükselme potansiyeli taşıdığını görmemek için en azından siyaset ve sosyolojiden bihaber olmak gerekir.
Bir yanıt yazın