03 Nisan 2020 Cuma
3 Nisan 2009 cuma günü Hürriyet gazetesinde yayımlanan bir yazımı buzdolabından çıkarıp sofraya koyuyorum. 5 Nisan Pazar günü yayımlanacak olan yazım için “giriş” tadımlığı ola.
Kastilyalı Marga Clark ile Ülker bizi lokantadan sepetlediler. Tanbey ile tıbbi görüşmeler yapacaklar. Yunan şair Titos Patrikios, Katalan şair Valenti Gomez i Oliver ile beni otel içindeki bir başka lokantaya götürdü. Bize bira ısmarlayacak.
Karşımızda kocaman bir televizyon ekranı. Maç naklen yayını. Maç anlatıcısı dış sesle (yani görüntüye çıkmadan) Bismillâh-ir-Rahmân-ir-Râhîm diye sıkı bir besmele çekerek anlatmaya koyuldu. İki gayri müslim şair bana maç ile besmelenin ne ilişkisi var diye sordular.
(Bizim televizyonlar için işte yeni bir laf değirmeni:
Bizde maçlar İslama uygun olarak anlatılıyor mu?)
Ben bu ilişkiyi tam anlatmaya başlamıştım ki başımın hizasında bir kadın sesi “Türk şair siz misiniz” diye sordu ve sonra ekledi: “Altıncı katta özel bir kutlama var, (falanca) sizi katılmaya davet ediyor” dedi. İki şaire sordum. Olur, dediler. Bunun üzerine güzel gözlü genç kıza “Olur ama bizim hanımlara haber vermemiz gerek” diye açıklamada bulundum.
Genç kız, “Kadınlardan izin almanız mı gerekiyor” diye sordu.
“Kadınların nerede, ne yaptığımızı bilmeye hakları var!” dedim.
Bugün 3 Nisan! 1930 yılında Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı kadınlara yerel seçimlerde seçme seçilme hakkının tanındığı gün! Kutlu olsun! Ve kutlu olmasın!
Peki, 29 Mart 2009 yerel yönetim seçimlerinin sonuçlarına göre Türkiye kadınlarının böyle bir günü kutlamaya hakları var mı, bizim kutlamaya hakkımız var mı? Yok!
Kadınlarımız yıl boyu Dünya Kadınlar Günü’nü, Sevgililer Günü’nü, Anneler Günü’nü, Babalar Günü’nü, Noel’i, Ramazan ve Kurban bayramlarını sevimli ve sevimsiz bir hamaratlıkla kutlamakta!.. Ama kendisine uygar kadın haklarını veren Cumhuriyetin en önemli günlerini unutmakta:
Kadınlarımızın Medeni Kanun’u kutladığı, Kadınlara Seçme ve Seçilme Hakkı’nın verildiği 3 Nisan’ı (1930) kutladığı hiç görülmedi.
Müslüman dünyanın kadınları çağdaş özgürlüklerini kazanmak için Kuran’da, hadiste, erkek saltanatında bir sığınak arıyor. Oysa ne Kuran’da, ne hadiste ne de erkek saltanatında kadına özgürlük verecek bir sığınak var! Böyle bir umut olmadığını deneye deneye öğrenemedi Müslüman dünyanın kadınları. Dinsel kaynaklar, özgürlükler yolunda dünya Müslüman kadınlarının derdine deva olamıyor. Oysa önlerinde Türkiye örneği var. Dinsel kaynaklar engel çıkarıyorsa, gelenek ve görenekler fırsat vermiyorsa, kadının aklı ermiyorsa, gerekeni aydın devlet yapacak ve kadınları özgürleştirecek.
Müslüman dünya kadınları belki biliyorlar ama özgürlük, eşitlik ve kardeşlik kaynağının laik düzende olduğunu açıkça söyleyemiyorlar. Müslüman dünyanın kadını laikliği ağzına aldığı an ailenin, kabilenin, aşiretin, cemaatin, tarikatın erkekleri (kocası, babası, erkek kardeşleri) tarafından falakaya yatırılır. Müslüman Kardeşler yüzüne jilet atar, Taliban kezzap döker.
Siz Londra, Paris, Roma, ABD üniversitelerinde öğretim üyesi olarak çalışan özgürlükçü, feminist Müslüman kadınların yazdıklarına bakmayın, ülkelerine döndükleri an Batı’da kazandıkları bütün ayrıcalıkları yitirirler. Annelerine, nenelerine dönüşürler! Onların borusu sadece oriyantalist Batı’da öter!
Ey Türkiye kadınları, elinizde bütün Müslüman dünya kadınlarının hayranlıkla seyrettiği bir som altın boru var! Kalk borusunu çalmayı ne zaman öğreneceksiniz? Öğrenmezseniz sonunuz çok yakın: Sudan, Mısır, Afganistan, İran, Pakistan kadınlarının yanı!”
Özdemir İnce