29 Mart 03:00
Cem Gürdeniz
Kovid-19 salgını sadece fay hatlarını kıran bir deprem değil, dünyayı her yönü ile değiştirecek tsunamiler, artçı depremler ve artçı şoklar yaratan; yaratmaya devam eden ve uzun süre yaratacak bir devrimin ta kendisi oldu. Halen yaşananları ve kısa sürede yarattığı sonuçları barutsuz bir dünya savaşına benzetebiliriz. Savaşlar devletlerin milli güçlerinin er meydanıdır. Halkın savaş azim iradesi ile beslenen milli güç faktörleri savaşın sonucunu belirler. Alman Şansölyesi ne diyor? “İkinci Dünya Savaşından bu yana gördüğümüz en büyük meydan okuma!” Evet bu meydan okuma, doğa ile insan arasında. Şu an için kazananı doğa. Ancak bu savaş, diğer yandan salgını kontrol altına alma ve salgının sonuçları ile her boyutta mücadele konusunda devletlerin yetenek ve olanak envanterini; halkın disiplinini; devletin örgütleme ve müdahale becerisini; seçilmiş alanlarda yaratıcılık ve üretim kapasitesini kısacası gerçek bir savaş ortamına yakın şartlarda her devletin milli gücünü test etti.
VİRÜS DOĞAYI KORUYAN DURUMDA
İnsanoğlunu evinden çıkarmayan bir virüs, erişim ve yerleşimde sınır tanımadan kendini doğanın koruyucusu ilan etti. Küresel, bölgesel ve neredeyse ülkesel ulaşım yarı yarıya azaldı. Karbondioksit salınımı ile başta plastikler olmak üzere katı ve sıvı atıklar azaldı. İnsan hareketlerini durma noktasına getirirken, tüketim çılgınlığına son verdi. Serveti olanlar için bu gücün bir anlamı olmadığını ispat etti. Herkesi eşitledi.
DEĞİŞİM KAÇINILMAZ
Artık insan hayatını ve faaliyetini ilgilendiren ve akla gelen hemen hemen her alanda alışılagelmiş paradigmalar, doktrin ve kavramlar yeniden gözden geçirilecek. Eski kalıplara, düşünce pratiklerine, stratejik şablonlara sadık kalanlar yeni dönemin yakıcı sorunlarına cevap vermekte zorlanacak. Zira yeni dönemin belirleyici parametrelerine tarihin ve doğanın durdurulmaz akışı karar veriyor. İnsanoğlu teknolojide ne kadar ileri gitse de doğanın yaratıcı ve yıkıcı gücü karşısında durmak zorunda kalıyor.
DENGE MUTLAKA SAĞLANACAK
Ancak tarihin gösterdiği gerçek de ortada. İnsanlık yıllarca da sürse savaş ve salgınları her koşulda, büyük bedellerle de olsa atlatmış. Daha doğrusu homeostasis yani denge her koşulda sağlanmış. Şüphesiz Kovid-19 krizi de aşılacaktır. Devletler bu aşamada sadece Kovid-19 krizini yönetmeye değil aynı zamanda Kovid-19 sonrası dönemin jeopolitik, ekonomik, teknolojik, sosyolojik, kültürel ve demografik yeni şekillendirmelerine de hazırlık yapıyorlar. Bu zaten devlet olmanın gereğidir. Tüm devletlerin şu an için birinci önceliği hastalığın yayılmasını önlerken, ölüm sayısını asgariye çekmektir. Diğer yandan sosyal patlamaları önleyecek ve mevcut rejimlerini sürdürecek şekilde ekonomik çarkları eski ayarına oturtmak aynı derecede önemlidir. Burada aynen bir savaşta olduğu gibi gıda, su ve enerji güvenliği ile emekçi kitlelerin finansal güvenliği şüphesiz öncelik alacaktır.
JEOPOLİTİK MÜCADELE DURMAZ
Ancak tüm bunlar yaşanırken jeopolitik mücadele de devam edecektir. Hiç bir ülke salgın var diye başta egemenlik sorunları olmak üzere jeopolitik çekim alanlarından uzaklaşmayacaktır. Dünyada güç ve çıkar mücadelesi bitmeyeceğine göre, devletler bugün yaşanan salgın hastalık ya da biyolojik savaş örneğini jeopolitik alanda mücadele yeteneklerini geliştirme maksadıyla kullanacaktır. Örneğin salgının gündeme oturduğu; devletin çöken hizmet sektörü nedeniyle piyasaya 2 trilyon dolar sürmeye giriştiği; Başkanın Milli Muhafızları görevlendirme yetkisini kullandığı; 1929 krizinden daha büyük bir krizle karşılaşıldığı bir ortamda ABD yönetimi Arap Denizinde bulunan iki uçak gemisi grubu ile İran’a baskı yapmaya devam ediyor. Avrupa’nın güvenliği için var edilmiş NATO, Avrupa’nın her yönü ile iflas ettiği bugünkü konjonktürün her türlü olumsuzluk ve salgının büyüme riskine; pek çok Avrupa ülkesinde sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş olmasına rağmen Defender EUROPE 20 Tatbikatından vaz geçmiyor. Demek ki, jeopolitik öncelikler rota değiştirmiyor.
BÖLGESEL JEOPOLİTİK
Kovid-19’un gündemimize girdiği Aralık 2019 sonrası yaşananlar yeni jeopolitik dönemin ip uçlarını şimdiden ortaya çıkarıyor. Çok kutuplu, Asya yüzyılının öne çıktığı bir dönemde Pandeminin başta Çin, Güney Kore, Japonya gibi Asya ülkelerinde en az hasarla atlatılmış olmasından ABD, AB ve Türkiye’nin dersler çıkarması gerekiyor. Halkçı ve sosyal devletlerin, dijital teknolojiyi bir kuvvet çarpanı olarak kullandığı bir savaştan bahsediyoruz. Bu savaşın galipleri küresel ve bölgesel jeopolitiğin pek çok parametresini etkileyecek potansiyele sahiptir.
KEMALİZM YENİDEN
Şüphesiz neoliberal ekonomik politika uygulayan ülkeler en azından sağlık sektöründe Keynesyan politikalar uygulayan devletler yanında sınıfta kaldılar. Tarihi boyunca her dönemde çok büyük çaplı salgınlardan çok çekmiş, bedel ödemiş olan Çin’in devlet politikası en çok Türkiye’nin ders alması gereken örnekler sunuyor. Zamanında Hıfzıssıhhayı kurmuş, başta tüberküloz, trahoma, frengi ile baş etmiş, milli olanaklarla aşı üretmiş ve zor anlarında aşı göndererek Çin’e yardım etmiş Türkiye, şimdi de Çin’den gelen tıbbi destek ve tavsiyeler ile rota çiziyor. Çin’i başarılı kılan temel devletçi, halkçı ve sosyal devlet prensiplerini karma ekonomi modeli ile uygulayan Çin’in aslında Kemalizm’i uyguladığını söylememiz yanlış olmaz. O zaman Türkiye’nin bu başarılı politikaya geri dönmesi yeni dönemin en acil gereksinimidir. Kamucu, üretici, tüketimde minimalist, laik, halkçı, sosyal, demokratik bir hukuk devleti olarak cumhuriyeti daha yükseğe taşımamız aydınlık geleceğin yegane reçetesidir. Muhafazakar demokrasi söylemiyle 2002’den bu yana iktidarda kalan siyasi parti ile neoliberal Atlantikçi politikaları takip eden ana muhalefet partisinin, yani her ikisinin de Kemalizm’e yani kurucu ideolojiye dönme ve dışarıdan ithal politikaları terk etme zamanı gelmiştir.
DIŞ POLİTİKA VE GÜVENLİK POLİTİKALARINA GELİNCE
Türkiye AB İlişkileri. AB yaşamının en önemli var oluş krizi ile karşı karşıyadır. En ciddi ve yaşamsal bir krizde başta İtalya ve İspanya olmak üzere birlik üyelerine eşgüdüm ve işbirliği içinde yardım edememiştir. Ortak AB hayalinin simgesi olan Şengen fiiliyatta bitmiştir. Türkiye çökme aşamasına gelen bu Birlik ile Covid19 sonrası dönem ilişkilerinde, başta Gümrük Birliği’ni masaya yatırarak, devam edip etmeme konusunda karar vermelidir.
TÜRKİYE – YUNANİSTAN İLİŞKİLERİ
AB’nin çatırdadığı, varoluş nedenini sorgulamaya başladığı; karşılıklı yardım ve dayanışmanın ortadan kalktığı bir konjonktürde Yunanistan’ın geleceğe yönelik yeni bir durum muhakemesi yapması gerekiyor. Şartlar 1922 Eylül’ünden farklı değildir. Yunanistan, Türkiye’nin bölgesel gücü ve üstünlüğünü kabul ederek 1923-1955 arasında yaşanan Türk – Yunan işbirliği ve karşılıklı uyum dönemini yeniden başlatabilir. Arkasında güvenebileceği AB’nin en azından önümüzdeki 3 yıl birlik olarak hareket edemeyeceğini kabul etmek ve Türkiye ile yeni bir başlangıç yapmak zorunda kalacağını düşünmek zorundadır. Pan Helenist, Enosis’ci, Megali İdea soslu hayalperest politikalardan ve sosyo politik iklimden vaz geçme zamanı çoktan gelmiştir. Kovid-19 sonrası dönemde kuruluş dönemi ayarlarına geri dönmekten başka seçeneği kalmayan Türkiye ile bölgesel işbirliğine gitmesi ve özellikle Ege ve D. Akdeniz’de Türk mavi vatanına yönelik egemenlik iddialarından vaz geçmesi gelecek nesillere barış ve huzur getirecektir. Bu rota dışında Türkiye ile güç mücadelesine girerek, mevcut sorunları kriz potansiyeline taşımak, Yunanistan’ın hem kalkınmasını hem refahını, hem de huzurunu olumsuz etkileyecektir.
TÜRKİYE – KIBRIS JEOPOLİTİĞİ
Kovid-19 ada devletlerinin her açıdan stratejik kırılganlık potansiyelini ispat etti. KKTC halkı umarım, Kıbrıs Cumhuriyeti adı altında birleşik federal bir devle çatısı altındayken böylesi bir pandemi ile karşılaşmış olsaydı, kıt tıbbi olanaklar paralelinde kendilerine Rum çoğunluğun hastanelerinde yer bulup bulamayacaklarını sorgulama fırsatı bulmuştur. Yeni dönemde KKTC, Kıbrıs Devletinden tamamen boşanmalı ve Kıbrıs Türk Cumhuriyetini kuracak süreci başlatmalıdır. O nedenle BM çatısı altında yapılacak görüşmeler bu boşanmanın şartlarına yönelik olmalıdır.
DOĞU AKDENİZ POLİTİKASI
Türkiye en kısa zamanda Suriye’de sınır güvenliği, terörle mücadele ve Kukla sözde bir Kürt Devleti’nin kurulmamasına yönelik asgari şartları sağlayacak askeri hedefleri sağlamalı ve bu süreci Astana ve Soçi süreçleri üzerinden Rusya Federasyonu; Adana Mutabakatı üzerinden Suriye Devleti ile yürütmelidir. Kovid-19 sonrası Türkiye’nin İdlib karadeliğinde harcayacak ne fazladan enerjisi ne de önceliği olacaktır. Bu şekilde Suriyeli mültecilerin vatanlarına dönme süreci de hızlandırılabilecektir. Doğu Akdeniz deniz yetki alanlarımızda, Yunanistan, GKRY, İsrail ve Mısır Türkiye aleyhindeki siyasi ve askeri uygulamalarını terk edene kadar mevcut sismik ve sondaj faaliyetlerimiz kuvvet ve gayret ekonomisi göz önünde tutularak devam ettirilmelidir. Libya’daki kuvvetlerimizin acil bir durum karşısında desteklenmesi; gerektiğinde tıbbi tahliye dahil geri çekilmeleri için Batı Akdeniz’de her türlü müdahaleye hazır deniz gücümüzün varlığı devam ettirilmelidir. Bu kapsamda Donanmamızın Kovid-19 krizine en uzak şekilde dinamik, diri ve her an harekata hazır güç olarak tutulması ve desteklenmesi devletin en üst seviye öncelikleri arasında olmalıdır.
KARADENİZ POLİTİKASI
Montreux Sözleşmesinin koruyuculuğu altında Karadeniz’deki deniz güvenliğinin devamı asli politikamız olmalıdır. Bu çerçevede Rusya ile ilişkilerde İdlib tuzağına benzer tuzaklara bir daha düşmeden, dengeli ve karşılıklı işbirliğine dayalı dış politikamız devam ettirilmelidir. Kovid-19 sonrası komşularla yakın ilişkiler ve sınır ötesi yakın ticaret önemini artıracaktır. Karadeniz sahildarlarımız ile bu kapsamda ilişkilerin güçlendirilmesi, Kars-Bakü-Tiflis demiryolu hattı ve kısa mesafe deniz ulaştırması ile geniş Karadeniz bölgesinde ticaretin geliştirilmesi hedeflenmelidir.
İSTANBUL KANALI
ABD ve AB’nin Kovid-19’a karşı en üst seviyede ekonomik tedbirleri, neredeyse askeri tedbirlerle desteklenen acil durum uygulamaları ile desteklediği; dünyanın son yüzyılda gördüğü en ciddi pandeminin ülkemizde can alıcı şekilde yaşandığı bir dönemde, kamuoyunun önemli bölümünün başından bu yana karşı çıktığı İstanbul Kanal projesinde geçen hafta içinde ihaleye çıkıldı. Ulusal birlik ve beraberliğe en üst seviyede ihtiyaç duyulan bir konjonktürde, söz konusu ihale süreci çok ciddi kırılma yaratmıştır. Bu uygulama, tıbbi ve ekonomik cephelerde ciddi bir savaşın devam ettiği ortamda gerek devlet ciddiyeti, gerekse toplumsal mutabakat ideali ile örtüşmemiştir. Olay salt devlet bürokrasisi gereği olarak görülmemelidir. Birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyulan bir dönemde bu karar son derece yanlış olmuştur. Hatadan derhal dönülmesi, devlet itibarı ve inandırıcılığı için elzemdir.
Yazıları posta kutunda oku