PANDEMİ, MÜLTECİ VE GÜVEN

27 Şubat’ta Türkiye ve Suriye çatışması 33 Türk askerinin ölümüyle doruğa ulaştı.
Erdoğan bölgenin kontrolünü kaybetme riskiyle karşı karşıya idi.
Suriye sınırı boyunca  güvenli bir bölge için planını canlandırdı.
Ancak en azından İdlib’te güvenli bölge için Avrupa’nın desteğine ihtiyaç vardı.
Zaten defalarca Avrupa’yı mülteci kapılarını açmakla tehdit ediyordu!

*
28 Şubat’ta, “Kapıları Aç” planı harekete geçirildi.
Binlerce talihsiz göçmen Yunanistan’a yönlendirildi.
Yunan Polisi, 25-27 Şubat’ta Midilli, Sakız ve Sisam adalarındaki  mülteci kamplarında aşırı kalabalıklaşmayı protesto eden bölge sakinleriyle çatıştı.
3 Mart’ta,  Doğu Yunan Ortadoks Kilisesi’nin en önemli bayramlarından biri, 3 günlük Kathari Deftera kutlanıyordu ki;.
Aynı gün binlerce mülteci Yunanistan kapılarına dayandı.

*
Atina, bu eylemi Erdoğan’ın yeni seçilen hükümette bir liderlik krizi oluşturma planı olarak algıladı.
Bu algıya göre Yunanistan siyasi bir kargaşaya kışkırtılıyordu.
Erdoğan mülteci krizini kullanarak Atina’nın  Avrupa’yı istikrarsızlaştırma yeteneğini göstereceği düşünüyordu!

*
Ama Erdoğan’ın taktiği başarısız oldu..
Birincisi . Başbakan K..Mitsotakis, Türkiye’den yasadışı gelen mültecilerin kabul edilmeyeceğini, sınırların korunmasının pekiştirildiğini ilan etmişti.
İkincisi;  Mülteciler, Yunanistan’ın en iyi koruduğu kuzeydoğu kara sınırına gönderilmişti ki, bu bir hataydı.
Üçüncüsü; Koronovirüs salgını  mülteci faaliyetinin  ruh halini ciddi biçimde azaltmıştı….
Ama Erdoğan, bir kez daha hedeflerine ulaşmak için aşırı olsa da her tür önleme başvurma konusundaki şöhretini tazeledi…

*
Çarşamba günü Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), 114 ülkede 118 bin  koronovirüs vakası görüldüğü kaydıyla pandemi (salgın) ilan etti.
Örgüt bir salgını “virüsün dünyaya yayıldığı ve çoğu insanın bağışıklığı olmadığı” bir durum olarak tanımlıyor.
DSÖ Genel Sekreteri T. A.Ghebreyesus “Pandemi, dikkatsizce kullanılacak bir kelime değildir.
Yanlış kullanılırsa, mantıksız korkuya, mücadelenin bittiğine dair haksız kabullenmeye, gereksiz acı ve ölüme yol açan bir kelimedir” dedi.

*
Ancak  dünyada kamu yetkilileri, koronovirüs  tehdidine yanıt verme konusunda ciddi zorluklarla karşı karşıyadır.
Şu anda devletler iki rota izliyor.
Birincisi; virüsle mücadele etmek için ekonomi oluşturmaya,
İkincisi; virüsle mücadelede temel hijyeni teşvik etmeye, yerleşimleri ya da okul gibi halka açık yerleri kapatmaya kadar uzanan önlemlerle,
Virüsün yayılmasını önlemeye çalışıyor….

*
Bu noktada kamu otoritesinin sorunu, her iki rotayı da tam olarak kontrol edememeleridir.
Otokratik ülkelerde, insanlar itaatsizlik ettikleri takdirde sonuçların korkusuyla hükümetleri takip etmek zorunda kalabilirler.,.
Ancak, demokratik ülkelerde hükümetler insanları bu şekilde kontrol edemezler.
Kamu sunulan bilgi ve rehberliğe kulak vermek isteyen vatandaşlara güvenmek zorundadır.
Ama insanlar genellikle önyargılı ve kısmi olduğunu düşündükleri için resmi bilgi ve rehberliğe direnir,
Hükümet yetkililerinin verdiği bilgiler ya da rakamları objektif kabul etmez genellikle gizli gündemleri veya çıkarları yansıttığını düşünürler.

*
Bu yüzden şimdi koronovirüs salgınına karşı hükümetlerin;
Öncelikle halkın nasıl tepki vereceğini, güvenirliklerini şekillendirmede hangi rolü oynayabileceklerini düşünmeleri gerekiyor.

*
Bu noktada ölümcül koronavirüsü yavaşlatmak için insanların doktorlara, sağlık kurumlarına kolayca ulaşabilmesi gereklidir.
Ancak  mülteciler için bu zordur.
Onların ilgili ülkede kalmaları hükümetlere güvenmeyi gerektiren bir durumdur.

*
Halbuki Türkiye’de de koronavirüs yayılırken,
Göç politikasının; mültecileri tıbbi yardım alarak koruyabileceğine yönelik ciddi  endişeler bulunuyor
Çünkü Erdoğan hükümetinin,  göçmenlere inanmaları için çok az neden verdiği,
Zorunlu koşullar dışında sağlık tesislerinin mülteci ve göçmenlere hizmet vermediği düşünülüyor…

*
Bu potansiyel, gerçekten büyük bir halk sağlığı sorunudur.
Göçmen ve mültecilerin karantinalara uyumu için “Tedavi görecek olursan, rapor edilir ve sınır dışı edilirsin” formatından çıkarılmaları gerekiyor.
Gerçek şu ki, dünyada göçmenlik  kurumları bulaşıcı hastalığı olan herkesi tutuklamak ve alıkoymak konusunda isteksizdir.
Tutuklama riski düşük olsa bile göçmen topluluklardaki korku gerçektir.
Genel olarak yönetimlerin göçmenler için yarattığı endişe dolu bu ortam, göçmenlerin öne çıkma olasılığını büyük ölçüde azaltıyor.

*
İşbu arka fonun önünde,; Erdoğan partisinin grup toplantısında gürlüyor!
Yunanistan’ın Türkiye sınırında sığınmacılara yönelik tutumunu Nazi işkencelerine benzetiyor.
Yunanistan’a hitaben “Ya bunlar sende durmayacak ki. Sen de aç kapıyı Batı’nın o zengin memleketlerine!,
Avro zengini, Dolar zengini memleketlerine senin üzerinden gitsinler.
Niye bu kadar engelliyor da bunlara bu Nazi işkencelerini yapıyorsunuz?” diyor!.

*
Devamla, “Kimseyi ülkemizde zorla tutma gibi bir sorumluluğumuz yok.
50 bin civarında sığınmacı Yunanistan sınırına yığıldı.
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve Cenevre Sözleşmesi gereği bu kişilerin Yunanistan’a ve oradan da diledikleri ülkelere geçişlerine müsaade edilmesi gerekiyordu.
Ancak hem uluslararası anlaşmaları hem de insani tüm duyarlılıkları bir kenara bırakan Yunanistan,sığınmacıları şiddet uygulayarak durdurmaya ve geri göndermeye çalıştı.
Göçmenleri iç çamaşırlarına kadar soyup üzerlerindeki tüm paraya, telefonlarına, pasaportlarına el koyduktan sonra döverek geri göndererek insanlık suçu işleyen,
Yunanistan’a maalesef kimse ses çıkarmıyor” diyor!.

*
İçişleri Bakanı S.Soylu ise bir icmal veriyor.
“Türkiye topraklarından ayrılıp Edirne Meriç’ten Yunanistan’a geçen göçmen sayısı 142.175’tir” diyor!
Vay Canına! Bu hükümetin devamlı söylemine benziyor!
Sanki Türkiye’nin Cumhuriyet tarihindeki en iyi  ihracaatına işaret ediyor!
Soylu, Türkiye’de geçici koruma statüsüyle 3 milyon 600 bin Suriyeli yaşadığını söylerken,
Aslında ülkenin her yerinde bu kadar sayıda insanın koronovirüsten azade ama canlı bomba gibi dolandığını vurguluyor!

*
Türkiye’de vatandaşların  politik  sistem ve politik söyleme karşı ciddi  endişesi vardır.
Toplum mevcut siyasi söylemden kaynaklanan tehlikelerle bozunmuş ve kutuplaşmıştır.
En kötüsü politikacıların gerçeğin yanında olduklarına dair görüş tükenmiştir.
Bir ulusal birlik koalisyonundan söz edilemiyor…

*
Koronavirüs sadece vatandaşın ve tıbbi kurumlarının sağlığını etkilemiyor.
Aynı zamanda ülke ekonomisini de mahvediyor.
Bu noktada vatandaşların devam eden güven sorunlarının asla unutulmaması gerekiyor.

*
Bu yüzden şimdi fırsat penceresi kapanmak üzereyken,
Türkiye’nin birlik koalisyonuna yükselmesi,
Dar görüşlü, mazisever İslamcı politikalardan vazgeçerek,
Öncelikle dış politikada “Yurtta Barış, Dünyada Barış” ilkesine dönülmesi,
Ve “İnsan’ın” başüstüne konulması gerekiyor.

*
Hastalığı önlemenin, yaraları iyileştirmek zamanı gelmiştir…

12.3. 2020

 


Yazıları posta kutunda oku


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir