HANGİ KATERİNA?
Hüseyin MÜMTAZ
“Anayasa çalışmaları” yüzünden Moskova’dan ayrılamayan Putin’le, “mahallinde” yapılmak durumunda kalınan görüşmeler; özellikle de Türk heyetinin “Katerina” önünde sıralanıp fotoğraflandığı malûm kare hakkında çok şey/herşey yazıldı.
Öyleyse biz de konuya ters köşeden girelim.
Malûm, “Katerina” deyince aklımıza hemen “Baltacı Mehmet Paşa” gibi akla ziyan konular gelir.
Oysa Katerina’lar muhteliftir!
Ve malûm fotoğraftaki o Katerina, bu Katerina değildir.
1.Çariçe I’nci Katerina. 1724 ile 1727 yılları arasında Rusya imparatoriçesi.
“15 Nisan 1684 tarihinde Letonyalı bir köylü ailesinin kızı olarak Kurşas’ta dünyaya geldi. Doğduğu zamanki ismi Marta Elena Skavronska idi. Asıl adı Marta Skrovnovska olan Çariçe Katerina üç yaşında öksüz kaldı ve Lüterci papaz Johann Ernst Glück tarafından büyütüldü. Ruslar, İsveç ile yaptıkları savaşlar sırasında Katerina’yı esir aldılar ve kimsesiz köylü kızı, Çar Petro’nun danışmanlarından birinin hizmetçiliğini yapmaya başladı. Görevi, danışmanın konağında çamaşırcılıktı. Katerina, bu arada efendisinin konağına sık sık gelen Çar’ın gönlünü çelmeyi başardı, 1703’te Çar’dan bir çocuk dünyaya getirdi ve 1705’te Ortodoks dinine geçti. Ekaterina Aleksiyevna adını aldı. Katerina’nın Prut Savaşı sırasında barışı sağlamak bizzat Osmanlı sadrazamı Baltacı Mehmet Paşa’yla müzakerelere katıldığı ileri sürülmektedir. Prut savaşından sonra 1712 Şubat’ında Çar ile resmen evlendi. 1724’te taç giydi, Petro’nun bir yıl sonra vâris bırakmadan ölmesi üzerine de asillerin muhalefetine rağmen saray muhafızlarının ve bazı askerlerin desteğiyle “Çariçe” ilân edildi. Devlet işlerini kocasının daha önce belirlemiş olduğu altı kişilik bir danışmanlar heyetine bırakan Katerina, dış politikada İngiltere, Fransa ve Prusya’nın oluşturduğu Hannover Birliği’ne karşı Avusturya ile İspanya’nın tarafını tuttu. Büyük Petro’yla evliliğinden 11 çocukları oldu. Bunlardan sadece Anna ve Yelizaveta yaşadılar. Yelizaveta daha sonra Rusya’nın çariçesi oldu. 2 yıl hüküm sürdükten sonra 17 Mayıs 1727 tarihinde tüberküloz hastalığından Petersburg’da öldü”.[i]
Meraklısı, Baltacı’nın çadırı hikâyesinin ayrıntılarına her yerden kolaylıkla ulaşabilir.
Sadrazamlıktan azledilmesinden sonra Baltacı Mehmet Paşa kalebentlikle Midilli adasına, ardından Temmuz 1712’de Limni adasına sürgüne gönderildi. Eylül 1712’de Limni adasında vefat etmiştir. Vefat ettiğinde yaşı elliyi biraz geçmişti. Mezarı Limni’dedir.
- “Çariçe II’inci Katerina veya Büyük Katerina (d. 2 Mayıs 1729 – ö. 17 Kasım 1796), 34 yıl boyunca Rusya’yı yönetmiş ve 18. yüzyıl Rusyası’na damgasını vurmuş bir Çariçedir.
- Katerina 2 Mayıs 1729 tarihinde Prusya’nın Stettin kentinde (şimdi Polonya’ya ait) doğdu. Doğduğu zamanki adı Sophie Augusta Frederike idi. Babası Prusya’ya bağlı Anhalt-Zerbst bölgesinin prensiydi ve Prusya ordusunda bir generaldi. Bu soylu ailenin diğer üyeleri olan Sophie’nin kuzenleri III. Gustav ve XIII. Karl sonradan İsveç kralı olarak görev yaptılar.
Sophie 1744 yılında Holstein-Gottorp dükü Peter’le evlendi. Sophie’nin kocası Peter, Çar Büyük Petro’nun torunuydu ve Peter’in teyzesi Çariçe I. Elizaveta Peter’i Rus tahtına veliaht olarak seçmişti. Sophie evlendikten sonra Ortodoks dinine geçti ve Katerina Aleksievna adını aldı. I. Elizaveta’nın zorlamasıyla gerçekleşen bu evlilik hiçbir zaman mutlu olmadı. Katerina’nın ve kocası Peter’in başkalarıyla çok sayıda aşklar yaşadıkları bilinmektedir. Katerina’nın kocası Peter, teyzesi I. Elizaveta’nın ölümü üzerine 5 Ocak 1762 tarihinde III. Petro adıyla Rus tahtına çıktı. Ancak III. Petro’nun çarlığı fazla uzun sürmedi. 28 Haziran 1762 tarihinde muhafız alayı çara karşı ayaklanarak III. Petro’yu tahttan indirdi ve Katerina Rusya çariçesi olarak ilan edildi.
- Katerina zamanında Rusya Osmanlı Devletine çok büyük kayıplar verdirdi. II. Katerina’nın çariçeliği sırasında 3 değişik Osmanlı padişahı hüküm sürdü: III. Mustafa, I. Abdülhamit ve III. Selim. Bu dönemde Rusya Osmanlı Devleti’yle iki büyük savaş yaptı. Bunlardan birincisi III. Mustafa döneminde yapılan 1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşı’ydı. Bu savaşta büyük kayıplara uğrayan Osmanlılar I. Abdülhamit tahta geçtiğinde Ruslarla Küçük Kaynarca Antlaşması’nı imzalayarak Kırım Hanlığı’nın bağımsız olmasını kabul ettiler. Ama II. Katerina ünlü generali Potemkin’le birlikte Kırım’ı Rusya’nın bir parçası olarak görmek istiyordu. Antlaşmanın imzasından 9 yıl sonra 1783 yılında Rusya, Kırım’ı ilhak ederek resmen topraklarına kattı. I. Abdülhamit’in saltanatı sırasında gerçekleşen bu durumu kabul edemeyen Osmanlılar Kırım’ı geri almak için Rusya’yla tekrar 1787-1792 Osmanlı-Rus Savaşına girdiler. Ancak tekrar yenilen Osmanlılar III. Selim tahta geçtikten sonra Yaş Antlaşması’nı imzalayarak Kırım’ı Ruslara bırakmaya razı olmak zorunda kaldılar. Kırım’ın kaybı Osmanlılar için büyük bir hezimet olmuştu. Çünkü ilk defa Müslüman bir Osmanlı toprağı Hıristiyanlara kaybediliyordu. Rusya ise Karadeniz kıyısındaki bu toprakları ele geçirerek büyük bir stratejik başarıya sahip olmuş, Karadeniz’de donanma kurma imkânını elde etmişti. Bu gelişmeler 19. yüzyıl boyunca Boğazlar sorununu gündeme getirecekti”.[ii]
Türk heyetinin arkasındaki heykel Baltacı ile ilgisi olmayan işte bu Katerina’nındır.
Ama Kırım meselesi böyle bitmez…
Aşağı yukarı yarım asır sonra 1853’de Osmanlı ve Rus orduları bu sefer Kırım Savaşı’nın Kafkas cephesinde çarpışmaktadırlar. Kafkaslardaki Osmanlı güçlerinin ikmal yolu Trabzon ve Batum limanlarıdır. Deniz yolunu korumak amacıyla Patrona Osman Paşa (Oramiral) komutasında Sinop’ta bir filotilla üslenmiştir.
Ana üssü Sivastopol olan Rus Karadeniz donanmasının başında Amiral Nahimov vardı. Sivastopol Sinop’a sadece 180 deniz mili uzaklıktadır. Sürpriz bir baskında filotillanın 280 deniz mili uzaktaki İstanbul’dan yardım alamayacağını hesaplayan Nahimov, 30 Kasım 1853 Cuma günü ateş gücü çok üstün gemilerle ve sis altında tam bir baskın etkisi ile Sinop limanına kuzeybatı tarafından üçgen şeklinde girdi.
Sinop Baskını Kırım Savaşının önemli çarpışmalarından biridir. Bu baskında Rus Karadeniz donanması, Sinop’ta Osmanlı donanmasın imha etmiştir. Dünya deniz savaşları tarihinde yelkenli ahşap gemilerin rol aldığı son çarpışma ve gülle yerine patlayıcı mermilerin (humbara) kullanıldığı ilk çarpışma olarak Sinop Baskını’nın özel bir yeri vardır.
Gözlemciler Sinop baskını’nda denk olmayan kuvvetlerin karşı karşıya gelmesini büyük haksızlık olarak gördüler. Görgü tanıkları denize dökülen bahriyelilere Rusların merhamet etmediğini söylüyorlardı. Muharebe Avrupa kamuoyuna bir Rus hunharlığı şeklinde yansıdı ve İngiltere ile Fransa’nın Osmanlı İmparatorluğu yanında Kırım Savaşı’na girmek için kullandıkları sebeplerden biri oldu. Baskının hemen ardından İngiliz ve Fransız donanmaları Karadeniz’e girdiler. Avusturya’nın notası sonucunda Rusya barış yapma durumunda kaldı ve Paris Antlaşması imzalandı. (30 Mart 1856)
Sinop’ta baskının acı anısını yaşatan bir şehitlik, bir de şehitlerin üzerinden çıkan paralarla yaptırılan Şehitler Çeşmesi inşa edilmiştir.[iii]
Öte yandan Kırım kalbimde bir ince sızıdır.
Sinop’u severim. Kırım’ı görebilmek ümidiyle her gittiğimde Sinop’un en yüksek tepesine çıkar, gözlerimi kısar, kuzeye bakarım.
Göremem.
Ama her sefer o şehitliği ve çeşmeyi mutlaka ziyaret eder, Sinop baskınını bir daha yaşarım…
(Kırım meselesini 2020’de bile Ruslar tam olarak halledememişlerdir. Ukrayna ile aralarında tartışma konusudur)[iv].
Ve ince düşünürseniz, olaylara derin bakıp tarihi dikkatle değerlendirirseniz Katerina’lar, Sivastopol, Kırım, Suriye-İdlip bağlantısını da çok kolay kurabilirsiniz.
Rusya için Kırım, Karadeniz kapısı olduğu için önemlidir; Boğazlar aşağıya inmek için önemlidir; Suriye de Akdeniz(sıcak denizler) için önemlidir.
“Sıcak denizler” Rusya’nın, Petro’dan Putin’e ulaşan 400 yıllık rüyasıdır.
Anıl Çeçen’e kulak verelim mi?
“Jeopolitik kitapları Kırım ile Kıbrıs arasında kalan orta alanı dünyanın merkezi coğrafyası olarak ilan ederken, Rusya’nın konumu önem kazanmakta ve bu alanın bütün kuzeyini kapsayan böylesine geniş bir devletin merkezi alana girmesinin önlenmesi, dünya çapında bir batı hegemonyasının korunabilmesi açısından zorunlu olarak gösterilmektedir. Orta çağ sonrasında Atlantik ülkeleri küresel doğrultuda dünya imparatorluklarına yönelmişler, beş büyük kıtanın her yerine el koymuşlar, beş yüzyıl boyunca dünya kıtalarını sömürgeleri üzerinden yönetmişler ama merkezi coğrafyaya bir türlü girememişlerdir. Böylesine bir durumun ortaya çıkmasına merkezi alandaki Türk gücü olarak yedi asırlık Osmanlı İmparatorluğunun direnişi yol açmıştır. Roma ve Bizans İmparatorlukları sonrasında Selçuklu İmparatorluğu ile merkezi alana gelen Türkler, daha sonra oluşturdukları Osmanlı İmparatorluğu ile merkezi alandaki boşluğu doldurmuşlar, Devleti Aliye adı altında bir büyük devletin çatısı altında yedi asır orta dünyaya egemen olarak, batılı emperyalistlerin ve haçlıların önünü sürekli olarak kapatmışlardır. İşte bu aşamada doğup büyüyüp gelişen Rus devleti, Atlantik okyanusundan Büyük Okyanusa kadar uzanan kuzey bölgesi topraklarında yayılırken kendisinde önceki dönemlerde bu bölgelerde var olan bütün Türk imparatorluklarının yaşam alanlarını eline geçirerek, tam anlamıyla bütün kuzey yarı kürenin egemen gücü konumuna gelmiştir. Dünyanın kuzeyindeki bütün alanlara yayılarak doğal genişleme alanlarını ele geçiren Rus İmparatorluğu on dokuzuncu yüzyıldan sonra güneye doğru gözlerini dikmiş ve Rusların kızıl elması olarak, Türkiye’nin Antalya kentini gözüne kestirmiştir. Rusların dünya hegemonyası planlarına göre, Antalya Rusların olduğu zaman, evrensel alanda mutlak bir Rus hegemonyası tesis edilebilecektir” .[v]
Rusya’nın bölgede “hâkim güç” olduğunu tescil eden son “Moskova Mutabakatı”nı bir de bu gözle okuyun. 9 Mart 2020
[iv] https://www.turkishnews.com/tr/content/2017/10/13/kasikci-elmasi-huseyin-mumtaz/
Bir yanıt yazın