Mutluluk ve huzur tükendi… Kalmadı…
Çocukluk, oyun, masal dünyası bitti… Saklambaç, önüm, arkam, sağım, solum sobe! Körebe. Mazi oldu…
Çünkü çocuklar sokağa çıkmaya korkuyorlar artık… Hem de çok korkuyorlar… Çünkü taciz var, tecavüz var, kaçırılma var…
Kimse yarınlarından emin değil.
Yazık oldu yarınlara…
Kimse umutla, sevinçle bakamıyor geleceğine. Kimse hayaller kuramıyor…
Üniversite bitirip, yıllarca iş arayan ama bulamayan yüzbinlerce delikanlımız, kızımız var.
Emekçiler var.
İşyeri açmak isteyen ama para bulamayan esnafımız var.
Bir meslek sahibi olamadığı için karamsarlığa kapılıp, canına kıyan, intihar eden gençlerimiz var.
Her tarafta kan var, acı var…
Ölüm kol geziyor…
Anaların, babaların, eşlerin, çocukların, yavukluların gözleri yaşlı.
Kalpler paramparça…
Yabancı diyarlardan cenazeler, yaralılar geliyor durmadan.
“Şehitler Tepesi hiç boş kalmasın” diyorlar “Şehitler Tepesi hiç boş kalmıyor…”
Kurtuluş Savaşında Atatürk de “ÖLMEYİ EMRETMİŞTİ halkına…” Ama Yunan’a, İtalyan’a, İngiliz’e, Fransız’a, YEDİ DÜVELE karşı vatan savunması yapıyordu o. Hem de cephenin en önünde… Mehmetçikle birlikte…
Hem de karlar üzerinde askeri giysileriyle yatarak…
Saraylarda, konaklarda, köşklerde gülücükler saçarak değil…
Vatanını koruması gereken milyonlarca Suriyeli genç nargile çekip, sahillerde keyif çatarken, yiğitlerimiz can veriyor yabancı diyarlarda…
İş yok, güç yok, mutluluk yok…
Umut yok.
Gelecek yok…
Kara, kapkara dünyalara terkedildik. Zindanlara atıldık.
Siyah – beyaz TV’mi, sinemalarımı istiyorum ben. Siyah – beyaz TV’lerimi, sinemalarımı bana geri verin.
Belki yoksulduk. O yıllarda da belki çocuklarımızı zor okutuyorduk. Belki yine ekmek bulamayan ailelerimiz vardı. Ama mutluyduk. Karlı, kış gecelerinde çocuklarımızı masallarla büyütüyorduk.
Sokaklara korkusuzca salıyorduk…
Sevgiyle, huzurla, mutlulukla açıyorlardı çiçekler gibi…
Hayaller kurabiliyor, tatlı düşler görebiliyorduk.
Okullarını bitirdiğinde yavrularımızın iş bulacağından emindik.
Çıtır çıtır yanan sobalarımızın sıcağında tek kanallı siyah – beyaz TV’lerde Zeki Mürenleri dinliyor, Türkan Şoraylı, Fatma Girikli filmleri izliyorduk.
Aşk, sevgi, sevda dolu şarkılar söylüyorduk: “Bir bahar akşamı rastladım size / Sevinçli bir telaş içindeydiniz / Derinden bakınca gözlerinize / Neden başınızı öne eğdiniz?”
Ne Alevi Sünni’ye, ne Sünni Alevi’ye düşmandı. Türk Kürt’ü severdi, Kürt Türk’ü…
Haksızlık, hukuksuzluk bu denli doruğa çıkmamıştı. İnsanlar birbirine düşman değildi.
Milyonlarca mülteci, karabasan gibi bağrımıza çökmemiş, ülkemizi çekirgeler gibi sarmamıştı. Türklük bu denli unutulmamıştı…
Kadınlar bu denli aşağılanmıyor, dövülmüyordu. Öldürülmüyordu.
Her gün taciz, tecavüz olayları ile karşılaşmıyorduk.
Buğdayımızı, arpamızı, samanımızı, ekmeğimizi, meyvemizi kendimiz üretiyorduk. Yeryüzünde kendi kendine yeten yedi ülkeden biriydik.
Ormanlarımız, üç kuruşluk maden için talan edilmiyordu. Derelerimiz HES’ler için kurutulmuyordu.
FABRİKALARIMIZ VARDI: Ereğli Demir Çelik, Paşabahçe, tütün ve sigara fabrikaları, şeker fabrikaları, Sümerbank, Türk Telekom, PETKİM, TÜPRAŞ, İskenderun Demir Çelik ve daha yüzlercesi…
Yandaş olmayan, hak arayan sendikalarımız vardı. Sendika başkanlarımız vardı onurlu.
Şimdi çevremiz çember sakallılarla, cübbelilerle, sarıklılarla, din tüccarlarıyla doldu.
Üretim yok, tüketim var. Sadece ticaret yapıyorlar…
Din alıp, din satıyorlar…
Bitirdiniz Türkiye’mizi… Bitirdiniz vatanımızı… Bitirdiniz hayatımızı… Umutlarımızı… Rüyalarımızı…
BİTİRDİNİZ HAYALLERİMİZİ…
Siyah – beyaz TV’mi, sinemalarımı istiyorum ben. Siyah – beyaz TV’lerimi, sinemalarımı bana geri verin.