KAPALI MARAŞ VE SURİYELİLER
HÜSEYİN MÜMTAZ
Gecenin bir vakti… Üç gündür gece, gündüz yağan kar, şehir içindeki dört şeritli bulvarı bile kapatmış. Elektrik direklerinin lambalarından buz sarkıyor. Camlara vuran kar tanelerinden dışarıyı göremiyoruz.
70’li yıllardaki Çıldır’ımı hatırladım.
Oysa yıl 2020 ve Karadeniz’deyiz…
Telefon çalıyor. Erzincan’dan çok eski ama halâ eskimemiş bir dost arıyor; “Neler oluyor bu kapalı Maraş’ta?”diyor.
Ortaokulumun, Askerî Lise’min Erzincan’ını da iyi bilirim, Şubat’ın bu vakti kar orada da diz boyudur.
Bu mevsimde Türkiye’nin her tarafında bastıran kar ve gece olağan da, durup bir an asıl düşündüren ne biliyor musunuz?
Türkiye’de bu havada, bu saatte Kıbrıs’ı, Kıbrıs Türklerini, Maraş’ı düşünenler var.
KKTC pasaportunu atıp başka beş “yabancı” pasaport taşıyan Rumofillere kapak olsun…
Evet, Maraş’ta neler oluyor?
Neden birden gündem oldu, neden Türkiye’de hiçbir Baro’nun tanımadığı Metin Feyzioğlu’na nasıl düştü, nasıl verildi bu düzenleme görevi?
Maraş’ta ne oluyor?
“Famagusta” Belediye Başkanı (!) AKEL’li Simos İoannou, Maraş’ın BM gözetimi altında açılması gerektiğine dikkat çekmiş ve “BM gözetimi altında açılmayacaksa çözüm olana kadar böyle kalsın” demiş.
Artık SSCB kalmamıştır, Komünist Parti kalmamıştır ama KP’nin Kıbrıs’taki paralel örgütü AKEL “görevine” devam etmektedir.
Kuzeydeki “Mağusa İnsiyatifi”nin hiç mi aklına aklına gelmez örneğin Baf’ın Mutallos’sunun neden BM gözetiminde olmadığı da Maraş ille BM gözetiminde olmalıdır?
Yetmiyor, “güneydeki” “Yeniden İmar ve İskân Konseyi” Başkanı Nikos Mesaritis, KKTC makamları tarafından “binalara vb. yasadışı müdahaleler yapıldığı” iddiasında bulunarak Güzelyurt için “şehir kalkınma planında öngörülen şehir planlama standardında kapsamlı bir proje hazırladıklarını anlatıyor.
“Maraş gibi Omorfo (Güzelyurt) da müzakerelerde iade edilecek bölgedir” diyor…
40 senedir yazarım, “anlaşmak” için masada Rum’a Girne’yi verseniz cebe atıp bir sonraki oturuma “Ama limandaki Türk bayraklı gemiler, sandallar…” diye başlayacaklardır.
“Bayrak” ve “gemi” mi dediniz?
Fransa, “De Gaulle” uçak gemisini gönderip denizde üç tur attırdıktan sonra Leymosun limanına demirletiyor; Amerika, İngilizlerin Ağrotur Üssü’nde 10.000 metrekare büyüklüğünde “askeri üs” inşa ediyor, 350 tam teçhizatlı asker konuşlandırıyor.
Fransa Savunma Bakanı Florence Parly güneyi ziyaretinde şunları söylüyor:
“Yunan ve Fransız savaş gemileri Ege’de ortak tatbikatlara katılıyor. Yunan firkateyni, Akdeniz’de uçak gemimiz ‘Charles de Gaulle’e refakat ediyor. Yakında ‘İniohos’ adlı hava tatbikatında da işbirliği yapacağız. Ege ve Akdeniz’deki gerginliklere karşı koyabilmesi için Yunanistan’ın safında yer almak, Yunanistan’a yardım etmek niyetindeyiz. Biz kesinlikle gerginliğin tırmanmasını istemiyoruz. Buna karşı, haklarımızı korumak ve AB’deki ortaklarımıza da yardımcı olmak için Akdeniz’deki varlığımızı güçlendirmeyi planlıyoruz… Türkiye’yle Libya’da imzalanan anlaşma endişe kaynağıdır, bu anlaşma bölgenin güvenliğini tehlikeye atmakta, uluslararası hukukla da bağdaşmamaktadır”.
İsrail kuzeyde ve güneyde “marina/gate” kılıfında üsler ediniyor. Kapalı minibüste adadaki bütün haberleşmeleri dinliyor.
İngiliz, Fransız, İsrail ve Amerikalı Kıbrıs’la bu kadar “ilgileniyor” da bizim başımızı o tarafa çevirmemiz neden tepki çekiyor?
“Yabancı” gemiler, uçaklar, askerler, “siviller” Kıbrıs’a böylesine doluşurken; üç tane Türk bayraklı İHA’nın, SİHA’nın Geçitkale’ye inmesine Rumların çok sevdiği bu Rumofiller, Rum seviciler neden feryat ediyorlar?
Neden adada bir Türk deniz üssü, hava üssü olmasın?
Hani ada “batmayan uçak gemisi” idi?
Suriyeliler konusunda da rivayetler muhtelif… Her gün ufkumuzu açan yeni ve değişik yorumlar okuyor, yaklaşımlar izliyoruz.
BM Genel Kurulu’nda Suriye Daimi Temsilcisi Yardımcısı Luay Falouh’un Türkiye aleyhtarı sözlerine sert tepki veren Türkiye Daimi Temsilcisi Feridun Sinirlioğlu; “Bugün Türkiye 9 milyondan fazla Suriyeliye bakım ve koruma sağlıyor” demiş.
Anladığım kadarıyla 5 milyonu “içeride”, kalan 4 milyon da sınır ötesinde “kontrol ettiğimiz” bölgede.
10 sene sonra şimdi sokaklarda mendil satan o çocuklar neyle uğraşacak dersiniz?
Ümit Özdağ diyor ki;
“Suriyeliler, bombalandıkları için Türkiye’ye gelmiyorlar, Türkiye’ye gelmeleri için bombalanıyorlar. 5.3 milyon Suriyelinin dışında Afganistan, Irak, İran başta olmak üzere 1 milyon 400 bin de başka ülkelerden sığınmacı var. Yani 6.7 milyon sığınmacı var. Ortadoğu’nun ve Batı Asya’nın kavimleri, Türk milli kimliğini tehdit altında bırakırcasına akın akın Anadolu’ya geliyorlar. Bu bir stratejik göç mühendisliğidir”.[i]
Özdemir İnce’ye kulak verelim mi?
“Nereden bakarsak bakalım: Suriyeliler Türkiye’de muhacir değil. Başlangıçta değilse bile şimdi ve artık istenmeyen misafir. Kendini taciz edilmiş hisseden Türk halkı da ensar değil. İşin aslına bakarsanız: Suriyeli kendini ne konuk ne de muhacir olarak görüyor. Ne gördüğünü bilemeyiz ama dışarıdan bakılırsa 1071 yılında Anadolu’ya gelen Oğuzlara ve Kuzey Amerika’ya göç ederek Kızılderili topraklarını yağmalayan Avrupalı göçmenlere benziyorlar: Tarikatlarını Türkiye’ye taşıyıp şatolar inşa ediyorlar; evler ve dükkânlar satın alıyorlar, işyerleri, kahveler, lokantalar açıyorlar. Her gün yeni bir şirket kuruyorlar. Her yıl binlerce çocuk yapıyorlar. İnsan muhacir olarak bulunduğu bir memlekette bu kadar ürer mi?”[ii]
“İdlib’den kaçan bir milyona yakın insan Türkiye sınırlarına dayanmış. Zaten televizyonda görüyoruz: Kilometrelerce araç kuyruğu yollara düşmüş: Kamyonlar, otobüsler, minibüsler, otomobiller, pikaplar… Bunların tamamı yüklü: İçlerinde, üzerlerinde her türlü ev eşyası… Sanki bir mahalleden ötekine ev taşıyorlar. Bu bir düşmandan kaçış değil, tam anlamıyla yerleşmek üzere bir yere, Türkiye’ye geliyorlar. Yoksa neden buzdolaplarını, televizyonlarını yanlarına alsınlar?”[iii]
Feridun Sinirlioğlu’nu 19 Nisan 2010 yılında Lefkoşa’da yakından görmüştüm. Derviş Eroğlu bir gün önce yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmıştı, Kutlama için “Siliftar”daki Cumhurbaşkanlığı’nda yapılan resepsiyona katılıyorduk.
Tam belirtilen saatte oradaydık ki Sinirlioğlu ekibiyle geldi, içeri geçti.
Bir türlü çıkmadılar… Bir saat kadar sonra da kutlamalara katılmadan çıkıp gittiler.
Yanılmıyorsam o zaman Dışişleri Müsteşarı ve sinekkaydı traşlı idi. (Şimdi BM’de sakal ve bıyık bırakmış).
Eroğlu gecenin devamında nedense pek keyifli değildi, oysa seçileli daha 24 saat geçmemişti.
Öylesine bir yazı oldu işte… Maraş’la başladık, Suriyelilerle bitirdik.
Ne ilgisi var ikisinin?
Yazının başına döneyim…
Gecenin ilerlemiş bir saati… Her yerde kar var…
Yazı bitmek bilmiyor, son noktayı bir türlü koyamıyorum.
Rüya mı görüyorum nedir, kulağıma bir ses; “9 milyon Suriyeli’yi Maraş’a yerleştirecekler” diyor.
Hadi canım; değil Maraş, bütün ada bile 9 milyon Suriyeli’yi taşımaz batar.
Uyanıyorum…
Sahi, Erzincan’la ne konuşmuştuk? 25 Şubat 2020
Yazıları posta kutunda oku