İslam Devleti, son topraklarını kaybettikten sonra stratejisini sağlam bir ayaklanmaya çevirdi.
Bu strateji sadece bölgenin değil dünya güvenliğini tehdit ediyor…
*
Suriye kuzeydoğusunda, İslam Devleti operasyonları yol bombalamaları, vur-kaç saldırıları ve uyuyan savaşçıların suikast eylemleri olarak gerçekleşiyor.
Yerel sakinler militanların misilleme korkusu altında yaşadıkları için tepki veremiyor.
İslam Devleti’ni yenen Kürt Halkını Koruma Birlikleri (YPG) önderliğinde Kürt, Arap ve Süryani milislerinin çatı örgütü;
Kürt Yüksek Komitesi’de büyüyen bu soruna yanıt veremiyor.
Çünkü terörle mücadeleyi etkin bir şekilde yürütme istekliliği ve kabiliyetleri;
ABD’nin bölgedeki varlığına, Türkiye’nin bölgede yinelenen operasyonlarından kaçınmalarına bağlıdır!
*
ABD’nin Suriye’den kısmi çekilmesi ve Türkiye’nin Suriye’ye ısrarlı müdahaleleri;
Bölgede Müslüman Kardeşler Örgütü, El Kaide milislerinin oluşturduğu İslam Devleti’nin dirilmesi tehditine yol açıyor.
Kitlesel yer değiştirmeye ve insanların acı çekmesine neden oluyor.
*
Kuzeydoğu’da Kürt liderliğindeki Suriye Demokratik Güçleri;
Türkiye’nin operasyonlarına yanıt vermek,
İslam Devleti hücrelerine karşı operasyonlar düzenlemek,
Hapishanelerde tutulan İslam Devleti savaşçılarını ve akrabalarını gözetimde tutmak,
Kendi kamplarını korumak arasında bir şaşkınlık içindedir.
Bu sınırlı kapasite, İslam Devleti’nin yerel topluluklara nüfuz etmesine, kırsalda serbest hareket etmesine yol açıyor…
*
ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı’na (CENTCOM) göre,
Ağustos ve Eylül’de İslam Devleti hücre saldırılarında yüzde 46’lık bir azalma,
Ekim’de Türkiye’nin Özgür Suriye Ordusu ile birlikte Suriye Demokratik Güçleri’ne başlattığı askerî harekât sırasında yüzde 63’lük bir artış yaşanmıştır!
*
İslam Devleti saldırıları ziyadesiyle Suriye Demokratik Güçlerini hedef alıyor.
Kürt liderliğindeki güçleri zayıflatmayı ve yerel halkı onlarla işbirliği yapmamak için terörize etmeyi,
Bu güçlerin etkili terörle mücadele önlemleri için gerekli istihbarat toplama yeteneklerine zarar vermeyi amaçlıyor.
*
Ağırlıklı olarak Kürt bölgelerindeki güvenlik koşulları, Manbij ve Rakka’da büyük ölçüde değişmeden kalmış,
Ama Türkiye’nin operasyonu ardından, 2018’de İslam Devletinden kurtarılan Deir Ezzor’un doğu kırsalında güvenlik dramatik bir biçimde bozulmuştur.
Tüm gecelere İslam Devleti militanları hakimdir!
Yaratılan terör atmosferi Deir Ezzor’da Suriye Demokratik Güçlerinin sivil ve askeri kurumlarına sızmaları kolaylaştırıyor…
*
İslam Devleti ayrıca Doğu Suriye’deki kırsal topluluklardan daha fazla istihbarat sağlıyor.
Suriye Demokratik Kuvvetlerinin istihbarat elemanlarına ve işbirlikçilerine sık sık suikast yapılıyor.
Suriye’nin doğu çölünden (Badiyat ash-Sham) geçen yerel petrol tüccarları haraca bağlanmıştır.
Bütün işyeri sahipleri, serbest meslek mensupları İslam Devleti üyesidir.
*
Kuzeydoğuda Deir Ezzor’daki güvenliğin büyük ölçüde çökmesi, aynı anda birden fazla güvenlik sorununu ele alma kapasitesinin sınırlı olduğunu gösteriyor.
Uluslararası toplum, kalıcı İslam Devleti sorunuyla başa çıkmak için Suriye Demokratik Güçlerini yalnız bırakmanın vebalindedir!
*
Esad rejimi güneybatı Suriye’nin fethini tamamladıktan sonra, dikkatler ülkenin kuzeybatısına ve muhalefet kontrolünün son kalesi olan İdlib eyaletine kaymış bulunuyor.
Rejim muhalefet kontrolündeki kuzeybatıda ciddi bir saldırı başlattığında, kendisini son derece karmaşık bir ortamda buldu.
Çünkü İdlib Eyaleti, Özgür Suriye Ordusu’nun en ılımlı üyelerinden Müslüman Kardeşler ve daha sıkı Selefi ama milliyetçi inançları kucaklayan,
İdeolojik olarak hizalanmış Esad karşıtı silahlı grupların tamamını içeriyor!
*
Özellikle kuzeybatıda askeri üstünlüğünü agresif bir biçimde ileri süren Hayat Tahrir al-Sham (HTS):
El Kaide’nin Jabhat al-Nusra adı altında Suriye’deki resmi iştirakiydi.
Sonra El Kaide ile ilişkisi pahasına Suriye’ye yönelik yerel stratejik odak olduğunu iddia etti.
*
Bölgede hâkimiyet tesis ettikten sonra siyasi ve yönetişim çabalarını genişletti ve sivil bir ” Kurtuluş Hükümeti ” oluşturdu.
Eğitim ve sağlık hizmetlerinden elektrik ve suya kadar temel hizmetleri sağlamak için girişimleri genişletti.
Yerel polis güçleri oluşturdu.
Kurulan Siyasi Büro ile yabancı hükümetlere ulaşıldı.
Kurtuluş Hükümeti biri Türkiye olmak üzere birçok Avrupa hükümeti ile ilişkiler kurma olasılığını aktif olarak değerlendiriyor.
Siyasi liderleri, Türkiye’nin güneyinde zaman geçiriyor…
*
Türkiye Suriye’nin kuzeybatısındaki en önemli aktördür.
Uzun zamandır kuzeybatıdaki muhalif aktörler üzerinde güçlü bir etkiye sahiptir.
2016’da kuzey Halep’teki askeri müdahalesinden bu yana rolünü genişletti.
Kürt YPG’nin daha da genişlemesini engelleme kararlılığıyla, Afrin’in doğusundan Cerablus’a kadar kontrol kurdu.
Ne ki, Barış Pınarı Operasyonu’nda resmi hedefin aksine, Suriye’de iç barışın inşasına ve Esad’ın egemenliğini genişletmesine yol açtı!
Bu sırada İdlib de-eskalasyon bölgesinin başlıca garantörü,
Halep’in güneyinden İdlib üzerinden kuzey Hama’ya ve batı İdlib’in Lazkiye sınırında muhalefet topraklarında hakimi oldu.
*
HTS; Türkiye’nin İdlib eyaletinde askeri varlığını oluşturmasında en aktif desteği verdi.
Lider Ebu Muhammed el-Jolani, yabancı bir devletin silahlı kuvvetleri ile bu işbirliği ilişkisini, grubunun uzun vadeli çıkarlarını korumanın pragmatik bir yolu sayıyor…
*
Karmaşık ve kaotik görünümde İdlib’in arka fonunda daha başka gerçekler de bulunuyor.
Astana Anlaşmasına göre Türkiye İdlib de-eskalasyon bölgesinde;
Suriye yönetimiyle işbirliği yolu çizerek çatışmaların bitmesine çaba göstermek,
İdlib’teki yönetimi silahlı terör gruplarından alarak sivil idareye devretmek,
Radikal unsurları elimine ederek kentteki çatışmasızlığı denetlemek ve güvenliği yerel polis güçlerine bırakmak görevini yerine getiriyor.
*
Türkiye bu görevi, Suriye toprak bütünlüğü ve bölgedeki nufusun artacak olmasıyla sağlanabileceği öngörüsünde bir strateji ile yürütüyor.
Nitekim Türkiye, bu görevi aldığı andan itibaren bölgeye çok sayıda Müslüman Kardeşler militanı Sünni Arap taşıyor ve yeni bir demografik yapıyı oluşturmuş bulunuyor.
*
Çünkü Müslüman Kardeşler’in siyasi lideri Erdoğan’ın stratejisi;
1- Osmanlı’nın eski toprakları Ortadoğu’da ağırlıklı olarak İslam din ve gelenekleri ile uyumlu bir ekonomik ve siyasi düzeni oluşturmaya,
2- Genişlediği bu çevrede İsrail ile bir çatışma, bir uzlaşma hatta Kudüs ile ilgili değil;
Ama Yahudilerin kendi devlet ve vatanları olarak gördükleri şeylerin varlığından dahi duyulan rahatsızlıkla,
Nihai hedef olarak açıkça İsrail’in bölgeden uzaklaştırılması, yerine İslami bir devletin getirilmesini sağlamaya dayanıyor…
*
İşte İdlib’in gerçeği, Türkiye’nin kuzeybatı Suriye’nin kontrolünü ele geçirme konusundaki işbu riskli stratejiye dayanıyor.
Erdoğan’ın istilacı stratejisi, Suriye İç Savaşının başladığı günlerden geliyor.
*
Baştan beri Türkiye, bu bölgede ekonomik kaynaklar üzerinde egemen olunacağı senaryosunu İslam Devleti ile birlikte yürüttü.
Birlikte Suriye’nin petrol gelirlerine el konuldu, kaçak petrolden kazanıldı, tarihi eserlere ve bankalardaki altın ve döviz kaynakları çalındı.
Hem pastayı Kürtlere yedirmemek hem İsrail’in ileri karakolu rolü oynayacak Kürtlere engel olmak üzere,
Uzun süre başta Müslüman Kardeşler olmak üzere hem Nusra Cephesi hem El Kaide ile birlikte;Suriye’de hem Kürt köylerine hem de Alevi köylerine yapılan saldırılara ortak olundu.
Böylece cihatçı muhalefet aktörleri üzerinde güçlü birliktelikler oluşturuldu.
Ve bugünlere gelindi…
*
Şimdi Rusya’nın Suriye’deki Tarafları Uzlaştırma Merkezi, Suriye’nin kuzeyi ile ilgili bir sonuç tablosu resmediyor:
Türkiye’nin İdlib’e askeri araçlardan ve mühimmat yüklü tırlardan oluşan kilometrelerce uzunlukta bir konvoy gönderdiği (!),
Teröristlerin sivilleri canlı kalkan olarak kullandığı,
Halep, İdlib ve Hama’daki geçiş noktalarına giden insani koridorlar üzerinden çıkışın engellendiği,
Yüz binlerce sığınmacının Türkiye’ye gitmek istediğine dair bilginin doğru olmadığı,
Türkiye’nin Suriye’deki militanlara desteğinden büyük endişe duyulduğu açıklanmış,
Ankara’ya teröristlerin faaliyetlerine destek vermeyi ve onlara silah sevk etmeyi durdurma çağrısı yapılmıştır…
23.2.2020