Genelkurmay Başkanlarının konuşması ve basına demeç vermesi, alışılmadık şeydir bu ülkede. Emekli olsalar bile. Zira emekli olduktan sonra çekilirler köşelerine, unutulur giderler. Ta ki öldüklerinde duyuru kabilinden yapılan kısa bir haberle hatırlanıncaya kadar! Bunun tek istisnası 26. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’dur. İlker Paşa; kitap yazıyor, medyaya demeç veriyor, televizyon programlarına katılıyor vs. Ermeni meselesinden, Kıbrıs sorununa ve TSK’ye kurulan kumpaslara kadar hemen her konuda söyleyecek bir sözü var İlker Paşa’nın. Onun bu tavrını, sadece “Ergenekon’dan Çıkış” ismiyle kitaplaştırdığı ve 26 ay hapis yattığı TSK’ye kurulan kumpaslarla açıklamak sanırım yanlış olur. Yani bize göre; İlker Paşa, sırf şahsına ve TSK’ye kurulan kumpaslardan duymuş olduğu öfke ve üzüntü ile değil, aynı zamanda bir fikir adamı olmasından dolayı konuşuyor ve yazıyor…
*
Fazla konuşmayan Genelkurmay Başkanlarından birisi de sanırım 24.Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’tü. En azından ben, onun 2008 yılında dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile görüştükten sonra gazeteci Fikret Bila’ya verdiği bir röportajda, Bila’nın Em. Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek’e ait olduğu iddia edilen “Darbe Günlükleri” konusunda sormuş olduğu “Darbe günlükleriyle ilgili ifade vermeyi düşünüyor musunuz?” sorusuna verdiği ve siyasi tarihimize geçen “Kasaptaki ete soğan doğramam. Büyüklerimden öyle duydum. Günü gelir konu olursa o zaman bakılır”(1) şeklindeki ünlü cevaptan sonra konuştuğunu hiç duymadım. Belki de konuya ilgi duymadığım için öyle geliyordur bana.
*
Ancak Hilmi Paşa, geçtiğimiz 15 Şubat akşamı gerçekten şaşırttı beni. Zira CNN-TÜRK TV kanalında yayınlanan ve “CNN TÜRK Masası” programında bambaşka bir Hilmi Özkök vardı. Telefonla programa bağlanarak uzun uzun konuştu, sorulan her soruya kendince cevaplar verdi, hatta gazeteci Nedim Şener’le ağız dalaşına girerek “Seni muhatap almıyorum” bile dedi! Bu, emekli olsalar bile Genelkurmay Başkanları için alışıldık bir tavır değildi. Hatta en çok yazan ve konuşan İlker Başbuğ bile yapmıyor bunu. O, genelde tek başına çıkmayı tercih ediyor televizyonlara.
Belli ki; Hilmi Özkök, hakkında yapılan değerlendirmelerden dolayı iyice dolmuştu ve o programda patlamış oldu! Aslına bakılırsa; bu tartışmanın fitilini Sözcü gazetesinden Saygı Öztürk ateşledi. Zira aynı gün Sözcü gazetesinde yayınlanan röportajda Hilmi Özkök’ün verdiği bazı çelişkili cevaplar, “CNN-TÜRK Masası” programında tekrar kendisine soru olarak geri döndü ve Nedim Şener’in bu çelişkileri dile getirmesi üzerine Hilmi Özkök Nedim Şener’le ağız dalaşına girmek zorunda kaldı! İkili birbirlerini “Muhatap almamakla” itham ettiler!
Hilmi Özkök’ün, Saygı Öztürk’e verdiği mülakatta; “2004 Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında, o günkü adıyla ‘Gülen Cemaati’nin’ tehlike ve ulaştığı imkân, kabiliyetleri ve alınması gereken tedbirler konusunda TSK adına ve şahsen onayladığım değerlendirme konuşmasıdır. Bu konuşma Fetullah yapılanması hakkında MGK kayıtlarında yer alan resmiyet kazanmış görüşlerimdir. Bana Fetullahçılara yakın diye iftira edenlerinki gibi safsata değildir.” dedikten ve 25 Ağustos 2004 tarihli MGK kararını imzaladıktan sonra;
“Evet, bana diğer bir yanlış yüklenme de görevim sırasında Fetullahçıları ordudan atıp atmadığımdır. Aslında diğer bazı komutanlara da aynı konuda sorular yöneltiliyor. 2002-2006 yıllarında o zamanki adıyla ‘Cemaat’ olan Fetullahçılık, kanunen bir suç değildi. Kanunun suç saymadığı bir konumda olan kişiye ‘Ordudan atmak’ gibi ağır bir ceza verilebilir mi?”(2), şeklinde yaptığı değerlendirmeler, sadece Nedim Şener’e göre değil, aklı başında ve tarafsız herkese göre de büyük çelişkidir ki; zaten Hilmi Özkök de aynı programda “Cemaate mensup bazı askerleri, cemaat mensubu olmaları gerekçesiyle değil ama İRTİCA’ya bulaşmak genel gerekçesiyle ihraç ettiklerini” söyleme gereği duymuştur.
Bununla birlikte, Hilmi Özkök’ün, Saygı Öztürk’e söylediği “2004 Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında, o günkü adıyla ‘Gülen Cemaati’nin’ tehlike ve ulaştığı imkân, kabiliyetleri ve alınması gereken tedbirler konusunda TSK adına ve şahsen onayladığım değerlendirme konuşmasıdır…” şeklindeki ifadesi ilginç geldi bize. Hilmi Paşa, bu sözleriyle, o günkü MGK’da sarf ettiği sözlerin, kendi bireysel görüşleri değil, TSK’nin otak görüşü olduğuna özellikle vurgu yapma ihtiyacı duyuyor nedense!
*
“CNN-TÜRK Masası” programında Hilmi Özkök’ün dile getirdiği bir husus, kendisini tanımayan herkes gibi benim de ilgimi çekti. Hilmi Paşa dedi ki: “İlk kez açıklıyorum, ben mütedeyyin biriyim; namaz kılıyorum, oruç tutuyorum. Ancak makamımda hiç namaz kılmadım. Akşamları evimde kılardım” dedi.
İnternette yaptığım küçük araştırmada, Hilmi Paşa’nın bu konuyu ilk defa dile getirmediğini gördüm. Zira aynı şeyleri, hatta daha fazlasını 2016 yılında TBMM 15 Temmuz Darbe Girişimi’ni Araştırma Komisyonu’na yapmış olduğu açıklamalarda da dile getirmiş ve demiş ki: “Biz harp okulundayken namaz kılardık. Her terhis olan devrem mevlid okuturdu kışlada, şerbet dağıtırdı. Ama bu kullanıldı. Biz görevde iken dini konuların tamamen ayrı tutulmasını isterdik. Ama bir defa makamımda namaz kılmamışımdır, kimse de görmemiştir. FETÖ’ye karşı hükümeti 2004 yılında MGK kararıyla uyardık, ancak pek fazla bir şey yapılmadığını gördük”(3).
Görüldüğü gibi; gazete haberi eğer doğruysa Hilmi Paşa, 2016 yılında Harp Okulu’nda iken sadece namaz kılmadıklarını, işi kışlada mevlit okutup, şerbet dağıtmaya kadar vardırdıklarını, ayrıca 2004 yılında MGK kararıyla FETÖ konusunda hükümeti uyardıklarını da söylemiş.
Bilmeyenler için söyleyelim; eskiden, yani meşrubatın bol olmadığı, limonatanın bulunamadığı zamanlarda camilerde düzenlenen mevlit merasimlerinde cemaate şerbet denilen şekerli su dağıtılırdı. Anlaşılan Hilmi Paşa’nın Harp Okulu öğrencisi olduğu yıllarda askerler bu işi camiden taşırıp kışlaya kadar vardırmışlar! Hilmi Özkök, Harp Okulu’nu 1959 yılında bitirdiğine göre, bütün bu işler 1950’li yıllarda, yani dini siyasete alet etmeyi siyaset tarzı ittihaz eden DP iktidarı döneminde olmuştur!
Hilmi Paşa’yı tenzih ederiz; ancak olay anlattığı gibiyse, yani hadise sadece namaz kılmakla ve oruç tutmakla sınırlı kalmayıp, kışlada mevlit okutup şerbet dağıtmaya kadar vardırıldı ise, FETÖ benzeri yapılar ya da ABD’nin “Ilımlı İslam Projesi”, Türkiye’nin NATO’ya girdiği 1952 yılını takip eden yıllarda TSK’ye sızmaya başlamıştır demek, herhalde bir abartma olmaz! Kim bilir, askerler belki de 1950’ye kadar uygulanan dini politikaların etkisiyle, halktaki dini yönelişlerin rüzgarına kapılarak ve masumane duygularla yaptılar kışlada mevlit okutma ve şerbet dağıtma işlerini! Bugün bu tür dini ritüeller, sivil üniversitelerde ve diğer okullarda bile yapılan ritüeller değildir herhalde..
Korkma Paşa; Mareşal Çakmak da Namaz Kılardı!
Türkiye’nin 24. Genelkurmay Başkanı bile Harp Okulu’ndan başlayarak muvazzaf subaylık döneminde ve hatta Genelkurmay Başkanı olduğu sırada Namaz ve Oruç ibadetini yerine getirmekle birlikte, bu iş makamında icra etmeyip evinde icra edecek biçimde gizleme gereği duyduysa ve bu durumu ancak emekli olduktan sonra 2016 yılında biraz da kendisine soru soranların sıkıştırmasıyla, yani istem dışında açıklama gereği duyuyorsa, bu işte bir terslik var demektir.
Zira adı, İslam Peygamberi “Muhammed”ten dolayı “MEHMETCİK” olan bir ordunun komutan ve neferlerinin namaz kılması, oruç tutması ve Kur’an okumasında şaşılacak ve hayret edilecek bir durum yoktur. Türk Ordusu’nun ebedi başkumandanı Mustafa Kemal Paşa’nın, Türk askerinin Çanakkale’deki kahramanlığını anlatırken kullandığı; “Karşılıklı siperler arasında mesafe 8 metre. Yani ölüm muhakkak. Birinci siperdekilerin hepsi şehit oluyor, ikinci siperlerdekiler yıldırım hızıyla hemen onların yerlerini alıyor, fakat ne kadar imrenilecek soğukkanlılık ve tevekkül ki üç dakika sonra öleceğini biliyor ama en ufak sarsılma, çekilme, korku ve endişe belirtisi yok. Bilenler Kur’an-ı Kerim okuyor, bilmeyenler salavat getiriyor ve cennete gitmeye hazırlanıyor. İşte Çanakkale ruhu budur.” şeklindeki ifadeleri unutmamak gerekiyor. Sadece bu mu?
Anlatalım:
Mustafa Kemal Paşa’nın BMM adına Başkumandanlığa getirildiği günlerdir ve paşa cephedeki karargâhındadır. Yunan güçleri, cephemizde bir gedik açmış, orduda bozulma ve bocalama emareleri baş göstermiştir. Yusuf İzzet Paşa gibi bazı komutanlar telaş içindedirler. İhtiyat güçleri yetersizdir. Düşmanın açtığı gedik, Giresunlu Topal Osman güçlerinin bıçaklı saldırısı sonucu ancak kapatılmıştır. İşte bu sırada Mustafa Kemal Paşa, Fevzi Paşa’nın ne yaptığını sorar.
-“Kur’an okuyor, efendim” cevabını alır.
-Çağırın, gelsin! der.
Fevzi Paşa, geldiğinde der ki:
– Efendim bir komutan ihtiyatları ile harp eder. Bir tek nefer ihtiyatım yok. İhtiyatımız senin itibarından ibaret. Onun korunması için Kur’an okumaktan başka ne yapabilirim?”
Ali Güler’in Sinan Meydan’dan aktardığına göre; Atatürk döneminin canlı şahitlerinden Ercüment Demirer şunları söylemiştir: “…Ordunun başı olan rahmetli Fevzi Çakmak, Yardımcısı Orgeneral Asım Gündüz namaz kılarlardı. Atatürk devrinde T.B.M.M. Başkanı olan Abdülhalik Renda Cuma namazlarını Hacı Bayram Camii’nde kılardı…”
Genel Kurmay Başkanı ve Başkan Yardımcısı’nın vakit namazlarını bile kıldığı bir orduda, irili ufaklı rütbede görev yapan pek çok başka general ve subayın da namaz kıldıklarını kabul etmek, aklın ve mantığın gereğidir.(4)
“Hocam” Sözü Ne Anlama Geliyor?
Hilmi Özkök’ün 2016 yılında TBMM 15 Temmuz’u Araştırma Komisyonu’na yaptığı açıklamalarda dile getirdiği söylenen “Biz harp okulundayken namaz kılardık. Her terhis olan devrem mevlid okuturdu kışlada, şerbet dağıtırdı. Ama bu kullanıldı. Biz görevde iken dini konuların tamamen ayrı tutulmasını isterdik. Ama bir defa makamımda namaz kılmamışımdır, kimse de görmemiştir…” şeklindeki ifadeleri okuyunca, ister istemez aklım beni 2005 yılına götürdü. Dönemin Başbakanı Erdoğan’ın, o sırada Genelkurmay Başkanı olan Hilmi Özkök’e “Hocam” dediği iddia edilen tarihe!
O görüntüleri o gün şahsen ben de izledim televizyon haberlerinde. Çanakkale Şehitlerini Anma Merasimi sonrasında Başbakan Erdoğan ve Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün de içinde bulunduğu bir grup toplu halde yürürken, Başbakan Erdoğan kendi aracını işaretle, birlikte gitmeyi teklif ediyor ve “Hocam buyurun!” diyor. Hilmi Özkök de bu davete “Arkadaşlarla birlikte gidiyoruz” diyerek mukabelede bulunuyor. Olay hükümete yakın medya organlarına da bu şekilde yansıyor(5).
Olayın medyaya yansıması üzerine Hilmi Özkök açıklama gereği duyuyor ve diyor ki: “Bu beni üzen bir konu, bunu açıklıkla ifade etmek isterim. Ben o gün o kalabalık içerisinde böyle bir hitabı duymadım, böyle bir şey söylendiğini gazeteler iddia ediyor. Söylendiyse bunu ne kabullenmem, ne de bunu doğru bulmam mümkün. Ama Başbakan hep ‘Sayın Paşam veya Sayın Genelkurmay Başkanım’ der.”(6).
Başbakan Erdoğan da aynı doğrultuda açıklama yaparak şöyle demiştir o günlerde: “O gün Sayın Paşam eşiyle birlikte oradaydılar, ben kendisine hitap ettikten sonra Sayın Paşam diye, kendiler eşleriyle beraber oldukları için kendi arabalarına hareket ettiler. Ben Başbakanlıktan çok önce Beşir Bey’e hocam diye hitap etmişimdir, kendisi biliyorsunuz rektörlük yapmış, öğretim üyeliği yapmış bir hocamız. Beraber olduğumuz için de ’Hocam buyur beraber geçelim’ dedim, Beşir Bey’i yanıma aldım ve Beşir Bey’le yol açılışına gittim. Nitekim arabamda benim Beşir Bey vardı. Fakat bu haberi bu şekilde saptırmışlardır. Yani hocam diye hitap ettiğim Beşir Bey’dir. Bunu saptırmanın hiçbir anlamı yoktur, bunun arkasında böyle akla hayale gelmeyecek çirkin gerekçeler uydurmak, maalesef o çirkin emelleri olan bazı köşe yazarlarının ve bunu görsel olarak yansıtanların bir adımıdır.”(7)
Belki de gerçek böyledir. Ancak ben bizzat o haberde Başbakan’ın “Buyurun hocam” dediğini, Hilmi Özkök’ün de “Arkadaşlarla birlikte gidiyoruz” şeklide karşılık verdiğini gördüm ve duydum! Başbakan’ın, Beşir Atalay’a “Hocam” dediği doğrudur. Ancak o sırada kalabalığın içinde Beşir Atalay’ın olup olmadığını hatırlamıyorum. Kim bilir belki de o grubun içinde Beşir Atalay da vardı ve Başbakan’ın ona yaptığı “Buyurun hocam” teklifini, Hilmi Özkök kendisine yapılmış bir teklif olarak anladığı için “Arkadaşlarla birlikte gidiyoruz” deme gereği duydu.
Ya da Başbakanın Özkök’e yapmış olduğu “Hocam” hitabı, onun dini hayatıyla ilgili bir hitap olmayıp, yazılıp çizildiği gibi tamamen bir ağız alışkanlığının sonucudur ve şahsen biz de böyle olduğunu tahmin ediyoruz. Zira bu ülkede dolmuş şoförüne para uzatan yolcular bile “Hoca şurdan bir kişi al” diye para uzatıyorlar, şoförler de yolcuya “Hoca” diyerek para üstü veriyorlar. Üstelik hocalıkla uzaktan yakından ilgim ve ilişkim olmadığı halde bana da “Hocam” diyenler çoktur ve ben bundan hiç gocunmam. Bunun yanında hoca unvanına layık olmadığı halde bu ülkede hocalık yapan pek çok akademisyen ve din istismarcısı şarlatan ve gerzek de vardır. Dolayısıyla; “Hoca/Öğretmen/Alim” gibi, peygamberin hadislerine bile konu olan kutsal kavramlar öyle rast gele kullanılarak yıpratılmamalıdır…
Ömer Sağlam
17.02.2020
1-https://www.hurriyet.com.tr/gundem/kasaptaki-ete-sogan-dogramam-9411641,
2-https://www.sozcu.com.tr/2020/gundem/genelkurmay-eski-baskani-hilmi-ozkok-sessizligini-sozcuye-bozdu-suc-sayilmadigi-icin-fetullahcilari-atmadik-5626283/,
3-https://www.milliyet.com.tr/galeri/genelkurmay-eski-baskani-hilmi-ozkok-biz-harp-okulundayken-namaz-kilardik-464391/1
4-Ayrıntılı bilgi için bkz. Ömer Sağlam, Fetvalar Savaşı, Maya Akademi Yayını, Ankara, 2018, s, 34-35.
5-http://www.haber7.com/siyaset/haber/81761-erdogan-ozkoke-hocam-dedi
6-http://www.haber7.com/guncel/haber/82494-erdogan-ozkoke-hocam-dedi-mi
7-