Türkiye’miz çok tehlikeli bir yöne doğru sürükleniyor.
Yalan, dolan, talan, din sömürüsü en üst düzeyde… Kimin eli kimin cebinde belli değil.
Bir kargaşadır gidiyor.
Ne gelenek kaldı ne görenek; ne cumhuriyet…
Ne edebiyat kaldı ne şiir, ne folklor…
Ne şarkı kaldı ne türkü…
Ne duygu kaldı, ne düşünce…
Atatürk’ü bitirdiler. Cumhuriyeti, laikliği, demokrasiyi bitirdiler.
Yüzde 30’luk bir kesim, yüzde 70’lik bir çoğunluğun haklarını, geçmişini, geleceğini, dünya görüşünü, inancını paspas gibi çiğniyor. Gasp ediyor.
Türkiye cangıl ormanına döndü.
Karmaşa, kargaşa, kaos…
Gücü yeten gücü yetene. Orman kanunları geçerli şimdi…
Vatan topraklarını, fabrikaları, kamu mallarını, dereleri, tepeleri babasının malı gibi satıyorlar.
Ülkeyi sığınmacı cennetine dönüştürdüler. Maaş bağladılar onlara. Yemek, içmek, giyinmek, ikamet, hastane, ilaç bedava…
Ekmek elden, su gölden. Vur patlasın, çal oynasın. Sahilde nargile çekmeler. Güneşte yan gelip yatmalar. Bronzlaşmalar…
Suriyeli vatan kaçkınları, vatansızlar tatilde. Gençlerimiz nöbette. Can veriyorlar…
Her gün şehit haberi geliyor. Yine beş şehidimiz var. Gözyaşları sel olup akıyor. Her gün bir kaza, felaket…
Anaların elleri yüreklerinde.
Ülkemize sığınanlar ise durmadan çoğalıyor… Durmadan Ürüyorlar.
Mart kedileri gibi durmadan yavruluyorlar. Kadınların sağında, solunda, önünde, arkasında, sırtında, omzunda bebeler…
30 – 35 yaşında bir kadının 6 – 7 çocuğu var. Kendi ülkesinde, Suriye’de bile bu rahatlığı, özgürlüğü, serbestliği bulamıyorlardı…
Milyarlar harcanıyor onlara. Ama ülkemizde işsizlik, yoksulluk, açlık, sefalet diz boyu…
Okul yok, sıra yok, öğretmen yok, sınıflarda öğrenciler üst üste, alt alta…
Öğretmenler yıllardan bu yana işsiz güçsüz dolaşıyorlar.
Ama yine de durmadan imam hatip okulları açılıyor. Tarikatlar, tekkeler yerden biter gibi çoğalıyor.
Kimseye sormuyorlar. Araştırmıyorlar… Kimsenin ne düşündüğünü öğrenmiyorlar.
“En iyisini ben bilirim, ben yaparım” deyip, törenlerle, kurdele keserek, kız Kuran kurslarını yürürlüğe sokuyorlar.
Hedef, 5-6 yaşındaki çocukların belleğini, beynini şimdiden bazı bilgilerle doldurmak, onları dönülmez bir yola sokmak…
Düşünmesini, araştırmasını, öğrenmesini engellemek… Bilime, çağdaşlığa kapısını şimdiden kapamak…
Kurşun asker gibi her emre uyan, her söyleneni yapan, kendilerine sorgusuz sualsiz bağlı bir kuşak yetiştirmek…
Hedef, tüm Türkiye’yi Araplaştırmak… Onlar için önemli olan millet değil, ümmet; onlar için önemli olan laiklik değil şeriat…
Zaten şu sıralar, bir milyon Suriyeli Türkiye’ye girmek için sınırda bekliyor… Onlar da alınırsa vatanımıza, 10 – 15 yıl sonra ne Türk, ne Türklük kalır.
SADAT denilen silahlı örgütün başkanı, şeriatçı bir emekli general, geleceğin Türkiye’sini şu sözlerle belirlemeye çalışıyor:
-Türkiye Eyaletlere ayrılmalı. Başkenti İstanbul, dili Arapça olmalı.
-İsteyen Türkçe de konuşabilmeli! Kürtçe resmi eğitim dili olmalı.
-Kurulacak Devletin adı “Asrika” olmalı. (Asya-Afrika)
-Devlet, İslam Birliği, Konfedere Cumhuriyet olmalı.
-Her maddesi Kur’an ile uyumlu yeni bir Anayasa yapılmalı.
-Devlet Başkanı aynı zamanda Halife olmalı.
Gördünüz mü geleceğin Türkiye’si nasıl olacakmış? Nasıl olmalı imiş? Bütün bu hazırlıklar ne içinmiş, neye hizmet ediyormuş?
Ama asıl mücadele bundan sonra başlıyor, başlayacak…
Yurtseverlerin direnişi karşısında zalimler mutlaka kaybedecektir. Zulüm mutlaka yok olacaktır. Ortaçağ karanlığı, yerini tan vaktine bırakacak, tüm ulus özgürlüğüne ve bağımsızlığına kavuşacaktır.
Direnmek yaşamak; boyun eğmek, ölüm demektir.
Sol olsun, sağ olsun, ABD’yi, AB’yi, Rusya’yı emperyalist kabul eden, tam bağımsızlığı savunan, emperyalizmle hiçbir alanda uzlaşmayan partiler, gruplar, bireyler güç birliği temelinde bir araya gelip; antifaşist, antiemperyalist cephede, ulusal çizgide birleşmeli, vatanın kurtuluşu yolunda gerektiğinde bir sıra neferi gibi mücadele etmesini de bilmelidirler…