Mal ve hizmetler bilgi ve sermaye gücü vasıtasıyla ülkeler arasında serbestçe dolaşıyordu.
Ulusların ekonomik değerleri ve eğilimleri bütün dünyada hassasiyetle izleniyordu…
*
Erdoğan, ABD’nin Büyük Orta Doğu Projesi ve Medeniyetler İttifakının eşbaşkanıydı.
Fethullah Gülen ile birlikte kurduğu ucube paralel devlet, Arap İslam ülkelerine modeldi!
Erdoğan “dava”dan bahsediyor, “Tek Bayrak, Tek Vatan, Tek Devlet, Tek Millet” diye diye 2023’e işaret ediyordu…
*
2010’da ABD; Arap Baharı’nda daha önce otoriter iktidarlarla oluşturduğu fakat yolsuzluklara batmış Arap İslam ülkelerini;
Siyasetlerini, ekonomiyi ve sosyo-kültürel yapılarını dönüştürerek küresel işbirliğine dahil etmeye girişti.
Müslüman Kardeşler Örgütü ve türevleriyle, Arap’ın demokrasi, özgürlük ve insan hakları talepleri harekete geçirdi.
Tunus, Mısır, Libya’da bir döneme son verildi…
*
Mart 2011’de Suriye Cumhurbaşkanı Beşar El Esad, “Suriye lâik olan tek Müslüman Arap devletidir.
ABD ve batılı güçler jeopolitiği nedeniyle Suriye’yi ele geçirmek üzere mezhepleri kışkırtıyor, verdikleri her türlü destekle savaş yürütüyorlar.
Her adımı atarım ama laikliğe zarar verecek örgütlenmeye izin vermem” diyordu ki; “İç Savaş” başlayıverdi…
*
Erdoğan, Suriye’de ilk kurşun atıldığından beri Kardeşler ve türevlerine karşı savaşan Beşar El Esad’ın karşısında yer aldı!
Esad’ı Eset yaptı! Eset’in ne anası ne babasını bırakmadı!
*
Ama savaş suçlusu olmanın yanında bir çok insanlık suçu işlemekle itham edildi.
İŞİD ile birlikte yürütülen yasadışı petrol ticaretinden: Terörist gruplara silah tedârikinden: IŞİD ile birlikte tarihi eser kaçakçılığından:
Türkiye’den Suriye’deki IŞİD kontrolündeki topraklara yönelik silah ve cephane sevkiyatından: İşgalci olmaktan suçlandı.
*
Eylül 2013’te Müslüman Kardeşlerin milisleri, Libya Bingazi’de ABD Konsolosluğuna saldırdı ve büyükelçiyi hunharca öldürdüler.
İslamcı alem bu cihad örneği ile Mısır’da, Irak, İran, Yemen, Sudan, Fas, Tunus ve Suriye’de gururla ayağa kalktı…
ABD Dışişleri Bakanı H. Clinton,”Özgürleştirdiğimiz bir ülkede bu nasıl olur?” diye kahretti!
*
Halbuki, Kardeşler kitleleri kutsallaştırdığı dini fikirler ve metinlerle gerçek İslamiyet’e meydan okumaya hazırlıyor, onları “İslami Cihad”a yöneltiyordu.
Üstelik uyum kapasitelerine verilen teşvike rağmen,
Ne ekonominin rekabetçi baskılara dayanabilecek bir ekonomi varlığı içinde olmasını temin ediyor,
Ne de hukukun üstünlüğü, insan hakları gibi demokrasi kurallarını güvenceye alabiliyorlardı!
Sanki başka bir dünyalıydılar!
*
Bu yüzden 2014’te Mısır’da M.Mursi ve iktidarı darbe ile tasfiye edildi.
Kardeşler Mısır, Suudi Arabistan ve BAE’den kovuldu.
Erdoğan ise talimatla, 15 Temmuz 2016’da ortağı Kardeşlerin başka bir versiyonu olan Fethullah Gülen’i işgal ettiği devlet kurumlarından tasfiye etti.
Hızla onun boşalttığı kadrolara yerleşti…
Cihadçı kimliği Türk Devleti’nin tüm kurumlarının iliklerine işledi.
Erdoğan o günlerden beri Türkiye Devleti üzerinden Müslüman Kardeşler Hareketinin meşruiyetini, provokatif tutum ve savaşçı retorikle arıyor…
*
2017’de Suudi Arabistan’da Vahabizmi ılımlılaştırmak için Muhammed bin Salman Taç Prensi yapıldı.
Kardeşler’den kurtulan Suudi Arabistan, Mısır, BAE başta olmak üzere birçok Arap ülkesi;
Orta Doğu’da savaşların tek nedeni olan İsrail-Filistin sorununda “Barış”a destek vermeye başladı…
*
Ve ABD; Suriye’de insancıl koruma amaçlı askeri müdahalelere izin veren,
Koruma Sorumluluğu Doktrini (Responsibility to Protect Doctrine) gereği Suriye’ye yerleşti…
*
Mayıs 2017’de Başkan D.Trump, Suudi Arabistan/Riyad’ta Kral Abdülaziz ve 55 Arap ülkesi lideriyle görüştü.
Cihad terörizmi ile mücadele için belirsizliklerin ortadan kaldırılması ve her türlü İslamcı teröre karşı dürüstçe yüzleşmenin önemi konuşuldu.
Suriye Arap Cumhuriyeti değil, bazı devletlerin stratejik aygıtı olan cihadçılık hedef alındı.
Katar’ın desteklediği Kardeşler’in İslami Cihad’ın şampiyonu olduğunda hemfikir olundu.
ABD’nin desteğiyle Suudi Arabistan, Mısır, BAE, Bahreyn Katar’a karşı savaşa varmayan bir dizi önlem ilan etti.
*
Artık Orta Doğu süreci açık açık Başkan D.Trump’ın politikalarına dayanıyordu…
Rusya ile ortak menfaat alanları bulunması:
Birlikte çalışma kabiliyetini test etme alanı olarak Suriye’nin seçilmesi:
Dünyayı tehdit eden Cihad terör örgütlerinin birlikte yenilmesi hedeflendi.
*
Böylece Suriye savaşını bir insani müdahale olarak satma girişimleri son buldu.
Sıranın Suriye’deki savaşa siyasi çözüm bulunmasında olduğu:
İsrail’i kuşatan bu bölgede İran’ın bütün ağırlıklarıyla Suriye’den çekilmesi:
Müslüman Kardeşler ideolojisiyle Türkiye’nin Sünni İslamcılık girişkenliğini Suriye ve Irak’tan başlayarak sonlandırması,
Yeniden ABD ve NATO ittifakının güvenilir bir ortağı olması öngörüldü…
*
Ne ki, Ağustos 2017’den itibaren Türk Silahlı Kuvvetleri ve terörist ÖSO grupları,
Erdoğan’ın Türkiye’nin kendi varlığına tehdit olarak gördüğü ve terör örgütü olarak tanımladığı grupları bölgeden uzaklaştırmak,
Sınır hattının ve bölgedeki halkın güvenliği sağlamak ve kontrol altına almak,
Göç sorununu yok etmek için Güvenli Bölge oluşturmak üzere;
Suriye’ye Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarları operasyonlarını düzenledi.
*
Bir süre sonra da Rusya’nın ABD ile işbirliğinin aracısı İsrail ile müzakereleri sonrasında Astana süreci başlatıldı.
İdlib’te de bir de-eskalasyon bölgesi oluşturuldu.
4 adet de-eskalosyon bölgesiyle Suriye’de İsrail lehine kurtarılmış Arap Bölgeleri kuruldu.
Rejim savaş alanını daralttı, muhalefete karşı birden fazla cephede savaşan güçlerini yeniden toparladı,
Rusya ve İran’ın desteği ile topraklarını özgürleştirdi.
*
Yıllardır silahlı direnişin ve El Kaide bağlantılı operasyonların merkezi İdlib’te görevi Türkiye yükümlendi!
İdlib, karmaşık görünümüyle giderek diplomatik çözümün merkezi oldu.
Erdoğan İdlib’te, Suriye yönetimiyle işbirliği yolu çizerek çatışmaların bitmesine çaba göstermeyi:
İdlib’teki yönetimi silahlı terör gruplarından alarak sivil idareye devretmeyi:
Radikal unsurları elimine ederek kentteki çatışmasızlığı denetlemeyi ve güvenliği yerel polis güçlerine bırakmayı görev edindi.
*
Erdoğan bu görevi, Suriye toprak bütünlüğü ve bölgedeki nufusunun artacak olmasıyla sağlanabilecek bir strateji ile yürütecek,.
Bölgeye çok sayıda Arap taşıyacak ve yeni bir demografik yapı oluşturacaktı.
Erdoğan’ın kuzeybatı Suriye’nin kontrolünü Müslüman Kardeşler ile ele geçirme konusunda yaptığı riskli yatırım, bugün İdlib’in siyasi gerçeğini oluşturuyor.
Türkiye bu bölgede ekonomik kaynaklar üzerinde egemen olma senaryosunu Müslüman Kardeşler ile birlikte yürütüyor.
*
Bugün Müslüman Kardeşler ideolojisinde Erdoğan’ın “Yeni Türkiye”si, Katar ile birliktedir.
Onlar Orta Doğu’da, tüm Arap’a hakim olma hedefinde yeni bir blok oluşturdular.
Türkiye ve Katar, oluşturdukları blok ile İran’ın kendine özgü Şii blokuna rampalama çabası gösteriyor.
Rusya bu bloka “Orta Doğu İtilaf Ülkeleri” diyor…
*
Rusya ve Suriye, Kasım 2018’den beri İdlib taarruzunu sınırlı müdahalelerle gerçekleştirdiler.
Sınırlı müdahalenin Müslüman Kardeşler ve HTS unsurları ve aynı zamanda Türkiye üzerindeki baskıyı arttıracağı,
Türkiye’nin de insanların sınır ötesi kitlesel hareketini önlemek için hazırlık yapabilmesine yol açacağını öngördüler.
*
Buna karşı Erdoğan’dan Türkiye’nin isyancı vekil gücü Özgür Suriye Ordusunu ve bileşenlerini İdlib’ten çekmesini,
İdlib merkezinde silahsızlandırılmış bir bölge kurulmasını istediler.
Böylece İdlib’in kurtarılmasını ve olası direnişi kaldırmayı hedeflediler.
*
Erdoğan ise hep, ABD’nin İdlib’te hayat kurtaran bir gecikmeye yol açmasını ve Ruslarla ilgili olası bir çöküşü umdu!
Bu sayede Suriye’nin kuzey sınırlarındaki askeri ayaklarını sağlamlaştırabilecek,
Ardından HTS’yi, ABD çıkarlarına hizmet eden ve özerklik isteyen Suriye Kürtlerinin üzerinde bir tehdit olarak kullanabilecek,
Müslüman Kardeşlere bir yurt oluşturacaktı!
*
Müslüman Kardeşler ideolojisi şimdi Suriye’de kuşatılmıştır.
Erdoğan, “Rejim Şubat içinde çekilmezse gereği yapılacak” diyor.
Birincisi, Bu Türkiye’nin değil, Müslüman Kardeşler terör örgütünün davasıdır…
İkincisi, Beşar El Esad hâlâ bir yurtsever olarak 2011′ deki “Her adımı atarım ama laikliğe zarar verecek örgütlenmeye izin vermem” duruşundadır…
Üçüncüsü, Türkiye Libya’da da aynı zor durumdadır.
Dördüncüsü, Türkiye sadece gereksiz bir hedef uğrunda sahada şehid vermiyor, bu ekonomi ve bu savaşlarla halkının geleceğini öldürüyor…
Bir yanıt yazın