Her gün bir şehit haberi…
Şehit haberleri ile başlıyoruz güne.
Anaların, babaların, çocukların gözleri yaşlı…
Yüreğimiz kan ağlıyor…
İçimiz kan ağlıyor…
Işıklar içinde uyusun fidanlarımız…
Işıklar içinde yatsın şehitlerimiz…
Bu ülke geçmişte de vatan savunması için çok şehit verdi. Aileler, 14 – 15 yaşındaki çocuklarını Doğuya, Batıya, Çanakkale’ye, Kocatepe’ye, Kurtuluş savaşına gönderdi. Çoğu geri dönmedi.
Analar, babalar kederliydi, üzüntülüydü; ama mutluydu, gururluydu… Çünkü yavrusu yedi düvele karşı savaşırken, vatan savunmasında can vermişti.
Ülkemiz tehlikeye düştüğünde, kesinlikle söyleyebilirim ki günümüzde de yediden yetmişe her vatandaşımız, bu görevi canı pahasına, seve seve yerine getirmeye hazırdır. Hazır olacaktır…
Asla kaçmaz vatan savunmasından.
Ama şu son yıllarda ortam çok karışık… Çok karıştı… Her şey birbirine girmiş durumda… Ortalık toz duman. Göz gözü görmüyor…
Soruyorum bu durumda şimdi ben:
Bizim Suriye’de ne işimiz var.
Yaban ellerinde askerlerimiz niçin can veriyor?
Niçin her sabah şehit haberleri ile uyanıyoruz? Niçin her an, her gün, yabancı diyarlardan şehit haberleri gelecek diye korkuyla bekliyoruz?
Plajlarda nargile çeken, bir eli yağda bir eli balda yaşam süren, her çeşit gıda, giyim, barınma ve sağlık ihtiyacı karşılanan Suriyelilerin yerine niçin bizim yavrularımız uzak diyarlarda can veriyorlar?
Suriye topraklarında ne işimiz var, ne arıyoruz?
Orada bulunmaktan Türkiye’nin kazancı nedir?
Savaşmayan, ülkesini bile korumayan 5-6 milyon Suriyeliye, yurdumuzda (Türk vatandaşlarını bir kenara atıp,) niçin milyar milyar, oluk oluk para akıtıyoruz?
Her başı sıkıştığında bir ülke insanı komşu ülkelere kaçarsa, kim kurtarır o vatanı? Yeryüzünde var mıdır böyle bir yasa?
Bir düşünün hele… Osmanlının son dönemlerinde, yedi düvel, ülkemize saldırdığı zaman, insanlarımız pılını, pırtısını, çoluğunu çocuğunu toplayıp, Suriye’ye, İran’a, Irak’a göç etseydi, bağımsızlık savaşını kim verecekti?
Sonra Türkiye, Suriyelinin hamisi, koruması, anası, babası mı?
Sınırımızda binlerce Suriyeli, sayıları milyona ulaşan mülteciler alıcı kuşlar gibi bekliyor şimdi… Bizler de elimiz yüreğimizde, “Ya onlar da memleketimize kabul edilirlerse ne yaparız” kuşkusu içinde bekliyoruz… “O zaman bizim işsizlerimize nasıl iş bulacağız, açlarımızı nasıl doyuracağız?”
Nasıl para yetiştireceğiz bu vatansızlara?
Lütfen bir yetkili bana yanıt versin. Bana açıklama yapsın. Beni bilgilendirsin…
Neden Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Yurtta barış, dünyada barış” politikasından vaz geçtik? Neden tüm Ortadoğu ülkelerini karşımıza aldık. Onlarla düşman olduk?
Neden hem dünyada hem Ortadoğu’da durmadan düşman kazanıyoruz? Yalnızlaşıyoruz?
Şeriatçılık, dincilik, siyasal İslamcılık esasına dayanan, hedefi, amacı, ilkesi bulunmayan bir dış politika olur mu?
Nasıl bir dış politikadır ki bu, bir gün önce ABD ile yağlı ballı iken bir gün sonra Rusya ile canciğer kuzu sarması oluyoruz ve Amerika’nın tüm itirazlarına rağmen ondan S-400 füzeleri alıyoruz?
Nasıl bir dış politikadır ki bu, bir gün sonra da ABD’yle yeniden yakınlaşıyor, nispet yapar gibi, Rusya’nın kavgalı olduğu Ukrayna’yı ziyaret ediyor ve ona para yardımı yapıyoruz?
Dünyada ne değişti de bir anda, “Ukrayna, Stratejik ortağımız, komşumuz ve dostumuz” oldu birden?
Bu çıkmaz sokaktan, bu belirsizlikten, ilkesizlikten nasıl kurtulacak sevgili yurdumuz?
Nasıl aydınlığa kavuşacağız?
Bunun bir tek yolu vardır:
Tam bağımsız ve gerçekten demokratik parlamenter sisteme yeniden dönmek…
Atatürk’ün “Yurtta barış, dünya da barış” politikasını yeniden dış politikamızın ekseni yapmak…
Tüm dünyada ve Ortadoğu’daki ülkelerle karşılıklı saygı, sevgi, iyi dostluk temelinde kalıcı ilişkiler kurmak…
Yoksa daha çok gencimizi, fidanımızı kaybederiz…