Bir zamanlar ithal ürünlerin ülkeye girişine sevinen, Avrupa’dan gelen ürünlerin kullanılmasını, satın alınmasını ayrıcalıklı gibi gören, bu durumu da ülkenin gelişmesi, modernleşmesi gibi kabul eden bir toplum yapısından, hızla geçmişini arayan, yerel ürünlerin değerini anlayan bir topluma dönüşmeye başladık.
Özelleştirmelerle kaybettiğimiz, Cumhuriyet kazanımlarımız, betonlaşan doğal yapımız, kıyılarımız, ovalarımız, adalarımız derken, elimizde bizi yeniden ayağa kaldıracak olan büyük bir hazinemiz var.
Tarım alanlarımız, Meralarımız, Ormanlarımız, Topraklarımız !
Evliya Çelebi’nin ‘’dağlarından yağ, ovalarından bal akar’’ dediği Ege -Akdeniz ve Güney bölgelerimiz de, dört mevsim her çeşit ürünü yetiştirmek, üretmek mümkün.
Aylarca kar altında kalan Doğu ve Kuzey bölgelerimizde, alabildiğince uzanan çayırlar, tarlalar bir kış boyunca hem o yörenin hayvanlarını, hem de ülkenin bir çok bölgesini doyuracak üretimi yapmaya elverişli topraklara sahip.
Topraklarımızın ihtiyacı olan tek şey, onları seven, koruyan, eken, biçen ve değerini bilen vatan evlatları !!
Topraklarımız ekilmek için bekliyor.
Bizler topraklarımızı sahipsiz bırakıp, büyük şehirlerin büyüsüne kapılıp, uzaklaştıkça birileri planlarını hayata geçirmek için devreye giriyor ve topraklarımızı ele geçiriyor.
Öyle, topla tüfekle değil, parayla !!
Bugüne kadar yanlış politikalar yüzünden, Köylünün emeği para etmedi, üretmekten vazgeçti.
Köylü üretmesin diye şehir ekmeğine, bir tek ineğini bile yetiştirmesin diye marketlere alıştırıldı.
Kooperatifleşme sürdürülebilir olmaktan çıktı ve köylüler, imece kültürü yok edilen, toprağını ekmeyen, meyvesini toplamayan, yoğurdunu yapmayan, tezeğini yakmayan, şehirle köy arasına sıkışan bir yapıya dönüştürüldü.
Köylülerin, atalarından kalan tohumlarının satışını yapmaları yasaklanırken, daha çok ürün verdiği bahanesiyle ithal tohumların ülkeye hızla girmesi, kullanılmasının yaygınlaştırılması sağlandı.
Bu tohumların ilk veriminden sonra, kendi toprağına uyumsuz olması, gelişiyle birlikte ortaya çıkan hastalıklar, başa çıkılamayan zararlılar için de kesenin ağzı iyice açılmaya başladı.
Artık sandıklardan, çıkınlardan tohumlar çıkmıyor, evde arap sabunuyla, ısırgan otuyla ilaçlar yapılmıyordu.
Çünkü ithal tohumu ülkeye getirenler, bu durumu iyi bildikleri için, ilacı, gübreyi de beraberinde hazıra alışan köylüye satıyordu, satmaya devam ediyor.
Hem tarım, hem hayvancılık yapanlar, daha şanslıydı çünkü doğal gübre kullanma imkanına sahiptiler.
Ancak zamanla öyle bir duruma geldik ki gübre ithal etmeye de başladık.
Hazıra alıştırılan, emek vermekten uzaklaştırılan, insan gücünü zamanla kaybeden köylü, artık ne tohum çoğaltıyor, ne ilaç yapıyor, ne de doğal gübre kullanmak için çaba harcıyordu.
Parası varsa hemen, yoksa hasat sonunda vermek üzere kendi tabiriyle, ilaççı’ nın, yolunu tutuyordu.
Oysa bizim atalık tohumlarımız, tıpkı topraklarımız gibi dirençliydi.
Neyse ki bizim, toprağına inanan, güvenen, bir tohuma bir bostan aldığına şahit olan, üreten köylümüz hala var.
Sayıları az değil…
Onlar ne hazır tohuma, ne hazır gübreye ne de o zehirlere hiç bir zaman güvenmediler.
Güvenip deneyenler ise kısa zamanda geriye döndüler.
Her tohumun kendi bölgesine, toprağına özel olduğunun bilincine vardılar.
Üreticiler kadar, bilinçli tüketiciler de Türk tarımına hayat verecektir.
Yeniden tarımda, yerli üretim ayağa kalkacak, bire bin veren tohumlarımız hem bizi, hem de dünyayı doyurmaya devam edecektir.
Bir zamanlar bizim olan ne varsa yabancılara satıldı, kiralandı ya da yabancı ortaklara teslim edildi.
Öylesine işledi ki planları, kısa sürede bize saman da sattılar, mercimek de…
Bizleri tüketen, hazırcı, kolaycı bir toplum haline getirdiler.
Yıllar önce, doğrudan gelir desteği vererek, güzelim ovalarımızda pamuk ekimini, tütün üretimini yasakladıklarında sesi çıkmayanlar, bir süre sonra mercimek, tahıl, mısır ekemeyeceklerini de yaşayarak gördüler.
Gazi Mustafa Kemal ATATÜR’ün dediği gibi; Bağımsızlık Türk Milletinin Karakteridir.
Eğitimden, tarıma, ekonomiden, siyasete kadar her alanda tam bağımsız olmak zorundayız.
Bir yanıt yazın