KUVVETLİ EKONOMİ; KUVVETLİ DİPLOMASİ DEMEK
Libya meclisinin oy birliği ile aldığı Libya-Türkiye anlaşması kararı düşündürücü. Düşündürücü olduğu kadarda Türkiye’nin itibarı bakımından çok ağır bir karar. Verilen yanlış kararlar sonuçta dış politikaya, ikili ilişkilere de yansımış durumda. Türkiye böyle mi olmalı idi? Hiçbir Müslüman ve Arap ülkesi Türkiye’nin yanında değil. Bilakis tam karşısında. Kibir ve yanlış ile karışık ekonomik güçsüzlüğün faturasını ödüyoruz. Dış politikada yalnızlığa mahkum edilmiş durumdayız. Uzak yakın bütün devletlerle sorun yaşıyoruz. Düşünürlerimiz çeşitli çözümler üretiyorlar. Kendilerinden olmadıkları varsayımı ile önerilerine hep karşı çıkıyorlar. Yönetim devşirmelerin elinde oldukça da iyi bir ekonomi, sağlıklı diplomasi çıkmaz. Yaşadıklarımız zaten bunu ispat ediyor. Libya konusunda arabuluculuk ilk aşamada fiyasko ile sonuçlandı. Fiyaskonun nedeni de muhalif tarafa yüklendi. Libyalı muhalifler açık ve net olarak Türkiye Libya’dan çekilmezse ateşkes yapmayız dedi mi, demedi. Peki müzakerelere neden katıldı? Çok basit. Türkiye askerini geri çekme konusunda taviz verdi mi? Taviz verip Moskova’da asker çekmeyeceğini Libyalı muhaliflere dayattı mı? Bunun üzerine Libya toplantıyı terk etti mi? Durum yukarda anlatıldığı gibi ise inanırlık ve güvenirlik açısından Türkiye için durum çok vahim.
ABD: FETÖ, PKK VE PYD olan ilişkilerini sürdürüyor. Türkiye’nin terörist ilan ettiği örgütlere madden, manen destek veriyor. Onları koruyor ve kolluyor. Rusya’da ABD’den geri kalmıyor. PKK’nın Moskova’da ofis açmasına izin verdiği gibi Suriye dede YPG’ye desteğini artırarak sürdürüyor. Bunlar görünenler arka planda ne gibi destekler var bilinmiyor. Terör örgütlerinin desteklenmesi ile Türkiye’de iç barış zarar görüyor, mücadele nedeniyle ekonomik kayıplara neden oluyor. Bu sıkıntıyı sadece Türkiye’de yaşayanlar değil dış ülkelerde yaşayan Türklerde yaşıyor. AB ülkeleri Türklere karşı yeni yaptırımlar gündeme getiriyor ve uyguluyor. Örneğin çifte vatandaşlık konusunda Türkleri zorunlu olarak ikilemde bırakıyor. Hem Türk hem AB üyesi ülkesi vatandaşı olunmaz diyerek dayatıyor. Türkiye’nin sesi çıkmıyor. Neden? Çünkü bozuk ekonomisi her hangi bir çıkışa zeval vermiyor. Başka bir örnek: Diyelim ki sığınmacılar için periyodik olarak Türkiye’ye gönderdikleri paraları kesseler ne olur? Bu bağlamda Türkiye köşeye sıkışmış vaziyette. Zaman zaman kapıları açarım diye blöf yapmaktan öte geçemiyor. Türkiye’nin yaşadığı ekonomik ve siyasi krizler dış ülkelerde yaşayan insanlarımızı da vuruyor. Türk pasaportlu oldukları için ayrımcılığa, baskıya uğruyorlar. Zaman zaman tur iptalleri oluyor, buda ekonomiyi de olumsuzluklara neden oluyor.
OECD verilerinde Türkiye gelir dağılımının en bozuk ülkeler arasında olduğu gösteriliyor. Milyoner sayısı hızla yükseliyor ve gelir pastasının tamamı bu mutlu azınlığa gidiyor. Onlarda varlıklarını dış ülkelere transfer ediyor. Yoksulluk arttıkça artıyor, orta tabaka hemen hemen yok olma aşamasında bulunuyor. Kıt kaynaklar sadece zenginler tarafından bölüşülünce tabanda kimseye pay kalmıyor. Zenginler yaşıyor, fakirler sürünüyor, açlık sınırında hayat mücadelesi veriyor.
Hemen hemen tüm üretim yapan tesisler özelleştirilmiş ve bu tesislerde üretilen, ihraç edilen üretim ise üretilmemekte ve Türkiye ürettikleri mamulleri dışardan almak zorunda kalıyor. Fabrikaların yerinde mutlu azınlığın inşaatları yükseliyor. Aynı başıbozukluk ve vurgun sanayide olduğu gibi tarımda da yaşanıyor. Artı değer olan tarımsal ürünler bugün ithal ediliyor. Örneğin otu, samanı bile dışarıdan alıyoruz. Et ithal ediyoruz. Soğan, patates, sarımsak ithal ediyoruz. Üretmekte olduklarımızı üretmiyoruz. Üretilse bile hemen ithalat yoluna baş vurup üreticinin beline kazma ile vurup öldürüyoruz. Kimse kimseyi aldatmasın geleceğimizi yok ediyoruz. Tarım, orman arazilerini ”yalellilere” peşkeş çekiyor geleceğimizin teminatı olan doğaya da ölümcül kezzap döküyoruz.
Radikal İslamcıların ekonomi ve diplomasi becerileri bu kadar. Bu yolda devam etmeleri ise çok zor. Eninde sonunda gerçekler görülecek doğru kararlar alınacak ve uygulamalar yapılacak. Zamana ihtiyacımız var. İki ayyaşın yönettiği, reklam arası, parantez adını verdikleri Cumhuriyet döneminin günümüzle kıyaslanamayacak üstünlüklerinin olduğunu inşallah anlamışlardır.
Bir yanıt yazın