Önce emperyalist olup sonra kapitalist olunmaz!
Emperyalizm sözcüğü ilk kez bir İngiliz Düşünürü J.A. Hopson tarafından kullanılmıştır.
Emperyalizmin, kapitalizmin en üst aşaması olduğunu, Lenin, 1916 yılında yazdığı bir kitapta kullanmıştır.
Çok uluslu şirketler henüz ortada yokken, yani tekeller öncesi kapitalizmde, ekonomi modeli; daha ziyade, ülke içi, orta ve küçük sanayi ve hizmet kuruluşlarından oluşuyordu.
Artı değer sömürüsü üzerinden yürüyen sermaye birikimi artıkça, kapitalist şirket ölçekleri de büyümüştür. Bu büyüme, sadece ülke içinde değil, ülke dışın da hem sermaye hem de kurumlar olarak büyümüştür.
Büyüyen kapitalist çok uluslu şirketler, ulus-devletin sadece pazarlarını ele geçirmekle kalmamış, ulus devlet iktidarlarının yetkileri de paylaşır duruma gelmiştir.
Devlet ekonomiden çekilsin, hantal devlet ekonomiden elini çeksin gibi, bildik sloganların nerelerde imal edildiğini artık bilmeyen kalmadı.
Zaten emperyalizmi kavramak önce kapitalizmin işleyişini anlamaktan geçer. Önce kapitalist olunmadan, emperyalist olunamaz.
Ulus devlet yetkilerinin, büyük şirketlerle ortaklaşılması, kapitalizmi bir ileri aşamaya taşımış ve adı artık emperyalist devlet olmuştur.
Süper emperyalizm aşamasında, devletlerin tüm yetkileri; ekonomik, siyasi, sosyal, askeri çok uluslu şirketlerin elinde olması demektir.
Emperyalist bir ulus olabilmek için, çok büyük ölçekli, çok uluslu şirketlere sahip olmak birinci şarttır. Ancak bu şart başlı başına yetmez.
Büyük ölçeğe ulaşmış şirketiniz dünya ölçeğinde, ticarette, ulus devletin parasını(döviz) kullanıyor olması da ikinci şarttır. Bunun anlamı sermaye fazlanız olması ve sermaye ihracı yapabiliyor olmanızı gerektirir.
Emperyalizmin küresel saldırısı sırasında, Merkez Bankasının bağımsızlığını isteyenler, emperyal devletlerin istediği kurallara göre para basımını ve paranın toplumsal mülkiyetinin özelleştirilmesini istemilerdir.
Emperyal devletler, pazarlarımızda kullanılacak para miktarını ve çeşidini de belirlemişlerdir. Bu husus Basel Kanunları olarak tarihe geçmiştir. Paraları basan, yetki verilmiş özel bankalar böyle ortaya çıkmıştır.
Kaydı para ( fiat currency) bankalar tarafından dijital olarak üretilmeye başlanmıştır.
Herkesin sandığı gibi, Merkez Bankası, üretime karşılık gelen paranın tümünü basmaz. Sadece %10-15’ini basar. Geri kalanını ticari bankalar dijital para olarak basar. Kredi parası diye de konuşulan para bu paradır. Bir anlamda devlet para basma yetkisini belli bir zümreye devretmiş demektir.
Küreselleşme saldırısı sırasında, ulus devlet, kendi para basma yetkisini belli bir zümreye devretmiş, lakin bu zümre, ülke içinde emperyalist şirketler ile rekabet edebilecek, büyük şirketler oryaya çıkaramamıştır.
İçinde bulunduğumuz ekonomik çıkmazın asıl nedeni; ulus devletin bir imkanını ele geçiren zenginlerimiz, ülkemize başka ülkeler ile rekabet edecek şirketler oluşturamamıştır.
Dışarıda ki büyük şirketler ile ortaklık yapmak onlara yetmiştir.
Dünya ticaretinde Amerika’nın koyduğu kurlarla daha fazla bir yere varamayacağımız çok net bir şekilde ortadadır.
Zaten tüm dünyadaki sıkıntı da buradan kaynaklanmaktadır.
Bu çıkmazın siyasal ve sosyal sonuçları, yeni bir ekonomik birikim modeline geçileceğini bize söylüyor.
14 Ocak 2020
Bir yanıt yazın