Site icon Turkish Forum

HAN DUVARLARI’NDAKİ MEÇHUL ASKER: MARAŞLI ŞEYHOĞLU SATILMIŞ

1970'li yıllarda Çankırı'da geçen ortaokul yıllarımdan beri kulaklarımda çınlayan şiirlerden birisidir Faruk Nafiz Çamlıbel'in "Han Duvarları" isimli şiiri. İyi bir şiir okuyucusu olan Edebiyat öğretmenimiz Ömer Nihat Uzel'den dinlemiştim ilk olarak. Ömer Nihat Hoca, ders kitabının şiirin bulunduğu sayfasını açmış sonra da başlamıştı elinde kitap olduğu halde sınıfta gezinerek bu güzel şiiri okumaya: - Öküz Mehmet Paşa

1970'li yıllarda Çankırı'da geçen ortaokul yıllarımdan beri kulaklarımda çınlayan şiirlerden birisidir Faruk Nafiz Çamlıbel'in "Han Duvarları" isimli şiiri. İyi bir şiir okuyucusu olan Edebiyat öğretmenimiz Ömer Nihat Uzel'den dinlemiştim ilk olarak. Ömer Nihat Hoca, ders kitabının şiirin bulunduğu sayfasını açmış sonra da başlamıştı elinde kitap olduğu halde sınıfta gezinerek bu güzel şiiri okumaya: - Öküz Mehmet Paşa 1
1970'li yıllarda Çankırı'da geçen ortaokul yıllarımdan beri kulaklarımda çınlayan şiirlerden birisidir Faruk Nafiz Çamlıbel'in "Han Duvarları" isimli şiiri. İyi bir şiir okuyucusu olan Edebiyat öğretmenimiz Ömer Nihat Uzel'den dinlemiştim ilk olarak. Ömer Nihat Hoca, ders kitabının şiirin bulunduğu sayfasını açmış sonra da başlamıştı elinde kitap olduğu halde sınıfta gezinerek bu güzel şiiri okumaya: - çanakkale

1970’li yıllarda Çankırı’da geçen ortaokul yıllarımdan beri kulaklarımda çınlayan şiirlerden birisidir Faruk Nafiz Çamlıbel’in “Han Duvarları” isimli şiiri. İyi bir şiir okuyucusu olan Edebiyat öğretmenimiz Ömer Nihat Uzel’den dinlemiştim ilk olarak. Ömer Nihat Hoca, ders kitabının şiirin bulunduğu sayfasını açmış sonra da başlamıştı elinde kitap olduğu halde sınıfta gezinerek bu güzel şiiri okumaya:

"Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı,
Bir dakika araba yerinde durakladı.
Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,     
Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar...     
Gidiyordum, gurbeti gönlümle duya duya,     
Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya.     
İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!     
Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,     
Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı...     
Arkada zincirlenen yüksek Toros Dağları,"


Ancak ne yalan söyleyeyim şiirin en can alıcı ve en etkileyici kısımları, Faruk Nafiz’in kendi mısraları değil, şiirine alıntı yaptığı halk şiiri tarzında yazılmış dörtlüklerden oluşan kısımları idi benim çocuk zevkim açısından. Gerçi hâlâ da öyledir.

“Uykuya varmak için bu hazin günde, erken,
Kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken
Birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı;
Bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı.
Ben garip çizgilere uğraşırken baş başa
Rastlamıştım duvarda bir şair arkadaşa”

şeklindeki mısralarla aktardığına göre; Faruk Nafiz, misafir kaldığı handaki odasında uyumaya çalışırken birden gözleri duvarda yazılı bu şiire ilişiyor.

“On yıl var ayrıyım Kınadağı’ndan
Baba ocağından yar kucağından
Bir çiçek dermeden sevgi bağından
Huduttan hududa atılmışım ben.

Gönlümü çekse de yârin hayali
Aşmaya kudretim yetmez cibali
Yolcuyum bir kuru yaprak misali
Rüzgârın önüne katılmışım ben

Garibim namıma Kerem diyorlar
Aslı’mı el almış haram diyorlar
Hastayım derdime verem diyorlar
Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ım ben”


Faruk Nafiz’in aynı şiirinde aktardığına göre; duvarda yazan şiirin şairi hakkında “Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış” isminden ve altına yazılan 8 Mart 37 tarihinden başka herhangi bir bilgi bulunmuyor. Yine onun şiirinde dediğine göre; Hancı da bilmiyor Maraşlı Şeyhoğlu’nun kim olduğunu. Sadece “Hana sağ indi, ölü çıktı geçende” şeklinde bir bilgi veriyor.


Şiirin altında yazan 8 Mart 37 tarihi önemli. Bu tarih, o dönemde kullanılan Rumi takvime göre 8 Mart 1337 olmalıdır. Rumi Takvim’e göre Mart ayı, Miladi Takvim’e göre 14 Mart ile 13 Nisan arasına tekabül etmektedir. Bu demek oluyor ki; Şeyhoğlu Satılmış’ın şiirinin altına koyduğu 8 Mart (13)37 Rumi tarihi, Miladi olarak 21 Mart 1921 gününe tekabül etmektedir. Hanın duvarına Osmanlıca olarak işlek bir yazı yazabildiğine ve şiir de yazabildiğine göre Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış, muhtemelen Medrese eğitimi almış, okuma-yazma bilen bir halk şairi, yani bir halk ozanı. Birçok Maraşlı gibi o da şair, üstelik tahsilli bir şair.

Peki bu kadarcık bilgiden hareketle; Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ın tam olarak kim olduğunu ortaya çıkarmak mümkün müdür? Elbette mümkün değildir, bunun için ilave bilgilere de ihtiyaç vardır. O zaman devam edelim: Faruk Nafiz Çamlıbel hakkında verilen “18 Mayıs 1998’de İstanbul’da doğdu, 1922’de İleri gazetesinin temsilcisi olarak Ankara’ya gitti. 1922-1924 yılları arasında Kayseri Lisesi’nde edebiyat öğretmenliği yaptı.”(1) şeklinde verilen bilgilerden anlıyoruz ki; Faruk Nafiz Çamlıbel 24 yaşında genç bir öğretmen olarak 1922 yılında Ankara-Ulukışla-Niğde yoluyla Kayseri’ye gidiyor, bu yolculuk esnasında konakladığı bir handa meçhul şair dostu ile karşılaşıyor.

Faruk Nafiz’in, Ulukışla’da Öküz Mehmet Paşa Hanı’nda, Araplıbeli denilen bir mevkideki adı belirsiz bir konaklama yerinde ve Kayseri’nin İncesu ilçesindeki Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Hanı (Kervansarayı) olmak üzere; üç gün süren yolculuğu sırasında üç ayrı handa kaldığını ve Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’tan alıntıladığı üç kıtalık şiirin her bir kıtasıyla ayrı bir handa karşılaştığını söyleyenler var(2). Bu kanaatte olanlara göre; şair yolculuk sırasında kaldığı hanların duvarlarındaki dörtlükler yoluyla, kendinden önce savaştan dönerken aynı yolculuğu yapmış olan Şeyhoğlu’nun izini sürer(3). Esasen Faruk Nafiz’in şiirinden de böyle bir anlam çıkıyor. Sadece onun savaştan dönen bir Mehmetçik olduğuna dair bilgi yok Faruk Nafiz’in şiirinde.

Ancak bize göre bu bir efsanedir! Ya da Faruk Nafiz Çamlıbel’in, olayı biraz daha gizemli ve olağanüstü kılmak için veya biraz daha dramatize etmek için başvurduğu bir sanat! Faruk Nafiz Çamlıbel, belki de böyle bir şiire ve Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış diye bir isme hiç rastlamadı konakladığı hanlarda; tamamıyla kendi muhayyilesinde yaratmış olduğu bir karakter Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış ve şiiri!

Malum; Faruk Nafiz’in Ankara’dan Kayseri’ye gittiği Mart/1922 tarihi, Milli Mücadele’nin bütün hızıyla devam ettiği yıllardır. İnönü Savaşları ve Sakarya Meydan Savaşı kazanılmıştır ama Dumlupınar Meydan Savaşı henüz yapılmamıştır. Yunan orduları hala Afyon-Kütahya-Eskişehir hattındadır. İstanbul işgal altındadır henüz. Hamasi duygular tavan yapmış bulunmaktadır. Şairler ve edipler Milli Edebiyat ya da Memleket Edebiyatı denilen bir edebî akım başlatmışlardır ve Anadolu’ya eğilme, Anadolu’yu tanıma arayışları başlamıştır. Esasen Yahya Kemal’in etkisinde olan ve Behçet Kemal Çağlar ile birlikte 10. Yıl Marşı’nın sözlerini de yazan Faruk Nafiz Çamlıbel de işte bu tarihlerde gerçekleştirdiği Ankara-Ulukışla-Niğde-Kayseri yolculuğunu anlatmıştır “Han Duvarları” şiirinde. Şiir ilk kez “Türk Yurdu” isimli milliyetçi derginin 1925 yılındaki Ocak sayısında yayınlanmış ve Türkiye Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ı ilk defa o zaman tanımıştır.

Ancak bize göre de, Faruk Nafiz’in, yolculuk boyunca kaldığı bütün hanlarda Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ın kalmış olduğu odalarda kalması gibi bir tesadüf olamaz. Hanlar tek odadan ibaret olamayacağına göre, o sırada 24 yaşında genç bir öğretmen olan Faruk Nafiz’in, her kaldığı handa Şeyhoğlu’ndan bir iz bulabilmek için hanların bütün odalarında araştırma yapması gerekir ki; bu da akılcı ve olası değildir. Dolayısıyla biz, “Şeyhoğlu Satılmış” diye bir şahsın gerçekte yaşamadığı, eğer yaşadıysa Faruk Nafiz’in hanlardan birisinde bir bütün olarak bulduğu şiiri, çok daha ilginç hale getirmek için sanki farklı kıtalarını farklı hanlarda bulmuş gibi “Han Duvarları” isimli şiirinin içine serpiştirdiğine kaniiyiz.

Yukarıda da dediğimiz gibi Faruk Nafiz Çamlıbel’in, bu yolculuğu 1922 yılının Mart ayı içinde gerçekleştirdiğine ilişkin bilgiler bulunuyor yazılan yazılarda(4). Hancı, Şeyhoğlu Satılmış için “Hana sağ indi, ölü çıktı geçende” dediğine ve Şeyhoğlu Satılmış’ın şiirinin altında 8 Mart 37 (21 Mart 1921) yazdığına göre; Şeyhoğlu Satılmış en azından 21 Mart 1921’den önceki bir tarihte Han’a gelmiş ve o handa Mart/1922 tarihine kadar yıllarca misafir olmak zorunda kalmış. Yani bu kalış, isteğe bağlı bir kalış değil, zorunlu bir kalıştır! Şiirinden anlıyoruz ki; Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış, vereme tutulmuştur ve bu sebeple memleketine gidecek gücü, kuvveti ve belki parası da yoktur. O sebeple hana sığınmış, hancının ve yolcuların himmetiyle handa belki de yıllarca hasta yattıktan sonra memleketine ulaşamadan, Mart/1922 tarihinde olmak üzere Faruk Nafiz Çamlıbel o hana gelmezden birkaç gün önce orada vefat etmiştir!


Bizim gibi pek çok kişi de Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ın peşine düşmüş ve onun kim olabileceği üzerinde kafa yormuştur. Bazı meraklı araştırmacılara göre; Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış, aslında Sarıkamış’tan sağ dönen bir askerdir. Dörtlüklerinin girişinde “On yıl var ayrıyım Kınadağı’ndan” dediğine göre, uzun yıllar farklı cephelerde savaştıktan sonra rivayete göre Sarıkamış cephesine sevk edilmiş, yazlık kıyafetlerle kışın ortasında Sarıkamış cephesine yollanmıştır. Savaş bittikten sonra köyüne, anne, babasına ve yavuklusuna dönmek için yola çıkmıştır ancak vereme yakalanmıştır Şeyhoğlu Satılmış. Bu sebeple Ulukışla-Niğde-Kayseri yolu üzerindeki bir handa, köyüne ulaşamadan ölmüştür. Ölmeden önce de hanın duvarlarına yukarıdaki şiiri yazmıştır.

Şiirde adı geçen Maraşlı Şeyh; bazılarına, mesela yazar Ali Avgın’a göre Maraş Mevlevihanesi’nin son şeyhi Selim Dede’dir. Coşkun Çokyiğit isimli yazar; Selim dedenin torunlarındandır. Coşkun Çokyiğit, “Geleneğin Tadı“ başlıklı makalesinde Şeyhoğlu Satılmış’ın acıklı hikayesini anlatmış. Anlattığına göre Şeyhoğlu Satılmış, kendi büyük dayısı imiş! Selim Dede tarafından Şam’a okumaya gönderilmiş, daha sonra Maraş’a geri dönemeden Birinci Dünya Harbi’ne katılmış, geri döndüğünde ‘ince ağrıya’ yakalanmıştır, İstanbul’da Vakıf Gureba Hastanesi’nde bir süre verem tedavisi görmüştür.(5)

Ali Avgın’ın aktardığına göre; Coşkun Çokyiğit büyük dayısı Şeyhoğlu Satılmış’ın hikayesini anneannesinden dinlemiş. Evlerinde Faruk Nafiz Çamlıbel’in “Han Duvarları” şiirini okuyup, oradaki Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’tan bahsedince anneannesi duygulanıp ağlamaya başlamış ve “Bu kişi olsa olsa benim üvey kardeşim Mehmet’tir!” demiş. Ondan sonra da Maraşlı Mevlevi Şeyhi Selim Dede’nin oğlu Mehmet olmuş Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış! Ya da Faruk Nafiz Çamlıbel’in yarattığı Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış, olmuş sonunda Maraşlı Mevlevi Şeyhi Selim Dede’nin oğlu Mehmet!

Ali Avgın’ın aktardığına göre Coşkun Çokyiğiti’in konuya ilişkin ifadeleri şöyle: “Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış, yani’Büyük Dayı’ ile karşılaşmam elbette ki beni, derinden etkilemişti. Nasıl bir heyecan fırtınası estirdiysem aile bir araya toplandı ve Han Duvarları şiirini baştan sonra dinlemek zorunda kaldı. Şiir bittikten sonra, Büyük Anneannenin kızı, anneannem Hatice Hanım’ın gözlerinden iplik iplik yaşlar geldiğini fark ettim. Bir müddet sonra, Han Duvarları şiirinde hikâyesi anlatılan Satılmış’ın yani Mehmed’in, üvey ağabeyi olduğunu, ilk gençliğinde Şıh Turan Mahallesi’nde bir kıza sevdalandığı için babası Selim Dede tarafından Şam’a okumaya gönderildiğini, daha sonra Maraş’a geri dönemeden Birinci Dünya Harbi’ne katıldığını, geri döndüğünde ‘ince ağrıya’ yakalandığını anlattı.”(6)

Görüldüğü gibi bu bilgi, tamamen bir zan ve tahminden ibarettir. Kim bilir hikayesi, Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ın ve Selim Dede’nin Oğlu Mehmet’in hikayelerine benzeyen daha kaç tane Mehmet, Ahmet, Ali ve Satılmış vardır Anadolu’da. Mesela benim öz dedem (babamın babası) Ömerpaşaoğullarından Mustafa. Babaannem, babama hamile iken dedem henüz çocuk denebilecek bir yaşta silah altına alınmış, bir daha da geri gelmemiş! Dolayısıyla; Han Duvarları şiirinde geçen Şeyhoğlu Satılmış belki de benim dedem Ömerpaşaoğullarından Mustafa’dır. Üstelik amcasının adı da Satılmış’tır benim dedemin! Belki de sizin Yemen Gazisi olan büyük dedeniz İsmail Efendi’dir Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış!

Ayrıca Satılmış isminin, Maraş yöresinden daha çok Çankırı-Çorum-Yozgat-Kayseri gibi “Han Duvarları” şiirinin yazıldığı İç Anadolu illerinde hâlâ yaygın isim olarak kullanıldığını da dikkate almamız gerekiyor. Şiirde geçen isim “Satılmış” değil de mesela Ökkeş olsaydı “belki” diyebilirdik.

Öte yandan Ali Avgın ve Coşkun Çokyiğit gibi düşünen başkaları da var. Onlardan birisi de Hasan Çiftçi’dir. Hasan Çiftçi “İncesu Kervansaray Han Duvarlarında Adı Geçen Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış Kimdir” başlıklı yazısında, Şeyhoğlu Satılmış için “Maraş Mevlevi Şeyhi Salim Dede’nin oğludur” dedikten sonra “Salim Dede tarafında Şam’a okumaya gönderildi. Maraş‘a dönmeden Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış Trablusgarp savaşına, birinci Dünya harbine, Balkanlar, Yemen, Sarıkamış, Milli Mücadele savaşlarına katıldı. 1911 yılı Trablusgarb savaşından 1921 yılına kadar cephelerde kaldığı şiirinde de anlattığı gibi(On yıldır ayrıyım ana kucağından) buradan da anlaşılıyor ki on yıl cephelerde savaştı… Maraşlı’nın hikayesi acıklıdır, halkımızın o günlerde yaşadığı hazin hikayesini sefaleti, açlığı, savaşı, aşkı, sevgiyi, çileyi anlatır. Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ın hikayesi Türk askerinin hikayesidir, Türk halkının hikayesidir.”diyor(7).

Hasan Çiftçi de Ali Avgın’la benzer şeyler anlattığına göre, anlaşılan onun bilgilerinin kaynağı da Coşkun Çokyiğit’in anneannesinden dinleyip yazıya döktükleridir!

Yazılanlardan anladığım kadarıyla, bu konuda kalem oynatanlar biraz da Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış üzerinden memleketlerine bir hisse kapma ya da ailelerine bir paye çıkarma peşindeler! Mesela Kahramanmaraşlı olduğu anlaşılan Ali Avgın, alıntı yaptığımız yazısında “Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ın hikayesi turizmimize heyecan katabilir” diyerek, bu konunun Kahramanmaraş’ın turizmi açısından değerlendirilebileceğini savunurken, Kayserili Hasan Çiftçi de muhtemelen elinde hiçbir belge bulunmadığı halde yazısının başlığını direk “İncesu Kervansaray Han Duvarlarında Adı Geçen Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış Kimdir” şeklinde koyarak, sanki Şeyhoğlu Satılmış’a ait olduğu söylenen dizelerin İncesu’daki hanın duvarlarında olduğunu iddia etmek suretiyle İncesu ve Kayseri Turizmine katkıda bulunma çabası içindedir. Kahramanmaraşlı yazar Coşkun Çokyiğit de kayıp büyük dayısını bulma arayışındadır! Öyle ya; Türk şiirinin şaheserlerinden birisi olan “Han Duvarları” şirinde dizeleri bulunmakla ölümsüzleşen bu meçhul şahısla kim akraba veya hemşeri olmak istemez bu ülkede…

Şimdi denilecektir ki; “Şeyhoğlu Satılmış madem Sarıkamış harbinden memleketine dönerken bir handa öldü, şu halde Ulukışla-Niğde-Kayseri güzergâhında ne işi vardı? Daha doğudaki bir güzergâhtan, memleketine ulaşabilirdi…”. Hasan Çiftçi’nin yazısında onun Milli Mücadele’ye de katıldığı belirtilmiş. Eğer böyle ise memleketine dönmek için Ankara-Ulukışla-Niğde-Kayseri güzergâhını izleyerek Maraş’a gitmek istemesi normaldir. Ankara’dan Ulukışla’ya kadar kara trenle gitti, oradan da öbür tarafa at arabalarıyla gitmek isterken bir handa öldü!

Buna benzer acıklı hikayeler çoktur Anadolu’da. Mesela benim küçücük köyümden sadece birinci Dünya Savaşı sırasında yaklaşık 10 kişi silah altına alınmış ve pek azı köye dönebilmiştir. Merhum dedem, 16-17 yaşlarında silah altına alınmış ve Filistin’de şehit düşmüştür. Onun eniştesi de dahil olmak üzere 3-4 köylümüz Çanakkale’de şehit düşmüştür. Kâmil Onbaşı olarak bilinen uzak akrabamız, Irak cephesinde İngilizlere esir düşmüş, arkasından Hindistan’a götürülerek tam 5 yıl süreyle oradaki esir kamplarında tutsak olarak kalmıştır. Kâmil Onbaşı’nın küçük kardeşi Hamdi Efendi, Bağdat’taki birliğinden firar etmiş, tam 130 günde köyümüze (Çankırı-Yapraklı-Gürmeç köyü) ulaşabilmiştir. Ali Efendi, Mekke’deki birliğinden firar ile yine aylar süren bir yolculuktan sonra ulaşabilmiştir köyümüze.

Bizim çocukluğumuzda halen sağ olan Hamdi Efendi, aynı zamanda köyün fahri imamlığını yapardı. Anlattığına göre; Bağdat’tan firar edip gelirken yolu bir harman zamanı Sivas taraflarına düşmüş. Karnını doyurmak için bir harman yerine yaklaştığında onun asker kaçağı olduğunu anlayan bir genç kadın, bizim Hamdi Hoca’yı tuttuğu gibi yere çalmış ve göğsüne oturduktan sonra “Sen nasıl olur da askerden kaçarsın. Getirin bıçağı şunu keseyim!” diyerek bir güzel göz dağı vermiş kendisine.

Hani sorduk ya yukarıda, Madem Şeyhoğlu Satılmış Sarıkamış’tan memleketi olan Maraş’a dönüyordu, o zaman daha doğudaki bir güzergâh yerine neden Ulukışla-Niğde-Kayseri yolunu tercih etti? Bizim Hamdi Hoca, Bağdat-Musul-Mardin-Adana-Ulukışla-Ankara-Çankırı güzergâhı yerine neden daha doğudaki Sivas üzerinden Çankırı’ya ulaştıysa, Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış da aynı gerekçe ile daha batıdaki bir güzergâhı tercih etmiş olmalıdır Sarıkamış’tan Maraş’a gitmek için. Üstelik bize göre; Ankara-Ulukışla-Niğde-Kayseri güzergâhında yolculuk yapan kişi Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış değil, Şair Öğretmen Faruk Nafiz Çamlıbel’dir…

Falih Rıfkı Atay, Anadolu çocuklarının hesapsız, kitapsız şekilde o savaştan bu savaşa koşturulup, kırılmalarını ve Mondros Mütarekesi’nden sonra, memlekete dönüşlerinin acıklı hikayesini çok güzel yansıtır ünlü eseri Zeytindağı’nda. Falih Rıfkı Atay, “Bir yığın Anadolu çocuğunu, yurttan kopmuş, uzak Medine içinde, iskorpite ve çöle yediriyorduk”(8) dedikten sonra, Osmanlının Arabistan ve Filistin çöllerinden geri çekilişinin acıklı hikayesini şu çarpıcı cümlelerle açıklamaktadır:

“Tren giderken iki tarafımızda Suriye ve Lübnan’ı sanki safra gibi boşaltıyoruz. Yarın kendimizi Anadolu köylerinin arasında Kudüssüz, Şamsız, Lübnansız, Beyrutsuz ve Halepsiz, öz can ve öz ocak kaygısına boğulmuş, öyle perişan bulacağız… Anadolu hepimize hınç, şüphe ve güvensizlikle bakıyor. Yüz binlerce çocuğunu memesinden sökerek alıp götürdüğümüz bu anaya, şimdi kendimizi ve pişmanlığımızı getiriyoruz. İstasyonda bir kadın durmuş, gelene geçene:
-Benim Ahmed’i gördünüz mü? Diyor.
Hangi Ahmed’i? Yüz bin Ahmed’in hangisini?
Yırtık basmasının altından kolunu çıkararak, trenin gideceği yolun, İstanbul yolunun aksini gösteriyor:
-Bu tarafa gitmişti, diyor.
O tarafa? Aden’e mi, Medine’ye mi, Kanal’a mı, Sarıkamış’a mı, Bağdat’a mı?
Ahmed’ini buz mu, kum mu, su mu, iskorpit yarası mı, tifüs biti mi yedi?
Eğer hepsinden kurtulmuşsa, Ahmed’ini görsen, ona da soracaksın:
-Ahmed’i mi gördün mü?
Hayır… Hiç birimiz Ahmed’ini görmedik. Fakat Ahmed’in her şeyi gördü. Allah’ın Muhammed’e bile anlatamadığı cehennemi gördü!
Şimdi Anadolu’ya, Batıdan, Doğudan, sağdan, soldan bütün rüzgârlar bozgun haykırışarak esiyor. Anadolu, demiryoluna, şoseye, han ve çeşme başlarına inip çömelmiş, oğlunu arıyor. Vagonlar, arabalar, kamyonlar, hepsi, ondan, Anadolu’dan utanır gibi, hepsi İstanbul’a doğru, perdelerini kapamış, gizli ve çabuk geçiyor. Anadolu Ahmed’ini soruyor. Ahmed, o daha dün bir kurşun istifinden daha ucuzlaşan Ahmed, şimdi onun pahasını, kanadını kısmış, tırnaklarını büzmüş, bize dimdik bakan ana kartalın gözlerinde okuyoruz.
Ahmed’i ne için harcadığımızı bir söyleyebilsek, onunla ne kazandığımızı bir anaya anlatabilsek, onu övündürecek bir haber verebilsek… Fakat biz Ahmet’i kumarda kaybettik!”(9).


Bugün, Sarıkamış Harekatı’nın başladığı günün (22 Aralık 1914) 105. yıldönümüdür. Başta yaklaşık 30-35 bin Sarıkamış şehidi(10) ile gerçek sayıları hiçbir zaman ortaya çıkmayacak olan aralarında dedem Ömerpaşaoğlu Mustafa’nın da bulunduğu yüz binlerce Yemen, Bağdat, Filistin, Kanal, Suriye, Çanakkale şehitleri olmak üzere, bütün şehitlerimize Tanrı’dan rahmetler diliyorum. Ruhları şad olsun..

22 Aralık 2019
Ömer Sağlam


1-https://islamansiklopedisi.org.tr/camlibel-faruk-nafiz. Bazı kaynaklarda Faruk Nafiz’in Ankara temsilciliği yaptığı gazetenin adı “Ati” olarak geçmektedir.
2- Bkz. .
3-Örn. Bkz. Ali Avgın, “Han Duvarlarındaki Maraşlı Şeyhoğlu” başlıklı yazısı, & ,
4- Ali Avgın, agm..
5- Ali Avgın, agm.
6-Ali Avgın, agm.
7-Bkz. 2 nolu dipnot.
8- Falih Rıfkı Atay, Zeytindağı, MEB, Ankara, 2001, s.112.
9- Age, s.113-4.
10- TDV İslam Ansiklopedisi “Sarıkamış Harekatı” maddesinden aktaran Sinan Meydan, “104 yıl önce donarak öldüler!-Sarıkamış Dramı” başlıklı yazısı,

Exit mobile version