Şeriatçının vatanı, yeryüzündeki tüm Müslüman ülkelerin birleşmesinden ortaya çıkan İslam dünyasıdır…
Onun için önemli olan millet değil, ümmettir…
O, milliyetçi değil, ümmetçidir. Arap milliyetçisidir.
Bu nedenle 7 milyon değil, 17 milyon Suriyeli ülkesine gelse, milyonlarca Iraklı, Afganlı, Pakistanlı mülteci, topraklarımızı işgal etse, keyfinden zil takıp oynar.
Tüm vatandaşlar, “Mültecileri vatanımızda istemiyoruz” diye feryat etse, yine onlara milyarlar harcamaya devam eder.
Çünkü göç dalgası ile milliyetçilik, Türklük, millet olma niteliği bozulmakta, toplum Araplaşmakta, İslamlaşmakta, bir Profesörün değişi ile halk daha da cahilleşmektedir.
Toplum o zaman güdülecek sürü durumuna gelmektedir.
Şeriatçının kitabında kulluk, vatandaşlık kavramından önce gelir.
Şeriatçıların bilimle, çağdaşlıkla da araları iyi değildir. Bir zamanlar kelli felli bi Prof. Çıkmış: “Ben cahilleri, hatta hiç okumayanları aydın insanlara tercih ederim” demişti.
Onlar laikliği ve laikleri de sevmezler. Çünkü laik düzende dinle devlet işleri birbirinden ayrılır ve herkes inancında özgürdür. İsteyen Hristiyan olur, isteyen Müslüman…
Din propaganda aracı, sömürü aracı olmaktan çıkar.
Kim ki dinlerin yüreklerde, vicdanlarda kalmasını; insanların özgür ve tarafsız hareket etmesini, yani laikliği savunursa, ona düşman olurlar. Onu hedef tahtasına yatırırlar…
Atatürk’e de bu yüzden düşmandırlar.
Çünkü onların en büyük geçim kaynağı dindir, din sömürüsüdür. Bu ayrıcalıklarını, kazanımlarını bırakmak istemezler.
Bu adamlar bir ülkenin yönetimine geçtiklerinde, iktidarlarını sürdürebilmek için yaptıkları ilk iş, insanları düşman kamplara ayırmak, onları birbirlerine düşman etmek; kutuplaştırmak, birbirleri ile sürekli çatışmalarını sağlamaktır…
Bu ayrıştırma, bölme onların iktidarda kalmalarının en büyük güvencesidir.
Çünkü muhalif partilere, muhalif insanlara kin ve nefret duyan iktidar yandaşları, karşı tarafın sözlerine de inanmazlar, kendilerini bir lokma ekmeğe muhtaç etse bile, liderlerinin peşinden giderler.
Bu yüzden bu kin, nefret ortamını yaratabilmek için onları yönetenler, durmadan bağırır, çağırır, insanları suçlar, hep yüksek perdeden konuşur, rakiplerini hedef gösterirler.
Ortalığa kin ve nefret saçar, kin ve nefret yayarlar…
Yaptıkları iş hatalarla, pisliklerle, suçlarla dolu olsa bile yine de gözümüzün içine baka baka hatalarını savunmaya, göz boyamaya devam ederler…
Her zaman onlar haklıdırlar.
Her zaman zeytinyağı gibi üste çıkarlar.
Kimse hesap soramaz onlara. Kimselere de hesap vermezler.
Başkanları ise tek kılavuz, tek önderdir. O bir bilendir. Devletin, resmi kurumların, medyanın, yargının tek sahibidir.
O, karar verendir. Uygulayandır. “Otur otur, kalk kalk…” Herkes onun isteğine uymak zorundadır.
Bu ideolojiye göre devlet, halkın her dilediğini yerine getirmek zorunda da değildir.
Gerekirse o, zor duruma düşen özel şirketlere, kurumlara milyarlar akıtır. Ama halkın ihtiyaçlarını yerine getirmez. Bu anlayışa göre “Simit Sarayı” tank fabrikasından daha önemli bir konuma geçebilir.
İşte bu nedenlerle İstanbul Büyük Şehir Belediyesinin (İBB) ihtiyaçları karşılanmadı. Devlet bankalarından kredi alması engellendi.
Ama ne yaparlarsa yapsınlar AKP bu perişan, çaresiz haliyle yıkılmaya mahkûmdur.
Çünkü halk gerçekleri görmeye başlamıştır.
PİAR Araştırma şirketinin Türkiye genelinde yaptığı son anketlerinde İmamoğlu, Erdoğan’ı gerilerde bırakmıştır. İmamoğlu 5 puanla Erdoğan’ın önüne geçmiştir.
İmamoğlu 44,5,
Erdoğan 39,7,
Kararsız 15,7 puan almıştır.
Bütün bu sonuçlara ek olarak bir de AKP, kendi bünyesinden yeni partiler çıkarmakta, gücünü zayıflatmaktadır.
Ayrıca halkın Suriyelilere tepkisine rağmen, Cumhurbaşkanı, “Onları yedirmeye, içirmeye, giydirmeye devam etmekte” ve bu davranış millette nefret duygusu uyandırmaktadır.
İşin özeti:
Ne yaparlarsa yapsınlar, AKP’nin sonu gelmiştir. AKP bitmiştir. 17 yıllık iktidar dönemi noktalanmak üzeredir.
Çünkü halkımız AKP’nin içyüzünü ve gerçekleri görmeye başlamıştır.