Fransa geçen yıl akaryakıtta pompa fiyatında yüzde 20 artışa yol açan vergi artışı yaptı.
Toplumsal eşitsizliğe karşı bastırılmış öfkenin dizginsiz bir şekilde taşmasına tanık olundu…
Yüzbinlerce Fransız bütçelerini ağırlaştıran bu zammı protesto etmek için her Cumartesi flüoresanlı sarı ceketler giydiler.
Karayollarını barikatlar ve yavaş hareket eden kamyon konvoylarıyla kapattılar.
Yakıt istasyonlarına, alışveriş merkezlerine ve fabrikalara erişimi engellediler.
*
Yıl boyunca sokaklardaki Sarı Yelekler’in sayısı belirgin bir şekilde azaldı.
Ancak hareket Fransa’da silinmez bir iz bıraktı, hükümeti milyarlarca Euro’luk vergi indirimi yapmaya zorladı.
Cumhurbaşkanı Macron’a net bir uyarı gönderildi.
Ülkenin ihmal edilen işçi sınıfını kamuoyu tartışmalarının merkezine koydu.
Sarı Yeleklerin bundan sonra da olacağından şüphe duyulmuyor.
“Sarı Yelekliler” hareketi, Fransa’da “6. Cumhuriyet” e giden yolu açtı…
*
Bugün Macron’un emeklilik sistemini elden geçirme planlarına karşı, Fransa’da on yılların en büyük kamu sektörü grevlerinden biri gerçekleşiyor.
Fransa genelinde yüzbinlerce demiryolu, ulaşım, havayolu, hastane, enerji ve liman işçileri, yargı mensupları,
Öğrenciler ve bir yılı aşkın süreden beri hükümeti protesto eden sarı yeleklilerin desteği ile yürüyor…
*
Çünkü Macron bu defa demiryolu, enerji çalışanlarından avukatlara ve Paris Operasyonu personeline kadar uzanan sektörlerde,
Mevcut 42 özel emeklilik rejiminin tek bir sistemde birleştirilmesini öngörüyor.
Emeklilik Sisteminin nüfus yaşlandıkça finansal olarak yeterli kalmasının önemli olduğunu savunuyor.
*
Ancak sendikalar, herkes için evrensel bir sistem getirmenin hem kamu sektöründe hem de özel sektörde milyonlarca işçinin;
Yasal emeklilik yaşı olan 62 yaşın ötesinde çalışması,
Ya da emekli maaşlarının değerinde ciddi bir düşüşle karşı karşıya kalınması anlamına geleceğini iddia ediyor.
*
Bu endişeyle bugün ülke çapındaki grevler Fransa’yı durma noktasına getirmiştir.
Trenler, otobüs servisleri durmuş, uçuşlar iptal ediliyor…
Pek çok kişi emekli aylığı sisteminin değiştirilmesi gerektiği konusunda hemfikir olsa da, bu konuda Macron’a güvenilmiyor!
Fransa’nın refah devletini besleyen çalışanlar şimdi ara vermeksizin vuruyorlar!
*
Fransa’da yaşanan sıkıntıların temelinde başlıca iki konu yer alıyor.
*
Birincisi; Şu anki Fransa 5.Cumhuriyeti Anayasa’sıdır.
5. Cumhuriyet Charles de Gaulle’ün 1943′ te karargahını Cezayir’e taşıması, Fransız Ulusal Kurtuluş Komitesi’nin başına geçmesi,
1944’te Paris’e dönerek bir dizi siyasi mücadele vermesinin ardından,
Mayıs 1958’de, Cezayir’deki Fransız birliklerinin 4.Cumhuriyet yönetime karşı başlattıkları ayaklanmanın ülkeyi iç savaşa doğru sürüklemesi üzerine,
Cumhurbaşkanlığına seçilmesiyle oluştu.
*
De Gaulle, yurttaşların kendisini ancak bir bunalım döneminde kabul edebileceğini öngördü.
Bu yüzden kamuoyunun desteğini sürekli kılmak amacıyla parlamentodaki “partiler sistemi”nin gücünü kırmak zorunda olduğuna inandı.
Önce cumhurbaşkanının hükümet politikalarını denetleme yetkisini kabul ettirdi,
Sonra seçimler ya da referandumlar aracılığıyla bu denetimi sürekli kılma taktiği uyguladı…
*
De Gaulle’nin en etkili eleştirmeni François Mitterrand, General’in iktidara dönüşünü “darbenin kalıcı olması” olarak kınadı
Bu yüzden 5.Cumhuriyet’in yasadışı olup olmadığı sorusu, Fransız çağdaş anayasal doktrininde ve halk arasında mütemadiyen tartışılıyor…
*
Büyük partiler 2017 başkanlık seçimlerinde yeni bir anayasanın hazırlanması ve bir parlamento sistemi ile 6.Cumhuriyetin kurulmasını savundular.
Güçlü bir cumhurbaşkanına dayalı mevcut “yarı-başkanlık” rejimi için hoşnutsuzluklarını toplumla paylaştılar.
5.Cumhuriyeti “Cumhuriyetçi bir monarşi” olarak tanımladılar.
*
Cumhuriyetçi bir monarşide, üstelik uluslararası ölçekte genişleyen tüm halklar için belirleyici olan;
Ücret kesintileri, artan sömürü, büyüyen işsizlik, toplumsal eşitsizlik, kapitalist savaş yöneliminin eşlik ettiği çöküşle,
“Hangi siyasi strateji temelinde mücadele edilmelidir” sorusu sorulmaya başlandı…
*
5. Cumhuriyet döneminde yürütme organının aşırı gücü hakkında uzun zamandır sorular olsa da;
Cumhurbaşkanı’nın hesap vermemesi konusundaki eleştiriler, E. Macron’un döneminde zirve yaptı…
Cumhurbaşkanı E.Macron, siyasi partilerin hiçbirine üye değildir.
La Republique en Marche (Hareket Halindeki Cumhuriyet) hareketinin başkanıdır.
*
5.Cumhuriyet’te Macron ile birlikte Fransa cumhurbaşkanının Ulusal Meclisi kendi takdirine bağlı olarak çözmesi sorgulanmaya başladı.
Başbakan’ın, cumhurbaşkanının yetkisi altında olması ancak başbakanın meclise de yanıt vermesi çifte sorumluluğunun;
Fransa’nın ve Napolyon saltanatının 1814 Şartı ile birlikte yaşadığı “sınırlı bir monarşinin” birincil özelliği olmasına,
Üstelik 4 Haziran 1958’de Charles De Gaulle 5. Cumhuriyeti’nin esasını oluşturmasına itirazlar yükselmeye başladı.
*
Ne ki, gücün kişiselleştirilmesi bugüne kadar devam etti.
Mesela 2018 Temmuz’unda, Macron’un “Güvenlik Görevlisi ” olarak görevlendirdiği 26 yaşındaki Alexandre Benalla’nın,
1 Mayıs gösterilerinde çevik kuvvet kılığına girip protestocuları dövdüğü görüntülerinin çıkmasından sonra,
Benalla’ya kimseye tanınmayan ayrıcalıkların sağlandığının öğrenilmesiyle kopan skandalda;
Başkan Emmanuel Macron, “Sorumlu olan tek kişi sadece benim. Beni almaya gelsinler ” diyordu!
*
Ya da Macron’un seçildikten sonra “Beni seçtiniz, şimdi bana yönetmeme izin veren bir meclis verin” ifadesi de bu anlamdaydı.
Ama Fransız seçmenlerin bir sonraki parlamento-başkanlık seçimlerinden önce cumhurbaşkanını sorumlu tutması mümkün değildi…
Çünkü Fransız cumhurbaşkanının tam dokunulmazlığı sadece istisnai durumlarda kaldırılabiliyor.
Ama hiçbir şey Fransa’da tek başına meşruiyet erozyonunu maskelemek için artık yeterli değildir…
*
İşte “Sarı Yelekliler Hareketi ve bugünün grevleri ” Fransız toplumundan hareketle giderek Avrupa’da yönetimlerin de meşruiyetini sorguluyor.
Emmanuel Macron’un seçmenler nezdinde aldığı onay batmaya devam ediyor .
Yeni bir anayasa ve bir parlamenter sistem ile 6.Cumhuriyet’in kurulup kurulmayacağı sorusu sıcak bir tartışma konusu olmaya devam ediyor.
*
İkincisi; Uluslararası Para Fonu, Avrupa Merkez Bankası ve diğer mali kuruluşların,
Avrupa ülkelerinden örtülü bir şekilde yapısal reformlar talep etmesidir.
*
Bu yüzden 2000 Mart’ında Avrupa Birliğine üye 15 ülke bakan ve başbakanları, Portekiz/Lizbon’da Avrupalıların kaderini belirleyen stratejik bir karar aldılar.
Avrupa Birliği’nin 2010’a kadar dünyanın en güçlü ve dinamik ekonomik bölgesi olması için,
“Avrupa’nın Sosyal ve Ekonomik Yenilenmesi” adlı bir reform paketi üzerinde odaklandılar.
Paket, Soğuk Savaş döneminden sonra tek kutuplu bir dünyada ne kadar sosyal hak varsa hepsinin bir bir ortadan kaldırılmasıyla ilgiliydi.
Tarihe “Ajanda 2010” olarak geçti…
*
“Ajanda 2010” hedeflerine nasıl varılacağı 2002’de İspanya/Sevilla’da belirlendi.
Çalışanların çalışma saat ve ücretlerinde, işten atılma konusunda, işsizlik sigortasında, emeklilik konusunda, eğitim ve sağlıkta, kazanç ve gelir vergisinde;
Çalışanlar aleyhinde ve işveren lehinde kısıtlamalar öngörüldü.
Fransa, Almanya, İtalya, Hollanda ve daha bir çok ülkede sosyal kıyım önerileri “Reform” adıyla servise konuldu.
*
İlkin 2003’te Almanya’da işsizler ve sosyal yardım alanlara “yoksulluk Yasası” adı verilen,
Kapsamlı bir biçimde sosyal kısıtlamaları gerçekleştiren Hartz Yasalari yürürlüğe konuldu.
İddia edildiğinin tersine yasa ne işsizliği ortadan kaldırmak ne de bütçe açıklarından dolayı yapılıyordu.
Bu yasaların zengini daha zengin, fakiri daha fakir ettiği çok açıktı.
Asıl hedef kapitalizmin işine gelmeyen toplumsal kesimleri yoksulluk ve açlıkla baş başa bırakmak,
Böylece sosyal devlet denen olguyu geçmişte bırakarak,
Üretimin devamı için ihtiyaç duyulan iş gücünü çok ucuza çalışmaya boyun eğdirmeyi sağlamaktı…
*
2015’te küresel çelik krizi, liberal ekonominin temel siyasi perspektif sorunlarını gündeme getirdi.
Yalnızca o sektörde çalışanları değil ama uluslararası ölçekte tüm halklar ve çalışanlar için belirleyici oldu.
Ücret kesintileri, artan sömürü, büyüyen işsizlik, toplumsal eşitsizlik, kapitalist savaş yöneliminin eşlik ettiği çöküşle,
“Hangi siyasi strateji temelinde mücadele edilmelidir” sorusu sorulmaya başlandı…
*
Çelik sektörü patronları, sendika ve siyasi önderler ve ana akım medyası;
Krizi, bir “aşırı üretim” krizi olarak sunmak için kötücül bir ittifakta bir araya geldiler.
ABD, Avrupa ve Avustralya dahil olmak üzere dünya çapında hızla yayılan işten çıkarmaların ve fabrika kapatmalarının nedeninin,
Dünya üretiminin yaklaşık yarısını sağlayan Çin’deki çelik üretiminin artması olduğunu savundular!
Ama kimse krizin nedeni olarak sunulan “aşırı üretimin”in anlamını sorgulamadı!
Niçin aşırı üretim yapıldığı sorulmadı…
*
Bugün aşırı zengin kapitalist oligarkların toplumsal ihtiyaçlar ile değil ama daha çok kâr elde etmek için aşırı üretim yaptığı,
Külfetini Çin’in çelik sektörüne ve uluslararası ölçekte halkların ve çalışanların üzerine bindirdiği anlaşılmıştır.
Artık halklar ve çalışanlar ilerlemenin önünde engel olarak duran kapitalist toplumsal ve siyasi ilişkilerle karşı karşıya olduklarını biliyorlar…
*
Macron’un ekonomik- sosyal liberalizm, Pro-Avrupacılık ve ilerlemecilik ideolojilerini savunan La Republique En Marche ( İlerleyen Cumhuriyet) hareketi,
Fransız siyasi sahnesinde yeni olmasına rağmen ana akım Avrupa yanlısı liberal merkezi temsil ediyor.
Ilımlı sol ve sağdan da taraftar kazanmıştır.
Artık toplumsal desteğini hızla kaybediyor…
*
Bu noktada Türkiye, tek adamcılık ile değerli zamanından kaybediyor.
Halbuki Merkez Bankası’nın (TCMB) “Türkiye’de Ücret Dinamikleri” araştırmasına göre;
Türkiye’de 2 milyon 136 bin işçi asgari ücretin altında, 7 milyon 87 bin işçi de asgari ücret seviyesinde ve biraz üstünde maaşla hayatını idame ettiriyor
Türkiye İstatistik Kurumu Temmuz ayı işsizlik rakamları 4 milyon 596 bindir.
2018 yılı sonu itibariyle Türkiye’de Emeklilikte Yaşa Takılanların sayısı 5.954.225 kişidir...
-
- 2019
Bir yanıt yazın