KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMİ-(5)
Hüseyin MÜMTAZ
TATAR’IN SERENCAMI
Konuyla ilgili son yazımızda, (Eylül başı) Tatar’ın, kendi hakkındaki Asil Nadir/İngiltere konulu kovuşturma dedikodularını gidermek için Avrupa ve İngiltere’ye bir gidip gelmesini önermiştik.
Öyle yaptı. Önce Strasburg’a sonra Londra’ya gitti, çeşitli temaslarda bulundu ve döndü.
Fakat yine de Cumhurbaşkanlığı adaylığı önündeki en büyük engel bence ailesine ait olup uyduya çıkış masrafları devlet tarafından ödenen yerel televizyonda devlete, millete ve Türkiye’ye her gün sövülmesidir.
Üstelik söven de Rum pasaportlu bir İngiliz vatandaşı olmasına rağmen Türkçe bilip/konuşabilen bir linobambakidir.
Tatar’ın ayrıca en büyük handikapı, başbakan olarak kendisine bağlı devlet kurumlarında da böyle türlerin yer alıyor olmasına hiç ses çıkarmamasıdır.
Bütün bunlara rağmen son yap(tır)ılan kamuoyu yoklamalarında seçimin ikinci turuna kalacak adayların ilk sırada Tatar, ikinci sırada ise Akıncı olduğu gösterilmekte ve bunun sağ kesimde seçimin şimdiden kazanılmış olduğu havası yarattığı görülmektedir.
Hâlbuki ilk turda böyle bir sonuç çıkması, ikinci turda sol maskesi altında toplanan bütün Rum sevicilerin/Rumlar tarafından sevilenlerin Akıncı etrafında birleşmesine yol açacaktır. Tatar’ın arkasında yer alacak UBP dışı karşı kesim ise devede kulaktır.
AKINCI’NIN KEFARETİ
Akıncı’nın görev süresindeki tavrı ve kabahatleri öyle büyüktür ki hiçbir kefaret eylemi özür yerine geçemeyecektir.
“Yüksek yüksek tepeler”in girişimiyle, tam da seçim öncesi kendisine altın tepsi içinde Guterres tarafından sunulan Berlin buluşması, herkesin yüzüne tutulan bir aynadır.
Kıbrıs güzeldir. Lefkoşa, Magosa, Lefke… Beşparmaklarda güneşin doğuşu, batışı; Yedidalga’nın denizi, Karpaz’ın balığı, Selimiye meydanının köftesi ve hele Kıbrıs’ın akşamları başkadır.
Bakın 74 Girne’sinden nasıl bahsetmişiz:
“Özellikle Girne…
Girne daracık ama ‘temiz’ sokakları, güzel Türkçe konuşan, yürürken tanımadıklarına bile selam verip hatır soran güleryüzlü insanları ile öyle bir Akdeniz kasabasıydı ki Portofino halt etmiş”.[i]
“Güzel Türkçe konuşan” demişiz.
Akıncı’nın Berlin’de söylediklerini dinliyorum.
Herhalde, Cumhurbaşkanı seçilmeden önce çok uzun yıllar Amerika’da kalmış olmasının etkisiyle öyle berbat ve zor anlaşılan bir aksanla konuşuyor ki Hollandalı Wilco (van Herpen) veya İtalyan Danilo (Zanna) yahut İvana Sert’in “Türkçesini” bile özlüyorsunuz.
Şöyle diyor Akıncı;
“Burada bir yol haritası üzerinde konuşacağız. Arzumuz buradan Kıbrıs’a iyi haberler iletmektir. Berlin’e geldiğim 1985 yılında Berlin Duvarı vardı. 1989’da Berlin duvarı yıkıldı. O zaman şunu söylemiştim: Berlin Duvarı’nın fiziki olarak yıkılmasından önce duvarın her iki tarafındaki insanların beynindeki duvarlar yıkıldı. Biz 30 yıldır Kıbrıs’ta beyindeki duvarları yıkmaya çalışıyoruz. Bunu başarabiliriz. Artık dünya çok değişti, Soğuk Savaş dönemi bitti. İnsanlar, toplumlar ve ülkeler artık bir araya gelip işbirliği yaparak barış içinde gelişiyor. Kıbrıs’taki toplumlar da bunu başarabilir.”
Vre gumbaro!
Berlin duvarının iki tarafında “ırkı, dili ve dini” bir/aynı olan “ikiye bölünmüş” Alman milleti yaşıyordu.
Senin, Kıbrıs’ın güneyinde yaşayanlar ile neyin aynı, ortak yönün hangisi?
Özneyi değiştirip soralım; Yeşil hattın kuzeyi ile güneyindeki Türk ve Rumların ortak noktası, buluştukları yer neresi?
Lâtinler, Venedikliler, Cenevizliler geçmişte Kıbrıs’a sahip olmuşlar da; tarihin hangi devrinde, hiçbir döneminde Rumlar sahip olabilmişler mi ki onlarla ne konuşup neler vereceğiz?
Kim adına konuşuyorsun, kimlerdensin, hangi duvardan, hangi beyinlerden bahsediyorsun.
Almanya Başbakanı Merkel “Doğu” Alman’dır. Gelecekte, muhayyel bir zamanda benzer şekilde bir Rum’un kuzeye de başkan mı olmasını düşlüyorsun?
KIBTEK/ELSEN’İN REZALETİ
Biz Kıbrıs’ta iki devlet olduğunu zannederiz ama kuzeydekinin içinde sosyo/faşist bir başka cumhuriyet daha mevcuttur.
KIBTEK Elektrik Kurumudur, ELSEN de orada kurulu sendika…
Bunlar, hele sendika bir usta bir memlekettir. Gölge hükümettir. ELSEN, hem KIBTEK’i hem de mevcut hükümeti kafasına göre idare eder. Kuzey Kıbrıs’ta en önemli “şey” elektriktir. Yazın klimalar, kışın klimalar çalışır. Bir evin elektrik faturası 600-700 lira olur. Ama sendika üyeleri hem 10 bin lira maaş alırlar, hem elektrik parası ödemezler. Zaten mevcutları da ihtiyacın en az beş mislidir. Otururlar. Arızalara asla zamanında bakmazlar. “Dinlenirler”.
Yetmez, her şeye karışırlar. Sendikanın görevi sadece işçi haklarını gözetmek olduğu halde bunlar her dalda oynar. Gabinaları düşecek diye özelleştirmeye karşıdırlar. Başka elektrik santralı kurulmasına karşıdırlar, alınacak yakıta, takılacak filitreye karışırlar. İhaleyle alınacak trafoların markasını bile bunlar belirler.
Ve Türkiye’den gelecek elektrik burunlarını sürteceği için kabloyla elektrik gelmesine bile itiraz eder, grev yaparlar. Kimsenin de gücü yetmez.
Kuzey Kıbrıs işte böyle bir memlekettir.
Yazık…
Hâlbuki 74’de; denizi, dağı, havası, suyu, Girne’sinin limanı, Lefkoşa’sının Sarayönü-Arabahmet’i, Lefke’sinin Karadağ’ı ile bambaşkaydı Kıbrıs.
Daracık ama ‘temiz’ sokaklarda, güzel Türkçe konuşan, kaldırımda yürürken karşıdan gelen tanımadıklarına bile selam verip hatır soran güleryüzlü insanları ile asla ayrılmak istemeyeceğiniz bir yeryüzü cenneti idi.
Ortadoğulusu, Mezopotamyalısı, Rumun hep sevdiği-Rumu çok seven bu kadar insan ne ara geldi, doldu?
Geçmiş olsun…5 Aralık 2019
Yazıları posta kutunda oku