Adalar Denizi’nde Münhasır Ekonomik Bölge ve Batı Trakya Türkleri

Adalar Denizi’nde MEB ve Batı Trakya Türkleri

Adalar Denizi'nde MEB ve Batı Trakya Türkleri - adalar

Alaeddin Yalçınkaya

1071’den itibaren Adalar Denizi veya Akdeniz olarak bilinen denizin adı, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nce Ankara’da düzenlenen kurultay kararıyla 1941’den sonra Ege Denizi’ne çevrilmiştir. Bir Yunan efsanesinde yer alan Atina Kralı Aegeos’un isminin, asırlardır hâkimi olduğumuz denize verilmesinin sorumluları ve niyeti ayrı bir konudur. Ancak Yahya Kemal’in,

Deniz ufkunda bu top sesleri nereden geliyor?
Barbaros, belki donanmayla seferden geliyor!

Adalar’dan mı? Tunus’tan mı, Cezayir’den mi?
Hür ufuklarda donanmış iki yüz pare gemi

mısralarında da âbideleşen, herkesin bildiği bu ismi, hiç de iyi niyetli olmadığına inandığım birileri değiştirdi diye buna uyma mecburiyetimiz yoktur. Esasen bir asır öncesine kadar batılı kaynaklarda ve sözleşmelerde de Ege ismine pek rastlanmaz. Avrasya Bir Vakfı, ASAM’ın 23 Kasım toplantısıyla Adalar Denizi ismini kullanmayı ve bu gerçekten herkesi haberdar etmeyi görev kabul ettim.

Ülkemizde stratejik araştırma kurumlarının başlatıcısı sayılan ASAM’ın her Cumartesi, Küçükçekmece’de, seçkin bir dinleyici topluluğuyla gündemdeki iç ve dış sorunları kapsamındaki faaliyetlerini takdirle karşılıyoruz. Son toplantıda Türkiye’nin Akdeniz ve Adalar Denizi’ndeki hakları, enine boyuna masaya yatırıldı.

Türkiye’nin sadece Doğu Akdeniz’de değil, Adalar Denizi’nde de Uluslararası Hukuk’un belirlemiş olduğu kıstaslar dahilinde, coğrafi özellikler de dikkate alınarak adalardan değil de anakaradan anakaraya, gecikmiş de olsa Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) ilan etmesinin zorunluluğu ortaya çıktı. Bundan birkaç gün sonra Türkiye-Libya MEB anlaşması, daha önce Türkiye aleyhine Yunanistan, Kıbrıs Rum kesimi ve Mısır’ın MEB anlaşmalarını alt üst etti. Libya ile yapılan anlaşma, aslında Mısır’ın Rumlara kaptırdığı bir kısım deniz alanlarının da gerçek sahibinin Mısır olduğunu ortaya koydu ki zaten ülkede bu yönde tartışmalar vardı. Bölgedeki doğalgaz yataklarının gerçek sahiplerinin kim olduğu tartışması da gündeme geldi.

Adalar Denizi’nde anakaradan anakaraya MEB ilanı sürecinde öncelikle nâkıs egemenlikle Yunanistan’a bırakılan adalar ile Yunanistan’ın işgal etmiş olduğu 18 Türk adası sorunu diplomatik yolla, olmadığı takdirde, ekonomik yaptırımlarla (adalara turistik seyehatların durdurulması gibi), gerekirse güç kullanarak çözülmelidir. Dışişleri Bakanının bu adaların, halen hayatta olan eski başbakanlar tarafından gizli sözleşmeyle Yunanistan’a verildiği iddiaları açıklığa kavuşturulmalıdır. Öncelikle gizli bir sözleşmeyle ülke toprağının başkasına verilemeyeceğini hatırlatalım. Eğer böyle bir imza atıldıysa hukuken geçersizdir. Bununla beraber gerçekten “vatan toprağını satış anlaşması” varsa, buna muttali olanlar, “ülkeyi satanların” Anayasa Mahkemesi’nde yargılanma sürecini başlatmaları gerekir. Aksi takdirde kendilerinin yargılanması hukukun gereğidir. Öte yandan bir Dışişleri Bakanının beyanının ülkeyi bağladığı hesaba katılarak derhal üst bir birim (örneğin TBMM) tarafından bu adaların Türkiye’ye ait olduğu, aksi iddia veya gizli mutabakatların geçerli olamayacağı deklare edilmeli, egemenlik hakları kapsamında gereken yapılmalıdır.

Anakaradan anakaraya MEB ilanına Yunanistan’ın itirazı olacaktır. Esasen Libya ile anlaşmaya adaların deniz alanı hesaba katılmadığı iddiasıyla karşıdır. Ancak teamül haline gelmiş Uluslararası Deniz Hukuku Sözleşmesi çerçevesinde ilan edilen MEB alanı ilanına karşı bu itirazın hükmü olmayacaktır. Türkiye’nin bu sözleşmeyi imzalamama sebebi bu bölgedeki adaların MEB alanı olamayacağı, esasen başka benzer coğrafyalarda üzerinde tam egemenlik hakkı bulunan adaların dahi MEB alanı olamayacağına dair mahkeme kararları dikkate alındığında sorun çözülmüş olacaktır. Hakkaniyete göre orta çizginin doğusundaki bölgelerde balıkçılık, diğer deniz ürünleri yanında petrol ve doğalgaz arama ve işletme yetkileri de Türkiye’nin inhisarındadır. Yunanistan bu süreçte Türkiye’nin kararlı tutumunu dikkate alarak, arazi şartlarının gerektirdiği sınırları belirlemek üzere ortak bir anlaşma için, Libya ile olduğu gibi, masaya oturabilir. Buna yanaşmadığı takdirde de Türkiye’nin kaybedeceği birşey olmayıp hakkını kullanacaktır. Aynı durum diğer Akdeniz ülkeleri için de geçerlidir.

Nâkıs egemenlikle Yunanistan’a bırakılan adalarda, sözleşme hükümlerine aykırı askeri birlik ve tesis kurma faaliyetleri, öncelikle diplomatik yolla, gerekirse yaptırımlarla, nihayet güç kullanarak engellenmelidir. Adaları silahlandırarak, ilgili sözleşmelerin yok sayıldığı dikkate alındığında, eski hale, Osmanlı/Türkiye egemenliğine dönülecektir. Örneğin Girit’in 3/4’ünün ve çevresindeki adaların Osmanlı/Türkiye’ye ait olduğu diğer sözleşme hükümleri de uygulanmalıdır.

ASAM toplantısında Batı Trakya Türklerinin ecdat yâdigârı miraslarını, resim tablolarıyla duyurma, haklarını arama girişimi beni son derece umutlandırdı. Esasen Batı Trakyalı soydaşlarımızdan gittikçe daha fazla Uluslararası Hukuk uzmanı yetiştiğini, bu sayede AİHM’de birçok davanın kazanıldığı bilinmektedir. İskeçe Yeni Camii’nin, Ayşe Karabekir imzalı ebru sanatıyla süslenmiş tablosunun hazırlanması, yeni neslin haklarını arama yolunda farklı yöntemleri de kullandığını ortaya koymaktadır. Bu caminin hikayesi ayrı bir konu olduğu halde Filistin’den, Yemen’den, Cezayir’den, Afganistan’dan öğrencilerimizin önlerine konan oryantalist yalanlara inanmadıklarını, tuzaklara düşmediklerini her geçen gün memnuniyetle izlemekteyiz. Kendi değerleri ve çıkarları konusunda yetersiz bilgi sahibi oldukları halde batılı mihraklarca reform söylemiyle tarihini, inancını, manevi mirasını hedef alan mihraklara karşı güçlü bir bilinçlenme sürecine girilmektedir.

Her zerresiye sanat şahaseri olan İskeçe Yeni Camii’nin restorasyonu için Yunanistan, 20 yıl ruhsat vermemiştir. Yunanistan Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği’nden Ferruh Özkan ancak AB üyeliği sonrasında bu sorunun aşılabildiğini söyledi. Türkiye’de hiçbir Hıristiyan’ın bulunmadığı yerlerde dahi eski kiliseler tamir edilip yenilerinin temeli atılırken yüzbinlerce Türkün yaşadığı Yunanistan’da tamir edilemeyen, hatta izleri kalmayan nice camiler, eserler var. Soydaşlarımız bu konuların gündeme gelmesini hasretle bekliyorlar. İlginçtir ki mesela Selanik’te yaşayan yaklaşık on bin Müslüman Türkün yıllarca reddedilen bir talepleri var: Bir Müslüman mezarlığına sahip olmak. Birkaç yüz kişilik örneğin Yahudi veya Ermeni cemaatinin mezarlıkları var. Türklere ise Hıristiyan mezarlığına gömmeleri isteniyor. Bunun gibi nice sorunlar..

Uluslararası ortamda, haklara yerinde, zamanında, usulünce sahip çıkılmazsa, ihlalciler daha fazlasını isteyeceklerdir. Uluslararsı ilişkilerde karşı tarafa, sınırsız ve karşılıksız hoşgörü, kendisine ihanet demektir. Bu gerçek MEB ve adalar için olduğu gibi camiler, vakıflar, manevi değerler için de geçerlidir.

Öncevatan, 03.12.2019

alaeddinyalcinkaya@gmail.com


Yazıları posta kutunda oku


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir