ÇAĞI YAKALAMAKTAN BAŞKACA ÇÖZÜM YOK….
Dr. Noyan UMRUK
2002 krizinin ardından Türkiye, küresel oyunun temsilcileri tarafından küresel lig oyuncusu olarak Özal döneminden sonra, bu kez de Kemal Derviş tarafından dizayn edilerek, kriz atlatılmış olarak yeni iktidara teslim edildi.
Yeni siyasi erke kalan, küresel talep ve koşullara sadık kalarak küresel lig oyunculuğunu sürdürebilmekti… Babacanlar, Şimşekler, Derviş gibi bu iş için biçilmiş kaftanlardı…
Bu çerçevede uluslar üstü sermaye, faizlerin yüksekliği, enerji, iletişim, finans gibi stratejik sektörler olmak üzere haraç-mezat özelleştirmeler vb. nedenlerle diğer “yükselen ülkeler”! olarak dizayn edilen ülkeler gibi doğrudan yeni yatırımlardan çok “ucuza hazıra konma” biçiminde Türkiye’ye de akmaya başladı.
Bu arada sıkışıldığı anlarda zaman zaman körfez sermayesi, zaman zaman kayıt dışı girişler ne karşılığı olduğunu bilinmeyen şekilde devreye girdi…Bu durum Ödemeler Dengesinin “Net Hata-Noksan” hanesinde milyarlarca dolar olarak görüldü. Nitekim Zerrab da ülkenin cari açığının küçülmesine katkıda bulunduğunu ilan etti.
Ancak bu sıcak para girişleri ve özelleştirmelerden elde edilen kaynaklar uluslar arası piyasalarda rekabet edilebilecek seçilmiş, marka olacak, teknoloji içeren reel üretim sektörleri ve tarım yerine arazi rantlarıyla da özendirilmiş inşaat sektörüne yönlendirildi.
Daha ziyade krediler, teşvikler, vergi afları, mali yapılandırmalar, bedelsiz kamu arazi tahsisleri vb. yöntemlerle yandaş kesime doğru ve çapına göre sermaye transferi, kanununda “vaziyetin durumuna göre” sık sık yapılan değişiklerle yapılan ihaleler, ya da büyük çapta bina ve makam aracı kiralamaları, yüksek ücretlerle makam, mevki ve işe yerleştirme, nakit ve tüketim maddeleri dağıtımı vb” ile hayal bile edilemeyecek biçimde refaha kavuşturuldu. Lakin geniş kitleler, emekçiler, emekliler, memurlar, çiftçiler, küçük sanayici ve esnaf vb. kesimler bu refahtan paylarını alamadılar. Onların payına işsizliğin, yoksulluğun, madenlerde, inşaatlarda ucuz maliyetli ölümlerinin, çevre katliamlarının, yok edilen ormanların, derelerin, işsizliğin, yoksulluğun intiharlara varan yasını tutmak düştü…
Veee şimdi gelelim Türkiye için öngörülen strateji önerisi ve bu önerinin ülkede gerçekleştirilme derecesinin test edilmesine…
Sağır sultan bile duydu ama Paul Henze diye bir zat vardı bir zamanlar Türkiye’de… CIA eski Türkiye masası şefi…
Bu zat Türkiye’de yıllarca çok sıkı çalıştı… Hem ormanı, hem ağaçları yakından iyice bir izledi…
13 yıl önce (2006’da) şöyle bir rapor sundu Beyaz Saraya:
“Türkiye’nin bu şekliyle ABD politikalarının yanında olacağından emin olamayız. Ülkeyi kuranlar denetim mekanizmasını çok sıkı tutmuşlar… Hükümeti ikna ettiğinizde karşınıza meclis, meclisi ikna ettiğinizde ordu, orduyu ikna ettiğinize yargı çıkıyor…
Eğer Amerika’nın çıkarı Türkiye’de bir federal devlet oluşturmak için Türkiye’yi istenilen kıvama getirmekse mutlaka ve öncelikle yargı, ordu, meclis ve hükümeti tel elde toplayan başkanlık sistemine geçilmelidir…
Bir kişiyi ikna etmek, birbirini denetleyen yapıyı ikna etmekten çok daha kolay olacaktır. Eğer o bir kişi Amerikan çıkarlarına yardım etmek konusunda tereddüt ederse, bu bir kişi kurulmuş yapıyı yıkmak Amerika için sorun olmaz…”
Eeee 2007’den itibaren Türkiye’de neler oluyordu?
Türkiye’de, cemaatin, ABD hizmet ve denetiminde olduğu, kadrolarını oluşturma, yetiştirme ve yargı öncelikli olmak asker ve sivil bürokrasiye yerleştirmesinin uzun bir geçmişi olduğu gerçeğinde artık nihayet hemen hemen herkes hemfikir…
Ancak, Ordunun ulusal çıkarlar için direnç gösterebilen kadroları, 2007’de başlayan Ergenekon, Balyoz vb. bilumum dava ya da operasyonlarla, ikazlara rağmen cemaatçi kadrolara yer açarcasına “ne istedilerse veren” ve davaların fahri savcılığını üslenen siyasi erkin de desteği, Taraf gazetesi başta olmak üzere birçok medya organının misyonlarını icrası ve 2010’da 12Eylül referandumu ile AYM ve HSYK yapısının tamamen siyasi erkin inisiyatifine bırakılması ile şimdilerde cemaatçi oldukları için yargılanan yargıçların oluşturdukları mahkemelerce tasfiye edildi.
Yargı ve Ordu hal edildikten sonra Milli Eğitim, Sayıştay, Üniversiteler vb. tüm kurumları hal etmek bayağı kolaylaştı.
16 Nisan 2017 anayasa değişikliğiyle “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” adıyla başlatılan Tek Adam Sistemi’ne geçiş, 3 Kasım 2019 tarihinde eş zamanlı yapılması planlanan Cumhurbaşkanlığı Seçimi ile Genel Seçimler günü olarak belirlenmişken, yaklaşan ekonomik kriz nihayet sezinlenerek 24 Haziran 2018 tarihine çekildi ve tamamlandı.
Bu arada en son onurlu direncini 1Mart teskeresiyle gösteren Gazi Meclis de yetkileri iyice bir budanarak “Rotary Clup”ü anımsatır biçimde hal edilmiş oldu.
Şimdi de son deli saçması olayda da izlendiği üzere Cumhuriyet’in son kalesini, muhalefet ittifakını “hal etme” senaryo ve çabaları gündemde…
Hikâyenin bu kısmı zaten biliniyor…
Gelelim nihayet bu süreç sonunda varılan noktaya…
Ağır borç yükü altında, sanayi’i % 60-70 oranında ithalata bağımlı, çiftçisi üretmekten vazgeçme noktasına gelmiş, halkını büyük ölçüde dışalımlarla beslemeye çalışan, ciddi bir ekonomik kriz yaşayan, işsizlik, özellikle genç işsizliği Cumhuriyet tarihinin rekorunu kıran bir Türkiye…
Dahası, İBB uluslararası piyasalardan “libor(1.91)+ risk primi” formülü ile %2 faizle kredi temin edebilirken, 450milyar aşan borç yükünü döndürebilmek için, içinde bulunulan ciddi demokrasi zafiyeti ile yaratılan hukuksal güvensizlik nedeniyle %5-6 faizle borçlanabilen ve bu acı gerçeklerin yazılmasını suç olarak niteleyen bir merkezi mali yönetim…
İşin garibi başındaki tam yetkili ve sorumluların, hala ülkeyi getirdikleri durumu dış güçler falan gibi zaten her zaman var olan nedenleri abartarak yeterince algılamamayı tercih ettikleri bir ülke…
Ve nihayet temel mal ve hizmetlere yönelik akıl almaz zamlar, durmadan yükseltilen vergilerle orta direğin köküne kibrit suyu ekilirken, emekçi ve emeklilerin çok geniş bölümü sefalet ücretleri ile baş başa…
Çözüm mü?
Her şeyden önce, gelin de şimdi Einstein’ın şu çok bilinen sözlerini hatırlamayın:
“ Problemleri, onları yarattığımız düşünce biçiminde ısrar ederek çözümleyemeyiz…” Ve de ısrarında ısrar edenlerle hiç ama hiç çözümleyemeyiz(Yazarın ilavesi)…
Çözüm :Dünya, Endüstri-4 dönemine girerken
- Ekonomiden sosyal politikalara , eğitimden yargıya, dış ilişkilerden milli güvenliğe yapılan tüm akıl almaz hatalardan ders çıkarabilecek,
*Seçilmiş sektörlerde uluslararası alanda rekabet edebilecek teknolojik düzeyde reel üretimi planlı bir biçimde oluşturabilecek,
- Potansiyelinden kimselerin şüphe etmediği Türkiyeyi 80 trilyon dolarlık dünya ekonomisinin sadece %1’ini üretebilen bir ülke olmaktan çok daha yukarılara taşıyabilecek
*Ülkeyi çağı yeniden yakalayabilecek yöntemlerle yeniden yapılandırabilecek,
*Toplumu, halkı heyecan ve coşku ile sürece katabilecek yıpranmamış, çevreye duyarlı, dinamik, tutarlı, özverili, diğergam genç kadrolarda…
Gelinen noktada başkaca da bir çözüm yok…
Yazıları posta kutunda oku