Kur’an dışındaki bütün kutsal kitaplar tahrif edilmiş ve İslamiyet dışındaki bütün semavi dinler bozulmuştur!
Bu yargı tamamıyla biz Müslümanlara aittir ve biz böyle inanır, böyle kabul ederiz.
Gelin görün ki; bütün dinler kendisi dışındaki dinleri böyle değerlendirir ve reddederler.
Aksi halde meşruiyetlerini kabul ettiremezler.
Emin olun Yahudiler ve Hıristiyanlar da biz Müslümanlara, Kur’an’a ve İslam’a, tıpkı bizim onlar için dediklerimizi diyorlar.
Yani onlara göre Müslümanlar sapıtmış ve doğru yoldan çıkmışlar, İslamiyet tamamen bir şiddet dini ve Kur’an büyük ölçüde Tevrat’tan kopya çekmiştir.
Bu konudaki en büyük delilleri de, Tevrat’ta geçen pek çok hükmün, rivayetin ve menkıbenin Kur’an’da da bulunuyor olmasıdır.
İşin en ilginç yanı, Kur’an’da onların iddialarını güçlendiren pek çok bilginin bulunmasıdır.
Mesela Kur’an’da ismi en çok zikredilen millet İsrailoğullarıdır.
Hatta İsrailoğullarının bir zamanlar diğer uluslara üstün kılındığını haber veren ayet bile vardır Kur’an’da (Bkz.Bakara/47).
Öte yandan, Kur’an’da onu tebliğ eden Peygamber’in adı (Muhammed ve Ahmet olarak) sadece 5 kere geçerken, aynı zamanda İsrailoğullarının kralı ya da din adamları olan bazı isimler Muhammed isminden onlarca kat fazla geçmektedir.
Meselâ Tevrat’ın tebliğcisi Musa’nın ismi 136 kere, Hanifliğin tebliğcisi İbrahim ismi 69 kere geçer Kur’an’da.
Bunun yanında Adem 25, Nuh 43, Lût 27, İshak 15, Yakup 16, Yusuf 27, Şuayb 11, Harun 20 kere geçer vs.
Yani Müslümanların Kur’an’daki bilgilerden hareketle, diğer kitapların tahrip edildiğini, diğer dinlerin bozulduğunu ispatlamaları mümkün değildir.
Kur’an ve sünnetteki bilgileri anlatarak Dünyadaki sayıları bugün için 6 milyarı aşan gayrimüslimi Müslüman da yapamazsınız.
Bunu yapmaya kalkıştınız mı varacağınız yer ya Usame Bin Laden’in vardığı yer olur ya da Ebu Bekir Bağdadi’nin vardığı yer.
Dünyadaki 6 milyar küsur gayrimüslimi ancak yaşantımızla, yani İslami değerleri ve ilkeleri hayatımıza yansıtmakla ikna edebiliriz.
Günümüzden bir asır önce Osmanlı Sultanı II. Abdülhamid’in de takdirini kazanmış Türk kökenli Mısırlı Alim Muhammed Abduh der ki:
“Batı’ya gittim, İslam’ı gördüm ama Müslüman yoktu; Doğu’ya döndüm, Müslümanları gördüm ama İslam yoktu”
Muhammed Abduh’un yaptığı aslında çağdaşı olan Ziya Paşa’nın tespitinin yorumundan ibarettir. Ne diyordu Ziya Paşa:
“Diyar-ı küfrü gezdim beldeler kâşâneler gördüm
Dolaştım mülk-i İslamı bütün viraneler gördüm”
…
İslam Dünyası’nın bugün içinde bulunduğu vaziyet, Ziya Paşa’nın ve Muhammed Abduh’un günümüzden yaklaşık bir asır önce yaptıkları tespitten çok daha elim ve vahim durumdadır.
İslamilik konusunda, yani İslami değerlerin toplumsal ilişkilere ve devlet uygulamalarına yansıma oranı konusunda yapılan bir çalışmada(1) halkının kahir ekseriyeti Müslüman olmayan ülkeler, halkının kahir ekseriyeti Müslüman olan ülkelerden fersah fersah ilerideler.
İlk 40 ülke arasında hiçbir İslam ülkesi bulunmuyor.
İlk 50 arasında ise sadece Birleşik Arap Emirlikleri, Arnavutluk, Endonezya ve Katar bulunuyor; Türkiye ise tam 95. sırada.
Listenin başında ise Yeni Zelanda bulunuyor.
Yani İslam’ın benimsediği değerleri insan ve toplum hayatına en iyi şekilde uygulayan ülke Yeni Zelanda.
Hani şu, içinde bulunduğumuz yılın Mart ayı içinde iki camiye yapılan saldırıda 49 Müslüman katledildi diyerek neredeyse bir savaş ilan etmediğimiz kalan ülkeden bahsediyoruz!
Oysa bu saldırılardan çok daha büyükleri hemen hergün Afganistan, Pakistan, Irak başta olmak üzere Müslüman ülkelerde gerçekleştirilmektedir!
Onlara hiçbir şey diyen yok nedense!
İslamilik endeksinde Yeni Zelanda’yı İsveç, Hollanda, İzlanda, İsviçre ve İrlanda gibi kâfir(!) ülkeler izliyor.
Danimarka 7, Kanada, 8, Avustralya 9, Norveç de 10. sırada yer alıyor.
İlk 20’de Kuzey Avrupa ülkelerinin haricinde Malta ve Japonya da bulunuyor(2)
Hırka-i Saadet ve Sakal-ı Şerif
Hz. Peygamber’e ait olduğu söylenen ve bugün Topkapı Sarayı’nda ve Hırkai Saadet Camii’nde bulunan bir kısım şahsi eşyanın ve Anadolu’daki pek çok camide bulunan ve “Sakalı-ı Şerif” olarak isimlendirilen sakal parçalarının, gerçekten Hz. Peygamber’e ait olup olmadığının bilimsel olarak da ortaya çıkarılması gerektiğine dair fikri çabam, bu ülkede fazla rağbet görmüyor nedense.
İnsanımız bu konuya dinsel tabu olarak yaklaşıyor ve belki biraz da inandığı şeylerin fos ve boş çıkmasından endişe ediyor!
İşte bu sebepledir ki; söz konusu eşyalara ve kıl parçalarına adeta bir put veya fetiş olarak tapınmaya, bunların karşısında adeta Allah’ın huzurunda bulunuyormuşçasına saygı ve tazim içinde kimi ritüeller yapmaya devam ediyor.
Oysa biz biliyoruz ki; Hırka-i Saadet Camii’nde bulunan ve mübarek kabul edilen Hırka, Hz. Peygamber’in Yemen halkından Veysel Karani isimli şahsa vasiyeten verdiği ve onun akrabaları tarafından elden ele, nesilden nesile geçerek nihayet İstanbul’a getirilmiş bir eşyadır.
Rivayet böyledir.
İstanbul Topkapı Sarayı’nda bulunan ve kutsal kabul edilen eşyaların önemli bir bölümü, Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethinden sonra Memlüklerin ve Kahire’deki Fatimi Halifesi’nin himayesinden alınarak İstanbul’a gönderilmiş, bir kısmı da Birinci Dünya Savaşı’nın Osmanlı’nın aleyhine sonuçlanması üzerine, Medine Müdafii General Ömer Fahrettin Türkkan Paşa tarafından Medine’deki yerinden alınarak yine İstanbul’a gönderilmiştir.
Eşyalar kutsal kabul edilerek, Osmanlı döneminde asırlarca Topkapı Sarayı’nın bu eşyaların bulunduğu bölümünde 24 saat boyunca Kur’an okunmuştur.
Söz konusu adet, yanılmıyorsam ANAP iktidarı döneminde galiba yeniden başlatıldı!
Eşyaların içinde Hz. Peygamber’e ait olduğu söylenenler olduğu gibi sahabeye ait olanlar, hatta Hz. Davut’un Kılıcı örneğinde olduğu gibi, binlerce yıl önce yaşamış kişilere ait olduğu söylenen bazı zati eşyaların olduğu da söylenmektedir!
Peki bu eşyalar acaba gerçekten Hz. Muhammed’e, sahabeye ve Hz. Davut’a mı aittir?
Bugün ulaşılan bilimsel gelişmelerin ışığında bu eşyaların bilimsel bir tetkikten geçirilerek en azından ait olduğu devirlerin üç aşağı beş yukarı ortaya çıkarılmasının kime ne zararı var?
Kutsal emanetler bir yana; bugün Anadolu’da pek çok camide ve ünlü muhafazakarların evlerinde Hz. Peygamber’e ait olduğu söylenen sakal kalıntıları bulunmaktadır.
Bu sakal kalıntıları, özel günlerde, özellikle de Ramazan aylarında alayıvala ile gösterime sunulur ve insanlar özene bezene yeşil ipekten örtülere sarılmış bir muma saplanmış bu kılları saygı ile seyrederler, şifa bekleyerek yüzlerine gözlerine, üstlerine başlarına sürerler.
Bu, sapıklık olmasa bile en azından abukluktur!
Bugün “Nalın-ı Sadet”, “Hırkai Saadet” ve “Sakalı Şerif” diyerek Peygambere ait olduğu söylenen eşyalara tapanlar ve onlardan şifa bekleyenler, yarın aynı şeyi Tarikat Şeyhi’nin, Cemaat Liderinin, Gavs Hazretlerinin, Mollaların, Seydaların, Seyyit ve Şeriflerin zati eşyalarında ve vücut organlarından beklemeye başlarlar.
Yakın geçmişte “Badeleme/Badelenle” diyerek, erkek ve kadın müritlerine erkeklik organını yalatan sahte şeyhler çıkmadı mı bu ülkede?
FETÖ liderinin cami kürsüsünde burnunu silip attığı kağıt mendili çiğneyen ve iç çamaşırlarını yüzüne gözüne sürüp giyen sapıklar çıkmadı mı bu ülkede (3).
Şeyhlere, dervişlere, gavslara gösterilen bu ilgi, giderek bu insanların etrafında büyük grupların oluşmasına sebep olmakta, bu büyük gruplar siyasi iktidarlar üzerine baskı grubu oluşturmakta ve din temelli zihniyet devlet yönetimine egemen olarak liyakati ortadan kaldırmakta, liyakatin yerini tarikat ve cemaat yandaşlığı almakta, “Secde Birliği” veya “Kıble Ortaklığı” gibi saçma bir anlayış ön plana çıkmaktadır.
Bu anlayış, 15 Temmuz 2016 günü darbe girişimi olarak kendini göstermiş, ülkeyi uçurumun kenarına getirmiştir.
Peygamberin tebliğ ettiği Kur’an ve sahih sünneti dururken, O’na ait olduğu bile kesin olmayan hırka, nalın, diş, kılıç ve sakal gibi eşyalardan medet beklemek aklı başında hangi Müslüman’a yakışır?
18.11.2019
Ömer Sağlam
Araştırmacı Yazar
1-Independent Türkçe’nin haberine göre, çalışmada Kuran-ı Kerim’de ilgili ayetler ve Hz. Muhammed’in yaşamı, uygulamaları ve sözleri İslami öğretilere bağlılığın referansı olarak kabul ediliyor. Çeşitli göstergelerin kullanıldığı ekonomi, hukuk ve yönetişim, insan hakları ve siyasi haklar ve uluslararası ilişkiler olmak üzere dört alt daldan oluşan bir İslamilik Endeksi oluştu.
2-https://www.yeniasya.com.tr/egitim/islamilik-endeksi-nde-turkiye-95-sirada_494091
3-