Aynı zamanda yine Suriye harekâtı , Kıbrıs açıklarında sondaj faaliyetleri ve Erdoğan’ın “Kapılar açılır, DEAŞ’lılar gönderilir” tehditleri nedeniyle AB’nin yaptırımları hedefindedir.
*
Aslında Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki ilişkiler uzun bir süre önce bozulmaya yazdı.
Mart’ta Avrupa Parlamentosu’nun (AP) Strasbourg’taki genel kurulunda, Türkiye ile Avrupa Birliği (AB) arasındaki;
Katılım müzakerelerinin askıya alınması önerisinde bulunan kararı kabul edildi.
Türkiye-AB ilişkilerinin etkin bir ortaklık temelinde yeniden tanımlanması istendi..
*
Kararın gerekçesini Türkiye’nin son anayasa değişikliğiyle yürürlüğe aldığı çerçevenin;
Hukukun üstünlüğü: Adli sistem: Yolsuzluklar ile mücadele : İnsan hakları ve azınlıklara saygı: Kadına şiddet:
Demokrasiyi garanti altına alan kurumsal istikrar: İşleyen bir pazar ekonomisi’ni:
Avrupa Birliği’nin siyasi, ekonomik ve parasal birlik amaçlarına bağlılık esaslarını yerine getirilmesinin mümkün olamayacağı iddiası oluşturdu
*
Bununla birlikte AP, Erdoğan’ın Avrupa’da siyasi oportünizm uğruna yükselttiği göçmen karşıtı duyguların değerlendirilmesine,
Avrupa Birliği göç yönetimindeki kurumsal eksikliklerin gidermesine de dikkat çekti…
*
Arap dünyası demokratik reformlar, ekonomik fırsatlar ve yolsuzluğun sona ermesi benzeri söylemlerin altında popüler ayaklanmalar yaşıyordu..
Aslında Arapların İsrail-Filistin arasında bir barışı desteklemesi öngörülüyor ve bir Sünni- Şii ekseni oluşturuluyordu.
2011’de B. Esad, güvenlik-istihbarat aygıtı vasıtasıyla Suriye’de benzeri taleplerle oluşan ayaklanmaları ezmeye kalktı.
Çatışma bir iç savaşa dönüştü, sivillerin maruz kaldığı acıların büyüklüğünün benzeri görülmedi…
Yaklaşık 11 milyon Suriyeli Mısır, Irak, Ürdün, Lübnan ve Türkiye’ye kaçtı.
*
Türkiye 2011’de, Suriye’de daha çatışmalar başlamadan mülteci kamplarını hazırladı, sınır bölgelerinde yollar açtı.
ABD konsolosluk görevlileri ve muhalif Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) Hatay’da ardarda toplantılar yaptı.
ÖSO’ ya destek için ABD, İngiltere, Fransa, Ürdün, BAE ve Türk Ordusu’nun bir grup silahlı personeli gizli görev bahanesiyle faaliyette bulundu.
Aynı zamanda Hatay Yayladağı’nda güvenlik gerekçesiyle cihatçı teröristlerin geçişini sağlayacak bir çadır kent hazır edildi.
*
Halbuki Türkiye, 1951 Mültecilerin Hukuki Durumuna İlişkin Cenevre Sözleşmesi’ne “coğrafi kısıtlama” ile taraftı.
Sadece Avrupalılara mülteci statüsü verebilirdi…
Erdoğan’ın vatandaşlık verdiği Suriyeliler mülteci dahi değildller.
Giderek cihatçı terörist kimlikleri ortaya çıktı ama Türkiye’nin her yerine dağıldılar.
Erdoğan’dan gelecek “Kürtleri kırmak ve Osmanlı’yı diriltmek” doğrultusunda yeni talimatlar beklemeye başladılar.
Erdoğan bir taraftan da mültecileri sığınmacı anlaşmasıyla AB’ye karşı müthiş bir silah olarak kullanmaya başladı…
*
2015’e kadar Suriye ile ilişkilerinde sert güç mekanizmalarının kullanımını yoğunlaştırdı.
Esad rejiminin devrilmesini : Muhalefet milislerine yardım etmeyi : IŞİD tehdidini ortadan kaldırmayı:
Halk Koruma Birlikleri’nin ( YPG ) sınırda bir egemenlik alanı oluşturmasını, ekonomik entegrasyonunu sağlama girişimlerini engellemeyi öngördü.
Ama giderek insan hayatını kendi siyasi kazanımlarıyla takas etmek için bir metaya indirdi.
“Kapıları açar, 3.6 milyon göçmeni gönderirim” demeye başladı…
*
Türkiye’de mültecileri geri gönderme baskısı da artıyordu…
Uluslararası Af Örgütü, Türkiye’nin mültecileri keyfi tutuklamalar, gözaltına alınmalarla Suriye’ye sınır dışı edilmelerinin arttığını bildirdi.
Barış Pınarı Operasyonu’nun , 200 binden fazla insanı yerinden ettiğini ve insani yardımlara erişimi ciddi şekilde zorladığını,
Ankara’nın güvenli bölge kurma ve en az bir milyon Suriyeli mültecinin bu bölgeye gönderilmesi planının etnik bir mühendislik planı olduğunu iddia etti.
*
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu ise Türkiye’nin savaş suçlarından sorumlu tutulması gerektiğini;
Video çekimleriyle Suriye Ulusal Ordusu bayrağı altında vekil Özgür Suriye Ordusunun Kürt esirleri idam ettiğini,
Türkiye’nin Suriye’deki savaşçı olmayan bölgelere beyaz fosforlu cephane kullandığını belgeledi..
*
Son derecede endişe verici bir durum yaşanıyordu.
Ama Suriye’de de keyfi tutuklamaların, insan kaybolmalarının, yaygın işkence kullanımı ve insani şartların sivillere hâlâ bir risk teşkil ettiği,
Yerinden olmuş kişilerin ve mültecilerin güvenli ve saygın gönüllü geri dönüşlerinin uygulanabilir bir olasılık olmadığı anlaşıldı…
*
AB artan göçmen karşıtı duyarlılık ve otoriter aşırı sağın yükselen popülaritesi karşısında göç konusunda yeni bir eylem planı hazırlamaya zorlandı.
2016’da AB, Türkiye’ye işbirliğini güçlendirme ve Türkiye’den Avrupa’ya düzensiz göçü azaltma girişimlerini yoğunlaştırmayı önerdi.
*
AB bunun için insani müdahaleye yardımcı olacak fonu belirleyeceğini, Vize Serbestleştirme Diyaloğunu ilerleteceğini belirtti.
AB’ye katılım müzakereleri yeniden canlandırılacak ve Türkiye ile gümrük birliğinin modernizasyonu hızlandırılacaktı.
Türkiye, Ege Denizi kıyılarında sınır yönetimi kapasitesini güçlendirmeyi kabul etti.
AB üyeleri sığınmacıların Türk hükümetine kaydolması ve resmi göçmenlik prosedürleri kapsamında işlem yapmasının teşviki olarak;
Doğrudan Türkiye’den belirlenmiş sayıda mülteciyi kabul etmesi gerekiyordu.
Ancak bü hiçbir zaman gerçekleşmedi ve üç üye Macaristan, Çekya ve Polonya AB iltica kotası ile birlikte buna uymayı reddetti.
Doğrusu Türkiye’de Kıbrıs Rum kesimini AB üyesi Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tanımadı…
*
AB tarihinde en kapsamlı insani çabayı gösterdi.
Ancak bu çaba insani krizi başlatan temel unsuru yani Suriye Savaşını ele almayı amaçlamadı.
Halbuki AB üyeleri Suriye’de kapsayıcı bir siyasi çözümü teşvik etmek için mevcut her nüfuzu araştırmalıydı…
*
Bunun yerine AB iki girişim başlattı:
Biri, AB’ nin göçün temel nedenlerini ve yol açtığı güçlükleri ortadan kaldırmak için Afrika, Suriye ve Türkiye’de oluşturduğu üç Güven Fonu ( MADAD fonu).
Diğeri, Türkiye’deki mültecilere destek sağlamak için Mali Yardım Programı (FRIT) dir.
AB bu fonlarla yalnızca mültecilere yardımın etkisini en üst düzeye çıkarmayı, geçim güvenliğini, becerilerini geliştirmeyi, istihdam yaratmayı öngördü.
*
Buna rağmen programlar olumlu görünmekle birlikte sağlam izleme, doğrulama ve değerlendirme sistemleri yokluğunda genel etkileri tam olarak belirlenemedi.
AB hiçbir zaman fon alan alıcılardan ve mültecilerden programa duyarlı yaklaşımları benimsemelerini talep etmedi.
Halbuki organizasyonun; olumsuz sonuçlardan kaçınmak için yardımın toplumun çok boyutlu katmanlarını nasıl etkilediğini anlaması gerekirdi.
Türkiye güçlü izleme, doğrulama ve değerlendirme sistemlerinin bulunmamasına rağmen, yerel yönetimler ve sivil toplumuyla son derece iyi bir performans sergiledi.
Bu AB’nin bir zamanlar gümrük birliği ve katılım süreçlerinin doruğunda olduğu gibi artık Türkiye’nin demokratik yörüngesini de etkileyemediği anlamına geldi.
*
Suriyeli mülteciler hala bekliyor.
Suriye İç Savaşı’nda uzlaşma, adalet ve sürdürülebilir barış için siyasi çözüm hala çok belirsizdir.
AB, ne Suriye’de kapsayıcı bir siyasi çözümü teşvik edebiliyor ne de Türkiye’nin demokratik yörüngesini etkiliyor.
Türkiye gittikçe otoriterleşirken AB ile ilişkileri temelden bozuluyor.
Eve geri dönemeyen Suriyeliler bu başarısız ilişkilerin kurbanı olurken, bir kısmı da para kazanmak için İslamcı terörizme Batı’da kurbanlar arıyor.
16.11.2019
Bir yanıt yazın