Bu ideoloji onda Müslüman Kardeşler’in dünya çapında meşruiyeti için Türkiye’nin bölgesel bir oyuncu değil,
Büyük bir güç olarak ele alınması gerektiğine dair narşist bir yükleme yapmıştır.
*
Erdoğan önceleri liberal veya demokratik olmadan Batı dünyasının liberal demokratik geleneğinin bir parçası olabileceği izlenimi verdi.
Yıllar sonra bugün bütün dünya aldatıldığını biliyor!
*
Çünkü bugün Erdoğan, Batı ağının bir parçası olmak yerine serbest bir sürücü gibi davranıyor.
Çok kutuplu bir uluslararası sistemi inşa edenlerden biri olmayı hayal ediyor.
Bu hayalin peşinde Türkiye’nin Lozan Anlaşması ya da NATO ittifakının belirlediği statüsünden çok daha fazlasını istiyor.
Sonuçta Türkiye’nin bütün değerli müttefikleri Erdoğan’ın askeri provokasyonları, güvenilmezliği ve tahmin edilemezliği ile uğraşıyor.
*
Çünkü Erdoğan, Türkiye’yi “eşgüdümsüz ve agresif” bir ABD müttefiki ve NATO üyesi durumuna getirmiştir.
Halbuki ABD müttefiki ve NATO üyesi olmak;
Batı dünyasının geleceği olan transatlantik umutların güçlendirilmesine hizmet etmeyi ve karşılığını almayı gerektiriyor…
*
Çünkü Atlantik’in iki kıyısı arasında her düzeyde etkili bir işbirliği ve aralarındaki kurumsal yaşam tarzının derinleşmesi çok önemlidir.
Bu durum küresel ekonominin, teknolojinin ve diplomasinin gelecekte nasıl gelişeceğini büyük ölçüde etkiliyor…
*
Bu yüzden Erdoğan’ın, Türkiye’nin bölgesinde güce dönük ve zorlayıcı diplomasiye dayanan taktik anlayışından vazgeçmesi,
Tutarlı bir strateji izleyebilmek için Doğu Akdeniz, Ege Denizi ve Suriye’nin ayrı bir alt sistem statüsüne yükseltilmesini müzakere etmesi,
Ve transatlantik işleyişin derinleşmesinde bölgede yapıcı bir rol oynaması gerekiyor.
*
Halbuki Türkiye; Avrupa ile Asya arasında Arap dünyasını, İran’ı, Karadeniz’i, Ege’yi ve Akdeniz’i çevreleyen bir köprü olarak büyük bir stratejik öneme sahiptir…
Müslüman bir ülke olarak uluslararası anlaşmazlıklarda çok yararlı olma potansiyelindedir.
Türkiye’de yaklaşık 2 bin Amerikan askeri ve İncirlik Hava Üssü’nde ABD nükleer savaş başlıkları bulunuyor.
Türkiye büyük bir güçtür.
NATO’nun en büyük ikinci ordusuna sahiptir…
*
Ama işte; hem ulusal hem uluslararası çevrelerin Erdoğan ve hükümetine güveni kaybolmuştur.
Türkiye ekonomik, siyasi ve askeri politikalarında derin bir kriz yaşıyor.
Birkaç ay sonra ülkenin nasıl olacağını tahmin etmek imkansızdır.
Erdoğan A,B,C planlarımız var desin ama geleceği düzenleyebilecek basit bir plan bulunmuyor…
*
Dün Erdoğan, işbu kritik gündemde ABD Başkanı D. Trump ile bir araya geldi.
Erdoğan’ın argümanları;
Mesela Suriye Devlet Başkanı B. Esad’ın, “Recep Tayyip Erdoğan, şahsi çıkarları için ülkesinin tümünü feda eder.
Çok şey satın alıp satarak Arap ve İslam arenasında kendilerine yer bulmaya çalıştı.
Efendilerinin kendilerine biçtikleri rolü aşıp, kendilerine izin verilenin çok ötesine gitti.
Bu rolden geri adım atması gerekiyordu ama Suriye’nin rolünde ısrar etmesi sıkıntı yaratmıştır.
Bu nedenle Suriye davası, o’nun için siyasi açıdan sıkıntı yaratan ölüm kalım meselesi haline gelmiştir” ifadesini reddeden;
*
Zimnen İsrail- Filistin Barışını engelleme gayretiyle;
Kürtçü terör ile mücadele,
Rusya’dan savunma silahları satın alınması,
Barış Pınarı Operasyonu,
Ege sorunları gibi başlıklardan oluşuyordu.
Ne yazık ki, bu başlıklardan hiç biri transatlantik işleyişin derinleşmesinde bölgede yapıcı bir role işaret etmiyordu…
*
Halbuki Başkan Trump, 21.yüzyılın gidişatını başta ülkesi olmak üzere Avrupa, Rusya, Çin ve İslamcılık arasındaki etkileşimin belirleyeceğini,
ABD’nin bütün bu yapının en zengin ve en güçlü ülkesi olduğunu ama askeri ve ekonomik olarak kötü yönetimle zayıfladığını,
Diğerlerinin de daha güçlendiği düşüncesindedir.
*
Bu yüzden Erdoğan ile görüşme masasında,
ABD’yi en başta tutmanın yolu olarak iş dünyası literatüründe SWOT analizi;
[Strengths, Weaknesses, Opportunities, Threats – Güçlü yönler, Zayıf yönler, Fırsatlar, Tehditler] olarak bilinen yöntemle,
Erdoğan’ı özümsemiş olarak oturuyordu…
*
Başkan Trump bu yöntemle, mesela Rusya’nın da ABD ile birlikte çalışmayı öngördüğü düşüncesinden hareketle,
ABD’nin izlediği politikayı değiştirmeyi ve bugünkü çatışmaların yerine işbirliği biçimlerini ikame etmeyi deniyor.
İki ülke arasındaki rekabetin koordine edilerek işbirliğine dönüşmesi halinde bölgesel krizlerin daha az tehdit oluşturacağına,
Bölgesel çalkantıların büyük oranda önleneceğine yönelik bir politikayı güdüyor…
*
Ve bu yöntemle Erdoğan’a NATO müttefikliği vurgusuyla;
S-400 konusunun sorun yarattığı görüşünü aktararak,
Suriye’de YPG ile işbirliğinin süreceğinin, petrol bölgelerinde kalacaklarının mesajını veriyor…
*
Bu özete karşılık ” köklü müttefiklik bağımıza uygun bir şekilde ilişkilerimizde yeni bir sayfa açmakta kararlıyız”ifadesi ardından,.
“Çok az ticaret yapıyoruz. Şu anda 20 milyar dolar gibi, bu 100 milyar dolara çıkabilir” teklifi yapıyor!
*
Şimdi Erdoğan, Türkiye’nin tarihi misyonu önünde, “kefen giydiği davası ve rüşvet gibi bir teklif”,
Ya da,
“İslamcılık saçmalığı ve yaptırımlar mı yoksa Türk halkının refahı ve gönenci mi” seçenekleri cenderesindedir!
14. 11. 2019
Yazıları posta kutunda oku