İlahiyat Fakültesi’nin kuruluş yıldönümü, neden Cumhurbaşkanlığı yerleşkesi içinde kutlanır bilmiyorum ama Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Ankara Ü.İlahiyat Fakültesi’nin Beştepe’de yapılan 70. yıl kutlama töreninde yapmış olduğu konuşma yine tartışma yarattı kamuoyunda. Özellikle şu sözleri:
“Şimdi biz bir zamanlar ben dindar bir gençlik dedim bana imam hatipliler bile saldırdı. Geçmişimde imam hatip var, ‘nereden çıktı bu iş, nereden çıktı bu tespit’ gibi sözde köşe yazarı onlar bile bize saldırdı. ‘Dindar bir gençlik istiyoruz, yetiştireceğiz dediğim için. İnşallah dindar bir gençlik sizin ellerinizde yetişecek. Bunu başardığımız takdirde çarşıda, sokakta, pazarda o zaman tinercisini Allah’ın izniyle görmeyiz. O zaman hırsızını Allah’ın izniyle görmeyiz veya minimize ederiz. Alkolikleri görmeyiz. Niye? Çünkü dindar gençlik bilecek ki alkol haramdır. Dolayısıyla o yola tevessül etmeyecek. Ve bu konularda atılacak adımlarla dindar neslin olduğu bir ülkede ben inanıyorum ki tüm manevi değerler bir anda yüksek bir sıçrama yapacak ve birbirini Allah için seven bir millet ortaya çıkacaktır. Menfaat için değil, makam mevki için değil. İşte bunu siz sağlayacaksınız. Ve bu adımları atma noktasında yeni bir sürecin içerisinde olmamız gerekiyor. Aksi takdirde yıllara yazık oldu deriz…”(1)
Cumhurbaşkanı, önceki gün Çanakkale’de Esenler Mahallesi’nde Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi’nin bir bölümünün İmam Hatip Ortaokulu’na dönüştürülmesine karşı imza kampanyası başlatılması(2) örneğinde olduğu gibi, onca tepkiyi göze alarak acaba neden ısrarla “Dindar Gençlik” vurgusu yapıyor ve bu maksatla halkın bütün itirazlarına karşın okulları İmam-Hatip yapma arayışında?
Evet, Cumhurbaşkanı, Dindarların, 17-25 Aralık 2013 tarihlerinde yapmış oldukları operasyonlarla ve 15 Temmuz 2016 günü bir darbe ile kendisini zorla iktidardan uzaklaştırma çalışmalarına ve mazallah belki de hayatına kastetme girişimlerine karşı “Dindar Gençlik” yetiştirme azminden bir adım bile geri atmış gözükmüyor.
Acaba neden?
Kanaatimizce; Cumhurbaşkanı, bu konuda yanıltılıyor, kandırılıyor ve yanlış yapmaya itiliyor! Üstelik bu iş, ciddi çalışmaların ürünüymüş gibi sunulan sözde bilimsel araştırma raporları ile yapılıyor!
Bakınız başında bir İlahiyat Profesörünün bulunduğu, bir çalışma sonucunda hazırlanan ve muhtemelen Cumhurbaşkanı’na ve eğitim sistemimize yön veren MEB ve YÖK gibi kurumlara da ulaştırılan raporda neler deniliyor:
“İbadetlerini yapan, dinin sosyal hayatla ilgili kurallarını yerine getirmeye özen gösteren, öldükten sonra dirilmeye ve hesap gününe inanan, yani iç güdümlü dindarlık düzeyleri yüksek olan öğrencilerin kopya çekmeye ve akademik sahtekarlık eğilimlerine en uzak kesimi oluşturdukları görülmüştür. Buna karşılık, kopya çekme ve akademik sahtekarlık eğilimi en yüksek olan kesim ise; dini inancın gerekli olmadığını düşünen, kişinin din uğruna birtakım güçlüklere katlanmasını anlamsız bulan ve dinin yasak ettiği şeyleri yapanlar olduğu tespit edilmiştir.”(2)
Hemen her türlü suçta gözle görünür bir artışın olduğu, özellikle kadına yönelik suçların büyük artış gösterdiği, gelir adaletsizliğinin, yaşam kalitesinin, adalete güvenin yerlerde süründüğü, binlerce yargı ve güvenlik personelinin dini temayüllü bir cemaate üye oldukları gerekçesiyle kamudan ihraç edildiği bir dönemde, böyle bir araştırma sonucunu nasıl değerlendirmek gerekir acaba?
Dahası bu ülkede daha bundan üç sene önce sözüm ona din eğitimi almış bir takım adamlar devleti yıkmaya, ülkeyi parçalamaya, meşru hükümeti devirmeye ve hatta Cumhurbaşkanını Marmaris’te kaldığı otelde öldürmeye kalkışmadılar mı?
En büyük sınav yolsuzlukları ve toplu kopya girişimleri, yine dindarlardan oluşan FETÖ’nün, eğitim sistemine egemen olduğu dönemde ve yine dindarlar eliyle yapılmadı mı?
Dini temayüllü STK’lar tarafından işletilen öğrenci yurtlarında ve Kur’an Kurslarında vuku bulan cinsel istismarları, tacizleri, tecavüzleri nereye koyacağız?
Sahi, FETÖCÜ oldukları gerekçesiyle Diyanet’ten ihraç edilen yaklaşık 5000 din görevlisi ve bizatihi FETÖ elebaşı hain, hangi okullarda yetişmişlerdi?
Gerek orta öğrenimdeki, gerekse yüksek öğrenimdeki sınavlar, yazboz tahtasına yine sözüm ona dindarların egemen oldukları dönemde dönüşmedi mi?
Ergenekon ve Balyoz örneğinde olduğu gibi, hukuku kullanarak kurulan kumpaslar ve hukuk cinayetleri, yine şurada burada din eğitimi almış hakim ve savcılar eliyle hayata geçirilmedi mi?
Konuya ilişkin haberde deniyor ki; “Öğrenciler arasındaki akademik kopya çekme eğiliminin fakülte ve yüksekokullara göre farklılık göstermekten çok, bireysel dindarlık tipiyle daha alakalı olduğu görüldü. Yardımcı araştırmacı olarak sahada çalışan …’nin tespitleri, araştırmanın sahada net bir karşılığı oluğunu gösterdi. İmam Hatipliler gibi gerek devlet tarafından dini eğitim alan, gerekse camilerde eğitim alan kesimin eğitim sisteminde düzeltici etkisi olduğunu söyleyen …, bu kişilerin dürüst, ahlâklı duruşunun yüksek eğitimde büyük bir dönüşüme neden olabileceğinin altını çizdi.”(3)
Dolayısıyla; devleti yönetenler olarak, bu tür sözüm ona bilimsel çalışma sonuçlarına bakarak din eğimini yoğunlaştırırsanız, din eğitimi ve öğretimi veren kurumların sayısını arttırırsanız yanılırsınız, hata yapar ve milletin istikbalini tehlikeye atarsınız.
Çalışmanın nasıl yapıldığını ve hangi metodun uygulandığını elbette bilmiyoruz, ancak tahmin edebiliyoruz.
Şimdi siz yapmış olduğunuz ankette, önce deneklerin (soru yöneltilen kişilerin), din eğitimi alıp almadıklarını ve günlük ibadetleri yerine getirip getirmediklerini sorar, arkasından da kopya çekip çekmediklerini veya kopya hakkındaki düşüncelerine ilişkin soruları yöneltirseniz, denek elbette önce verdiği sorularla çelişkiye düşmemek için “kopya çekmediğini” ve “kopyaya karşı olduğunu” söyleyecektir.
Yani açıkça yalan söyleyecektir!
Siz de “Dindar bir insan yalan söylemez/söyleyemez” genel kabulüyle konuya yaklaşırsanız, din eğitimi almış kişilerin vereceği cevapları doğru kabul eder ve “DİNDARLAR KOPYA ÇEKMEZ!” sonucuna varırsınız.
Oysa dindarların, daha doğrusu dincilerin çoğu, içinde bulundukları vaziyetin din adına verilen bir harp/mücadele olduğunu savunur ve onlara göre sonuca varmak için yalan söylemek, hile ve desiseye başvurmak, kopya çekmek caizdir.
Tıpkı FETÖ’nün yaptığı gibi.
Çünkü peygamber “Harp, hiledir” demiştir!
Yani “harpte yalan söylemek ve hile yapmak caizdir” demiştir!
İyi de peygamber bunu hangi harp ya da cihat için söylemiştir?
Aynı peygamber, “Müslüman, diğer Müslümanlara zarar vermeyen kimsedir” de demiştir.
“Dindarlar kopya çekmez”, “Kopya çekenler dini inançları zayıf insanlardır”, “Dindarlar sistemi düzeltecekler” şeklindeki değerlendirmeler yanlı, yanlış ve tehlikeli değerlendirmelerdir.
“Kopya çekme ve akademik sahtekarlık eğilimi en yüksek olan kesim ise; dini inancın gerekli olmadığını düşünen, kişinin din uğruna birtakım güçlüklere katlanmasını anlamsız bulan ve dinin yasak ettiği şeyleri yapanlardır” diyen araştırmacı, muhtemelen Türkiye’deki en büyük kopya ve intihal skandalına, birisi aynı zamanda ilahiyat profesörü olan iki dindar akademisyenin sebep olduklarından da habersiz!
“İmam Hatipliler gibi gerek devlet tarafından dini eğitim alan gerekse camilerde eğitim alan kesimin eğitim sisteminde düzeltici etkisi vardır. Bu kişilerin dürüst, ahlâklı duruşu yüksek eğitimde büyük bir dönüşüme neden olabilecektir”!
Ne demek şimdi bu?
Ahlaklı ve dürüst olmak için ille de din eğitimi almak ve dindar olmak mı gerekiyor?
Dinden, hassaten İslam’dan bağımsız bir ahlak, dürüstlük, hak, hukuk ve adalet düzeni olamaz mı?
Sayın araştırmacıya sormak isterim; bugün Müslümanların en mutlu ve huzurlu olduğu ülkelerin Müslüman olmayan ülkeler, hatta neredeyse nüfusunun %60’ı ateist olan ülkeler, Müslümanların en mutsuz olduğu ülkelerin İslam ülkeleri, Müslümanların perişan olduğu ülkelerin ise İslam şeriatı ile yönetilen ülkeler olduğundan(4) acaba sizin haberiniz var mıdır?
Peki, İslamilik, yani İslami değerlerin en yüksek oranda kabul gördüğü ve yaşandığı ülkelerin, Müslüman olmayan ülkeler olduğunu ve bu listede Türkiye’nin ancak 95. sırada yer alabildiğini(5) biliyor musunuz?
Sahi siz hiç İslam ülkelerine sığınmak üzere yola çıkıp, sonra da bindikleri bot alabora olup batarak köpek balıklarına yem olan Avrupalı ve Amerikalı duydunuz mu?
Yakın geçmişte bir İlahiyat profesörü özetle şöyle diyordu bir gazeteye verdiği demecinde “Ben eşimi ve kızlarımı hiçbir endişe duymaksızın gönül rahatlığı içinde Vatikan’a gönderebilirim. Ancak söz konusu Mekke ise biraz düşünürüm..!”
İşte doğru ve isabetli görüş budur bence…
Evet “İslam Ahlakı” diye bir ahlak vardır; ancak insan, şu veya bu dinden bağımsız olarak da ahlaklı ve dürüst olabilir ki; bugün dünyanın hemen her yönden kalkınmış ülkelerinin gayrimüslim, hemen her yönden en geri kalmış ülkelerinin de İslam ülkeleri ile sömürülmüş topraklarda kurulmuş bazı Afrika ve Lâtin Amerika ülkeleri olduğu aşikardır.
…
Cumanız ve doğruluğuna inananların Mevlit Kandili kutlu olsun…
Ömer Sağlam
08.11.2019
1-https://www.ahaber.com.tr/gundem/2019/11/06/baskan-erdogan-ankara-universitesi-ilahiyat-fakultesi-70-yil-kutlama-toreninde-konusuyor
2-http://www.canakkaleolay.com/Esenler-Mahallesi-halki-quot-Imam-Hatip–47594
3- https://www.yeniakit.com.tr/haber/arastirma-sonuclari-aciklandi-imam-hatipler-kopya-cekmiyor-744301.html
4-https://www.sozcu.com.tr/2015/yazarlar/rahmi-turan/bu-yoruma-sapka-cikarilir-834188/
5-https://www.yeniasya.com.tr/egitim/islamilik-endeksi-nde-turkiye-95-sirada_494091
Bir yanıt yazın