Batıya bağlılık dönemi ve kültürel yozlaşma Tanzimat’la başladı.
Bu dönemle birlikte sömürgeleşme, Batı’nın isteklerine boyun eğme, uyduculuk politikaları ön plana geçti.
Politikacılar ve aydınlar giderek ucu Sevr’e uzanan bir mandacı anlayışın savunuculuk görevini üstlendiler. Yabancı devletlerin avukatlığına soyundular. Öyle ki, Keçecizade Fuat Paşa:
“Babıâli’yi (Osmanlı Hükümetini) İngiltere’nin dostluğundan mahrum görmektense, birkaç vilayetimizi elden çıkmış görmek daha iyidir” diyebilecek kadar ihanet bataklığına saplanmıştı.
1923 Devrimi, bağımsız Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunu tüm dünyaya ilan eden ve mazlum ülkelere ışık tutan yüce bir devrimdi. Türk ulusu, Atatürk’ün ölümüne dek emperyalist Batı karşısında ödünsüz, onurlu, başı dik duruşunu asla yitirmedi.
Ama onun ölümünden sonra “Tam bağımsızlık” politikası göz ardı edildi. Kurtuluş Savaşında Atatürk’le birlikte hareket eden komutanların bazıları, politikacılar bu kez tercihlerini başka bir emperyalistten, ABD’den yana kullanıp, Atlantik sistemi içerisinde yerlerini aldılar.
12 Mart 1947’de ABD Başkanı Henry Truman, sonradan kendi adıyla anılacak “Truman Doktrini”ni açıkladı. Buna göre Türkiye ve Yunanistan’a büyükçe bir askeri yardım yapılacaktı. Amerika, bu devletleri Sovyetlere karşı yanına çekmek, bir ileri karakol gibi kullanmak istiyordu.
Mustafa Kemal’in ölümünden sonra en yakın mücadele ve çalışma arkadaşları olan İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’ya ve Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’a yeni hükümette görev verilmedi.
Ama ekonomide, kültürel konularda, siyasette Atatürk’le çatışma içerisine giren Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele, Fethi Okyar, Hüseyin Cahit Yalçın gibi isimler 1939 yılında yapılacak olan CHP seçimlerinde aday gösterildi.
Bu girişimlerin yanında, İzmir Suikastı davasından yargılanan Rauf Orbay, Adnan Adıvar, Kazım Karabekir gibi isimler önemli görevlere getirildi.
Bütün bu çalışmalar, “Eski küskünlükleri, kırgınlıkları kaldırmak, sosyal barışı sağlamak” bahanesine sığınılarak yapılmıştı…
CHP de günümüzde zaman zaman bu yöntemlere başvuruyor. Milliyetçilik, ve sosyal uzlaşma adı altında tarikatlara özgürlük tanıyor, savaşlara destek veriyor.
Bu yeni düzenlemeler, Atatürk’ün tam bağımsızlık ilkesinden, millici, devrimci politikasından sapılacağını gösteren ilk sinyallerdi…
Nitekim 1946 yılında İnönü, devrimci Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’i görevden almış, yerine gerici bir kafaya sahip Reşat Şemsettin Sirer’i getirmişti. Onun ilk icraatı imam hatip ve Kuran kurslarını ivedilikle açmak olmuştu. Daha sonraları, 1 Şubat 1949 tarihli genelge ile okullara program dışı din dersleri kondu
Oysa Mustafa Kemal, “Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür gençler” yetiştirmek amacıyla, 1924 yılında “Tevhid-i Tedrisat”, yani yeni adıyla Öğretim Birliği yasasını kabul etmişti.
Bu yasaya göre eğitim, “Mahalle mektepleri”nden, medreselerden, tekke ve tarikatların egemenliğinden kurtarılıp, tek elde toplanacaktı. Milli eğitime bağlanacaktı. Böylece eğitim ve öğretimde birlik sağlanacaktı. Eğitimde, öğretimde birliği sağladığı için adına eski dilde “Tevhid-i Tedrisat” denildi.
Böylece “Dinler, inançlar ”vicdanlara terk edilmiş oldu.”
Ama “vicdanlara terk edilen dinler, inançlar” 1950’lerden sonra yeniden “vicdan”lardan çıkarılarak siyasetin emrine verildi.
Politikacılar, topluma egemen olabilmek, çıkarlarına hizmet eden bir düzen kurabilmek için ”din silahı”nı kullandılar. Toplumun bilincine kadercilik, tevekkül, boyun eğme, rıza gösterme gibi mistik değerleri aşıladılar.
DP hükümetinin Kemalist Cumhuriyeti yıkma görevini 1980’den sonra Turgut Özal devraldı. O, ABD’ye Türk ulusundan daha yakındı. Tıpkı yurtsever bir ABD vatandaşı gibi hareket ediyordu.
Amerika’nın Yeni Dünya Düzenini, “küreselleşme” politikasını ve neoliberal düşüncelerini şehvetli bir istekle destekliyor, 1. Körfez savaşı sırasında “Bir koyup üç almak” düşüncesiyle, Din kardeşlerinin katliamına” göz yumuyordu.
Türk hava sahasının kanunsuz olarak ABD uçaklarına açmak istemesini eleştirenlere “Anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz…” ünlü sözüyle yanıt veriyordu.
Turgut Özal’ın “mandacı” mirasını da 2002’den sonra AKP devraldı. Geliştirdi. Genişletti. Güçlendirdi. Emperyalizmin emirlerine, isteklerine, yönlendirmesine bir kurşun asker gibi uyarak, tüm dileklerini noksansız yerine getirdi.
Diyebiliriz ki Cumhuriyet tarihi boyunca sömürgeci devletlere bu denli bağlı, bu denli emir kulu bir iktidarı ulusumuz ne gördü, ne de bundan sonra görebilir…
Türkiye Cumhuriyeti büyük bir kuşatma altındadır bugün.
Hedefte 1923 Cumhuriyet Devrimi vardır.
Atatürk vardır.
Atatürk Devrimleri vardır.
Cumhuriyet tarihinin en büyük borçlanması bu iktidar zamanında gerçekleşti.
Satılmayan Cumhuriyet kuruluşu, kamu mülkiyeti kalmadı.
Serbest rekabet ve serbest Pazar ekonomisi ile serbest çalma çırpma dönemi başlatıldı…
Şu anda sevgili yurdumuzda kurulmaya çalışılan düzen cemaat, tarikat düzenidir.
Ama bütün bunlar boşuna çabalardır.
Ülkemiz Atatürk Cumhuriyetine doğru hızla ilerlemektedir, bu yürüyüşü durdurmaya kimsenin gücü yetmeyecektir.