DERİN YALNIZLIK
Hüseyin MÜMTAZ
Çapı ve niteliği ne olursa olsun, sahne ışıkları Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası anlaşmazlıklarda birden yanınca “taraflar” ilginç bir biçimde ayrışıyor, ayrıntılar iyice meydana çıkıyor.
Ordu Suriye’ye girince Fransa ve Almanya başta olmak üzere Finlandiya, Norveç, İsveç, Hollanda ve İngiltere, Türkiye’ye silah ihracatını askıya aldı.
İtalya, NATO görevi kapsamında Kahramanmaraş’ta bulunan SAMP/T bataryasını çekeceğini açıkladı. İtalya’nın ardından İspanya’nın da Türkiye’de “NATO görevi kapsamında” İncirlik’te bulunan Patriot’ları geri çekmeyi değerlendirdiği yönünde haberler çıktı. (Demek bize bir türlü satılmayan Patriotlar başka kimliklerde ülkede zaten bulunuyordu).
Aslında ayrışmanın ilk işaretleri Doğu Akdeniz gaz aramalarında kendisini belli etmiş; Mısır’da toplanan yedi Doğu Akdeniz ülkesi; Güney Kıbrıs Rum Kesimi, Yunanistan, İsrail, İtalya, Ürdün, Filistin ve ev sahibi Mısır “Doğu Akdeniz Gaz Forumu ”nu kurmuşlar; üstelik Kıbrıs açıklarında Türkiye’nin itirazına rağmen petrol arayan ülkeler arasında Katar’ın da bulunması Türkiye’yi çok “üzmüştü”.
Ve TSK’nın aylardır ilan edip, hazırlandıktan sonra başlattığı Suriye Harekâtı bu fotoğrafı iyice netleştirdi.
Sonra, tesadüf bu ya yine Mısır’ın başkenti Kahire’de alelacele toplanan Arap Birliği toplantısında Türkiye’yi işgalle suçlayarak kınayan ve Suriye’den derhal çıkmasını talep eden bir sonuç bildirisi hazırlandı. Libya, Katar ve Somali sonuç bildirisini imzalamadı, Filistin ise toplantıya katılmadı.
Hâlbuki Araplar “tarihte ilk defa” Osmanlı zamanında bir bayrak altında toplanmışlar ve şimdi buna rağmen geçmişlerini unutup Türkiye’ye ayıp etmiş olmuyorlar mıydı?
Yoksa geçmişini asıl unutan Türkiye miydi?
Sünni Müslüman dünyasının liderliğine soyunmak acaba tamamen geçmişi unutarak yapılan yanlış değerlendirmenin mi bir sonucuydu?
Kimse, hiç değilse Falih Rıfkı’nın “Zeytin Dağı”nı okumamış mıydı?
“Âlemin delisi” Trump acaba Türkiye’nin batı ittifakından çıkmasının taşlarını mı döşüyordu?
NATO bile, Genel Sekreterin Türkiye’den ayrılmasının ardından harekâtın “Bölgedeki gerginliği daha da artırma riski var” açıklamasını yapıyordu.
Herkes fırsattan istifade eteğindeki taşı dökerken en seviyesiz ve densiz açıklama hiç beklenmedik bir yerden, Akıncı’dan geldi. “Adı Barış Pınarı olsa da akan, su değil kandır” dedi.
Sanki Eskimo yahut Aborjindi, çok uzaklarda yaşıyordu, sanki bu coğrafyadan ve Kıbrıs’tan hiç haberi yoktu.
Demek biz toplumlararası görüşmeleri yıllardır bu kafadaki bir “atanmış”a emanet etmiştik.
(Bu ifade ile Akıncı hem şuur altını ortaya koydu, hem de adadaki Türkiye karşıtlarının oyuna talip olarak önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimlerine adaylığını ilan etmiş oldu).
Oysa beş sene önce Eroğlu’na karşı seçilebilmiş olması, Türkiye’nin bir şekilde desteğini almamış olsa gerçekleşebilir miydi?
Amerika’nın, asker ve diplomatlarını (siz ajan diye okuyun lütfen) Suriye’nin kuzeyinden çekeceğini açıklaması ile eş zamanlı olarak Esad güçlerinin kuzeye yönelmesi acaba Trump’ın TSK ile Suriye ordusunu karşı karşıya getirme planının bir parçası mıdır?
Peki, bütün bunlardan ve bu saatten sonra ne olur?
Kısa bir süre içerisinde, karşısında düzenli ordu değil çapulcu teröristler olan TSK’nın planlanan hedeflerine ulaşarak harekâtı sonlandırmasını bekliyorum.
45 sene önceki deniz aşırı Kıbrıs Harekâtı bile 20 Temmuz-16 Ağustos arasında bir aydan kısa sürede bitirilmişti.
Suriye’de de, 16 Kasım’da Washington’da gerçekleşeceği açıklanan liderler buluşmasından önce TSK hedefine ulaşacaktır.
O buluşmaya Türkiye’nin cebine koymuş olacağı “güvenli köyler” haritasıyla gidilecektir.
Sonrasını yine konuşuruz. 15.10.2019