Dünyada üniversitelerin görevleri; öğrencilere kaliteli eğitim vermek, nitelikli dergilerde nitelikli araştırmalar ve yayınlar yapmak, içinde bulundukları toplumun gelişimine katkı sağlamak, toplumun refahını arttırmaya yönelik çalışmalar yapmak, sanatsal, kültürel ve sosyal gelişimine öncülük etmek, teknoloji ve yeni bilgi üretmek, ekonomide verimliliği arttırarak ülkelerin ekonomik, sosyal ve siyasal gelişimine katkıda bulunmaktır. ABD’de 2015 yılında yapılan bir araştırmada, üniversite adaylarının üniversite tercihi yaparken üniversitelerin genel sıralamalardaki durumu ile kendi istedikleri bilim alanında hangi üniversitelerin üst sıralarda olduğuna dikkat ettikleri görülmüştür.
Acaba üniversiteler yukarıda sayılan görevlerini yerine getirirken ne kadar başarılı olmaktadır? Bunun için üniversitelerin kendi durumlarını benzerleri ile karşılaştırmalarını sağlamak için akademik performansları ve yetkinlikleri açısından sınıflandırılmaları gerekir. Üniversiteleri sıralarken sadece öğretim üyesi başına makale sayısına bakmak doğru değildir. Makalelerin nerede yayınlandığı ve atıf sayıları gözden uzak tutulmamalıdır. Yayınların yapıldığı dergilerin “etki faktörü” (impact factor) çok önemlidir. Sıralama yapılırken, etki faktörü düşük, kolay makale kabul eden dergilerde yapılan yayınlar ile ciddi bilimsel dergilerde yayınlanan makaleleri bir tutmamak gerekir. Bir derginin etkisini anlamak için yayınladığı makalelerin ortalama atıf sayısına bakılır.
Dergi etki faktörü, atıf sayılarına dayanan h-endeksi (faktörü, dizini) gibi bibliyometrik yöntemler akademik yükseltme, araştırma fonu dağıtma, yayın destekleme için kullanılmaktadır. YÖK tarafından önerildiğinden bu yana özellikle atıflara (citation) dayanan performans kriterleri, akademik yükseltmelerde büyük ölçüde belirleyicidir. Performans kriteri olarak alınan “dergi etki faktörü” (journal impact factor), “makale etki puanı” (article influencescore), “h-endeksi” gibi kriterler çok önemlidir.
Öğretim üyelerinin atama ve yükseltmelerinde atıf dizinlerinde listelenen dergilerde makale yayınlamış olmaları en önemli koşullardan biridir. Çünkü, bu dergilerde yaptıkları yayın sayısına ve dergilerin etki faktörlerine göre puan verilmektedir. Türkiye’de akademik yükseltmelerde makale sayısı önemli olduğu için “etki” (impact) faktörüne dikkat edilmemektedir. Üstelik bazı vakıf üniversiteleri değil etki faktörüne, atıfları bile dikkate almamaktadır. Bunun sonucunda bu üniversiteler uluslararasında sıralamalarda ya en sonda yer almakta ya da listeye girmemektedirler.
Üniversitelerimizde çok sayıda yayın değil, kaliteli yayın yapılmalıdır. “h-endeksi ” bilim insanının yaptığı yayınların aldıkları atıfların ifadesi olan değerdir. Tüm yayınlardan kaçının bu değerin üzerinde atıf aldığını gösterir. A öğretim üyesinin 100 yayını olsa ve bunlardan 20 tanesi 20´nin üzerinde atıf almışsa, h-endeksi 20, B öğretim üyesinin 21 yayını olsa ve bunlardan 20´si 20´nin üzerinde atıf alsa, bu öğretim üyesinin h-endeksi de 20’dir. H-endeksi 2005 yılında Jorge E. Hirsch tarafından önerilmiştir. Endeks, eleştirilere açık olsa da bir araştırmacının ömür boyu elde ettiği bilimsel başarıyı “üretkenlik ve etki” açısından ölçmeyi hedeflediğinden üniversitelerin, yayıncıların ve de ülkelerin performansını ölçmek için kullanılmaktadır.
Çin Şanghay’da 8. Uluslararası Dünya Çapında Üniversiteler Konferansı (The 8th International Conference on World-Class Universities: WCU-8) 15-17 Ekim 2019 tarihlerinde yapılmıştır. Shanghai Jiao Tong Üniversitesi’nde (SJTU) iki yılda bir yapılan etkinlik Shanghai Ranking Consultancy tarafından desteklenmektedir. WCU-8’in teması “Dünya Ölçeğinde (World-Class) Üniversiteler: Küreselleşme ve Ulusal Modeller” olmuştur. Konferans; teknolojik dönüşüm, küreselleşmeye karşı tepki ve dünyanın çeşitli yerlerinde ortaya çıkan milliyetçiliğin yanında, refahın, ekonomik ve sosyal fırsatların eşitsizliğinin arttığı, sosyal, ekonomik, kültürel ve politik alanlarda değişimler yaşandığı bir ortamda yapılmıştır.
Küresel araştırma üniversiteleri (amiral gemisi üniversiteleri) olarak bilinen Dünya Çapında Üniversiteler (WCU), ülkenin bilgi ekonomisindeki potansiyelini geliştirmek ve pratik çözümler aramak için çok önemlidir. WCU’ların gelişimi, son on yılda dünya genelinde çeşitli paydaşların gündemindedir. Önceki konferanslarda dünya standartlarında bir yüksek öğretim sistemi kurma ve WCU’ların katkıda bulunmadaki rolleri tartışılmıştır. )
WCU’8 de WCU’ların, küresel entegrasyonun geliştirilmesindeki ve ulus önceliklerini güçlendirmedeki rolleri ele alınmıştır. WCU’lar; ulusal yüksek öğretim sistemlerini optimize ederken, mükemmellik girişimlerine nasıl destek olabileceklerini de araştırmaktadırlar. Dünya Ticaret Örgütü (WTO) uygulamaları kapsamında bilimsel, ekonomik ve politik dönüşüm dalgasına üniversitelerin nasıl adapte olabilirler konusu, Konferans’ın en önemli gündem maddesi olmuştur. )
SJTU, her yıl dünya üniversitelerini sıralamaktadır. Son yıllarda üniversitelerin alan sıralamasını da yayınlamaya başlamıştır. Alan sıralaması, ABD’nin araştırma hakimiyetinin azaldığını ve Çin’in mühendislik alanlarında öne geçtiğini göstermektedir. Brezilya, Hong Kong, Avustralya, İsviçre ve Malezya en az bir disiplinde ilk sıradadır.
Üniversite, dünyanın önde gelen ilk 500 üniversitesini ilk defa kapsamlı olarak yayınlamıştır. (ARWU, Academic Ranking of Worldwide Universities) Daha sonra üniversiteleri sıralama çalışmaları hızlanmıştır.
SJTU, 1896 yılında kurulmuş, Çin’in en eski devlet üniversitesidir. Üniversitede 2,134’ü uluslararası öğrenci olan 43 bin öğrenci öğrenim görmektedir. İngilizce eğitim verilen lisans ve yüksek lisans programları arasında Mühendislik, İktisat, İşletme, Hukuk, Uluslararası İlişkiler ve Halkla İlişkiler yer almaktadır. Dünya üniversite sıralamalarında 2019 yılında Harvard, Türkiye’de ise İstanbul Üniversitesi ilk sıradadır. (https://www.universityrankings.ch/results?ranking=Shanghai®ion=World&year=2019&q)
Shanghai Jiao Tong üniversitesinin girişiminin ardından İngiliz Times Higher Education (THE), Thomson Reuters ile birlikte sınırlı sayıda üniversiteyi listeleyen The World University Ranking sıralaması yapılmıştır. 2009 yılından sonra İngiliz eğitim danışmanlık kuruluşu Quacquarelli Symonds (QS), Hollanda kökenli Leiden Üniversitesi Bilim ve Teknoloji Çalışmaları Merkezi, İspanya’da araştırma performansını kriter olarak kabul eden Scimago Institutions Rankings, üniversiteleri sıralamaya başlamıştır. Global Universities Rankings (World Top 20 Project’s) ve Türkiye’den ODTÜ Enformatik Enstitüsü tarafından gerçekleştirilen University Ranking By Academic Performance (URAP) sıralama yapan diğer üniversitelerdir. WEB aracılığıyla erişilebilen yayınlara yapılan atıfları listeleyen Google Scholar da sıralama yapmaktadır.
The Times Higher Education World University Rankings 2020 92 ülkede gerçekleştirilmiştir. Türkiye’den Sabancı ve Koç Üniversiteleri 351-500 bandına girerek büyük başarı sağlamıştır. Bilkent, Boğaziçi ve Hacettepe 501-600, İstanbul Teknik ve Orta Doğu Teknik ise 601-800 sıra bandındadır. Anadolu, Atılım, Erciyes, İstanbul ve Gebze Teknik Üniversiteleri 800-1000 bandında yer almışlardır. ABD kökenli New Jersey Azınlık Eğitimi Geliştirme Kurumu (NJ MED) olan Global Universities Rankings (World Top 20 Project) 2019 yılında dünya sıralamasına giren ilk 20 üniversiteyi belirlemiştir. Bu araştırmada üniversiteler sekiz küresel bölgeye (Afrika, Asya, Karayip, Orta Amerika, Avrupa, Okyanusya, Kuzey Amerika ve Güney Amerika) göre de listelenmiştir.
Sabancı Üniversitesi THE sıralamasıdır ilk baştadır. İkinci ve Üçüncü sıralarda Koç ve Bilkent Üniversiteleri vardır. Üçü de vakıf üniversitesidir. Daha sonra Boğaziçi, Hacettepe, İTÜ, ODTÜ, Atılım, Anadolu, Akdeniz, Ankara, BAU, Çıkurova, Dokuz Eylül, Gazi, İzmir Teknoloji ve Marmara üniversiteleri gelmektedir.
Dünya üniversitelerini değerlendiren kuruluşların üzerinde durdukları kriterler arasında öğretim üyelerinin yayınlarına yapılan atıflar ön sıralardadır. Öğretim üyelerine, yayınlarına yapılan atıf sayısına ve çalışmaların yayınlandıkları dergilerin etki faktörlerine göre puan verilmektedir. Türkiye’de akademik yükseltmelerde makale sayısı önemli olduğu için “etki” (impact) faktörüne dikkat edilmemektedir. Üstelik bazı üniversiteler değil etki faktörüne, atıfları bile dikkate almamaktadır. Oysa, öğretim üyelerinin yayınlarına atıflar, üniversite sıralamalarında önemli kriterlerden biridir.
Türk üniversitelerinin atıf sayılarında zaman içinde düşüş gözlendiği için sıra kaybına uğramaları normaldir. Öğretim üyelerinin atıf dizinlerinde listelenen dergilerde makale yayınlamış olmaları, akademik yükseltmelerdeki en önemli koşullardan biridir. Çünkü, bu dergilerde yaptıkları yayın sayısına ve dergilerin etki faktörlerine göre üniversitelere puan verilmektedir. )
Öğretim üyelerinin yayınlarına yapılan atıfları dikkate almayan üniversiteler uluslararasında son sıralarda yer almakta ya da sıralama dışında kalmaktadırlar. Bu durum, seçim yapma durumunda kalan üniversite adayları açısından da önemlidir. Çünkü öğrenciler tercih ettikleri üniversitelerin dünya sıralamasındaki yerlerine de bakmaktadırlar.
Şimdi, yaşanmış bir örnekten hareket ederek üniversitelerimizin neden üst sıralara çıkamadığının sebebini, örnek vererek açıklamakta yarar vardır. Örnek olayda, bir üniversitedeki profesör atama sürecinde atanmayan “A” adayın Google Scholar’da 1,390 sonucu bulunurken (0,07 sn) YÖK mevzuatı yok sayılarak atanan “B” adayının ancak 372 sonucu vardır. (0,12 sn) Buna rağmen “B” adayı, aradaki fark 1,018 olmasına rağmen atanmıştır. Bunun anlamı şudur: “Ben bilim insanı almak istemiyorum. Benim için YÖK kriterleri önemli değil.” Bunun sonucunda üniversite uluslararası sıralamaya girememekte, Türkiye’de ise en son sıralarda yer almaktadır.
Bu atama sürecinde başka sorunlar da vardır. Türkiye’de h-i endeksi ve atıfları yüksek olan adayların h-endeksi ve atıfları düşük olan jüri üyelerince değerlendirilmesi önemli bir sorundur. Bu durumda Türk üniversitelerinin uluslararasında üst sıralara gelmesi mümkün değildir.
Yayınlarına atıf yapılan adayların, en az yayınlarına aday kadar atıfı olan jüri üyelerince değerlendirilmesi, bilimsel etik açından zorunludur. Akademik yükseltmelerde nasıl bir doçent bir profesörün jürisinde bulunamıyorsa, h- endeksinin farkında bile olmayan jüri üyelerince endeksi yüksek adayların değerlendirilmesi doğru bir tasarruf değildir. Dünya sıralamasına giren hiçbir üniversitede böyle bir uygulama yoktur.
Türkiye’de doçentlik ve profesörlük için minimum kriterler, atıf dizinlerinde listelenen dergilerde 2 ile 5 yayın yapmaktır. Üniversiteler, eğer atıf dizinlerine dayanan ve Thomson Reuters’tan kolayca elde edilen dergi etki faktörü, h- endeksi, makale etki puanı gibi bibliyometrik yöntemleri dikkate almayıp kendilerinin icat ettikleri kriterleri esas alarak değerlendirme yaparlarsa, bu, bilimsel düşüncenin Türkiye’de yok olduğunun bir göstergesidir. (Yaşar Tonta, “Akademik Performans, Öğretim Üyeliğine Yükseltme ve Yayın Destekleme Ölçütleriyle İlgili Bir Değerlendirme,”
YÖK, 2007 yılından bu yana Türkiye’de üniversitelerin kalite açısından gelişimi için stratejik çalışmalar yapmaktadır. 2007 yılında Türkiye’nin Yükseköğretim Stratejisi ve 2018 yılında Yükseköğretim Kalite Güvencesi ve Yükseköğretim Kalite Kurulu Yönetmeliği yayınlanmış, Yükseköğretim Kalite Kurulu tarafından belirlenen Dış Değerlendirme Programı geliştirilmiştir. Stratejide “Türkiye’nin yükseköğretim alanında olumlu adımlar atabilmesi ve Türkiye’nin geleceği konusunda umutlar yaratabilmesi için, bir yükseköğretim stratejisine acil gereksinmesi bulunmaktadır” tespiti doğrudur ama geçen sürede bu konuda yeterli gelişme sağlanamamıştır. Rapor’un 250-251 sayfalarındaki değerlendirmeler enteresandır. Okuduğunuzda acaba ne düşünürsünüz?
Türkiye’de ODTÜ Enformatik Enstitüsü tarafından gerçekleştirilen University Ranking By Academic Performance (URAP) sıralaması, dünya üniversitelerini bilim alanlarına göre sıralayan dünyanın önde gelen kurumlarındandır. URAP, kar amacı gütmeyen, Türkiye ve dünya üniversite sıralamalarını yapmayı toplumsal hizmet olarak gören bir kurumdur. Araştırma Laboratuvarı 2009 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi Enformatik Enstitüsü bünyesinde kurulmuştur.
Amacı, yükseköğretim kurumlarını akademik başarıları doğrultusunda değerlendirebilmek için bilimsel metotlar geliştirmek ve yapılan çalışmaların sonuçlarını kamuoyu ile paylaşmaktır. Elde edilen veriler ile üniversitelerin kendi akademik performanslarını diğer üniversitelerle karşılaştırabilmesine ve belirlenen göstergelere göre gelişmeye açık yanlarını fark etmelerine yardımcı olmaktır.
Dünya sıralamalarında ABD, İngiltere, Avustralya, Hollanda, İsviçre, Belçika, Almanya ve Kanada gibi gelişmiş ülkelerin üniversiteleri bilim alanlarının tamamına yakınında üst sıralarda yer almaktadır. Gelişmekte olan ülkelerin üniversiteleri ise çok az sayıdaki bilim alanında, bazı ülkelerin üniversiteleri ise 61 bilim alanın hiçbirinde sıralamaya girememektedir.
Bunun sebebi gelişmekte olan ülkelerdeki üniversitelerde görev yapan akademisyenlerin önemli bir bölümünün uluslararası saygın dergilerde bilimsel makale yazmamasıdır. Çünkü başta bazı vakıf üniversiteleri olmak üzere akademik atamalarda uluslararası dergilerde yayın yapmaya ve atıflara hiç önem vermemeleri açıkçası bu önemli kriteri yok saymalarıdır.
URAP, Türk üniversitelerinin sıralamalarda yükselebilmek için “atama ve terfi” kriterlerine önem vermesi gereği üzerinde durmaktadır. Etki değeri düşük veya sıfır olan dergilerde çok sayıda makalesi olan üniversitelerin dünya sıralamalarına girmesi mümkün değildir. Alan sıralamalarına girebilmek için etki değeri yüksek dergilerindeki makale sayılarının arttırılması ve etki değeri düşük veya sıfır olan dergilerde makale yayınlanmaması gereği üzerinde durmaktadır.
Sıralamalarda yayın başına düşen atıf sayısı önemli bir göstergedir. Bir üniversitenin atıf almayan makale sayısı arttıkça yayın başına düşen atıf sayısı aynı oranda düşer. Bu sebeple akademisyenlerin etki değeri düşük dergilerde makale yayınlanmasını önleyebilen üniversiteler, bilimsel üretkenliğe ve yayın kalitesine dayalı sıralamalarda daha üst sıralara yükselir. URAP sıralamasında Harvard, Toronto ve Oxford, diğer kuruluşlarda olduğu gibi ilk üç sıradadır. URAP 2018 – 2019 dünya sıralamasındaki ilk 5 üniversite Harvard, Toronto, Oxford, Stanford ve University College London’dır. )
ODTÜ Enformatik Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Ural Akbulut’un bir yazım üzerine yaptığı açıklama dikkat çekicidir: “Yazılarınızı okudum teşekkürler. Türk üniversitelerinden birinin 2023’te yani 3,5 yıl sonra ilk 100’e girmesi matematiksel olarak mümkün görünmüyor. Son yıllarda sıralamalarda ilerleme yerine gerileme yaşıyoruz. İlk 100’e girmek için en az 7-8 dünya sıralamasında ilk 500’de 15-16 üniversitemiz olmalı. İlk 400’de en az 10, ilk 200’de en az 5 üniversitemiz olmalı ki bir tanesi ilk 100’e girebilsin. Rusya 2012’de benzeri amaçla 5-100 projesini başlattı ve yüz milyonlarca dolar harcadı ama hala ilk 100’de 5 değil bir üniversitesi bile yok. Biz henüz bu amaç için hiç para ayırmadık.
Hedef koyulması iyidir ama bütçe ayrılmadan ve akademik performans artırıcı uygulamalar başlatmadan ilk 100’e girebilen üniversitemiz olmaz. Hiçbir başarı enerji, para ve çaba harcamadan kendiliğinden gerçekleşmez. Umarım bilimsel performansı en yüksek 10-15 üniversitemize dünyadaki rakamlara paralel miktarda performansa dayalı Ar-Ge bütçesi ve araştırmacı kadrosu verilir. Tüm üniversitelerde atama ve yükseltmelerde, sadece akademik performansı en yüksek akademisyenler tercih edilir. Bunlar zor değil sadece istemek yeterli. Ülkemizin geleceğinin parlak olması için en başarılı üniversitelere ayrıcalık tanınıp desteklenmeleri gerekiyor. Ben umutluyum.” (9 Eylül 2019)
Prof. Akbulut’un “Tüm üniversitelerde atama ve yükseltmelerde, sadece akademik performansı en yüksek akademisyenler tercih edilir” tespiti maalesef Türkiye’de bazı üniversitelerde dikkate alınmamaktadır. Dünya sıralamalarına giren Sabancı, Bilkent, Koç, ODTÜ, Boğaziçi, Çankaya, Atılım, İTÜ, Boğaziçi, Hacettepe, İstanbul, Ankara, Ege, Gazi, Dokuz Eylül, Erciyes, Anadolu, Gebze Teknik, Karabük üniversitelerinde örnek olaydaki atmada yer alan kriterlerin hiçbiri bulunmamaktadır.
Şimdi, tekrar örneğimize dönelim. “A” üniversitesinde açılan profesörlük kadrosuna başvuran fakat atanmayan adayın atıf sayısı “1,380” iken atanan adayın atıf sayısı “262”dir. Aradaki fark “1,118” dir. Bu durumda URAP Başkanı Prof. Akbulut’un “…ancak bu artış sırasında, etki değeri en yüksek dergilerde çıkan makalelerin sayısı artırılamadığı için ilk 500’deki ve ilk bindeki üniversitelerimizin sayısı giderek azalmaktadır” tespitini ilgili üniversite hiç dikkate almamıştır.
Adaya göre belirlenen hukuk dışı kriterler icat edilerek atama yapılırsa, başka hukuk dışılıklar da ortaya çıkabilir. Çünkü bu süreç başlarsa arkası gelir. Atama jürisinin üyelerinin toplam atıf sayısı 758 iken, atanmayan “A” adayının atıf sayısı 1,380’dir. Bunun bilimsel açıklaması şudur: Atanmayan aday, tüm jüri üyelerinin eserlerine yapılan atıftan 622 adet daha fazla atıf almıştır. Halk tabiriyle askerlikte bir onbaşı, bir paşanın üzerinde görev yapamaz, ordu komutanı olamaz. Muharebe yönetmeye kalkarsa, bu ordu tüm savaşları kaybeder.
Prof. Akbulut’un “Tüm üniversitelerde atama ve yükseltmelerde, sadece akademik performansı en yüksek akademisyenler tercih edilir” görüşü suya yazılmış bir tespit olarak kalmamalıdır. 26 Ağustos Başkomutanlık Meydan Muharebesi (Dumlupınar Meydan Muharebesi), Başkomutan Mustafa Kemal Paşa tarafından şahsen yönetilmemiş olsaydı savaş kazanılamazdı ve Türkiye Cumhuriyeti de kurulamazdı.
Örnek olaydaki YÖK tarihine geçecek bir diğer hukuk dışı tasarruf şudur: Jüri üyelerinden bir öğretim üyesi atanmayan aday için şu değerlendirmede bulunmuştur: “…çalışmalarının bilime katkı özelliğini saptayarak adayın bilimselliği hakkında bir fikir sahibi olabilmem söz konusu olmamıştır.” Bu yorumda bulunan öğretim üyesinin eserlerine yapılan atıf 277 iken, atanmayan adayın atıf sayısı 1,380’dir. Ataması yapılan profesörün üniversitesi, her atıfa ortalama 4 puan verdiği varsayımıyla atanmayan adayın puanı 5,160 iken atanan adayın puanı 1,268’dir. Daha önemlisi 4 jüri üyesinin toplam puanı 2,548’dir. Fakat tek başına atanmayan adayın puanı 5,160’tır. Herhalde bu gibi suistimallere YÖK gereğini yapacaktır.
Bu konudaki basit bir örnek her şeyi açıklar. Bu değerlendirmeyi yapan öğretim üyesinin “bilim boyu” 277 cm, değerlendirmeye muhatap olan ve atanmayan adayın bilim boyu ise 5,160 cm’dir. Aradaki fark 48 metre 83 santimdir. “Fikir sahibi olabilmem söz konusu değildir” ifadesini kullanan kişi için güzel Türkçemizdeki “kedi yetişemediği ciğere murdar dermiş” sözü tam ona göredir. Bu kişinin ciğere ulaşması için çok çalışması ve atıf alan çok sayıda bilimsel yayın yapması gerekir ki, bu ifadeyi kullanabilsin. Atalarımız çok güzel demişler: “Hem kel, hem fodul” (Hiçbir yeteneği olmayan ama üstünlük taslayanlar için kullanılır, Türkçe Sözlük)
Tüm gerçekler ortada iken YÖK mevzuatına aykırı bir şekilde atamayı yapan üniversitenin dünya sıralamasına girmesi bir yana YÖK’ün yaptığı sıralama en sonlardadır. Üniversite sıralamalarında her üniversitenin “yayın sayısı, atıf sayısı, doktora öğrenci sayısını” esas almaktadır. Abraham Lincoln “Herkesi bir defa, bazılarını her zaman kandırabilirsiniz. Ama herkesi her zaman kandıramazsınız” ve Friedrich Nietzsche “Kendi kendine inanmayan her zaman yalan söyler” sözlerini boşuna söylememişler. Çünkü üniversite; mesleki eğitim kurumu değildir, “ideoloji aşılama yeri hiç değildir”, hazır müfredat verilip, öğretimi sabitlenecek bir yer değildir, içinde öğretmenlerin olduğu bir yer de değildir.
Üniversiteler; aklı hür, fikri hür ve vicdanı hür kişilerin ön yargılar ve dogmalardan arınmış bir şekilde doğruyu bulma, analiz etme ve eleştirel bir şekilde irdeleme yeteneklerini pekiştirdikleri yerlerdir.
Üniversiteler araştırmanın, bilimin, teknolojinin, yeni bakış açılarının geliştiği, farklı eğitim almış ve farklı uzmanlık kazanmış kişilerin ortak projeler geliştirdikleri yerlerdir. Üniversiteler bina değildir, fikir özgürlüğünün doğduğu yerlerdir. Üniversiteleri yok olan ülkelerin nefesi kesilir, sudan çıkmış balığa dönerler.
Gerçekten üniversite olan üniversitelerde bir öğretim üyesinin atıf sayısı, onun alanında ne kadar tanınır olduğunu ve bilime katkısını gösteren somut bir göstergedir. Daha çok atıf almış bilimsel makaleler ve daha yüksek etki değerine sahip dergiler nitelikli kabul edilir. Prof. Akbulut’un bu konudaki tespiti şöyledir: “…Ancak bu artış sırasında etki değeri en yüksek dergilerde çıkan makalelerin sayısı artırılamadığı için ilk 500’deki ve ilk bindeki üniversitelerimizin sayısı giderek azalmaktadır.“
Örnek olayda atama sürecinde başka hukuksuzluklar da vardır. Atanan adayın jürisinde kendisine olumlu oy veren jüri üyesi ile atanan aday birlikte YL jürisinde görev yapmışlardır. Ayrıca, belirlenen jüri üyeleri başvuran adaylarla “aynı bilim ve sanat alanından” olması gerekirken hiçbir üye açılan kadronun bilim alanından değildir. Bir üye açılan kadro “X” bilim alanında olmasına rağmen, jüri üyesi “Y” bilim alanındandır. Bu süreçte çok tuhaf bir gelişme de yaşanmıştır. Kimin açılan kadroya atanacağı 14 Nisan 2018 tarihinde bir doçent tarafından açıklanmıştır. Aylar sonra ismi açıklanan aday atanmıştır.
Örnek olayımızda çok ilginç bir gelişme de yaşanmıştır. Açılan kadroya başvuran adayların “genç, dinamik ve yetkin” olması jüri üyelerince kriter olarak belirlenmiştir. Sanki üniversiteye olimpiyatlarda Usain Bolt gibi 100 metre koşacak atlet alınacak? Üstelik bu üniversitede spor ile ilgili bir fakülte ve yüksek okul da yoktur. Adayın bilimselliğine ve yayınlarına yapılan atıflar dikkate bile alınmamıştır. Tüm bunlar aşağıda “dahası da var” olarak madde bazında açıklanmıştır.
- Dahası da var. Bu atama yargıya intikal edince, yargı tarafından belirlenen bilirkişi heyeti de bu kriterleri görmezden gelerek YÖK mevzuatına aykırı bir şekilde yapılan atamayı hukuka uygun bulacak. Sonra birileri çıkıp hukuk devletinden söz edecek. Olacak iş mi bu?
- Dahası da var. Atanan öğretim üyesinin yayınlarının hiçbiri açılan kadronun “bilim” alanından olmayıp atanan adayın doçent unvanını aldıktan sonra en az beş yıl “açık bulunan profesörlük kadrosu ile ilgili bilim alanında” yayın yapmamış olması göz ardı edilecek.
- Dahası da var. Atama sürecinde yargı kararlarına da uyulmayacak. :“… usulüne uygun oluşturulmayan jüri değerlendirilmesine dayanılarak tesis edilen dava konusu işlemlerin hukuka uygun olduğunun kabulüne imkân bulunmamaktadır.” (Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, E. 1990/744, K. 1991/41, K.t. 11.10.1991)
- Dahası da var. Jüri üyelerinin başvuran adaylarla “aynı BİLİM ve sanat alanından” olması gerekirken, bu konuda verilmiş yargı kararları olmasına rağmen buna uyulmayacak. )
- Dahası da var. Danıştay Beşinci Dairesi’nce verilen 23 Mayıs 1991 günlü E: 1990/367, K: 1991/943 sayılı karara rağmen yürütmenin durdurulmasına karar verilmeyecek.
- Dahası da var. Danıştay 8. Daire Esas No: 2004/6289 Karar No: 2006/735 içtihadı yok sayılacak.
- Dahası da var. Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devleti olmasına rağmen Danıştay kararlarına uyulmayacak. (Danıştay 8. Daire Esas No: 2004/6289, Karar No: 2006/735,
- Dahası da var. YÖK Denetleme Kurulu’nun 11 Nisan 2019 tarihli Akademik Kadro İlanlarında Aranan Ek Koşullara İlişkin Bilgi Notu yok sayılacak. )
- Dahası da var. Tüm jüri üyelerinin eserlerine atıf sayıları toplamı 758, atanmayan adayın atıf sayısı 1,380 olsa bile bu dikkate alınmayacak.
- Dahası da var. Üniversite profesör atamasında yedek üye belirlenmeyecek, daha sonra bu eksikliği fark edecek, yedek üyeyi “A” üniversitesi personeli sanarak yazı gönderecek, oysa yedek üyenin “X” üniversitesinin öğretim üyesi olduğunun farkında olmayacak.
- Dahası da var. Yedek jüri üyesi yedek üye olduğundan bilgisinin bulunmadığını, kendisine bu tebligatın yapılmadığını açıklayacak.
- Dahası da var. Türk üniversitelerinin uluslararasında üst sıralara çıkabilmesinde en önemli faktör olan “atıflara” hiç önem verilmeyecek.
- Dahası da var. “… ilan edilen kadronun bilim veya sanat alanı ile ilgili en az beş profesör” ilkesinin dışında jüri belirlenecek, daha sonra Türk üniversitelerinden ikisinin 2023 yılında dünyanın ilk 100 üniversitesi arasına girmesi hedeflenecek.
- Dahası da var. YÖK mevzuatı dışında kriterler ile profesör atanacak ama Türk üniversitelerinin uluslararasında üst sıralara çıkabilmesi de hedeflenecek.
- Dahası da var. Times Higher Education tarafından hazırlanan dünya üniversiteleri 2020 sıralamasında Oxford’un neden birinci olduğu sorgulanmayacak.
- Dahası da var. Türkiye’den ilk 500 arasına giren Sabancı ve Koç üniversitelerinin başarılarının nedenleri unutulacak.
- Dahası da var. ODTÜ, İTÜ ve Sabancı Üniversiteleri 2018 Yılı Girişimci ve Yenilikçi Üniversite Endeksi’nde ilk üç sıradadır. Bu üniversitelerin Times Higher Education tarafından hazırlanan dünya üniversiteleri 2020 sıralamasında da üst sıralarda bulunma sebepleri görmezden gelinecek.
- Dahası da var. Türk üniversitelerinin başarılarında önemli faktörlerden birinin bu üniversitelerin öğretim üyelerinin yayınlarına yapılan “atıflar” olduğu inkar edilecek.
Daha sonra, bu üniversitenin dünya sıralamalarına girememesi hiç sorgulanmayacak. Dünyada çapında tanınan 11 sıralama kuruluşu üniversiteleri yayınladıkları makalelerden aldıkları atıf sayılarına, akademisyen başına düşen öğrenciden sanayi ile ürettikleri projelere kadar birçok kriteri dikkate alarak sıralamaktadır. Prof. Akbulut çok önemli bir noktaya dikkat çekmektedir: “Dünya sıralamalarında; makale sayısı, atıf sayısı, en fazla atıf alan ilk yüzde 1’lik ve ilk yüzde 10’luk dilimdeki makale sayısı ve yayın başına düşen atıf sayısı gibi göstergeler çok etkili olduğu için Türk üniversiteleri sıralamalarda yeterince yükselemiyor. Çünkü; ARWU, NTU, CWTS (Leiden), SciMago ve URAP sıralamaları tümüyle akademik performansa dayalı sayısal verileri kullanıyor. US News&World Report, RUR ve CWUR sırlamaları ağırlıklı olarak akademik performansa dayalı sayısal verileri kullanıyor. QS ve THE dünya sıralamaları ise anket ağırlıklı olmakla birlikte akademik performansa dayalı göstergeleri de bulunuyor.”
Türk üniversitelerini değerlendiren kuruluşların sıralamaları şöyledir: ARWU: İstanbul 450, Hacettepe 550, Bilkent 650; CWTS: İstanbul 317, Hacettepe 447; CWUR: Hacettepe 525, İstanbul 560, ODTÜ 596 ), NTU: Hacettepe 575, İstanbul 575, İstanbul Teknik 675; QS: Bilkent 425, Koç 435, Sabancı 465; RUR: TOBB Ekonomi ve Teknoloji 394, Sabancı 400, İstanbul Teknik 408; SCIMAGO: Bilkent 551,ODTÜ 560, İTÜ 574; THE: Çankaya, Sabancı, Bilkent; URAP: Hacettepe 527, İstanbul 579, İstanbul Teknik 619; US NEWS: Boğaziçi 234, ODTÜ 367, İTÜ 376; WEBO: ODTÜ 494, İTÜ 567, Boğaziçi 594. (30.06.2019) )
Sıralama kuruluşlarının kriterleri tartışılabilir ama çok sayıda ülkede onların değerlendirmeleri bütçeden üniversitelere ayrılan kaynakta dikkate alınmakta, sıralamada düşen üniversitelerin rektörleri istifa etmekte, bazı ülkeler göçmenlik değerlendirmelerinde sıralamadaki üniversitelerin mezunlarını tercih etmekte, devlet bursu alacak öğrencilerin belirlenmesinde sıralamaya giren üniversiteleri kazanma şartı getirilmektedir. YÖK, baraj getirdiği bölümler için 5 sıralama kuruluşundan birinden gidilecek üniversitenin ilk 1000 içinde olmasını istemektedir.
İngiliz Times Higher Education (THE) kuruluşu, “Dünya Üniversiteleri Sıralaması 2020” yi 12 Eylül’de açıklamıştır. THE, 92 ülkeden 1400 yükseköğretim kurumunu araştırma etkisi, uluslararası görünüm, sanayi bağlantıları ile öğretim kalitesi kriterlerine göre sıralamıştır. Bu yılki sıralamada Oxford ilk sıradadır. Bu üniversiteyi California Teknoloji Enstitüsü (Caltech) ve Cambridge Üniversitesi izlemiştir. Kıta Avrupası’nda en iyi olan 13’ncü sıradaki İsviçre’den ETH Zürih’tür. Asya’nın lideri ise 23’ncü sıradaki Tsinghua Üniversitesi (Çin) olmuştur.
Bu yıl listeye giren Çankaya Üniversitesi, Sabancı Üniversitesi ile birlikte 401-500 bandında yer almıştır. Sabancı Üniversitesi geçen yılki 351-400 sıralamasındaki yerini kaybetmiştir. Bilkent, Hacettepe ve Koç 501-600 sıra bandında, Boğaziçi, İTÜ ve ODTÜ 601-800 bandında yer almıştır. Atılım, İstanbul, Karabük Üniversiteleri ise 801-1000 aralığındadır.
Bu yıl Türkiye’den 34 yüksek öğretim kurumu sıralamada yer alırken, 11 üniversite ilk defa listeye girmiştir. Çankaya Üniversitesi listede birinci sıradadır. Bir vakıf üniversitesi açısından bu büyük başarıdır. Üniversite rektörü Prof. Dr. Can Çoğun’un değerlendirmesi dikkat çekicidir: “THE, son beş yıl içerisinde nitelikli dergilerde 1000 araştırma makalesine sahip üniversiteleri değerlendirmeye alıyor. Listede üst sıralarda yer almayı bekliyorduk ama Türk kurumları arasında ilk sırada olmak bize de sürpriz oldu. THE kriterlerinde özellikle makalelerimize yapılan atıflarda öne çıktık.” Çankaya Üniversitesi bildiri başına 92,5 atıf almıştır.
1000 + bandında yer alan diğer Türk üniversiteleri şunlardır: Acıbadem, Akdeniz, Anadolu, Ankara, Bahçeşehir, Başkent, Çukurova, 9 Eylül, Ege, Erciyes, Kayseri, Gaziantep, Gebze Teknik, Medipol, İzmir Teknik, Marmara, 19 Mayıs, Selçuk, Süleyman Demirel, TOBB, Tokat Gaziosmanpaşa, Yeditepe ve Yıldız Teknik. ( ranking#!/page/0/length/25/sort_by/rank/sort_order/asc/cols/stats)
Quacquarellı Symonds (QS) 2020 yılındaki sıralamasına ABD’den 5, İngiltere’den 4, İsviçre’den 1 üniversite ilk 10’da yer almıştır. Listenin ilk 500’nde Türkiye’den Koç, Bilkent ve Sabancı üniversiteleri bulunmaktadır. İlk 400’de Türkiye’den üniversite yoktur. Dünyada en iyi üniversiteler arasında Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT) listenin başındadır. İkinci Stanford, üçüncü Harvard Üniversitesi’dir. QS, öğretim üyesi değerlendirmesi veya personel-öğrenci oranı gibi nitel ve nicel veri formlarına göre sıralama yapmaktadır. Kapsadığı 5 alan; Doğa Bilimleri, Mühendislik ve Teknoloji, Sanat ve Beşeri Bilimler, Sosyal Bilimler ve Yönetim, Yaşam Bilimleri ve Tıp’tır. Boyut ilk 200, bölge Dünya ve Avrupa’dır.
Geçen yıl 431-440 bandında yer alan Koç Üniversitesi bu yılki sıralamada 448’ncü olup (= 451 bandı) sıra kaybetmiştir. Buna rağmen Türk üniversiteleri arasında birincidir. Bilkent Üniversitesi 2019 sıralamasında 501-510 bandına gerilemiştir. Sabancı 521-530, Orta Doğu Teknik 591-680, Boğaziçi ve İstanbul Teknik 651-700, Ankara, Hacettepe ve İstanbul ise 801-1000 bandında yer almıştır. Türkiye’den ilk 500 arasına girebilen Koç 448’nci, Bilkent ise 456’ıncı sıradadır. (https://www.universityrankings.ch/results?ranking=QS®ion=World&year=2020&q=Turkey)
CWTS Leiden Rankings’in sıralamasında İstanbul, Hacettepe, İstanbul Teknik, Ege ve Gazi üniversiteleri ilk sıralardadır. Son üç sırada Akdeniz, Samsun 19 Mayıs ve Çukurova Üniversiteleri vardır. 18, 19 ve 20’nci sıralarda Akdeniz, Samsun Ondokuz Mayıs ve Çukurova üniversiteleri bulunmaktadır. ) CWUR World University Rankings 2018-2019 sıralamasında ilk üçte Hacettepe, İstanbul, ODTÜ, Ege ve Ankara üniversiteleri vardır. Çukurova, Dokuz Eylül ve Atatürk 11, 12 ve 13’ncü sıradadır. )
Türkiye’den ilk sıralarda yer alan üniversiteler genelde fen ve mühendislik alanlarındandır. Bu durum, üniversitelerimizin dünyada daha üst sıralarda yer alabilmesi için fen ve mühendislik alanlarına önem vermeleri gerektiğini göstermektedir. TÜSİAD Ekim 2014’te fen bilimleri, teknoloji, mühendislik ve matematiğe dayalı eğitim yaklaşımına ve bu konunun işgücünün ekonomik büyüme ve gelişme için kritik önem taşıdığına dikkati çekmiştir: “Teknolojik gelişmelerle birlikte ekonomide bilginin ağırlığının arttığı bilinmektedir. Bilgi ekonomisine ve bilgi toplumuna dönüşümde insan kaynağımızın bilimsel ve teknolojik açıdan ilerlemeyi sağlayabilecek niteliklere sahip olması büyük önem taşımaktadır. Bu niteliklerin başında STEM (Science, Technology, Engineering, Mathematics / Fen, Teknoloji, Mühendislik, Matematik) bilgi ve becerisi gelmektedir.”
TÜSİAD 2017 yılından sonra STEM Projesi başlığı altında TÜSİAD STEM Günleri’nin yanı sıra STEM öğretmen eğitimi, STEM farkındalık kampanyası ve rapor çalışmaları gibi bir dizi faaliyet gerçekleştirmektedir. Bu konuda TÜSİAD’ın görüşü şöyledir: “21. yüzyılın dijital çağında teknoloji devrimine ayak uyduran ülkeler rekabette her zaman bir adım önde… Yenilikçi bir toplum ve ekonomi; sorgulayan, araştıran, dünyayı kavrayan gençler yetiştiren, kaliteli bir eğitim anlayışından geçiyor. Eğitimde “fen, teknoloji, matematik, mühendislik” disiplinlerinin “birbiriyle bağlantılı şekilde” ele alındığı ve dünyada STEM olarak bilinen yaklaşım, son olarak sanat disiplinin de eklenmesiyle STEM+A halini alıyor ve eğitimde ve küresel rekabet gücünde anahtar bir kavram olarak öne çıkıyor.”
Fakat Türkiye Cumhuriyeti’nde TÜSİAD’ın görüşlerinin tam aksini düşünenler de vardır. Fen bilimleri, teknoloji, mühendislik ve matematiğe dayalı eğitim yerine “Kur’an ve Sünnet Rehberliğinde Şeytanla Mücadele Edecek İnsanın Eğitimi”ne önem verilmesini savunanlar hakkında tanınınmış gazeteci Yalçın Doğan 3 Eylül’de “Hepimizi cin çarpabilir!.. Bu bir “doktora tezi” başlıklı yazısında durumu şöyle değerlendirmiştir:
“Doktora tezini yazan da, teze hocalık yapan da. Tezi yazarak, bilimsel bir seviye kazanarak doktor unvanını alan Mustafa Çoban adında biri. Teze danışmanlık yapan Prof. Dr. Abdullah Özbek adında bir öğretim üyesi. Danışman Özbek, … anabilim dalı din eğitimi olan bir öğretim üyesi. Makaleleri ilginç, çoğunluğu ‘Risale-i Nur’ üzerine çalışmalar. Doktora tezini yazan Mustafa Çoban ise, Konya’daki İslam Enstitüsünü bitirdikten sonra şu anda Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Anabilim Dalı öğretim üyesi… Mustafa Çoban 2007 tarihinde Prof. Özbek’in danışmanlığında bir doktora tezi yazıyor.
Tezin başlığı ve konusu şu: “Kur’an ve Sünnet Rehberliğinde Şeytanla Mücadele Edecek İnsanın Eğitimi” Bir şeytan var, Kur’an rehberliğinde o şeytanla mücadele etmek gerek. İşte, o mücadele edecek kişiyi eğitmek gerek, nasıl eğitileceğinin yöntemleri, usul ve erkanı o doktora tezinin konusu!.. Şeytan ne: ‘Gözle görülmeyen, fakat varlığının kesin olduğuna inanılan, kötülükte çok ileri giden, insanları doğru yoldan çevirmeye çalışan cin!..İşte, bu cinlerle uğraş, bilimsel bir doktora tezinin konusu!..
Doktora tezi olduğuna göre, bu bir bilimsel tez!.. Şeytanla mücadele öyle kolay bir şey olmasa gerek!.. Bu mücadelenin bilimsel olarak iyi analiz edilmesi ve mücadele edecek insanın da eğitilmesi gerekir ki, ağzınızdan yel alsın, hepimizi cin çarpabilir!…Bilimsel açıdan Türkiye’nin geldiği yer işte bu. O yeri görmek ve anlamak için bu gibi doktora tezlerine ne kadar çok ihtiyacımız olduğu ortada!.. İyi ki, böyle bilimsel tezler yazılıyor da, bizde şeytanla mücadele edecek insanların eğitimleri üzerine bilgi sahibi oluyoruz. Böyle bir doktora tezi Türkiye’de eğitimin nereden nereye gittiğini gösteren bir örnek.”
Türkiye’de üniversite hocaları cinlerle şeytanla uğraşırken elin oğlu aya uydu göndermektedir: “Hindistan Uzay Araştırma Örgütü, uzay aracı Chandrayaan-2’nin iniş modülü Ay yüzeyine 2,1 kilometre yaklaşmışken, modül ile irtibatın kesildiğini bildirdi.” Çağdaş uygarlığa süratle ulaşmak yolundaki Atatürk’ün özlemini gerçekleştirmek için bilim, fen ve teknoloji alanında çok daha büyük atılımlar yapılmalıdır. Bilimi yükseltmek; ancak bilimsel düşünceye, özgür fikre ve özgür tartışmaya gösterilecek itibar ve saygı ile mümkündür. Atatürk derki: “Hayatta en hakiki mürşit (doğru yolu gösteren) ilimdir, fendir, ilim ve fenden başka yol gösterici aramak gaflettir, delalettir, cehalettir.” Hayatta en hakiki mürşit “Şeytanla Mücadele Edecek İnsanın Eğitimi” değildir. Bu; gaflettir, delalettir, cehalettir.
Paris’te Türkiye Daimi Temsilciliğimizde 5 yıl görev yaptığım Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün (OECD) 2019 yılı eğitim raporu 10 Eylül’de açıklanmıştır. 36’sı OECD üyesi olmak üzere toplam 46 ülkede eğitime ilişkin verilerin incelendiği “Bir Bakışta Eğitim” başlıklı rapora göre, Türkiye’de 25- 34 yaş arasındakilerin yüksek öğrenime katılım son 10 yılda iki kat artarak yüzde 33’e yükselmiştir ama diğer OECD ülkeleri ile karşılaştırıldığında Türkiye’de yüksek öğrenime katılım düşüktür. OECD’nin raporunda Lüksemburg, ABD ve Avusturya öğrenci başına en çok harcama yapan ilk üç ülkedir. Türkiye eğitime en az harcama yapan üçüncü ülke olup, üniversite mezunlarının istihdamında ise son sıradadır. Rapor’da, Türkiye’deki üniversite mezunlarının istihdam oranının 2018 yılına göre altı puan düştüğü açıklanmıştır. Üniversite mezunlarının iş bulamamasında onların gerekli eğitimi alamamasının rolü çok önemlidir.
Eğer profesör atamalarında “bilimsel” değil, bilim dışı kriterler ile atama yapılabiliyor ve bu atamalara YÖK dahil yetkili kurumlar gerekli tedbirleri almıyorlarsa, yeterli donanıma sahip olmadan mezun olan üniversite mezunlarının istihdam sorunları devam eder. Türkiye’deki yüksek öğrenime katılım oranı, yüzde 44 olan OECD ortalamasının 11 puan altındadır. Bu raporu özellikle bu tezi yazan Sütçü İmam Üniversitesi’nden Dr. Öğr. Üyesi Mustafa Çoban’ın okumasını öneririm. ) Rapor, şeytanla mücadele ederek ülkelerin bir yere varılamayacağını açıklamaktadır. Şeytan ve cinler üzerine tez yazan hocamıza bir hatırlatmada daha bulunmak isterim. Mutlaka son PISA raporunu da okumalıdır.
OECD’nin yürüttüğü ve her üç yılda bir yapılan PISA testi sonuçlarına göre, Türkiye’deki öğrenciler bilim, matematik ve okumada OECD ortalamasının altında kalmıştır. 70 ülke ve ekonomik bölgede 15 yaşındaki 540 bin öğrenci arasında yapılmıştır. 70 ülkenin 35’ini OECD ülkeleri oluşturmaktadır. Türkiye 50’nci sırada yer alırken, önceki testlere göre de performansı gerilemiştir. Açılımı Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı olan PISA, OECD tarafından üçer yıllık dönemlerde 15 yaş grubundaki öğrencilerin kazanmış oldukları bilgi ve becerileri değerlendiren bir araştırma projesidir. Amacı, gençleri daha iyi tanımak, onların öğrenme isteklerini, derslerdeki performanslarını ve öğrenme ortamları ile ilgili tercihlerini daha açık bir biçimde ortaya koymaktır.
PISA Projesi’nde zorunlu eğitimin sonunda örgün eğitime devam eden 15 yaş grubundaki öğrencilerin matematik okuryazarlığı, fen bilimleri okuryazarlığı ve okuma becerileri konu alanlarının dışında, öğrencilerin motivasyonları, kendileri hakkındaki görüşleri, öğrenme biçimleri, okul ortamları ve aileleri ile ilgili veriler de toplanmaktadır.
Türkiye’deki öğrencilerin matematik testindeki başarı ortalaması OECD ülkeleri ortalamasının altındadır. Türkiye’nin başarı seviyesi Birleşik Arap Emirliği, Şili, Moldova, Uruguay, Karadağ, Trinidad ve Tobago, Tayland ve Arnavutluk ile benzerlik göstermektedir. Okumada Türkiye ve Meksika en sondadır. Fen bilimlerinde 20 ülkede öğrencilerin sadece yüzde 1’inden azı en yüksek notları almıştır. Türkiye’de bu oran yüzde 0,3’tür.
MEB’in PISA’ya alternatif olarak uyguladığı ABİDE sınavında da benzer sonuçlara ulaşılmıştır. Buna göre öğrencilerin yüzde 26,4’ü matematik, yüzde 17,9′ u fende en alt düzeyde kalmıştır. PISA Direktörü Andreas Schleicher‘in “Türk eğitim sistemi dünyaya uyum sağlayamıyor” sözleri sorunu çok açık bir şekilde ortaya koymuştur. Dünya genelinde PIAAC (Programme for the International Assessment of Adult Competencies) raporlarında Türkiye 31 ülke arasında sonuncu olmuştur. PIAAC , 21. yüzyılda daha nitelikli işgücüne sahip olabilmek, karşılaşılan zorlukları yenebilmek, ülkelerdeki mevcut çerçeveyi çizmek amacıyla OECD tarafından yürütülen ve PISA’nın devamı niteliğinde sayılan uluslararası bir programdır.
PIAAC’a göre Türk öğrencilerin yüzde 26,4’ü matematik, yüzde 17,9’u fen dalında en alt düzeyde kalmıştır. Bu eğitim seviyesi ile Türkiye’nin 2023 hedeflerine ulaşması imkansızdır. 2021 yılında 15 yaşındaki öğrencilerin değerlendirilmesi için hazırlıklar devam etmektedir. 36 OECD üyesinin yanında 50’den fazla üye olmayanın da değerlendirmesi yapılacaktır. Öğrenciler okuma, matematik ve fen alanlarında test edilecektir. Bu defa odak matematik üzerine olacak, ek olarak öğrenciler yenilikçi bir konuda test edilecektir. (yaratıcı düşünme)
PISA 2024 anketinin yapılma hazırlıklarına Haziran 2019’da başlanmıştır. Burada üç temel konu üzerinde durulacak (okuma, matematik ve bilim), değerlendirilmede odak bilim üzerine olacaktır. Öğrencilerin dijital dünyada öğrenebilme yetenekleri de test edilecektir. Ek olarak, yabancı dillerdeki yetkinliklerin isteğe bağlı bir değerlendirmesi de yapılacaktır. ) PISA Matematik, Bilim ve Okuma ortalamaları aşağıdadır.
Duayen gazeteci Uğur Dündar 14 Eylül’de yayınlanan yazısında şu değerlendirmeyi yapmıştır: “İki gün önceki köşemde, İstanbul Boğazı’nın Türkler tarafından açıldığını öne süren bir fizik doçentinden söz etmiş ve bu kafalar nedeniyle güzel ülkemizin bilimde sefiller ligine sürüklendiğini yazmıştım. (Dünyanın en tehlikeli hali, cehaletin örgütlü eyleme geçme halidir, Goethe) Bu tespitime en çarpıcı tepki, dünya çapında saygın bilim insanımız, Jeoloji Profesörü Dr. Celal Şengör’den geldi. Prof. Celal Şengör mektubunda, ODTÜ’deki bir araştırma görevlisinden aldığı bir mesaja da yer vermiş. Adını ne olur ne olmaz diye açıklamadığı ama benim bildiğim araştırmacı, şunları yazmış:
Değerli Celal Şengör Hocam, Hem THE hem de QS ‘2020 yılı Dünya Üniversiteler Sıralamaları’nı yayınladı. Benim saymama göre; Suudi Arabistan, Katar, BAE, Umman, Ürdün, Lübnan, Mısır, Kazakistan, Filipinler, Brunei, Tayland, Endonezya ve Güney Kıbrıs’ın önde gelen üniversiteleri, Türkiye’nin en iyi üniversitelerini bile ciddi farklarla geçmişler. Malezya, Pakistan, İran, Güney Afrika gibi yerler ise resmen bizi solda sıfır bırakmışlar! Ama bunların bizden çok daha iyi olduğu uzun süredir bilindiği için, bir önceki cümlemde verdiğim listeye dahil etmedim. Güneydoğu Asya ve Uzak Asya’nın (Çin, Japonya, Güney Kore, Hong Kong, Singapur, Tayvan, Hindistan ve artık Malezya) ‘yok artık’ dedirtecek yükselişleri halen devam ediyor.
Türkiye’den bir listede ilk 400’de, diğer listede de ilk 450’de herhangi bir üniversite yok! (Son 3-4 senedeki durum aynen korunmuş.) Bizim en iyi 2 üniversitemiz ile Nijerya’nın top üniversiteleri aynı dilimde!.. Ama en azından iç savaşların devam ettiği Irak gibi ülkelerden veya devasa krizlerin ve kitlesel açlıkların yaşandığı Venezuela gibi ülkelerden 1 veya 2 tık daha iyi çıkmışız! Şaka değil, sadece 1 veya1,5 tık!… Arjantin, Meksika, Kolombiya, Şili ve Brezilya’nın bizden kat be kat ileride olduklarını ise ancak bugün anlayabilmiş durumdayım!..”
Öğretim üyesinin yayınlarına yapılan atıflar, örnek olaydaki gibi “…ancak atıf sayısını bilimselliğin tek ölçü olarak kabul etmek ne bilimsel bakış açısına ne de hakkaniyete uygundur” olarak algılanıyorsa, bu, sözün bittiği yerdir. Eğer YÖK tarafından aşağıda açıklanan kriterler onaylanırsa, önümüzdeki yıllarda Türk üniversitelerinin ilk 100’e girmesi bir yana, sıralama dışında kalması büyük olasılıktır. Çünkü, bu kriterler ile atanan öğretim üyeleri ile Türk üniversiteleri uluslararasında bir varlık gösteremez.
Dünya sıralamasına giren üniversitelerin yoğunlukta olduğu bölgeler haritadan da görülebileceği gibi gelişmiş ülkelerdedir. Bu üniversitedeki öğretim üyeleri “Şeytanla Mücadele Edecek İnsanın Eğitimi” yerine öğrencilerine insanın insan olmasına ve yaşadığı topluma nasıl katkıda bulunması ile ilgili eğitim vermekteler. Şeytan ve cinlerle uğraşan öğretim üyelerinin bulunduğu üniversiteler dünya sıralamalarına giremezler.
Türk toplumunda “cin çarpmışa dönmüşsün” denilince şu anlaşılır: “Bazı inançlara göre cinlerin saldırısına uğrayıp hastalanmak, sakatlanmak, aklını yitirmek.” Madem şeytanla cinlerle bu kadar içli dışlıyız, o zaman neden Rusya’dan milyonlarca dolar vererek S – 400 alıyoruz? İşin kolayı var. Şeytanla mücadele edecek insanları eğiterek onlardan bir “şeytan ordusu” kuralım ve S – 400 yerine düşmanlara karşı bu şeytan ordusunu kullanalım. Savunma giderlerine ayırdığımız kaynakları Türk insanının eğitimi için kullanalım. Çünkü gelişmenin temelimde pozitif bilimler vardır, cinler şeytanlar yoktur.
Türk üniversitelerinin dünya sıralamasındaki yerinin çok gerilerde olmasını THE editörü Phil Baty şöyle açıklamıştır: “Türkiye, sıralamada temsil oranını yaklaşık yüzde 50 artırdı. Bir sıçrama var. 11 yeni üniversite sıralamaya girdi. Bu da sıralamadaki ülkeler arasında en yüksek artış, Ama hala Türk üniversiteleri kaliteyi arttırma mücadelesi veriyor. Ancak listeye yeni girişlerin çoğu ilk bin dışında. Mevcut olan üniversiteler de ya yerinde sayıyor ya da geriliyor… Bu yılki sıralama her zamankinden daha fazla ülke ve kurumu kapsıyor. Türkiye bu nedenle sıralamadaki varlığını güçlendirmek için cesaret verici bir durum yakaladı. Türkiye’nin zorluğu ciddi uluslararası rekabet açısından eğitim ve araştırma kalitesini artırmak.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan 2019-2020 Akademik Yılı Açılış Töreni’nde yaptığı konuşmada bilim ile ticaretin yan yana gelemeyeceğini açıklamıştır: “Vakıf üniversiteleri ticari olarak çalışıyorlar, vakıf üniversitelerimiz ticari merkez alanına çekilmesini engellemek için hemen bir çalışma yapmalıyız. Adı vakıf ama bilimsel çalışmaları bırakmış öğrencisinin parasına bakıyor. Vakıf üniversitesinin patronlar kendi ceplerini nasıl dolduracak ona bakıyor. Adı vakıf ama vakıf olmaktan çıkmış ticari olarak çalışıyorlar. Bizim vakıf üniversitelerinin patronu orayı doldurmak için gayret ediyorlar.” Cumhurbaşkanı Erdoğan daha önce de “Bilimin kendisinin ticari bir meta haline gelmesine izin vermemeliyiz” demişti.
Cumhurbaşkanı tüm vakıf üniversitelerini kastetmemektedir. Çünkü ODTÜ Teknokent’in açılış töreninde dikkat çekici bir tespit yapmıştır: “ODTÜ eğitim alanında ilk sıralarda yer alıyorsa bunu kurulduğu toprakların mayasına borçludur…Yeni dönemde artık niteliğe, kaliteye yoğunlaşmamız gerekiyor…. Bunun için de yükseköğretim sistemimizi kurumlarıyla ve yönetimiyle çok daha ileriye taşımamız şarttır… Bazı vakıf üniversitelerimizin, vakıf mantığıyla asla uyuşmayacak şekilde sadece kazanç odaklı faaliyet gösterdiklerini de üzüntüyle müşahede ediyoruz… Bilimin kendisinin ticari bir meta haline gelmesine izin vermemeliyiz.” Sabancı, Bilkent ve Koç vakıf üniversiteleridir ama tüm dünya sıralamalarına girmekte, Türkiye’de ise ilk sıralardadır. Çünkü, sıralamaya giren üniversitelerdeki profesör atamalarında aşağıdaki dokuz kriter yoktur:
- Dosyanın daha düzenli olması,
- Taşınır bellek,
- Adayın genç olması,
- Adayın dinamik olması,
- Adayın yaşı,
- Adayın lisans ve yüksek lisans programında ders vermesi,
- Alanında yetkin olması,
- Profesörlük kadrosuna atama kriterlerini fazlasıyla taşıması,
- Şartları fazlası ile sağlaması.
Bilim dünyasında duyulmamış bu kriterler ile atama yapılabiliyor, yetkili kurumlar ve YÖK gerekli tedbirleri almıyorsa, Türk üniversiteleri hiçbir kuruluşun sıralamasına giremez. Yukarıdaki kriterleri esas alarak profesör ataması yapan üniversitelerin 2023 yılında 11. Plan hedefi olan dünyanın ilk 100 üniversitesi arasına 2, ilk 500 arasına da 5 üniversitenin girmesinin mümkün olmadığını eski bir planlamacı olarak açıklamak isterim. Çünkü, “testinin içinde ne varsa, dışarıya o sızar.”
Son günlerde bazı kurumlara eleman alımında “liyakata” önem verileceği üzerinde durulmaktadır. Üniversitelerde YÖK mevzuatı yok sayılarak liyakata dayanmayan atamalar yapılırsa, Türk üniversitelerinin sıralama kuruluşlarının listelerine girmesi mümkün değildir. )
Dünya üniversiteleri arasında ülkelerin sıralamaya giren yüksek öğretim kurumları içinde Türkiye 31 üniversite ile bazı gelişmiş ülkeleri geçmiştir. Fakat sadece sayı yeterli değildir. Üniversitelerin dünya sıralamalarında geriye düşmemesi en az üniversite sayısı kadar önemlidir. ABD 276, Çin 172, Japonya 111, İngiltere 109, Fransa 95, Almanya 67, Hindistan 63, İtalya 60, Güney Kore 42, İspanya 40, Avustralya 38, İran 38, Brezilya 36, Rusya 35, Kanada 34, Polonya 28, Arjantin 18, Çekya 16, Portekiz 15, İsveç 15, Finlandiya 15, Pakistan 14, Hollanda 13, Suudi Arabistan 12, Yunanistan 10 ve 9 üniversitesi olan İsrail’i (bold yazılanlar) geçmiştir. Prof. Dr. Akbulut bu konuda farklı düşüncededir: “…Son 4-5 yılda çok sayıda üniversitemizin sıralamalardaki yükselme hızı düştü. Bazı üniversitelerimiz ise gerilemeye başladı. Bunun nedenleri, yayın sayılarımızın diğer ülkeler kadar hızlı artmayışı ve saygın dergilere yönelmek yerine etki değeri en düşük dergilere yönelmiş olmamızdır.”)
Prof. Dr. Akbulut’un “Bazı üniversitelerimiz ise gerilemeye başladı” görüşü bir gerçeği açıklamaktadır. Çünkü tüm sıralama kuruluşlarında en üst seviyede yer alan Sabancı Üniversitesi’nde bile gerileme söz konusudur. Aşağıdaki grafiklerde Sabancı Üniversitesi’nin QS Ranking 2011-2020, Times Ranking 2016-2020 ve Shanghai Ranking 2019-2020 sıralamasındaki durumu gösterilmiştir. (https://www.universityrankings.ch/compare?id%5B%5D=4991&r1=Leiden&r2=QS&r3=Shanghai&r4=Times)
Sıralamalarda en üst seviyedeki üniversitelerin bulunduğu ülkelere bakarsak, dünya sıralamasına giren üniversitelerin hangi ülkelerde yoğun olduğunu görürüz. Bu ülkelerin üniversitelerinde şeytan ve cinlerle ilgili eğitim verilmemektedir. Aksine insanlığın gelişimine katkıda bulunan üniversiteler çağdaş ve pozitif bilimlere önem verirler. Bu gruba eğer Türkiye de katılmak istiyorsa, şeytan ve cinlerle uğraşmayı bırakıp pozitif bilimlere yönelmelidir.
İlk defa 1901 yılında verilmeye başlanan Nobel ödülleri, iki yıl öncesine kadar 579 defa, toplamda 911 kişi ve kuruluşa verilmiştir. Bazıları Nobel ödülünü birden fazla aldığı için toplam 881 farklı kişi bu ödülü almıştır. Romancı Orhan Pamuk’u saymazsak eğer, Nobel Ödülü’nü kazanan Prof. Dr. Aziz Sancar, DNA’ları nasıl onardığını analiz eden araştırmaları sonucunda Nobel Kimya Ödülü’nü kazanmıştır. Aziz Sancar dahil ödül alanlar arasında hiçbiri hayatta iken cin ve şeytan işiyle uğraşmamıştır. TÜSİAD’ın “yenilikçi bir toplum ve ekonomi; sorgulayan, araştıran, dünyayı kavrayan gençler yetiştiren, kaliteli bir eğitim anlayışından geçiyor” tespitine katılıyorsak eğer, pozitif bilimlere önem vermeliyiz.
Deneyimli gazeteci Phil Baty 23 Eylül’deki yazısında “Profesörlük eskiden sadece üniversiteden alınabilen bir unvandı. Tuttular tüm eğitim hastanelerini Sağlık Bilimleri Üniversitesi adıyla yapay bir sisteme bağladılar. Artık eğitim hastanelerinden de profesör olunabiliyor. Bu nedenle ortalık ‘bilgisiz doçent ve profesörlerden’ geçilmiyor” derken, eğer açıkladığımız örnek olayı bilseydi, çok daha farklı yazardı. Çünkü, Türkiye’de 207 üniversite vardır ama bu üniversitelerin kaçı uluslararası sıralamaya girmektedir? Türkiye’de 207 değil 307 üniversite bile olsa bunların kaçının uluslararası sıralamaya girmesi, sayının 207 ya da 307 olmasından çok daha önemlidir.
URAP, üniversitelerin belirlenen kriterlere göre gelişmeye açık yanlarını fark etmelerine yardımcı olmak için üniversitelerin genel sıralamasında kullanılan 9 gösterge belirlemiştir. URAP, her üniversitenin yayın sayısı, atıf sayısı, doktora öğrenci sayısını esas almaktadır. (http://tr.urapcenter.org) 2018-2019 Türkiye sıralamasında, Clarivate Analytics/InCites ile YÖK’ün yayımladığı veriler kullanılmıştır. )
Üniversiteleri üst sıralara taşıyan öğretim üyeleridir. 9 gösterge arasında öğretim üyelerinin makale sayısı, öğretim üyesi başına düşen makale sayısı ve öğretim üyelerinin yayınlarına yapılan atıf sayısı ilk üç sıradadır. Fakat örnek olayımızda yer alan 9 gösterge ile URAP’ın üniversitelerin genel sıralamasında kullanılan 9 gösterge örtüşmemektedir: “1. Dosyanın daha düzenli olması, 2.Taşınır bellek, 3. Adayın genç olması, 4. Adayın dinamik olması, 5. Adayın yaşı, 6. Adayın lisans ve yüksek lisans programında ders vermesi, 7. Alanında yetkin olması, 8. Profesörlük kadrosuna atama kriterlerini fazlasıyla taşıması, 9. Şartları fazlası ile sağlaması.”
URAP 2017-2018 dünya sıralamasında ilk 500’e en yakın olan üniversiteler; ODTÜ (532), İstanbul (540), Hacettepe (543) ve İTÜ’dür. (559). URAP dünya sıralamasında (2017-2018) listelenen 2,500 üniversitenin 86’sı Türk üniversitesidir. URAP listesinde ilk 500’e giren üniversitelerin olmaması ve ilk bine sadece 15 üniversitenin bulunması görmezden gelinemez. ()
URAP, üniversitelerin bilimsel makale sayısının arttığını fakat, etki değeri en düşük dergilerde çıkan makalelerin sayısının çoğalmasının ilk 500 ve bindeki üniversite sayısını azalttığını, Çin ve Singapur’daki bazı üniversitelerin etki değeri yüksek dergilere yönelerek ilk 100’e girmeyi başardığını açıklamıştır. Çin’in 2018-2019 URAP dünya sıralamasında ilk 100’de 9 üniversitesi vardır.
URAP’ın tespitlerine göre , Türkiye kaynaklı bilimsel makaleler arasında atıf alanların oranı uzun süredir dünya ortalamasının altındadır. 2018-URAP-Turkiye-Siralamasi-Raporu.pdf ) Türkiye kaynaklı yayınların önemli bir bölümü etki değeri en düşük olan son yüzde 25’lik dilimde (Q4) yer alan dergilerde yayınlandığı için, Türk üniversiteleri sıralamalarda gerilerde kalmaktadır. Türkiye sıralamasında ilk 10’a giren üniversitelerin 2010-2018 dönemindeki dereceleri, geçmiş yılların sonuçlarıyla birlikte aşağıda verilmiştir. (
URAP verilerine göre 109 devlet üniversitesi arasında en iyi 5 üniversite şunlardır: Hacettepe, (800-849) ODTÜ (750-799), İstanbul Üniversitesi, İTÜ ( 700-749) ve Ankara. (650-699) Son 3 sırada Türk-Alman, Bandırma Onyedi Eylül ve Alanya Alaaddin Keykubat Üniversitesi vardır. Sıralamada yer alan üniversitelerin etki değeri yüksek dergilerde yayınlanan makale sayısı 29,867’dir. Bunların yüzde 84’ü devlet üniversitelerindedir.(http://tr.urapcenter.org/2018/2018-2019-URAP-Turkiye-Siralamasi-Raporu.pdf)
Tıp fakültesi olan vakıf üniversiteleri sıralamasında ilk 5 sıradaki üniversiteler; Hacettepe, İstanbul, Ankara, Koç ve Gazi üniversiteleridir. 74 vakıf üniversitesi arasında son 5 üniversite ise Altınbaş, Okan, KTO Karatay, Ufuk ve İstanbul Yeni Yüzyıl üniversiteleridir. )
Cumhurbaşkanı Erdoğan Beştepe Kongre ve Kültür Merkezi’nde düzenlenen Yükseköğretim Akademik Yıl Açılış Töreni’nde yaptığı konuşmada “Nitelik noktasında aşmamız gereken şüphesiz ki bir mesafe var…Şimdi bizim arzumuz…hocalarımızın da niteliğinin artması” diyerek çok önemli bir hususa dikkat çekmiştir. Hocaların niteliği artmazsa eğer, Plan hedefine ulaşmak mümkün değildir.
Sonuç:
Türkiye’de 2019 ve 2020 yıllarında derecelendirilen hiçbir üniversite bir üst sıralamaya geçememiştir. Çünkü, Türk üniversiteleri atıflardan düşük puan almışlardır. Bunun sebebi, bazı üniversitelerde profesör atamasında esas alının kriterlerdir. 277 atıfa sahip bir öğretim üyesinin, 1,380 atıf almış diğer bir öğretim üyesi için “…çalışmalarının bilime katkı özelliğini saptayarak adayın bilimselliği hakkında bir fikir sahibi olabilmem söz konusu olmamıştır” açıklaması, akla ziyandır. (çok şaşırtıcı olan) Bu öğretim üyelerinin yer aldığı üniversiteler dünya sıralamasına giremezler, Türkiye sıralamalarında da son sıralarda yer almaktan kurtulamazlar. )
Bir yanıt yazın